Paylaş
Yazılarımda hep İstanbul’a olan sevgimi ve hayranlığımı dile getiriyorum. Artık biliyorsunuz. Bu şehir hakkında 12 kitap yazdım. İçlerinde benim için en özel olanı 2019’da ilk baskısını yaptığımız ‘Kanatlarımda İstanbul’ oldu. Bu kitabı yazarken bana, Halit Bilen drone ile çektiği ve şehri bambaşka bir açıdan görmenizi sağlayan kareleri, Zeynep Şahin Tutuk ise eşyazar olarak masalsı kelimeleriyle eşlik etti. Sonuçta bir martının kanadına takılıp şehri izlediğiniz bir İstanbul masalı çıktı ortaya. Kitap o kadar beğenildi ki İngilizce ve Almancasını da hazırladık. Gelecek yıllarda daha fazla dile çevrilmesi kalbimin dileği. Ve bu kitabım genişletilmiş ve güncellenmiş içeriğiyle bu ay sonunda yeniden raflardaki yerini alacak. Bu sefer sadece koleksiyon niteliğinde sert kapakla değil, farklı boyutlarda basımı da yapılacak. Baharın kendini hatırlatmaya başladığı zamanlardan geçerken, bu hafta, kitaba eklediğimiz yeni bölümlerden ilk defa birkaç İstanbul’u yaşama noktası paylaşacağım sizinle. Umarım ‘Kanatlarımda İstanbul’un sayfaları size ilham verir.
Anadolukavağı’nda sahile sıralanmış yalılar...
Boğaz’daki güzellik
Kendinize hem tarih hem doğa dolu bir gün hediye etmek isterseniz eğer, Anadolukavağı ev sahipliği yapmaya hazır. Anadolukavağı’nın adını bir zamanlar burada yetişen kavak ağaçlarından aldığı düşünülüyor. ‘Kavak’ sözcüğü ‘kav’ kökünden türemiş, ‘kapamak, tutmak’ anlamına geliyor. Karadeniz’in Boğaz’la birleştiği yerdeki Anadolukavağı’nın isminin buradan gelmesi muhtemel. Bizanslılar bu kaleleri güçlendirip Karadeniz girişinde vergi noktası olarak kullanmışlar. Buraya gitmişken manzaranın ve lezzetli balıkların tadını çıkarmayı ihmal etmeyin.
18’inci yüzyıldan miras ve oymalarıyla dikkat çeken Cevriye Hatun Çeşmesi, ilk yapımı 1593’e kadar uzanan ama 20’nci yüzyılda yenilendiği için mimari özelliklerini yitiren Midilli Ali Reis Camisi ve Kızılay’ın kurucularından Sultan Abdülaziz’in başhekimi Marko Apostolidis’e ait Marko Paşa Köşkü ise Anadolukavağı’nda göreceğiniz eski yapılar arasında.
Hayatın sakinlikle aktığı meydandan uzaklaşıp gözünüzü yukarılara kaldırdığınızda Yoros Kalesi ile tanışacaksınız. Yoros adının, Yunanca ‘dağ’ anlamına gelen ‘oros’tan ya da ‘iyi rüzgârlar’ anlamına gelen ‘ourios’tan geldiği düşünülüyor. Efsaneye göre, Argonotlardan Jason, Altın Post’u bulup Karadeniz’in sonundaki Colchis’ten yani bugünkü Gürcistan’dan döndüğünde şükranlarını ifade etmek için her iki yere de sunak yaptırmış. Zamanla sunakları tapınaklar izlemiş. Denizciler Karadeniz’e açılmadan önce burada, Zeus Ourious’a adaklar adamışlar. Yoros Kalesi asırlar içinde birçok onarımdan geçmiş.
Kalede Bizans dönemine ait kitabeler var. Yoros Kalesi, II. Bayezid zamanında bir mahalleye dönüşmüş. Kale içine bir cami, çeşme ve hamam yapılmış. Evliya Çelebi’nin anılarında, kale içinde 200 kadar Müslüman hanenin olduğu yazıyor.
Kavağın komşusu Anadolufeneri biraz sessizlik, yavaşlık, salaşlık armağan ediyor ziyaretçilere. Gittiğinizde sizi şirin, küçük bir kasaba havası karşılayacak. Sokakları adımlayın. Yürüyüşünüzü kendi halindeki lokantalarda lezzetli bir yemekle taçlandırın. Bu şirin yere adını veren fener, gözetleme kalesinin içinde, küçük bir caminin yanında. İnşa tarihi 1769’a dayanıyor; 1856’da yenilenmiş. Deniz seviyesinden 75 metre yükseğe yapılan fenerin boyu 20 metre. Özellikle 3’üncü köprü manzarasıyla dikkat çeken Poyrazköy’e uğramayı da ihmal etmeyin.
Kilyoslu balıkçılar
Karşıda da bir kavak var
Avrupa Yakası için gemilerin son durağı, bizler içinse hızı yavaşlatıp bir mola verme durağı Rumelikavağı. Boğaz’dan geçen gemilerden vergi alabilmek amacıyla I. Manuel Komnenos 12’nci yüzyılda buraya bir kale yaptırmış. Önce Cenevizliler sonra Osmanlılar tarafından ele geçirilen bölge, IV. Murat tarafından Boğaz’ın girişini korumak için askeri bölgeye dönüştürülmüş.
Tarihi 1769’a dayanan, 1856’daki Kırım Savaşı sırasında yenilenen Rumeli Feneri’nin yüksekliği 30 metre. Boğaz’ın öteki yakasındaki Anadolu Feneri’nin eşi ve aynı hikâyenin iki yakadaki kahramanları çünkü Altın Post öyküsünde Rumeli Feneri de geçiyor.
Eğer sakinlik ve salaşlık seviyorsanız, Garipçe’ye mutlaka uğrayın. Eski adı ‘Akbabalar Şehri’ anlamına gelen ‘Gyropolis’miş. Bugünkü adının Rumelifeneri’ne komşu olmasından dolayı ‘oldukça yakın’ anlamındaki ‘karibce’ kelimesinden evrildiği düşünülüyor. Tepede 1778’den kalma bir kalesi olan köyde göreceğiniz eski ahşap evler ve salaş balıkçı restoranlarıyla bambaşka bir İstanbul çıkacak karşınıza…
Kilyos sahili
Sadece deniz ve güneş değil...
Kilyos İstanbullular için yaz aylarında şehirden kaçışın en popüler duraklarından. Ama sadece deniz ve güneş için gidilir sanmayın. Bir yanı maviyse diğer yanı yeşil; rotanızı tepelere doğru çizerseniz dinlenirken harika manzaralar izleyebilirsiniz. Tepedeki Ceneviz Kalesi 14’üncü yüzyıldan yadigâr. Kalede antikçağlardan kalma bir de sarnıç var ama maalesef askeri bölge olduğu için ziyarete açık değil.
Bir diğer tarihi eser Ovid Kulesi, Yunan döneminden miras ama onu da ziyaret edemiyoruz… Ayrıca üç su terazisi var, İstanbul’un su dağıtım sisteminin parçalarından. Kilyos’un Türkiye için bir ilkin ev sahibi olduğunu da eklemek gerek. 1955’te, Türkiye’nin ilk tatil köyü Turban burada açılmış.Kumzambakları
Kilyos’a yolunuz düşerse balık yemeden ve Demirciköy’e uğramadan dönmeyin. İstanbul’da koruma altına alınan kumzambaklarını görebileceğiniz en güzel adreslerden biri burası. Botanik açıdan zengin kumullara sahip beldenin asıl adı da zaten Kumköy. Kilyos’ta kumzambağı için 10 yıldır festival düzenleniyor. ‘Uluslararası Emin Turan Kumda Sanat Şenliği’ de her yaz beldeyi şenlendiriyor ve Kilyos’un uzayıp giden sahilleri hünerli ellerden çıkan heykellerle bir açık hava sergisine dönüşüyor. Serginin süresi her yıl değişiyor çünkü rüzgâr, yağmur ya da dalgalar ne kadar izin verirse o kadar dayanıyor.
Paylaş