Henüz 3 aylık bir anneyken eşiyle çıktığı tatilde görüntülenen oyuncu ile ilgili haberde “Ergüder’in doğum kilolarından kurtulamadığı görüldü” cümlesini görünce sanki benim için yazılmış gibi içim cız etmişti. Bir çocuğun ilk 6 ay anne sütüne ihtiyacı olduğunu ve emziren bir annenin katı bir diyet yapmasının doğru olmadığını magazin haberlerini yazan arkadaşlar da bilse iyi olur. Yeni annenin hayatında uyku düzeni, ev düzeni, işe ara verme gibi birçok değişiklik olurken vücudundaki değişimler kendi açısından ikinci plandadır ve doğrusu öyle olmasıdır zaten. Buna rağmen yeni anneyi bir kalıbın içine sokmaya çalışmak ve bu tür cümlelerle strese sokmak psikolojik bir şiddettir. Canan Ergüder’in şu anda oynadığı dizide nasıl güzel ve fit göründüğünü umarım haberi yapan arkadaşlar da fark etmiştir.
Mart ayında ikinci çocuğunu dünyaya getiren Bergüzar Korel yaz aylarında çıktığı tatilden fotoğraf paylaşarak bu konuda esprili bir protesto örneği gösterdi. Fotoğrafını çekseler magazin gazetecilerinin neler yazabileceğini bilen Korel, bütün klişe cümleleri fotoğrafın altına yerleştirerek “Sizleri yormak istemedim” diye ekledi. Öyle ya bir şekilde fotoğrafı çekilmiş olsa yapılacak haberde “4 ay önce ikinci çocuğunu dünyaya getiren ünlü oyuncunun kilolu hali gözlerden kaçmadı. Doğum kilolarından hala kurtulamadığı gözlenen Bergüzar Korel'in saklanma çabaları ise işe yaramadı. Doğum sonrası aldığı kilolar ve selülitleri ile dikkat çeken Bergüzar Korel'in bu görüntüsü şaşkınlık yarattı” gibi cümleler sıralanacaktı ki buna gerek kalmadan hepsini kendisi yazdı zaten. Böylece “yazılacak hiçbir şey umurumda değil” mesajını vermiş oldu. Belki Korel’in umurunda değil ama bu sözleri takacak çok kadın olabilir, o yüzden siz siz olun taze annelere moralini bozacak sözler söylemek yerine onları destekleyecek, iyi hissettirecek sözler söylemeye çalışın.
Geçtiğimiz aylarda Tülin Şahin de kızının babası hakkında ilginç açıklamalarda bulunarak “Gerek doğumdan hemen sonra eski fiziğime dönmem için yaptığı baskılar, gerek hamileyken bir tane dondurma yediğim için çıkardığı şiddetli kavgalar benim için son derece yıpratıcı oldu” dedi. Yani bu psikolojik şiddet sadece magazin basını ya da sosyal medyadan, konu komşudan kaynaklanmıyor, bazen en yakınınızdan bile gelebiliyor. Tülin Şahin yaşadıklarını şöyle anlattı “Önceliğimin mükemmel gözükmekten önce anne olmak olduğunu kabul etmedi. Doğumdan sonraki ikinci haftamda ‘Çocuğa bakmak ve gece uyanmak senin işin değil’ diyerek eve zorla iki tane bakıcı getirdi. Bana ‘Şimdi spor yapmaya ve zayıflamaya dönme vakti’ dedi. Ben bir çocuğun sahibi değil, bir anneyim ve kızımın her şeyiyle ilgilenmek benim en önemli görevim. 25 yıldır durmadan çalışan ve üreten bir kadın olarak anneliğimi her normal kadın gibi yaşamanın benim hakkım olduğuna inanıyorum."
Emzirme bittikten sonra sağlıklı bir beslenme programı ve sporla her anne istediği kiloya inebilir, kaldı ki herkes zayıf olmak zorunda da değil, sağlığını tehdit edecek bir duruma gelmedikten sonra kimsenin kilosu bizi ilgilendirmemeli. Bu sosyal medya mı bizi böyle şekilci yaptı acaba? Yoksa magazin programları mı? Neden yeni doğum yapmış birisinin karşımıza manken gibi çıkmasını bekliyoruz? Mesleği kameraların önünde olan annelerden bu tarz bir beklentinin olmasını bir derece anladık diyelim ama hiç ekrana çıkmayacak annelere dahi bu tarz toplumsal baskıların yapıldığına bizzat şahit oldum. Bırakın kadınlar doğum sonrası nasıl zayıflayacağını düşünmek yerine anneliğini doya doya yaşasın, çünkü bebekler o kadar çabuk büyüyorlar ki o günlere geri dönemiyorsunuz, bırakın anne bebeğinin kokusunu içine çekerken istediği gibi emzirsin, kimseyi suni kalıplar içine sokmayın lütfen. Üstelik bebeklerin dünyaya ilk geldiklerinde 40 hafta boyunca onları bedeninde taşıyan annelerine yakın olmaya ve annelerinin kucağında dünyayı güvenle keşfetmeye ihtiyaçları var.
Bu yazıyı okuduktan sonra özellikle yeni annelere daha anlayışla yaklaşacağınızı umuyorum.
Sevgiler...
3 Ocak günü yeğenim Ela'yı kucağımıza aldık. Yani şu sıralar kendisi yaklaşık 3 aylık. Ela hayatımıza yeni bir heyecan ve renk getirdi ama aynı zamanda unuttuklarımızı da hatırlattı. Bir çoğunuz deneyimlediniz ya da duydunuz bir bebeğin en zor zamanları ilk 3 ayıdır.
Dünyaya alışma evresi, emme problemleri ve beraberinde gelen gaz problemleri, sarılık, bağışıklık sistemi gibi uzayıp giden bazı konu başlıkları var. Evde değişen düzen anne babayı ve hatta aile büyüklerini de çok etkiliyor. Durumdan en çok etkilenen tahmin edebileceğiniz üzere anne. İster sezaryen olsun ister normal, doğum başlı başına önemli bir operasyon ve normal şartlarda gribal enfeksyon gibi yaygın bir hastalıktan dolayı bir serum bile taktırsak ilgi bekleyen bizler anne olunca kendimizi unutup dünyadaki en yakın tanıdığı biz olduğumuz için yardımımıza muhtaç olan o miniğe odaklanıyoruz.
Aslında evdekilerin ve ziyarete gelenlerin de ilgi odağı yeni doğan minikler oluyor. Birisi de akıl edip anneye halini hatrını sormuyor. Aslında bu dönemlerde en düşünceli davranış mümkünse bebeği oyalayabilmek, uyuyorsa göz kulak olmak ve anneye kendisine ayıracağı kısa da olsa biraz zaman hediye etmek. Evet, hediye diyorum çünkü anne olduktan sonra kendine ayırdığın kısıtlı zamanlar hediye gibi geliyor.
Mümkünse yeni annenin çevresinde bulunanlar anneye kendisine zaman ayıracak fırsatlar versin, inanın bunun bebeğe de pozitif yansımaları olacaktır. Yeni annenin sıcak bir çay ya da kahve içmeye, yemek yemeye, acele etmeden duş almaya hatta kuaföre gitmeye o kadar çok ihtiyacı olur ki... Sırf markete gitmek bile ok önemli bir aktivite olabilir onun için ama bebeği de ancak çok güvenebileceği birine emanet edebilir yoksa gidemez, içi elvermez, bu sebeple çocuğa bakabileceğinizin güveniniz de hissettirmelisiniz.
Bizim minik emme konusunda ilk başlarda biraz problemliydi, artık doğru pozisyonu bulamadığından mı nedir bir türlü tabir-i caizse "cop cop" ememiyor, bu yüzden çok sinirlenip terör estiriyordu evde. Karnı doymadığı için uyku konusunda da sorun yaşıyordu. Onları GebbePınar lakablı Emzirme ve Doğum Koçu Pınar Mallı ile tanıştırdım. Pınar kısa sürede sorunu çözdü, anneyi de bebeği de rahatlattı ve bizim minik Ela'mız çok güzel bir şekilde emmeye başladı. Şu an boyu da kilosu da gayet iyi, anne sütünden baka besin almıyor ve anne sütü de gayet yarıyor minnoşa.
Ben hiç anne sütü emmemişim, annem de çok gençmiş, kimbilir ne sorun vardı, annem tecrübesiz, sosyal medya yok, böyle uzmanlar yok. O zamanlar böyle kolay hazırlanan mamalar da yok, pirinç ununu sütle pişiriyorsun, emzirmek daha kolay, gece uykulu da olsan bebeğin besini hazır, emzir ve uyut ama mama öyle mi onu hazırla, fazla sıcak olmasın, soğuk olmasın ayarlayana kadar uykun bile kaçar. Annem çok ağlamış ben nasıl mama hazırlayacağım diye ama olmamış işte, emmemişim. Şimdi annem dedi ki "Pınar gibi birisi olsaydı belki sen de anne sütünü kabullenip uzun süre emecektin." Kimbilir belki Pınar olmasaydı Ela da benim gibi anne sütünü bırakıp mamayla beslenecekti. böyle durumlarda yardım almaktan çekinmeyin, her şeyi kendi başınıza halletmeye kalkmayın sevgili anneler. çevrenizden "ne gerek var?" yorumları da gelebilir ama siz kendiniz ve yavrunuz için en iyisini bilirsiniz.
Işık artık bebeklikten çıkıp artık tamamen kendini idare edebilen bir birey olduğu için minik Ela ile her şeyi yeniden yaşamaya başladık, maceralarımızı paylaşmaya devam edeceğim.
Sevgiyle kalın...
Sömestr tatili hoş geldi, bizim de gerçek anlamda ilk sömestr tatilimiz diyebilirim. Anaokulunda genelde sadece bir hafta tatil yapıyordu bizim çocuklar. Hatta anne baba çalışınca hiç tatil yapmayanlar da oluyor. Ancak ilkokuldan itibaren resmi tatiller hayatımıza girdi.
Tatil için kayak merkezlerini, yurt dışını ya da farklı şehirleri tercih eden aileler olabilir. Ancak işi dolayısıyla izin alamayan anne babaların çocukları neler yapacak? Çocuklarımızı nasıl oyalayacağız, biraz bunlara değinelim.
Çoğumuz iş yerimiz müsaitse zaman zaman çocuklarımızı yanımızda götüreceğiz. Ama çocuklara oyalanacakları bir şeyler bulmak gerek. Zamane çocuklarını tablet, bilgisayar başından kaldırabilmek için ilgilerini çekebilmek çok önemli.
Havalar soğuk, bu sebeple dışarıda vakit geçirmek çok zor. Kendimizi genelde AVM’lere atıyoruz. Büyük şehirlerde imkânlarımız daha çok, AVM bile olsa çocukların yaşlarına göre vakit geçirebilecekleri mekânlar var. Legoland Discovery Centre, SeaLife İstanbul, KidzMondo, Kidzania, Discovery Museum gibi hem eğlenip hem öğrenebilecekleri mekânlar fazlasıyla mevcut. Ayrıca hem şehir tiyatroları hem belediyelerin kültür merkezleri hem de özel tiyatrolar çocuklar için çok alternatif sunuyor. Diğer şehirlerde de artık hem ebeveynlerin daha bilinçlenmesi hem de belediye gibi kurumların hizmet kalitelerini artırmaları dolayısıyla tiyatro seçenekleri artmaya başladı. Çocuklarımıza tiyatro sevgisini ve bu kültürü aşılayabilmek adına mutlaka yaşadığınız yerdeki çocuk oyunlarını araştırın. Mesela bir dinleyicim geçenlerde Gaziantep'te Yaratıcı Drama dersleri vermeye başladıklarını yazdı ve Instagram’da paylaşım yapmamı rica etti. Herkese ulaşabilmek için bu tarz güzel etkinlikleri seve seve paylaşıyorum. Farklı şehirlerde özellikle çocuklara ve kültür sanat alanındaki etkinliklere yer vermeyi bir görev olarak görüyorum.
Peki ya müzeler? Geçenlerde radyo programımda günün konusu olarak "Hangi müzeleri gezdiniz, en çok etkilendiğiniz müze hangisiydi?" sorusunu sordum. Beklediğimden de çok dinleyici katılımı oldu, çok güzel müzelerden bahsettiler ancak bir dinleyicimiz “Asgari ücretle müze gezilir mi Sema Hanım?” yazmış. Pardon ama asgari ücretle çalışıp sigara içen o kadar çok kişi var ki... Günlük ortalama 10 TL olsa, ayda 300 TL yapıyor. Oysa Müze Kart sayesinde çok uygun fiyata birçok müzeyi gezebilirsiniz. Örneğin Müzekart’ın yıllık ücreti şu anda 70 TL ve bir yıl boyunca T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyet'ine bağlı 300'ü aşkın müze ve ören yeri gezilebildiği gibi (bazı özel müzeler ücretsiz ziyaret ediliyor, sergiler ve tiyatro temsilleri indirimli) izleniyor. Kafe ve hediyelik eşya mağazalarındaki alışverişlerde daha az ücret ödeniyor. 18 yaş altına 5 TL karşılığında Müze Kart alabilirsiniz.
Birçok kişinin bulunduğu şehirdeki müzeleri gezmediğinden eminim. Müze deyince nedense insanımıza daralmalar geliyor. Oysa müzeyi rehber eşliğinde gezmek çok keyifli oluyor. Peki, çocuğunuz rehberiniz olsun ister misiniz? Okuma yazma bilmesi yeterli, eminim zamane çocuklarının hemen hepsinin internetle arası iyidir. Çocuğunuza ayıracağınız günü seçin ve ona gideceğiniz yeri söyleyin, sonra da o mekân ya da bölge ile ilgili internette araştırma yapmak ve tur hazırlamak üzerine bir görev verin. İsterseniz mekân ve bölge seçimini ona da bırakabilirsiniz. Örneğin tarihi yarımada veya alanı biraz daha daraltırsak Sultan Ahmet'e gideceğinizi ve o bölgede gezilecek yerleri araştırıp bir rota belirlemesini isteyin. Vaktiniz varsa bir gün Balat turu bir gün Beyoğlu turu gibi farklı alternatifler hazırlamasını isteyebilirsiniz. Gittiğiniz zaman mekân ile ilgili öğrendiklerini sizlere anlatmasını ve mekânı tanıtmasını isteyebilirsiniz. Emin olun rehberle gezmekten çok keyif alacaksınız. Ona yardımcı olmak için gerekirse topladığı bilgileri bastırabilir ya da yanınıza tablet alabilirsiniz. Aslında bu tur hazırlama işini öğretmenler ödev olarak da verebilir ama artık bu tatil için geç kaldık.
Onların hâlâ birer çocuk olduklarını unutmadan ödeve, testlere boğmadan biraz da sevdikleri oyunlar için vakit ayırmalarına, arkadaşlarıyla görüşmelerine fırsat tanıyacağınız güzel bir tatil olması dileğiyle...
Şimdi size "Ela, Lale El ele" desem beni sadece 1. sınıf anneleri anlar ya da yakın zamanda 1. sınıfı bitirmiş olanların anneleri.
Oğlum ilkokul 1. sınıfa başladı. Çevreden duyduğumuz 1. sınıf hikayeleri pek iç açıcı değildi ama ilk dönemi tamamlamak üzereyiz.
Oryantasyon denilen uyum sürecini rahat atlatmış gibi görünüyoruz. Anaokulundan beş arkadaş aynı sınıfta olunca ilk gün sendromu yaşanmadı bizde. İlk gün anne, baba, anneanne üçlüsü götürüp okula bıraktık. Okuldan istenen kırtasiye malzemelerini dolabına yerleştirdik. Sonra öğretmen sınıftan çıkmamızı istedi, çıkışta servisle göndereceklerini söylemişlerdi, "Biz gidelim mi Işık?" diye sorduk "gidin, ben servisle gelirim" dedi. Tabii bu nesil bizim gibi bodoslama ilkokula başlamıyor. Geriye dönüp baktığımızda 6 aylıkken başladığı, oyun grubunun biraz daha sistemlisi diyebileceğimiz, haftada iki gün veli ile birlikte katıldığı eğitim merkezine gitmeye başladı, ardından 3 yıl anaokulu derken ciddi bir eğitim kariyeri var zaten. Bu sebeple okullar açılmadan önce "Işık ilkokula başlıyorsun, ben çok heyecanlıyım, sen de heyecanlı mısın?" diye sorduğumda "neden heyecanlısın ki? Okul okuldur" şeklinde son derece cool cevap vermişti. Bizler her şeyi daha çok abartıyoruz sanırım.
Neyse yeni bir ortama arkadaşları, öğretmeni ve tüm okul personeli sayesinde kolay alıştı gibi görünüyor. Alışma sürecinden sonra sıra ödevlere geldi, ilk haftadan yazı çalışmaları ile birlikte ev ödevleri başladı. Şimdilik bir arıza görünmüyor ama öğretmeninden özellikle ödevleri eve gider gitmez yapıp sonra istediklerini yapabilmeleri konusunda konuşması için ricada bulundum.
Benim oğlum da bir çok yaşıtı gibi bilgisayar oyunlarını seviyor, oyuna dalmadan önce ödevlerini bitirirse rahat ediyor. Bazı veli arkadaşlarım ödevlerin çokluğundan şikayet edebiliyorlar ama henüz harfleri öğrenme aşamasında oldukları için bol tekrarın faydası var bence. Üstelik ödev ve ders çalışma disiplinini şimdi sağlayamazsak ileride sınavlar başladığında ders çalışmak istemeyeceklerdir. Tabii ki onlar hala oyun çocuğu, okula başladılar diye sadece derse ve ödeve boğmak doğru değil ve ebeveynler olarak bize düşen onlara vakit ayırıp beraber oynayabilmek. Günümüzün moda terimi "kaliteli zaman geçirmek" aslında çok basit, özellikle benimki gibi kardeşi olamayan yalnız çocuklara oyun oynarken eşlik etmezsek bilgisayar ve tabletlere gömülüp kalırlar ve sonrasında onları toparlamamız daha zor olabilir.
Soğuk kış günlerinde evden çıkmak zor iken evde ve kapalı mekanlarda neler yapabileceğimiz konusunda başka bir yazı hazırlamayı düşünüyorum önümüzdeki günlerde. Üstelik sömestr tatili de yaklaşıyor, çocukların evde sıkılmaması için neler yapabiliriz konusunda yazılarım da olacak. Bu kış yazılarımda bol bol 1. sınıf maceralarımızı bulacaksınız.
Yeni yazılarda buluşmak dileğiyle...
Ebru Karaduman kimdir bize anlatır mısın? Spora ne zaman başladın, kariyerin için neler yaptın ve şimdi ne üzerine çalışıyorsun?
Spora başlama serüvenim çok hareketli bir çocuk olmamdan ötürü, 3 yaşındayken, annem tarafından jimnastiğe yönlendirilmemle başladı. Sonrasında 17 yıl profesyonel olarak artistik jimnastik yaptım. Uluslararası turnuvalarda ülkemi başarı ile temsil etmiş milli bir sporcuyum. 2004 yılında Marmara Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu Jimnastik Antrenörlüğü bölümüne başladım. Okul yıllarım boyunca birçok özel okul ve kulüpte jimnastik antrenörü olarak görev aldım. 2008 yılında üniversiteden mezun olduğumda ise farklı projeler yaratıp girişimlerde bulunmam gerektiğini düşünerek ve aynı zamanda tüm çocukların spora jimnastik ile başlaması gerektiğini savunarak 2009 yılının ocak ayında Ebru Karaduman Beden Atölyesi’ni kurdum. Aktif olarak artistik jimnastik milli hakemliğimi sürdürüyorum. Çok severek yaptığım diğer bir işim ise profesyonel sporculara koçluk yaparak, sporculuk kariyerlerine farkında olarak devam etmelerini sağlamak. Bir de kamera önünde olmaktan ve bilgilerimi aktarmaktan son derece keyif alıyorum. TRT 3 Spor, Bloomberg HT, Sports TV ekranlarında, uzun soluklu projelerde, egzersiz uzmanı ve sunucu olarak yer aldım. Sayısız dergi, web sitesi, gazete vb. mecralarda çocuk ve yetişkinlere yönelik spora dair bilgilendirici yazılar yazdım ve yazmaya da devam ediyorum. Bunların dışında, son yıllarda gelişen dijital platforma ayak uydurmazsam olmaz diyerek bir YouTube kanalı açtım. Kanalımda önceliği jimnastik olan; eğitici, öğretici, bilgilendirici ve motive edici paylaşımlar ile sporseverlerle buluşuyorum.
Çocukları spora yönlendirmek çok önemli. Peki hangi yaşta spora başlatmalıyız çocuklarımızı?
Okul öncesi dönem diye adlandırdığımız 3-6 yaş arasında çocuklar spora başlatılabilir. Bir çocuk ne kadar erken yaşta spor ile tanışma fırsatı bulur ise, geleceğine hem ruhen hem de fiziki olarak ciddi yatırımlar yapmaya başlamış oluyor. Ülkemizde de artık ebeveynler bunun farkında…
Çocuklarımızı spora yönlendirmenin ne gibi faydaları var?
Öncelikle, spor yapan çocuk ile yapmayan çocuk arasında ciddi farklar olduğunu belirtmekte yarar var. Spor yapan çocuklar ince ve kaba motor kas gelişimlerinin farkında olarak yetişirken, bu bedensel gelişim onların zihinsel gelişimlerini de olumlu yönde etkiliyor. Bunun yanı sıra, spor sadece fiziksel bir gelişime hizmet etmiyor. Spor aynı zamanda bir disiplin ve özveri işidir. Çocuklar beden farkındalıklarını spor ile maksimumda kazanırken, eş zamanlı olarak öz güven, paylaşma duygusu, cesaret, disiplin gibi kişisel ve ahlaki değerlere de ulaşıyor.
"Gir Kanıma" şarkısı çıktığında klipte giydiği kırmızı pantolondan bulmak için herkesi seferber etmiştim. O zaman vitrinlerde şimdiki gibi rengarenk pantolonlar yoktu.
Ben babamın görevi dolayısıyla ortaokul ve liseyi Amasya Anadolu Lisesi'nde okudum. Amasya'ya konsere gelmişti, kapalı spor salonuna. Büyük olaydı bizim için, düşünsenize sosyal medya diye bir şey yok, avm kavramı da yok, şimdi adım başı avmler sanatçıları bizlerle buluşturan bir çok etkinlik yapıyorlar. Doksanlarda sanatçılara ulaşmak öyle kolay değil, her ilde, ilçede büyük festivaller yapılmıyor. Anadolu'da bir şehre konsere gelmeleri olay. Unutulmaz bir konserdi. Bir kaseti aldık mı en az 2 sene sindire sindire tüm şarkıları dinlerdik, eve o zamanlar kasetler vardı.
Sonra ben radyocu olunca, üniversite için geldiğim İstanbul'da bu işi profesyonelliğe taşıyınca tanışma ve konuk etme imkanım da olmuştu. Ne yazık ki 90'lı yıllarda hayatımıza damga vurmuş isimlere 2000'li yıllarda pek de vefa göstermedi dinleyiciler. Bir çoğu çaba harcadığı halde sönük kaldılar. Ancak Harun Kolçak için en mutlu olduğum konu "Çeyrek Asır" albümüne verilen değerdi. En azından bu dünyadan göçüp gitmeden önce onu ne kadar sevdiğimizi hatırladık ve kendisine de hissettirdik.
"Çeyrek Asır" albümü hazırlıkları bitmek üzereyken rahatsızlanıp hastaneye kaldırıldı ve uzun süre yoğun bakımda kaldı. Belki bu hastalık aşamasında medya Harun Kolçak'a daha fazla ilgi gösterdi ve bir çok dinleyicinin unuttuğu isimi hatırlattı. Hastanede kendisini ziyaret etmiştim.
Harun da hastaneden çıkar çıkmaz iade-i ziyaret yaparak albümün ilk canlı radyo programını bizimle yaptı. Aslında ben onu yormamak adına evine gidip bant yayın yapmak istemiştim ama kendisi özlediği radyo programını canlı yapmak istedi. İyi ki de canlı oldu, dinleyicilerimizden gelen gerek sesli gerek yazılı mesajlarla çok mutlu oldu. Normalde bir saat yaptığımız konuk programımızı 1.5 saat yaptık kendisiyle. Tekrar güzel programlar yapmak üzere sözleşmiştik ama sağlığı elvermedi. Son zamanlarda kötüye giden hastalığı 19 Temmuz akşamı Harun Kolçak'ı bizden aldı. Geriye yaptığımız programların kayıtları ve fotoğraflar kaldı.
Çok tutkulu bir hayvan severdi, sırf bu sebeple bile yeri doldurulamaz bir insandı. Vefatından sonra dinleyicilerden gelen mesajlarda hep ortak bir sıfat vardı "güzel insan". Ne mutlu sana Harun Kolçak, herkesin aklında ve kalbinde böyle anılacaksın. Nurlar içinde uyu...
Çocuk doğum günleri bizim neslin bir buluşma ritüeli haline geldi. Hayat koşturması arasında hiç değilse bu özel günler sayesinde çoluk çocuk buluşabiliyoruz arkadaşlarımızla. İlk yıllarda çocuklar doğum gününden pek anlamıyor, özellikle ilk 2 yaşın doğum günlerini biraz kendimiz için biraz da onlara güzel anılar olsun diye yapıyoruz. Fotoğraf çektirmekten bile sıkılıyorlar, ama ileride iyi ki çektirmişim diyecekler. Bizim çocukluğumuza dair az sayıda fotoğrafımız var, bu Z kuşağı büyüyünce attıkları her adım kayıtlı olacak, çok merak ediyorum nasıl bireyler olacaklar.
Son yıllarda özel kutlamalar konusu artık bir sektör haline geldi malum. Doğum odası, mevlüt, daha doğmadan karnıburnunda partisi,doğum günleri derken bu işleri yapan kişi ya da firmalar çoğalmaya başladı. İsteyen evinde kutlama yapıyor, isteyen dışarıda bir mekanda, doğum günü kutlanan mekan neresi olursa olsun süslemesi, ikramları, son zamanlarda gelen misafirlere hatıra verme adeti derken iş dallanıp budaklandı. Yüzlerce hatta binlerce alternatif var. Kimi bu işleri kişi ya da firmalara yaptırıyor, kimi parti malzemeleri ya da ikramlar için Eminönü gibi malzemelerin kaynağının bulunduğu yerlerden gerekenleri alıp kendisi hazırlanıyor. İstanbul'da olmayanlar için internetten satış yapan bir çok parti malzemeleri firması da mevcut, hatta biraz erken davranırsanız Çin'den malzeme getiren sitelerden bile sipariş verebilirsiniz.
Bakmayın benim radyoculuk yaptığıma aslında Turizm İşletmeciliği mezunuyum ve okulda en sevdiğim ve hep 100 aldığım derslerim; Kongre ve Organizasyon, Tur Operatörlüğü gibi derslerdi. Ben bu organizasyon işini çok severim.
Bu sebeple oğlumun ilk doğum gününden beri A'dan Z'ye her şeyle ben ilgileniyorum.
İlk 2 sene çok fazla bir şey anlamadığı için daha çok büyüklerin sohbet edecekleri tarzda mekanlar seçmiştik. İki doğum gününde de bir yoğurt firmasının maskotu gelmiş ve çocukları eğlendirmişti.
3. yaş doğum gününden itibaren artık çocukların boş boş ortada gezmek yerine gerçekten eğlenecekleri etkinlikler yapmaya başladık. 3 Yaş doğum gününde bir tiyatrodan bütün davetlilere bilet aldım ve tiyatronun cafesinde tiyatro konseptli doğum günü pastamızı kesmiştik.
4. Yaş doğum gününde Beşiktaş'ta bir cafede yaptık ancak cafeye Tiyatro Çocuk kukla tiyatrosunu getirmiştik onlar da çocuklara çok eğlenceli dakikalar yaşatmıştı.
5 yaş doğum günümüzü kutlamaya hazırlanırken yaptığım araştırmalardan siz de faydalanın diye sizlere bir yazı hazırlamak istedim. Nerede neler yapabilirsiniz bir göz atın, sonunda biz nereyi seçtik onu da yazacağım.
2016-2017 eğitim öğretim yılının 2. dönemi başladı. Tüm öğrencilere zihin açılığı dilerim. Benim oğlum 5 yaşını doldurmak üzere olduğundan okul öncesi eğitim denilen anaokulu dönemindeyiz. Bu sebeple bizim gibi bu yaşların velilerine rehber olabilmek amacıyla bir anaokulu müdürünün kapısını çaldım ve kendisinden okul öncesi eğitimle ilgili bilgiler aldım. Uzun yıllardır eğitimcilik ve okul yöneticiliği yapan Elçin Işıdan gerçekten önemli konulara değindi. Umarım işinize yarar.
Elçin Hanım, rica etsem okul öncesi eğitimin önemini ve neden gerekli olduğunu anlatır mısınız?
Okul öncesi eğitim süresince çocuklar ilköğretime hazırlanırken paylaşmayı, arkadaş ilişkilerini, sosyalleşmeyi ve en önemlisi bir çok şeyi akran eğitimi dediğimiz olgu içerisinde öğrenirler. Okul öncesi eğitimin amacı aslında çocuklarda öğrenmeye ilgi uyandırmak ve çocukların içerisinde var olan yeteneklerini keşfedip ortaya çıkarmaktır. Ben okul öncesi eğitimi gömleğin ilk düğmesine benzetirim. Doğru iliklenmesi gerekir. Aksi takdirde çocukların ileride eğitim süreçlerini olumsuz etkileyebilir.
Çocuk doğduğu günden temel eğitimi kazanmaya başladığı güne kadar geçen yılları kapsayan bu dönemde bedensel-psikomotor-sosyal ve duygusal- zihin ve dil gelişimlerinin temeli atılır, kişiliklerinin şekillendiği bir süreçtir. Bu nedenle çocuğun küçük yaşlarda, sağlıklı bir ortamda gelişimini sürdürmesi önem kazanmaktadır.
Eğitimin temel taşı bana göre öğrenci- öğretmen- veli üçgeninden oluşan platformdur. Bu platformda ne kadar bilinçli ve sağlıklı olursa, çocuklarımız da o oranda sağlam bir kişilik kazanırlar. Sonuç olarak okul öncesi eğitim önemlidir ve her çocuk için gereklidir!
-Tatil sonrasında anaokulu çocukları da alışmakta zorluk çekebiliyorlar. Veliler bu konuda nasıl davranmalı?
Tatil, biz büyükler gibi çocukların da heyecanla bekledikleri bir dönem. Tatil sonrası genelde çocuklarda bir rahatlama, gevşeme, tatile doyamama ve bundan kaynaklı okula gitmeme isteğiyle karşılaşılabilir. Tatil sonrası sendrom oluşturmamak gerekir, ikinci dönemin başlamasına çok fazla anlam yüklememek ve bunu çocuğa hissettirmemek gerekir ki çocuk stres yaşamasın. Eğer çocuk sendrom yaşıyorsa onu sakinleştirecek cümleler kurulmalı, yalnız olmadığı hissettirilmelidir. Burada ebeveynler yönlendirici ve rol model olmalıdır. Eğer ki ebeveyn pazartesi sendromu yaşıyor ve bunu çocuğa hissettiriyorsa çocuklarından da tatil sonrası okul sendromu beklenmelidir.