Ne zaman yüksek dağlar arasında bir vadiye kurulmuş evleri ve ortadan şırıl şırıl akan bir dereyi görsem memleketim Gümüşhane’yi hatırlarım. Küçük ama çok şirin bir İtalyan köyüne gittik. Kuzey İtalya’nın Dolomit bölgesinde, UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine alınmış, dağların eteğinde bir otelde kalıyoruz. Etrafta gördüğüm pek çok şey bana tanıdık geliyor. Hani hokus pokus yapıp bir sihirle memleketimde yükselen binaları yıksam, dedemin evi gibi yüksek çatılı, özgün mimarili eski evlerimizi yeniden inşa edebilsem, bahçelere de dut, elma ağaçlarını diksem, çocukluğumun Gümüşhane’sini geri getirebilsem... İşte o zaman Kuzey İtalya’nın Selva Val Gardena’sı ile Gümüşhane kardeş şehir olabilirlerdi.
Ama çocukluğumun Gümüşhane ve Kelkit’i, eski yerli ve kurucu ailelerinin büyük şehirlere göç etmesiyle sahipsiz kalmış, çok değişip dönüşmüştü. Dağlarında yetişen çiçek, bitki ve meyve çeşitliliği dışında ender bulunan kelebek türleriyle yaban hayatı bugün bile çok zengin olan memleketimin, doğal park alanı olarak kalabilmesini isterdim.
Otel sahibimiz aynı zamanda yerel bir şef olan Vincenzo, bizi çok güzel ağırladı. Ataları bu dağlık bölgeye yüzyıllar önce yerleşmiş. 1600-2000 metrede yaşayan dedeleri, Romalılardan kalma Latin dilini çok iyi konuşan ve bu yörenin de en iyi et kurutma tekniğinin mucitleriymiş.
İTALYAN HALKIN ÇALIŞKANLIĞINI ÇOK SEVDİM
Un ve sütü ekleyip tel çırpıcıyla sürekli karıştırarak 2 dakika kavurun. Tuz ve karabiberi serpin.
Hemen üzerine süzülen patlıcanları aktarın ve bir tahta kaşıkla sık sık karıştırarak 10 dakika pişirin.
Böylece köz patlıcanların suyu da buharlaşıp daha da katılaşacak, iyice kıvama gelecektir. Altını kapatıp soğumaya bırakın.
Bu arada derin bir kapta süzme yoğurdu ve normal yoğurdu iyice çırparak karıştırın.
Biberli sos için kırmızı biberleri çok ince doğrayın.
Yeşil kıl biberleri de incecik dilimleyin. Orta boy bir tavaya tereyağını, doğranmış biberleri ve pul biberi koyup orta ısılı ateşin üzerine oturtun. Sık sık karıştırarak biberler iyice yumuşayıncaya dek 7-8 dakika pişirip ocaktan alın.
Çiğköftenin anavatanı, sadeyağın memleketi, isot diyarı Urfa’yı ziyaret etmenin en uygun havası sonbahar ve ilkbahardır. Bol güneşli ve 50 dereceleri bulan yaz ayları sizi bunaltabilir.
Yemeğini sizinle paylaşmaya can atan, insanlarının yemek için yaşadığı bir şehir olan Urfa’da “Tarih Yeniden Canlanıyor” projesinde yemek yazarlarıyla bir araya geldik.
Peygamberler şehri olarak da bilinen Urfa; bir inanç merkezi olmasının yanı sıra medeniyetler beşiği Mezopotamya’nın da en önemli yerleşim merkezlerindendir. Tarihi M.Ö. 12000 yıllarına kadar giden Göbeklitepe ise Urfa’yı tarımın doğduğu, ilk yaşamın başladığı topraklar olarak dünya tarihine taşımayı başardı.
Türk, Ermeni, Yahudi, Arap, Süryani, Yezidi, Kürt, Türkmen gibi pek çok farklı etnik topluluklar, yüzyıllar boyunca bu topraklarda yan yana, omuz omuza yaşamış ve her biri kendi kültüründen bir şeyler katmış.
Urfa’da yediğiniz her yemekte şehrin bu kozmopolit, canlı ve hayat dolu tadını hissedebilirsiniz. Bol salçalı, isotlu, çeşit çeşit baharatlı ve sulu yemekleri çok seven Urfalılar, etsiz ve beyaz yüzlü yemekleri yemekten bile saymazlar. Zeytinyağlı yemekten, sütlü tatlılardan pek hoşlanmaz, “Ya bacım bunlar bizi kesmez, sen bize kadayıf, şıllık tatlısı getir” derler.
MALZEME LİSTESİ
◊ 2 adet iri boy kereviz
◊ 4 su bardağı sıcak su
◊ 3,5 su bardağı toz şeker
◊ 2 yemek kaşığı çekirdeksiz üzüm
◊ 2 su bardağı iri çekilmiş fındık (bıçakla doğrayıp biraz kavurmanız önerilir)
◊ 1 adet vanilya çubuğu (veya 2 paket toz vanilya)
Hürriyet ve TÜRSAB’ın organize ettiği “Keşfet” programı çerçevesinde 41 gazeteciyle 41 kere maşallah Kayseri’ye çıkarma yaptık. Ben ekibe Gaziantep’ten karayoluyla gelerek katıldım. Son 5 yıldır Anadolu’yu neredeyse karış karış gezdiğim için arkadaşlarım bana ‘Anadolu Kraliçesi’ adını yakıştırdı. Gaziantep’ten Kahramanmaraş’a doğru giderken, “Burada geçen yıl bu binalar yoktu”, “Ahh çok yazık göçmen kuşların sazlık alanı da kurumuş”, “Bu fıstık ağaçları ne zaman ekilmiş” diyerek yol boyunca kendi kendime konuşup durdum.
Akşam yemeğinde ekibe yetişmiştim. Kayseri’nin ünlü yazlık bölgesi Talas’ta bağ evlerinin arasında, belediyenin restore ettiği tarihi konağa geldiğimde herkesin pastırmayı leblebi çekirdek gibi yediğini gördüm. Üzerine de Kayseri’ye özgü “gılaburu” meyvesinden hazırlanan şifa dolu, böbrek taşı düşürücü meyve suyunu içiyorlardı. Hemen masaları dolaşıp kısa bir Kayseri mutfağı bilgisini verip yerime geçtim.
“En iyi yaptığımız şey yemeği yedirir, misafiri iyi ağırlarız” diyen Kayseri Belediye Başkanı Mustafa Çelik aynı zamanda müthiş bir gurme. Tanıştıktan 5 dakika sonra bana mantarlı sucuklu bir kahvaltılık tarif verip, pekmez üretimiyle, elma reçeli yapımıyla ilgili püf noktalarını anlattı.
Birlikte sunumunu yaptığımız pirzolalı, antrikotlu ve bol sebzeli “fırın ağzı” muhteşem bir lezzetle damak hafızamızda baş köşeye yerleşti. Büyükçe bir bakır tepsisinin altına yayılan, antrikot, domates, biber, sarımsak ve kuyruk yağı üzerine dizilen kuzu pirzolaları 3.5-4 saat odun fırınında pişmişti.
Anadolu’nun en eski kebap-fırın yemeklerinden olan “Pehli”nin bir başka versiyonu olan Kayseri usulü fırın ağzı, misafirlere sunulan en değerli yemektir Kayseri’de. Bol yağıyla pide hamurunu yumuşatıp, lezzetlendiren “Develi cıvıklısı” ise kıymalı pide klasmanında Samsun pidesiyle yarışır kıvamdaydı. Kayseri’nin içine tahin katılarak yapılan kıymalı tandır böreği ise benim için hep su böreğinden çok daha özel ve sofistike bir lezzet olmuştur. Ancak yerken hissedebileceğiniz börek katmanları arasındaki tahinin kıymayla bütünleşen muhteşem lezzeti belki de sizi su böreğinden vazgeçirebilir.
25 Kasım Dünya Zeytin Günü’nü Akhisar’da kutladık. 14 milyon zeytin ağacıyla, zeytin ve zeytinyağı kalitesiyle son yıllarda ön plana çıkan Akhisarlılar piyasadaki fiyatların yüksek oluşundan pek bir şikayetçi.
Çok değerli markalarımızın, tüketicinin alabileceği fiyatlarda zeytinyağını raflarda sergilemesini istiyoruz.
Bu konu sadece Akhisar’ın değil, Ayvalık’ın, Aydın’ın, yani tüm zeytin kentlerinin sorumluluğudur. İşte bu yüzden de hepimiz birlik beraberlik içinde olmalıyız.
Sağ olsun Akhisar Ticaret Borsası Başkanı Alper Alhat da bize destek verdi ve “Zeytinyağının kilosu raflarda 20 TL’yi geçmemeli” diyerek ortak bir söylem oluşturduk. Sağlıklı yaşamın anahtarı ve her derde deva olarak gördüğüm zeytinyağının herkes tarafından tüketilir olmasını isterim.
Aslında itiraf etmem gerekir ki yarı Karadenizli olarak mucizevi zeytinyağını ben de geç keşfettim. Ama son 20 yıldır yemeklerimizin temel direği, sofralarımızın baş tacı oldu zeytinyağı.
Rize Pazarlı bir balıkçı “Uşağum paluklar nerededur da” diye bizlere dönüp soru sorduğunda, yarı Karadenizli olarak hemen dönüp cevap verdim: “Haçan paluklar nereye gaçtı?”
Hepimiz hem güldük hem de git gide azalan hatta bazı türlerin tamamen yok olduğu deniz balıkçılığının içler acısı durumuna üzüldük.
Metro Toptancı Market’in “Bugünün balığını yarına da bırakalım” isimli sosyal sorumluluk projesine destek olmak amacıyla bir grup gazeteci, bilim insanları ve şefler toplandık, Rize’ye gittik.
Amacımız, balıkçılarla ve su ürünleri kooperatifleriyle el ele vererek çocuklarımız, torunlarımız için balık stoklarının devamlılığını sağlayabilmek adına yapılan çalışmalara sahip çıkmaktı.
Rize Pazarlı yüzde 100 Laz olan balıkçılarımızla yaptığımız sohbetin tadı doyumsuzdu.
Çabuk sinirlenip hemencecik yelkenleri suya indiren, anlattıkları fıkralarla, şiveleri ve beden dilleriyle hepimizin gülümseyerek dinlediği balıkçıların hepsi çok dertliydi.
Balık boyları, av yasakları, kaçak balık avcılığı, deniz kirliliği konularında el ele vermeye, işbirliği yapmaya karar verdik.
MALZEME LİSTESİ
◊ 2 adet topan patlıcan (şişman patlıcan)
◊ 2 su bardağı ceviz içi
◊ 2 çay kaşığı tuz
◊ 1 su bardağı sıcak su
◊ 1 çay kaşığı dolusu toz zerdeçal (aslında safran kullanılır)
Kızartmak için: