Saffet Emre Tonguç

‘Kanatlarımda İstanbul’u birlikte yaşayalım

10 Nisan 2022
Baharın kendini göstermeye başladığı zamanlardan geçerken genişletilmiş yeni baskısı bu ay sonunda çıkacak ‘Kanatlarımda İstanbul’ kitabıma eklediğimiz yeni bölümlerden birkaçını ilk defa paylaşacağım sizinle... İlham alıp ister Boğaz’ın sonundan Karadeniz’e selam verin, isterseniz de kumzambaklarının süslediği sahilde denizin ve hemen yanı başındaki yemyeşil ormanın mis gibi kokusunu içinize çekin.

Yazılarımda hep İstanbul’a olan sevgimi ve hayranlığımı dile getiriyorum. Artık biliyorsunuz. Bu şehir hakkında 12 kitap yazdım. İçlerinde benim için en özel olanı 2019’da ilk baskısını yaptığımız ‘Kanatlarımda İstanbul’ oldu. Bu kitabı yazarken bana, Halit Bilen drone ile çektiği ve şehri bambaşka bir açıdan görmenizi sağlayan kareleri, Zeynep Şahin Tutuk ise eşyazar olarak masalsı kelimeleriyle eşlik etti. Sonuçta bir martının kanadına takılıp şehri izlediğiniz bir İstanbul masalı çıktı ortaya. Kitap o kadar beğenildi ki İngilizce ve Almancasını da hazırladık. Gelecek yıllarda daha fazla dile çevrilmesi kalbimin dileği. Ve bu kitabım genişletilmiş ve güncellenmiş içeriğiyle bu ay sonunda yeniden raflardaki yerini alacak. Bu sefer sadece koleksiyon niteliğinde sert kapakla değil, farklı boyutlarda basımı da yapılacak. Baharın kendini hatırlatmaya başladığı zamanlardan geçerken, bu hafta, kitaba eklediğimiz yeni bölümlerden ilk defa birkaç İstanbul’u yaşama noktası paylaşacağım sizinle. Umarım ‘Kanatlarımda İstanbul’un sayfaları size ilham verir.
Anadolukavağı’nda sahile sıralanmış yalılar...

Boğaz’daki güzellik

Kendinize hem tarih hem doğa dolu bir gün hediye etmek isterseniz eğer, Anadolukavağı ev sahipliği yapmaya hazır. Anadolukavağı’nın adını bir zamanlar burada yetişen kavak ağaçlarından aldığı düşünülüyor. ‘Kavak’ sözcüğü ‘kav’ kökünden türemiş, ‘kapamak, tutmak’ anlamına geliyor. Karadeniz’in Boğaz’la birleştiği yerdeki Anadolukavağı’nın isminin buradan gelmesi muhtemel. Bizanslılar bu kaleleri güçlendirip Karadeniz girişinde vergi noktası olarak kullanmışlar. Buraya gitmişken manzaranın ve lezzetli balıkların tadını çıkarmayı ihmal etmeyin.

18’inci yüzyıldan miras ve oymalarıyla dikkat çeken Cevriye Hatun Çeşmesi, ilk yapımı 1593’e kadar uzanan ama 20’nci yüzyılda yenilendiği için mimari özelliklerini yitiren Midilli Ali Reis Camisi ve Kızılay’ın kurucularından Sultan Abdülaziz’in başhekimi Marko Apostolidis’e ait Marko Paşa Köşkü ise Anadolukavağı’nda göreceğiniz eski yapılar arasında.

Hayatın sakinlikle aktığı meydandan uzaklaşıp gözünüzü yukarılara kaldırdığınızda Yoros Kalesi ile tanışacaksınız. Yoros adının, Yunanca ‘dağ’ anlamına gelen ‘oros’tan ya da ‘iyi rüzgârlar’ anlamına gelen ‘ourios’tan geldiği düşünülüyor. Efsaneye göre, Argonotlardan Jason, Altın Post’u bulup Karadeniz’in sonundaki Colchis’ten yani bugünkü Gürcistan’dan döndüğünde şükranlarını ifade etmek için her iki yere de sunak yaptırmış. Zamanla sunakları tapınaklar izlemiş. Denizciler Karadeniz’e açılmadan önce burada, Zeus Ourious’a adaklar adamışlar. Yoros Kalesi asırlar içinde birçok onarımdan geçmiş.

Kalede Bizans dönemine ait kitabeler var. Yoros Kalesi, II. Bayezid zamanında bir mahalleye dönüşmüş. Kale içine bir cami, çeşme ve hamam yapılmış. Evliya Çelebi’nin anılarında, kale içinde 200 kadar Müslüman hanenin olduğu yazıyor.

Kavağın komşusu Anadolufeneri biraz sessizlik, yavaşlık, salaşlık armağan ediyor ziyaretçilere. Gittiğinizde sizi şirin, küçük bir kasaba havası karşılayacak. Sokakları adımlayın. Yürüyüşünüzü kendi halindeki lokantalarda lezzetli bir yemekle taçlandırın. Bu şirin yere adını veren fener, gözetleme kalesinin içinde, küçük bir caminin yanında. İnşa tarihi 1769’a dayanıyor; 1856’da yenilenmiş. Deniz seviyesinden 75 metre yükseğe yapılan fenerin boyu 20 metre. Özellikle 3’üncü köprü manzarasıyla dikkat çeken Poyrazköy’e uğramayı da ihmal etmeyin.

Yazının Devamını Oku

Selçuklu mirasını yaşatan şehir

3 Nisan 2022
Bitlis’in beş minaresinin izinde şehir merkezini yazmıştım 13 Şubat’ta size... Anlatacaklarım bitti sandıysanız yanıldınız. Bitlis’te tarihin sayfalarında ve doğada keşfedeceğiniz daha çok cevher var. Anlatmaya başlarken ilk sırayı kesinlikle Ahlat hak ediyor. 2000 yılından beri UNESCO Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi’ndeki Selçuklu Mezarlığı, ülkemizin hazinelerinden. Oraya kadar gitmişken Tatvan’a da uzanalım...

Bir yanı Van Gölü’ne dayalı Ahlat, insanın başını döndürecek kadar tarih saklıyor bağrında. Evliya Çelebi’ye göre Oğuz boyunun yerleştiği ilçeye o zamanlarda tarihçiler Dâr-ı Büleh adını vermişler. Ahlat Urartu ve Osmanlı yerleşimi de Selçuklu Mezarlığı gibi Dünya Mirası Geçici Listesi’nde. Urartuların inşa ettiği kale, 1224’teki depremde büyük hasar görmüş. 1557’de Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle Mimar Sinan tarafından onarılan kalenin surları günümüzde oldukça sağlam. Tarihi çok eskilere dayanıyor bu ilçenin. Yuvadamı Köyü civarındaki nekropolde, MÖ 3000-1200 tarihlerine ait eşya ele geçirilmiş.

Taş, kümbet ve tümülüs

Buraya giderseniz önce Selçuklu Mezarlığı’nı gezmelisiniz. Belki de dünyanın en sanatsal ve abidevi mezarlıklarından biri. Çünkü her biri bir sanat eseri gibi ince ince işlenen taşlar hem farklı dönemler hakkında verdiği bilgiler hem de estetik değeriyle büyüleyici. En dikkat çekici yanı, Orhun Yazıtları ile bu mezar taşlarının yapısal olarak benzerliği. Orta Asya Türk geleneğinin Anadolu’ya taşındığının en önemli göstergesi. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü tarafından mezar taşları üzerinde uzun zamandır çalışma yürütülüyor. Temizlenen taşların birçoğunun üzerindeki yazılar çözümlenmiş.
Mezar taşlarının yanı sıra burada yapılan çalışmalarda tümülüs benzeri mezar odalara da rastlanmış. Genellikle Orta Asya’da kullanılan ve halk arasında ‘akıt’ denilen bu mezarları defineciler tahrip etmiş. Her biri anıt niteliğinde olan Ahlat Kümbetleri de özel bir ilgiyi hak ediyor.

Türkler geçtikleri tüm yollara önemli kişiler için kümbetler yapmışlar. Kümbet mimarisi Büyük Selçuklu İmparatorluğu zamanında doruğa çıkmış, bu nedenle kümbetlerin en güzel örneklerine İran’da rastlanıyor. Mirası devralan Anadolu Selçukluları da özellikle Kayseri, Konya, Sivas gibi şehirlerde İran’dakilerle boy ölçüşecek güzellikte örnekler inşa etmişler.

Süsleme sanatının en ince örneklerini taşıyan kümbetlerden değişik mimarisiyle göze çarpan Emir Bayındır Kümbeti’ni mutlaka görmenizi öneririm. 1481’de vefat eden Akkoyunlu Melik Bayındır için yaptırılan kümbet, diğerlerinden farklı mimarisi ve bezemeleriyle bir adım öne çıkanlardan.
Ahlat Selçuklu Mezarlığı’nda 12’nci ve 16’ncı yüzyıl arasında yapılmış 8 binin üzerinde taş (üstte) var. Selçuklu kümbetleri de taşlar kadar değerli, Emir Bayındır Kümbeti farklı mimarisiyle dikkat çekiyor.

Bir kadın için yaptırıldığından mıdır bilmem, ilçedeki örnekleri arasında en süslüsü Erzen Hatun Kümbeti. Karakoyunlu emiri, kızı için inşa ettirmiş bu harika yapıyı. Ahlat’ta bu kadar çok bezemenin, bu kadar zarif işçiliğin olduğu bir kümbet daha görmeniz mümkün değil. Bunların dışında diğer önerilerim: Sade üslubuyla dikkat çeken Keşiş Kümbeti, ilçenin en büyüğü olan Ulu Kümbet, onun daha küçük bir kopyası olarak inşa edilen ve bölgenin 2’nci büyüğü olan Hasan Padişah Kümbeti ile tek katlı Emir Ali Kümbeti.

Yazının Devamını Oku

Bir yüzü Ege, bir yüzü Akdeniz

27 Mart 2022
Ege Denizi’nin iki yakasında, benzer kültürleri ve benzer coğrafyaları paylaştığımız Yunanistan’a çevirelim bu hafta da rotamızı. Konforu tarihle ve doğayla buluşturan tatil noktalarından biri olan fakat adı fazla anılmayan bir yere, Mora Yarımadası’nın Mesinya Bölgesi’ne davet ediyorum sizi.


Demokrasinin, yüzyıllardır birlik olmanın sembolü Olimpiyat Oyunları’nın, Batı felsefesinin ve edebiyatının doğduğu Yunanistan toprakları, tarihi ve mitolojisiyle Batı uygarlığının beşiği kabul ediliyor. Sokrates, Platon ve Aristoteles gibi pek çok ünlü felsefeci, tarihçi, biliminsanı ve matematikçi yetiştirmiş bir medeniyet. Günümüzde gelirinin can damarı turizm olan Yunanistan, tarihini de, doğasını da, kültürünü de turizm için seferber ediyor ve milyonlarca turisti bu topraklara çekmeyi başarıyor. İrili ufaklı birçok tatil beldesinin ve adanın sahibi Yunanistan’da lüks tatil seçenekleri yaygınlaşıyor. 14.000 kilometreyle dünyanın en uzun kıyılarına sahip olan ülkeler sıralamasında 11’inci sırada. Toplam 1.400 adasının 227’sinde yerleşim var.

Bu hafta, konforu tarihle ve doğayla buluşturan bu tatil noktalarından biri olan fakat adı fazla anılmayan bir yere, Mora Yarımadası’nın Mesinya Bölgesi’ne davet ediyorum sizi. Atina üzerinden karadan gitmeyi tercih edenlere önerim Korint Kanalı’nı mutlaka görmeleri. 1881-1893 yıllarında yapılan kanal, Ege ve Adriyatik denizlerini birbirine bağlayarak gemiyle seyahat edenler için güvenli bir rota oluşturulmasını sağlamış.

Bölgenin hikâyesi, ülkenin tarihi kadar eski. 4 bin 500 yıllık bir kültürel mirasa sahip Mora Yarımadası’nın İyon Denizi ile buluştuğu nokta, Mesinya Bölgesi stratejik konumuyla tarih boyu önemli bir yere sahip olmuş. Burası ortaçağda Haçlıların üslerinden biriymiş. Stratejik konum demek bizim coğrafyamızda kale demek, o yüzden bu bölge de inşa edilen kalelerden nasibini almış. Venediklilerin inşa ettiği Methoni Kalesi de bunlardan biri. İnşa edildiği dönemde ‘Venedik’in Gözü’ adı verilmiş kaleye. 13’üncü yüzyılda yapılan Methoni, Akdeniz’deki en büyük Venedik kalelerinden biri ve önemli bir ticaret noktası kabul edilmiş. Kayalık bir burun üzerindeki kaleye giden taş köprü bugün ayakta. Kalenin girişini Venedik’in meşhur sembolü Aziz Mark aslanı süslüyor. Kabartma rölyefler, amblemler ve yazıtlara özellikle dikkat etmenizi öneririm. Ana kapı Osmanlı döneminden kalma hamam kalıntılarının üzerinde. Kalenin güney ucunda konumlanan adacığın üzerindeki yapının, bölgede 1458’de başlayan Osmanlı hâkimiyeti süresince hapishane olarak kullanıldığı biliniyor.

Herkesin gözü üzerinde

Osmanlılar uzun yıllar akın yapmışlar Mora Yarımadası’na. Mora kıyılarında Venediklilerin elinde bulunan Modon, Koron, Lepanto (İnebahtı) ve Havarin kaleleri, 1449 ve 1450 yıllarında 2. Bayezid tarafından Osmanlı İmparatorluğu’na katılmış. Mora’da son sözü Fatih Sultan Mehmet söylemiş ve 1458’de, yarımada tümüyle Osmanlı topraklarına dahil olmuş. Ama hikâye burada bitmiyor çünkü bu topraklar hep iktidar mücadelesinin önemli aktörlerinden biri olmuş. Önce 1699’daki Karlofça Antlaşması ile Mora Venediklilere bırakılmış. 1718’deki Pasarofça Antlaşması’yla yeniden Osmanlılara geçmiş. 1821’de bir kez daha başlayan ayaklanmalar sonrası Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’dan yardım isteyen Osmanlı İmparatorluğu ayaklanmayı bastırmış. Ancak bunun üzerine İngiltere, Fransa ve Rusya, Mora’da bir Yunan prensliği kurulmasını isteyince ortalık yeniden karışmış. Osmanlıların bu dayatmaya karşı çıkışı Osmanlı donanmasının 1827’de Navarin’de yakılmasıyla sonuçlanmış. Bunun üzerine Edirne Antlaşması ile Mora ve kuzeyinde Yunan devletinin kuruluşu ilan edilmiş.

Yazının Devamını Oku

Deniz, kum, güneş ve ötesi

20 Mart 2022
Uzun zaman sonra ilk okyanusaşırı turumu geçen ay Meksika’ya yaptım. Seyahatimin ilk kısmını Mexico City yazımda anlatmıştım. Bu hafta da yolculuğun ikinci kısmından, Yucatan bölgesinden bahsedeceğim biraz. Bölgenin iki gözde mekânı, Tulum ve Cancun’dan başlayarak Mayaların izinde tarihte bir yolculuğa çıkalım birlikte.


Meksika Körfezi’nin güneyinde, Karayipler’e doğru uzanan bu düzlük bölge tropikal iklimiyle her mevsim yazın sıcaklığını hissedeceğiniz bir yer. Beyaz kumsalları ve berrak deniziyle dünyanın her yerinden turistler için de bir çekim merkezi. Biz Mexico City’den 1.5 saatlik bir uçuşun ardından Merida’ya ulaştık. 450 yıl önce T’ho Antik Maya Kenti’nin üzerine kurulan bu şehirde listenize eklemeniz için size birkaç önerim olacak; 1561’de yapımına başlanan, Antik Maya tapınaklarından çıkan taşlardan yapılan Catedral San Ildefonso; 16’ncı yüzyıldan kalan ve günümüzde bir kültür merkezi olarak kullanılan Casa Montejo; şehrin merkezi Plaza Principal ve adını, şehri 1542’de kuran İspanyol fatihi Francisco de Montejo’dan alan, en ikonik binaların ve anıtların bulunduğu Paseo Montejo bölgeyi tanımaya başlamak için ideal adresler. Merida’yı çabucak gezip geride bırakıyoruz çünkü son yılların en popüler tatil destinasyonu var sırada...

Adeta bir Ibiza, Mikonos...

Tulum’un isminden 10 sene önce bahsetsek çoğumuzun aklına ya peynir, ya bir kıyafet ya da bir müzik aleti gelirdi. Oysa butik otelleri ve hareketli gece hayatıyla Tulum, Meksika’nın Ibiza’sı ya da Mikonos’u olmaya aday. Ama bu şehirde çok daha fazlası var. Aynı Antalya gibi zengin tarihinden çok sadece deniz, kum ve güneşiyle anılması bu şehre biraz haksızlık oluyor.

Yazının Devamını Oku

Martta kayak başkadır

13 Mart 2022
Mart gelince kışı geride bıraktık diye düşünürüz. Baharın başlangıcı ama aslında kışın içinden bahara selam verdiğimiz bir ay. Madem mart martlığını yapmakta ısrarcı, o zaman sezonu bitmeden kayak tatili için bir önerim olacak bu hafta size. Uluslararası arenada kış turizminin yükselen değerlerinden olan Erzurum ve Palandöken...

Geçen hafta yeni yaşımı kutlamak için tercih ettiğim adres Palandöken oldu. Daha önce defalarca ziyaret ettiğim kayak merkezi, her seferinde yenilenen yüzüyle beni şaşırtmaya devam ediyor. Ayrıca Erzurum’da kayak hocalarının deyişiyle ‘Sezon, martı çıkarıp nisandan da gün alıyor’. Tatilim boyunca iki ayrı oteli ve kayak pistlerini deneyimledim.

Palandöken’de 5.6 kilometre boyunca aydınlatılmış pist sayesinde gün battıktan sonra da kayak
yapabiliyorsunuz.

Palandöken kar kalitesi, pistleri, gece kayılabilmesi ve havaalanına yakınlığıyla dünyanın önde gelen kış turizmi bölgeleriyle yarışıyor. 16 yaşımdan beri kayak yapıyorum, mesleğim gereği Aspen, St. Moritz, Courchevel, Whistler gibi kayak sporunda yıldızlaşan neredeyse her yere gittim. Tüm samimiyetimle Palandöken’in en az onlar kadar iyi olduğunu söyleyebilirim. Hatta Amerikalı birkaç arkadaşım “Palandöken’in kıymetini bilmiyorsunuz” dedi. Kayak deneyimi yadsınamaz sevgili dostum Leyla Alaton da benimle birlikteydi. O da Palandöken’in Türkiye için bir hazine olduğunu düşünüyor. Bu noktada turizmde destinasyon yaratmanın önemini de vurgulamam gerek. Yurtdışında, havaalanıyla kayak merkezi genellikle uzaktır ve transfer ücretleri çok pahalıdır. Oysa İstanbul’dan iki saatlik bir uçak yolculuğuyla Erzurum’a indik, Palandöken’e varmanız 15 dakika.

Gece kayak keyfi

Palandöken’in 2.000 ile 3.176 metresi arasında konumlanan Uluslararası Kayak Federasyonu onaylı 24 pistte kar kalitesi yüksek. Pistlerin yüzde 80’lik kısmında yapay kar kullandıkları için sezon boyunca kar kalınlığıyla ilgili sorun yaşanmıyor. En yüksek noktası olan Ejder Tepesi 3.176 metre. En popüler kayak merkezlerinden Uludağ’ın zirvesinin sadece 2.543 metre olduğunu hatırlatmak isterim. Türkiye’nin en uzun (12 km) pistine sahip olan Palandöken’in diğer önemli özelliğiyse 5.6 kilometre boyunca aydınlatılmış pist sayesinde gün battıktan sonra da kayak keyfine devam edebilmeniz. Avrupa’daki çoğu pist saat 16.00 civarı kapanır, Palandöken 20.00’ye kadar açık.

Yazının Devamını Oku

Azteklerden günümüze Mexico City

6 Mart 2022
Uzun bir zaman sonra yaptığım ilk kıtalararası seyahatim Meksika’yla başladı. Bu ülkenin sıcak, samimi, otantik atmosferinde her şeyi geride bırakmanın hafifliğini yaşarken tarihinin, doğasının karşısında yeniden ve yeniden büyülendim. Mexico City’den başladı yolculuğumuz. Bu muhteşem şehri birlikte gezelim mi?

Bu hafta Mexico City bölgesinde yaşayan Azteklerden başlayıp şehir merkezinde bir tura çıkacağız. Kim bu Aztekler?

Önce akılları karıştıran bu konuya açıklık getirelim. Aztekler, Kuzey Amerika’da, Meksika’nın kuzeyinde, İnkalar ise Peru taraflarında yaşamış. İki Amerika arasındaki Yukatan bölgesi (Kuzey ve Güney Amerika’yı birbirine bağlayan bölüm) ise Mayaların yaşadığı bölge. Yani Meksika’da hem Aztek hem de Maya uygarlıklarının izlerini görüyoruz.

Sıcak, samimi ve neşeli insanlar yazarımız Saffet Emre Tonguç’a bütün dertleri unutturdu.

Aztek İmparatorluğu bölgedeki sayısız küçük şehir devletlerinin birleşmesiyle oluşmuş ve 1428-1521 yılları arasında hüküm sürmüş. Kuzey Meksika’da göçebe bir kabile olan Aztekler, ilk kez Texcoco Gölü’nün bataklıklarına yerleşmiş. Bu çalışkan halk yapay adalarda tarıma başlamış, 20 yıl sonra da Tenochtitlan şehrini kurmuş. Tarım öyle ilerlemiş ki ticaret yapıp zenginleşmişler. 15’inci yüzyıla geldiklerinde başarılı tarım sistemi ve güçlü askeri gelenekleri sayesinde, Aztekler önce devlet, sonra da büyük bir imparatorluk kurmayı başarmış.

Önce 100 Avrupalı geldi...

Onlar böyle mutlu mesut yaşarken 1517’de 100 kişiyle Meksika topraklarını ziyaret etmiş ilk Avrupalı.

Francisco Hernandez ve ordusu Avrupa’ya döndüğünde Azteklerin zenginliğini İspanyol Vali Diego Velasquez’e anlatmış. Gözü dönen vali İspanyolların Meksika’ya daha büyük bir gemi göndermesine izin vermiş. Hernan Cortes komutasındaki yaklaşık 400 asker, 1519’da Tabasco kasabasına ayak basmış. Hükümdar II. Montezuma, Aztek mitolojilerinde tarif edilen kutsal birine çok benzediği için Cortes’i çok iyi karşılamış.

Yazının Devamını Oku

Trakya’nın unutulmuş hazineleri

27 Şubat 2022
Geçen hafta sakinliğiyle, doğasıyla ve tarihiyle Kırklareli’nin merkezinde bir geziye çıkmıştık. Bu hafta kentin dışına çıkıp ilçelerine doğru uzanacağız. Önceden uyarayım; bu coğrafyayı keşfederken karşılaşacağınız sürprizlere duyduğunuz hayranlığa ihmal edilmişliğin hüznü de karışacak.

Babaeski, merkez Kırklareli’nden çok daha küçük bir yerleşim yeri ama ziyaretçilerini şaşırtacak sürprizleri barındıran bir yer. Büyük Osmanlı mimarı Sinan’ın yaptığı cami ve ülkenin en muhteşem köprülerinden biri olan taş köprüsüyle kesinlikle özel bir ilgiyi hak ediyor. 1572 yılında inşa edilen Cedit Ali Paşa Camisi, her ne kadar Sinan’ın başyapıtı Edirne’deki Selimiye Cami’sindeki standartlara sahip olmasa da zarafeti ve işçiliğiyle dikkat çekmeyi başaran bir yapı.

Zarif taş işçiliğini inceleyin

Bence ilçenin misafirlerine sunduğu en büyük sürpriz Babaeski Köprüsü. Edirne’de Meriç Nehri’nin üzerindeki köprüyü hatırlatıyor. 72 metre uzunluğunda olan, altı zarif kemerin taşıdığı eser, 1633’te mimar Çoban Kasım Ağa tarafından yapılmış. Köprüyü daha net görmek için nehir kenarındaki çay bahçelerinin arkasına doğru tırmanmanızı öneririm. Böylece kemerlere yeteri kadar yaklaşabilir ve kemer taşlarının üzerindeki süslemeleri inceleme fırsatı yakalayabilirsiniz.

Eskinin zarif işçiliğine hayran kalacaksınız. Babaeski çevresindeki kırlık alanda, koyunlarını otlatan ya da büyük hasır sepetler ören Çingene kadınlarına rastlamanız an meselesi. Bu özgür ruhlu halkın bölgeye gelişinin 15’inci yüzyıla rastladığı sanılıyor. Hıdrellez zamanında veya yakın tarihlerde gerçekleşen, Balkan Çingenelerinin yaz mevsiminin gelişini kutladıkları Kakava Şenlikleri, her yıl mayıs ayında düzenlenen cıvıl cıvıl bir etkinlik. Kırklareli’nin ilçesi Vize’nin eski adı Bizye ya da Biza olarak geçiyor. Adının kaynağıyla ilgili rivayetler çeşitli.

Yazının Devamını Oku

Keşfedilmeyi bekleyen Trakya hazinesi

20 Şubat 2022
Türkiye’nin en az gezilen ve dolayısıyla da en az tanınan yerlerinden biridir Trakya. Oysa Anadolu’yu Avrupa topraklarına bağlayan bu bölge hâlâ keşfedilecek birçok hazineye sahip. Karadeniz sahili boyunca uzanan Kırklareli, yol üstünde sadece geçilen bir yer olmanın ötesinde, yeniden hatırlanacağı günleri heyecanla bekliyor. Bu hafta kent merkezinde bir geziye çıkalım.

Kırklareli Edirne’nin kuzeydoğusunda, 62 bin nüfuslu, küçük ve sakin bir şehir. Bizans dönemine kadar uzanan tarihinde, Yunancada ‘Kırk Kilise’ anlamına gelen ‘Saranta Ekklesiai’ ismiyle anılıyor. İsminden de anlaşılacağı gibi burası bir zamanlar azınlıklardan oluşan kalabalık bir nüfusa ev sahipliği yapıyormuş, ancak 1924 yılında Türkiye ve Yunanistan arasındaki nüfus mübadelesinden sonra adı Kırklareli olarak değiştirilmiş. Bugün geçmişin kırk kilisesini hatırlatan tek şey, üzerinde bir meleğin betimlendiği tamamlanmamış bir mezar taşı. Bir zamanlar Yahudi nüfusun önemli yerleşimlerinden olan şehirde bir tek Musa Sinagogu eski günlerin hatıralarını günümüze taşıyor. Maalesef Yahudilere karşı gerçekleşen 1934 Trakya olaylarının nüfusun azalmasında büyük etkisi olmuş.

Kent merkezindeki Hızır Bey Külliyesi...

Zarif bir külliye

1383’te inşa edilen Hızır Bey Camisi, merkezdeki Şevket Dingiloğlu Parkı’na bakan son derece zarif bir külliyenin parçası. Yolun karşısında muhteşem bir çifte hamamın yanında küçük bir bedesten göreceksiniz. Her iki yapının da çatısı ters dönmüş maşrapalara benzeyen küçük cam parçacıklarıyla süslenmiş. Külliye, Köse Mihalzade Hızır Bey tarafından şehre armağan edilmiş. Hamamın kadınlar bölümü bugün kapalı, ancak erkekler bölümü hâlâ hizmet veriyor. Bedestense bir süre depo olarak kullanılmış. 2020’de çıkan yangından sonra restore edilerek yeniden şehrin hafızasındaki yerini aldı. Cami ve hamam arasındaki sokaklarda farklı mimari tarzlardan izler taşıyan ve nispeten daha geleneksel bir pazar var. Bir resim güzelliğinde olmayabilir ancak otantik yapısı insanları cezbediyor. Şehrin genel resmi insanın aklına ilk olarak Ege Bölgesi’ndeki Kula’yı getiriyor.

Yazının Devamını Oku