Saffet Emre Tonguç

Basra Körfezi’nin zengin delikanlısı AbuDabi

9 Nisan 2012
Havaalanına indiğiniz anda zenginliğe ve ihtişama adım attığınızı hemen anlayacaksınız. Birleşik Arap Emirlikleri’nin başkenti Abu Dabi’yi anlatacak binlerce kelime bulabilirsiniz ancak gezinizin sonunda sadeliğin ve mütevazılığın bunların arasında yer almadığını siz de göreceksiniz. Aslında bir ada olan ve köprülerle ana karaya bağlanan Abu Dabi, yaklaşık bir saat mesafedeki en büyük rakibi Dubai gibi ülkenin politik, ticari, finansal ve kültürel merkezi olma yarışında.

TARİHİN İÇİNDEN

Araştırmalar Abu Dabi’de yerleşimin MÖ 3 bin’de başladığını kanıtlamış. İlk dönemlerde yaşam balıkçılık ve hayvancılıkla sürdürülmüş. Günümüzdeki Abu Dabi’nin temelleri 18’inci yüzyılda atılmış. Şeyh kavgaları tarihinde önemli bir yer tuttuyor. 19’uncu yüzyıl sonlarına doğru İngilizlerin koruması altına girmiş ama ne yazık ki bu kanlı günlerin sonu gelmemiş. 20’nci yüzyıl başları rakibi Dubai ile kardeş kavgalarına sahne olmuş. Geçimini tarım ve hayvancılıktan sağlayan Abu Dabi’nin kaderi 20’nci yüzyılın ortalarında petrolün bulunmasıyla tamamen değişmiş. Birleşik Arap Emirlikleri 1971 senesinde İngilizlerin korumacılığından ayrılmış ve bağımsızlığını ilan etmiş. Abu Dabi bugün değişen yüzü ve zenginliği ile ülkenin en büyük şehri.

ŞEHRİN YILDIZLARI

Görkemi Şeyh Zayed Camii’nde, bedevi yaşamını Heritage Village’da görün

* Şeyh Zayed Camii: Dünyanın en büyük camilerinden biri ama insanı etkileyen sadece 40 bin kişilik kapasitesi, görkemi değil. İç mekanda aydınlatmanın mükemmelliği, kullanılan renkler ve özellikle maviyle beyazın uyumu sayesinde ortam daha da ferah hale getirilmiş. İçerideki ışığa görkemli avizelerin katkısı tartışılmaz. Mihraba ise özellikle dikkat edin, tek başına bir şaheser olarak kabul ediliyor. Abu Dabi’nin simgesi, şehrin incisi olarak anılan Şeyh Zayed Camii’ni görmemişseniz anılarınız hep eksik kalacak demektir. 2004’te vefat eden BAE’nin kurucusu ve eski Devlet Başkanı Şeyh Zayed Bin Sultan El Nahyan’ın anısına yapılan cami 3 bin işçinin çalışmasıyla 13 yılda tamamlanmış. 22 bin 412 metrekare alana sahip Şeyh Zayed Camii’nde bulunan dünyanın en büyük avizesi ise 10 metre çapında, 15 metre yüksekliğinde, ağırlığı ise 9 ton. 82 kubbesi, 1000 kadar sütunuyla Mağribi ve Osmanlı mimarisinin özelliklerini yansıtan caminin dünyanın en büyük el dokuması Acem halısına sahip olduğunu bilmek bile insanı etkiliyor. Camide bazı geceler yapılan ışık gösterisi için 840 bin ampulden oluşan 44 projektör kullanılıyor ve ortaya inanılmaz bir görüntü çıkıyor.
* Al Maqtaa Hisarı: Yaklaşık 200 yaşındaki hisar etrafı gözetlemek ve şehri çeşitli saldırılardan korumak amacıyla yapılmış. Geçtiğimiz yıllarda onarım geçiren Al Maqtaa Hisarı şehirdeki mimari şaheserler listesinde hak ettiği yeri almış.
* Heritage Village: Dalgakıran üzerine konuşlanmış geleneksel Arap köyü sadece Abu Dabi’nin değil tüm ülkenin en ilginç yerlerinden biri. Tarihten esintiler taşıyan pazar yeri, Bedevi çadırları, klasik cami ve evlerden oluşuyor. Bu topraklarda petrol bulunmadan önceki yaşamı yansıtıyor. (Tel: 971-2-681-4455).

Yazının Devamını Oku

Amerika’nın en popüler dört kayak merkezi

30 Ocak 2012
Yılın 300 günü güneşle yıkanan, toplam 65 milli park, orman ve eyalet parkından oluşan, 26 büyük kayak merkezine sahip Colorado Eyaleti, ABD’nin kayakseverlere en büyük armağanı.

Kayak merkezlerinden en ünlüsü Aspen. Bu kış yolunuz düşerse kayağın yanı sıra Gleenwood Springs ve Hot Sulphur Springs’deki termal banyolara gidebilirsiniz. Bu bölge gurmeler için bir cennet. Sadece Aspen’de dünyaca ünlü şeflere ait 150 bar, restoran var. Grand Junction’da chardonnay veya merlot üzümlerinden yapılan yerel şarapları tadabilirsiniz. Dünyanın en pahalı malikanelerinden biri de Aspen’de. Suudi Arabistanlı Prens Bandar bin Sultan’ın kayak evi Hala Ranch, 5 bin 200 metrekare genişliğinde, 32 odalı. Yani Beyaz Saray’dan bile büyük. Değeri 135 milyon dolar.

ASPENLüks, konfor, spor eğlence bir arada

Aspen’in dünya jet sosyetesinin akın ettiği, en lüks ve en pahalı kayak merkezlerinden biri olduğunu herkes bilir. Yine de onlarca özel uçağın inip kalktığı havaalanı, otelleri, kayak pistleri, mağazalarıyla Aspen “para”, “pahalı” ve “lüks” kavramlarınızı alt üst etmek üzere sizi bekliyor. Rocky Dağları arasına saklanmış doğa harikası kayak merkezi 1350 metre irtifada. Lüksü ve rahatlığı, sporu ve gece hayatını bir arada yaşatıyor.
Ute yerlileri, gümüş madenleriyle çevrili bir alanda yaşadıklarını bilmeden buraya “Parlayan Dağlar” adını takmış. Aspen, bir dönem de Ute adını taşımış. 19’uncu yüzyılın sonlarında, etrafta bolca bulunan kavak ağacından (aspen) esinlenerek şehre bugünkü ismi verilmiş. Birkaç yılda ülkenin gümüş üretim merkezine dönüşmüş. Ne yazık ki 1893’te ekonomik kriz Aspen’i de vurmuş. Kapanan gümüş madenleri yüzünden işsizlik artmış. Başlayan göçle şehirde kalanlar yeni iş alanları yaratmak için ellerindeki malzemeye bakmışlar ve kışın manzaraya hakim olan kar ilişmiş gözlerine. İkinci Dünya Savaşı ile bir süre askıya alınan proje savaş sonrası artan bir hızla devam etmiş. Ev sahipliği yaptığı çeşitli kayak şampiyonaları ününü artırmış. Bugünse dünya jet sosyetesini, sanatçıları ve daha pek çok tanınmış insanı ağırlıyor şehir. Aspen aynı zamanda milyonlarca dolarlık evleri de göreceğiniz bir gör ve görül mekanı.

ŞEHRİN YILDIZLARI

* Wheeler Operası: Burada göreceklerinizi bizim tarihi binalarımızla kıyaslamayın. Biz binlerce yıllık tarihin üzerinde otururken, yeni kurulan bir şehir olarak Aspen’in sadece birkaç yüzyıllık geçmişi olduğunu unutmayın. Wheeler Opera binası da 1889’da inşa edilmiş. Yaşamını madencilikten kazanmaya başlayan kent için bir soluk olmuş. Bugün de sanat etkinliklerine aralıksız devam ediyor, programına göz gezdirmenizde fayda var. Bu hafta komedi festivali başlıyor. Ardından opera temsillerinin yanı sıra konserler yer alacak. (www.wheeleroperahouse.com)
* Elks Building: Aspen’de görebileceğiniz birkaç büyük yapıdan biri olan Elks, gümüş madenciliği zamanında, 1891’de inşa edilmiş. Devasa kırmızı bina zamanla şehrin simgelerinden biri haline gelmiş.

Yazının Devamını Oku

Balıkesir’in merkezini keşfedin Vücudunuzu kaplıcalarda yenileyin

22 Ekim 2011
İstanbulluların tatile giderken transit geçtiği şehirlerden biri Bandırma. Otoyollarını kullananların çok azı kentin kültürünü, tarihini merak ediyor, merkeze uğrayıp çevreyi keşfe çıkıyor. Oysa Zağanoz Paşa’nın türbesinin bulunduğu Yeşilli Camii, tarihi saat kulesi, antik çağın harikalarından Hadrian Kapısı ihmal edilmeyecek eserler.

Ana ulaşım kavşağında kurulmuş olmasına rağmen büyük ihtimalle hakkında çok şey duymadığınız bir şehir Balıkesir. Bu, kentte görmeye değer yer yok anlamına gelmez. İsmi genellikle İstanbul ve Rumelihisarı ile anılan, Fatih Sultan Mehmet’in kayınpederi ve sadrazamı Zağanos Paşa’nın istirahatgahı burada. Zağanos Paşa, İstabul’u almadan çok uzun seneler önce Fatih’in yanında yer almış. Padişahın fetihi birlikte planladığı ekibin de içindeymiş. Osmanlı’nın İstanbul’u almasında başrollerden birini oynayan Rumelihisarı’nın yapımında görev aldığı için hisarın azametli kulelerinden birine de paşanın adı verilmiş.
Zağanos Paşa, Balıkesir’in ana camisi Yeşilli Camii’nde gömülmüş. Yapının arkasındaki altıgen planlı türbede eşi Sitti Nefise Hanım ile birlikte yatıyor. Caminin hangi tarihte yapıldığı tam olarak bilinmiyor, kesin olan 1897 Depremi’nde yıkıldığı, sonra yeniden yapıldığı. Türbenin çevresi zamanla çok değişmiş. Yapı, hızla genişleyen, peynirleriyle ünlü çarşının tam ortasında kalmış. Buraya kadar gelmişken hatırlatalım, değişik çeşitlerde peyniri elbette bir çok markette bulabilirsiniz ama ağzının tadına düşkün olanlar, özellikle kelle peyniri almak isteyenler Peynir Pazarı’nı tercih ediyor.
Burası kolay kolay ayrılabileceğiniz bir bölge değil çünkü Peynir Pazarı’nın hemen yanında son derece davetkar bir de hal var. Üstelik burada peynir çeşitlerinin yanı sıra kimini bildiğiniz kimini ise hayatınızda hiç duymadığınız şifalı otları satan aktarları bulmanız da mümkün.

GALATA KULESİ’NİN KOPYASI

Eski Balıkesir’de tarihin kalbinin attığı yerdir 1827’de inşa edilen saat kulesi. Orijinali İstanbul’daki Galata Kulesi’ne benzer yapılan kule 1897 Depremi’nde yıkılmış. 1902’de saatin olduğu yüzünde Arap numaraları taşıyan, tepesinde soğan şeklinde bir kubbesi olan beş katlı bir bina olarak yeniden yapılmış. 1962’de çok başarılı bir restorasyon geçiren kule şehrin sembolü.
Hemen yakında Balıkesir’in hakettiği ilgiyi görmeyen küçük ve mükemmel müzesi var. Bu binada 18 Mayıs 1919’da Alacamescid Toplantısı düzenlenmiş. İzmir’in Yunan işgaline direnmesi kararıyla Kurtuluş Savaşı’nın ilk adımlarından biri de atılmış. Karar şehirde coşkuyla kutlanmış.
Balıkesir Roma ve Bizans dönemlerinde Palaeokastron (Eski Kale) olarak adlandırılmış ve eyaletin de başşehriymiş. Bu nedenle Balıkesir müzesi zamanın en önemli şehirlerinden olan Erdek yakınlarındaki Cyzicus’u da kapsayan geniş bir bölgede ele geçen bulgulara ev sahipliği yapıyor. Eğer Balıkesir civarında gezmeyi planlıyorsanız, müzeye (Pazartesi günleri kapalı) uğramayı ihmal etmeyin.

Yazının Devamını Oku

Ankara’nın Balkan kardeşi

18 Temmuz 2011
Osmanlı döneminde 500 yıl Anadolu’yla içiçe yaşayan, Cumhuriyet döneminde Ankara ile kardeş şehir ilan edilen Sofya artık gerçek bir Avrupa başkenti. Sofya’yı geniş parklar, meydanlar, Bizans ve Roma kalıntıları süslüyor. Osmanlı eserleri de kentin mimarisinde, kültüründe önemli bir yer tutuyor. Komşumuz Bulgaristan, kayak merkezleri, Karadeniz kıyısındaki sahil kasabaları, manastırları ve Roma eserleriyle ilgi çeken küçük bir ülke. 681 yılından bu yana bugünkü adıyla varlığını sürdürüyor. Çalkantılı tarihine karşın, Avrupa kıtasında ismini korumayı başarmış en eski ülke. 1014’de Bizans İmparatorluğu’nun egemenliğine girmiş; 1396’da Osmanlılar ele geçirmiş. 500 yıl Osmanlı İmparatorluğu’nun parçası olduktan sonra 50 yıl da Sovyet bloğunda yer almış. 1973’de SSCB ile birleşmeleri bile gündeme gelmişti. 2004’de NATO’ya ve 2007’de Türkiye’nin hâlâ sırada beklediği AB’ye girdi. Bugün kalkınma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Nüfusun yüzde 4’ü Ortodoks Hıristiyan; Müslümanlar yüzde 12’lik grubu oluşturuyor. Nüfusunun yüzde 10’u Türk.
Bulgaristan, yazın Karadeniz kıyılarındaki geniş plajlarıyla, deniz, kum ve güneş severlerin ilgi alanına giriyor; kışın ise ülkenin yarısı dağlık olduğundan kayak turizmi gündeme geliyor. Türkler çoğunlukla çok ucuz kumar turlarıyla, casinolara gidiyor.
Karadeniz sahillerindeki Varna, Bulgaristan’ın sahil başkenti. Burgaz ise Karadeniz’de Bulgaristan’ın sınırımıza en yakın kenti. Bulgaristan’da kayak merkezleri denince akla ilk gelen yerler sezonun aralıktan mart sonuna kadar devam ettiği Borovetz ve Pomporovo oluyor. Ülkenin en yüksek noktası 2 bin 925 metrelik zirvesiyle Musala Dağı.
Önemli yapılardan Rila Manastırı, Rila Dağları’nın kuzeybatısında, başkent Sofya’ya 120 kilometre uzaklıkta. Kutsal İvan’a adanan manastır 10’uncu yüzyılda yapılmış ve Bulgar kültürünün merkezi olmuş. Bugünkü bina 1834-1837 arasında inşa edilmiş ve 1200 freskle süslenmiş. Koprivshtitsa, Osmanlı’ya karşı yapılan isyanın ilk başladığı kasaba ve Sredna Gora Dağları’nda. 2 bin 600 nüfuslu bu tarihi kasabanın sokaklarında geçmişe yolculuk yapabilirsiniz. Bulgaristan’ın ikinci büyük manastırı Bachkovo’nun da bulunduğu Plovdiv (Filibe) Roma dönemine ait şaheserleri de bünyesinde barındırıyor. Veliko Tarnovo ise Yantra Nehri’nin kıyısındaki dik tepelerde kurulmuş ve Bulgaristan’ın ilk anayasasının hazırlandığı şehir. En tepedeki kale tüm görkemiyle şehri yukarıdan seyrediyor. Eğer Bulgaristan’da bir haftanız varsa programınıza Sofya, Plovdiv (Filibe), Rila Manastırı, Veliko Tarnovo ve Koprivshtitsa’yı koyun.

KENTİN SEMBOLÜ NEVSKİ KATEDRALİ

Sofya 545 metrelik rakımıyla Madrid gibi Avrupa’nın en yüksek başkentlerinden biri. Binalarının büyük bir kısmı 2’nci Dünya Savaşı sonrası inşa edilmiş. Şehri güzel parklar, Bizans ve Osmanlı eserlerini süslüyor. Yakındaki Vitosha Dağı da güzellik katıyor. Sofya, 1,2 milyon nüfusuyla AB’nin 12 büyük şehrinden biri. Ankara’nın kardeş kenti.
Sofya’da çok sayıda Osmanlı eseri var. Bulgar Milli Bankası’nın arkasında, bugün Ulusal Arkeoloji Müzesi olarak kullanılan dokuz kubbeli Büyük Cami (1496) bulunuyor. Banya Başı Camii ise şehirdeki en zarif Osmanlı eserlerinden. Caminin yanında aynı isimde bir Türk hamamı bulunuyor. Banya Başı’nın yakınlarında Paris tarzında 1800’lerin sonunda yapılan bir pazar yeri var.
Alexander Nevski Katedrali, şehrin sembolü sayılıyor. 1892-1912 yılları arasında Neo Bizans tarzında inşa edilmiş. 1878 yılında Osmanlılarla yapılan savaşta, Bulgaristan’ın özgürlüğü uğruna hayatını kaybeden 200 bin Rus askeri anısına yapılmış. Katedralin yanında devamlı yanan meşalesiyle Meçhul Asker anıtı var. Katedralin orta bölümü mozaikler, vitray camlar, mermer, ahşap oymalar ve fresklerle süslü. 5 bin kişilik katedral adını çarların azizinden almış. Yeraltı türbesinde 5’inci yüzyıl ile 18’inci yüzyıl arası ikonaların sergilendiği İkona Müzesi yer alıyor. Salı günleri kapalı. Katedralin önündeki meydanda Bit Pazarı kuruluyor. Devamındaki caddeden gittiğinizde, Bulgarların özgürlüğüne büyük katkıları olan Rus çarı 2’nci Alexander’ın heykeli var. Aynı bölgedeki St. Nedelya Katedrali 1925’deki darbe girişiminde 100 önemli kişiyle havaya uçurulmuş, daha sonra 14’üncü yüzyıldaki haliyle tekrar inşa edilmiş.
St. Sofia Kilisesi, Balkanlar’daki erken Hıristiyan döneminin en önemli örneklerinden. Şehirdeki en eski Ortodoks kilisesi. 6’ncı yüzyılda, İstanbul’daki Aya Sofya’yı yaptıran Jüstinyen inşa ettirmiş. Yapı, 14. yüzyılda şehre “kutsal bilgelik” anlamına gelen “Sofia” adını vermiş. Osmanlı döneminde camiye dönüştürülen bu eser, depremler sonrası harap olmuş ve tekrar kiliseye çevrilmiş. 4’üncü yüzyıldan kalma St. George Rotunda Kilisesi, antik Roma kenti Serdika’nın kalıntıları arasında. Zarif mimarisi ve ortaçağ freskleriyle ünlü. Muhteşem kubbesi UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde ve müze olarak hizmet veriyor.

ALIŞVERİŞ

Mağazalar Vitosha Bulvarı, Graf Ignatiev ve Rakovski Caddesi civarında. Merkez Alışveriş Mağazası’nın (TSUM), üç katında aradığınız her şeyi bulabilirsiniz. Küçük butikler Shipka Caddesi, Oborishte ve San Stefano civarında. Araç trafiğine kapalı Pirotska Caddesi’nde hediyelik eşya mağazaları, kafeler var.

NASIL GİDİLİR

Metro Turizm İstanbul’dan Sofya’ya her gün dört sefer yapıyor. Bilet ücreti 40-55 TL. Yolculuk 9 saat sürüyor. İstanbul’dan her gün kalkan Bosfor Ekspresi 13 saatte Sofya’ya ulaşıyor. Bilet 29.4 Euro (www.tcdd.gov.tr). THY, İstanbul’dan her gün Sofya’ya gidiş dönüş 423 TL’den, Pegasus haftanın beş günü gidiş dönüş 228 TL’den başlayan fiyatlarla uçuyor. (www.thy.com.tr / www.flypgs.com) Sofya Havalimanı şehir merkezine yaklaşık olarak 10 kilometre mesafede. Şehir merkezine taksiyle gitmek isterseniz, 35-40 Leva ödemeniz lazım. Otobüs ve metro biletleri 0,40 Leva. Günlük kart ise 2 Leva. Ok Taksi’yi 973 21 21 numaradan arayabilirsiniz.

İNTERNETTE SÖRF

www.bulgariatravel.org, www.sofiacityguide.com, www.sofiaecho.com, www.sofiahotels.com

NEREDE YENİR

Bulgar Mutfağı çok tanıdık isimlerden oluşuyor. Kebabcheta (kebap), kavarma (kavurma), sarmi (sarma), gyuvech (güveç), shopska (çoban salatası), tarator (cacık), ayran, boza ve erik brendisi olan rakiya en popüler olanlar. Melnik ülkedeki iyi kırmızı şaraplardan, bira içinse Kamenitza veya Zagorka’yı tercih edin. Bizdeki meyhaneye ”mehana“ diyorlar. * Panorama Window over Sofia: Şehrin en lüks, en pahalı mekanlarından. Kempinski Hotel’in içinde. (100 James Bouchier Blvd. Tel: 686 096) * Otvad Aleyata: Bulgar mutfağından yemekleri deneyebileceğiniz restoran, şehrin en iyilerinden. (Budapeshta 31, Tel: 983 55 81) * Krim: Politikacıların, iş adamlarının mekanı. Zevkli döşenmiş, servisi iyi. Mönüsü Bulgar, Rus ve uluslararası mutfaktan oluşuyor. (17, Slavyanska. Tel:981 06 66) * La Capannina: Özgün bir İtalyan restoranı. Parlamento ve Nevski Katedrali manzaralı. (9, Narodno Subranie Meydanı. Tel:980 44 38) * Mahaloto: Mönüsünde Bulgar spesiyaliteleri ve uluslararası mutfak ağırlıkta. Güzel dekorlu bir Sofya klasiği. (51, Vassil Levski Blvd. Tel:0887 6179 72)

NEREDE EĞLENİLİR

Kentin gece hayatı hareketli. Heyecan arayanlar için kumarhane, pub ve barlar da mevcut. Vitosha civarındaki barlar çok gözde. Önde gelenleri: Bilkova Apteka, My Mojito (ul. Ivan Vazov 12), Toba&Co, Sweik (1A, Vitosha Bulvarı. Tel: 988 82 40) Chervilo Club (9, Tsar Osvobiditel. Tel: 981 66 33) ve The Barn.

NEREDE KALINIR

* Novotel Evropa: Merkezi Tren İstasyonu’nun yanında bulunan otel, konaklama için şehirdeki en iyi alternatiflerden biri. (131 Knyaginya Maria-Louisa Bulvarı Tel: 317 151) * The Maria Luisa: Merkezde, bina güzel ve tarihi ama odalar genelde ufak.
Maria Luisa, 29. www.marialuisa.bol.bg) * Sheraton Sofia Hotel: 188 odalı otelde 19 süit mevcut. Ayrıca bir sağlık kulubü bulunuyor. (5 Steva Nedelya Meydanı, www.luxurycollection.com/sofia) * Grand Hotel Bulgaria: Şehrin en güzel adreslerinden biri. (4, Tsar Osvoboditel Bulvarı, Tel: 871 977) * Crystal Palace Boutique Hotel: Şehrin kalbi denecek merkez bölgede, dört yıldızlı bir otel. (Skipka Caddesi. www.crystalpalace-sofia.com)
Yazının Devamını Oku

48 saatte Viyana

25 Nisan 2011
Aylardan nisan, bahar çoktan yaymış rehavetini Viyana’nın üstüne. Klasik müziğin başkentinde, tramvaylar gelin gibi süzülmekte. Caddeler, meydanlar, göz alabildiğine uzanan yemyeşil parklar baharın ışıklarıyla yıkanıyor. Viyanalılar her zamanki sakin yaşamlarına devam ediyor. Tarihi kafelerin kaldırımlara, meydanlara taşan masalarında Türklerin üç asır önce şehrin kültürüne kazandırdığı kahvenin tadını çıkarıyorlar. Baharda çıkacağınız iki günlük Viyana gezisinde şehrin lezzetlerinden, müziğinden, sanat dolu atmosferinden payınıza çok şey düşebilir.

CUMARTESİ

09.00 KAHVALTI

Viyana’da Central, Demel, Oberlaa veya Landtmann gibi klasik bir Viyana kahvesinde kahvaltıyla başlayın güne. Melange’nıza  Croissant’ı andıran Kipferl veya yuvarlak Semmel ekmeğiyle reçel eşlik etsin. Viyana, Avrupa’nın en düzenli, temiz, rafine,  kompakt şehirlerinden. Opera binasının önünden Ring’in (Eski şehri bir halka gibi saran) üzerinde devamlı dönüp duran 1 numaralı tramvaya binin. Yaklaşık 20 dakika içinde şehrin en önemli binalarını göreceksiniz. İlk olarak sağınızda içinde Mozart heykeli bulunan Burg Parkı ve Efes Müzesi’ne de ev sahipliği yapan Hofburg Sarayı kalacak. Solda ise sırayla Sanat ve Doğa Tarihi müzeleri, Müzeler Bölgesi, Parlamento, Belediye Sarayı (Rathaus), Viyana Üniversitesi ve Votiv Kilise eşlik edecek bu görsel yolculuğa. Schwedenplatz’a geldiğinizde solunuzda Tuna’nın kanallarından biri kalacak. Burada inip yukarıya Stephansdom’a yürüyün. Şehrin en görkemli katedraline vardığınızda artık tam merkezde ve en hareketli cadde olan Karntner’in üzerindesiniz. Hemen devamındaki Graben ve Kohlmarkt’la beraber Karntner adeta şehrin vitrini, sadece yaya trafiğine açık bu bölgede hayatın tüm renklerine şahitlik edin. Sonra Mozart Kugeln denilen çikolataları mideye indirip Julius Meinl adındaki şık markete bir göz atın.

13.00 ÖĞLE YEMEĞİNDE SCHNİTZEL

Viyana‘nın en meşhur yemeği schnitzeli, patates salatası (Kartoffel Salad) eşliğinde Figlmüller’de yiyin. Porsiyonlar tabaktan taşacak kadar büyük. Tercihiniz hafif bir şeylerse, Nordsee’de fast food deniz ürünlerini tadın ya da sokakta satılan ve şehrin spesiyalitelerinden biri olan Wurst’u (sosis) deneyin.

15.00 SCHONBRUNN’UN GÖRKEMİ

Metronun U4 hattıyla Habsburg’ların görkemli sarayı Schönbrunn’a gidin. 8,5 Euro verip İmperial turu yapın. Arka bahçesinde yürüyüp tepedeki Gloriette’ye çıkın. Avrupa’nın en eski hayvanat bahçesi de bu sarayda.

20.30 KONSER ZAMANI

Yazının Devamını Oku

Bangkok’un en şık adresleri

21 Şubat 2011
Tayland’ın başkenti Bangkok deyince akla önce sefalet gelir. Sonra, sokaklarda satılan böcekleri yiyenler, çıldırtan trafik. Oysa şehir meraklısına çok güzel sürprizler sunar. Dünyanın en güzel havaalanlarından biri olan Suvarnabhumi’ye indiğinizde şehirle ilgili önyargılarınız yavaş yavaş değişmeye başlar.

İçinde opera salonundan Ferrari bayisine, akvaryumdan dünyanın en lüks mağazalarına kadar her şeyin olduğu alışveriş merkezlerinde dolaşır, gece ise en şık restoran ve gece kulüplerinde yemek yer ve eğlenirsiniz. Yaşamın tüm güzelliğiyle en sol şeritte ilerlediği doğunun incisine bir şans verin, pişman olmayacaksınız.

MELEKLERİN ŞEHRİChao Phraya Nehri’nin kıyısına kurulmuş olan 15 milyonluk Bangkok, Tay dilinde “Meleklerin şehri” adını taşıyor. Şehirde inanılmaz bir enerji, ihtişam ve bir o kadar da kaos ve sefalet var. Taylandlılar dünyada görebileceğiniz en zarif ve kibar insanlardan. İki elleri çenelerinin altında, sürekli ya merhaba diyorlar ya da teşekkür ediyorlar. Ülkede Buda’dan sonraki en önemli şahsiyet Kral IX. Rama. Geçen haziranda dünyanın en uzun hüküm süren yöneticisi olarak tahta çıkışının 64’üncü yılını kutladı. Kralın kiliselerin kulesinden, gökdelenlerin cephesine kadar her yerde resimleri var. Kral için Chao Phraya Nehri’nde yapılan kraliyet teknelerinin geçişi töreninde ise 52 tekne 2082 kürekçi eşliğinde görkemli bir gösteriye imza atıyor. Tayland’da kadın olmak zor. Erkekler epeyce tembel, tüm işler onların omuzlarında. Yaşları ilerleyince koca tarafından daha genç bir kadına tercih edilme riski de cabası. Kral, eşi kraliçe Sirikit ile mutlu bir evlilik sürdürüp ona sadık kaldığı için halk tarafından daha da çok sevilmiş. Kraliyet rengi diye sarı tişörtler giyip “kralım sen çok yaşa” bilezikleri takıyorlar. Parmakarası terlikleriyle sokakları arşınlayan turistlerin yorumuyla Tayland şu anda dünyada gidebileceğiniz en güvenli yerlerden.

EN İYİ OTELLER* Amari Watergate Hotel: Trafiğin ciddi problem olduğu şehirde kalınabilecek en merkezi otellerden. En iyi alışveriş mekanlarına yürüyüş mesafesinde. Odalar gayet güzel, servis iyi, lobi etkileyici. Yoğun bir günün ardından havuzda serinleyebilir ya da kendinizi Sivara SPA’daki ehil masözlerin ellerine bırakabilirsiniz. Oteldeki “Thai on 4”da geleneksel mutfağı, Grappino ise İtalyan mutfağını deneyebilirsiniz. Amari Atrium ise zincirin Bangkok’da bulunan daha ucuz fiyatlı bir oteli. (www.amari.com)
* The Dusit Thani: Şehrin en güzel otellerinden. Odaların manzarası harika. İçindeki D’Sens çok iyi bir Fransız restoranı. (www.dusit.com)
* The Oriental Hotel: Nehrin kıyısında 1876’dan beri hizmet veriyor. Çok sayıda yazara ilham kaynağı olmuş. Sömürge mimarisi odalara hakim. Bangkok’daki diğer bazı şık otel ve restoranlarda olduğu gibi burada da şort, dipten kolsuz tişört, terlik ve sırt çantası ile içeri girmek yasak. Spa’sı dünyanın en iyisi seçilmiş. Fransız restoranı Le Normandie üç yıldızlı Michelin şeflerini kullanma geleneğini sürdürüyor. (www.mandarinoriental.com)
* Shangri-La, yani Yakınındaki Cennet iyi bir otel ama daha ziyade ağır ağabeylerin “Ben de oradaydım” demek için kaldıkları bir mekan. (www.shangri-la.com)
* Sukhothai: Şehrin göbeğinde bir vaha. 13. yüzyıldaki başkentin adını taşıyor. Minimalist Asya mimarisinin en güzel örneklerinden. Ricky Martin’in de tercihi olan otelde misafirlerin rahatı için yastık mönüsü bile düşünülmüş. (www.sukhothai.com)

NEREDE YENİR?

Yazının Devamını Oku

Afrika’nın güney ucundaki şarap, lezzet şehri CAPE TOWN

13 Aralık 2010
Kışın kapımızı çaldığı günlerde yazı karşılayan bir şehre gitmeye, plajların, şarabın, deniz ürünlerinin, gece hayatının tadını çıkarmaya ne dersiniz? Güney Afrika’nın Cape Town kentine ilk olarak 2000’de, Millennium vesilesiyle gitmiştim.

Dünyanın en güzel şehirlerinden biriyle karşılaşmıştım. Yıllar içinde daha da gelişti. Yeni otel, restoran, barlar açıldı. Damak tadına önem verenlerin gözbebeği oldu.

Afrika Kıtası’nın en güneyine vardığınızda yapacağınız ilk iş Table Mountain’a (Masa Dağı) çıkıp şehri 1087 metreden seyretmek. Tavsiyem erken gitmeniz, hava sıcak, kuyruklar uzun olabiliyor. Bir diğer alternatif akşamüstü çıkıp güneşi uğurlamak, akşamın ilk ışıkları eşliğinde şehri seyretmek. Teleferik çok ilginç, yukarı çıkarken 360 derece kendi etrafında dönüyor ve herkese güzel manzarayı görme imkanı veriyor. Tepeden aşağıya bakmak nefes kesici. Dağda ve etrafında yaklaşık bin 500 çeşit bitki bulunuyor.
Cape Town’a gitmişken Kirstenbosch Ulusal Botanik Bahçeleri’ni görmelisiniz. Table’ın eteklerinde. Burada kahvaltı etmek ya da dolaşıp hayatın tadını çıkarmak apayrı bir keyif. Bahçelerde ağaç ve bitkilerle ilgili bilgileri körlerin de okuyabilmesi için Braille alfabesiyle hazırlanmış özel tabelalar bile var. Yazın burada konserler düzenleniyor. İsterseniz Kirstenbosch’dan dağa çıkabilirsiniz. Göreceli olarak daha az yokuşlu bir rota bu.

V&A LİMANI YENİ CAZİBE MERKEZİ

Arkasında Twelve Apostles (12 Havariler) sıradağaları bulunan Camps Bay ve Clifton plajları dünyaca meşhur. Su biraz serin olabilir ama yine de girmeyi ihmal etmeyin. Çok şık restoranlar, barlar ve kafelerle dolu Camps Bay şehir merkezine yaklaşık 20 dakika uzaklıkta. Cape Town’da ulaşım çok ucuz, atlayın taksiye cennete yolculuğa çıkın.
Eski zaman güzeli Mount Nelson Hotel’de beş çayı molası verin. Saat 14.00-17.00 arası muhteşem pasta ve sandviçler eşliğinde çayın ve etrafın tadını çıkarın. Gündüz saat 12.00’de top atışının yapıldığı Signal Hill şehirde en güzel manzaraları görebileceğiniz yerlerden. Sakın gece gitmeyin, güvenli değil.
V & A Waterfront (Victoria ve Alfred Limanı) şehrin en hareketli noktalarından. Restorasyon sonrası cazibe merkezine dönüşmüş. İngiltere kraliçesiyle oğlunun adını taşıyan limanın inşaatı 1860’ta başlamış. Restoranlar, dükkanlar ve tekne turları size bekliyor. Mandela’nın 1963’ten itibaren yıllarca tutuklu bulunduğu Robben (Fok) Adası’na gitmek istiyorsanız liman doğru adres.

FİŞLERİ ATMAYIN

Yazının Devamını Oku

Avrupa’nın sonbahar şehirleri

25 Ekim 2010
Kış nasıl geçer bilinmez ama Avrupa’da halen yazdan kalma keyifli günler yaşanıyor. Sonbaharın renkleri etrafı kuşatmış durumda. Danimarka’daki Zealand Yarımadası, başkent Kopenhag sarayların en güzellerini barındırıyor. Sheakespeare’in Hamlet’iyle ölümsüzleşen Kronborg, ormanların içine gizlenen Frederiksborg bu mevsimde mücevher gibi parlıyorlar. İngiltere’nin en yeşil bölgelerinden İskoçya, göller bölgesiyle, kültür kenti Edinburgh’la en güzel günlerini yaşıyor. İspanyol ressam Salvador Dali’nin doğduğu Figueres kenti, Pireneler’in devamındaki Emporda Ovası’nda. Barselona’dan iki saat mesafedeki bu şehre güzel bir tren yolculuğuyla ulaşabilirsiniz. Verimli toprakları, ormanları mevsimde kartpostal gibi görüntüler sunuyor. Bu hafta boyunca Figueres’te hava sıcaklığı 21 derecelerde seyredecek. Hem sonbahar hüznünü hem de SPA keyfini yaşamak istiyorsanız Prag yakınındaki Karlovy Vary diğer bir seçenek. EDINBURGH / İNGİLTERE
Kuzeydeki renk cümbüşü

İskoçya’ya ilk gittiğinizde çok ilginç geliyor, Kilt denilen geleneksel etekleri giyen erkeklere sokakta bile rastlıyorsunuz. Özellikle köşe başlarında gayda çalan müzisyenler İskoç askerlerin bu değişik kıyafetleri ile fotoğraf karelerine değişik görüntüler olarak yansıyor. İskoçya deyince herkesin aklına ayrı bir ülke geliyor, oysa yeşilin yerleşik düzene geçtiği bu yer İngiltere’nin kuzeyinde bulunan bir bölge. Kuzey İrlanda, Galler ve İngiltere ile birlikte “Birleşik Krallık”ı oluşturuyor.
Sir Walter Scott’un “Benim biricik romantik şehrim” diye nitelendirdiği Edinburgh, Avrupa’nın sihirli şehirlerinden. Tepedeki 12’inci yüzyıldan kalma kalesi, pubları, müzeleri ve görkemli binalarıyla tanınan şehir her sene yaklaşık bir milyon kişi ağırlıyor, önemli tiyatro, müzik festivallerine ev sahipliği yapıyor. Harry Potter’ın yazarı J. K. Rowling ve Sherlock Holmes yazarı Sir Arthur Conan Doyle kentin sakinleri arasında. UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ndeki şehrin eski adı Dunedin, Yeni Zelanda’nın bir şehrine isim olarak verilmiş.

GÜNBATIMINI KALEDEN SEYREDİN

İskoçya’nın başkenti Edinburgh’un tüm önemli yapıları yürüyüş mesafesinde. Kentin en tepesindeki noktadan başlayıp önce kaledeki manzaranın tadını çıkarabilirsiniz. Muhteşem günbatımlarına sahne olan kale bir volkanik kaya üzerine inşa edilmiş. İçindeki İskoç kraliyet mücevherleri nefes kesici. Özellikle Robert the Bruce döneminde, 1540’larda yapılmış taç muhteşem bir parça. Kale 1571’e kadar kraliyet ailesince kullanılmış, şu anda İngiltere’nin en çok ziyaret edilen ikinci tarihi yapısı. Kaleden inerken geçeceğiniz “Royal Mile” Caddesi ve ara sokakları hediyelik eşya satan mağazalar, restoranlarla dolu. Siz onların cazibesine kapılmayı bırakıp yolun sonuna kadar ilerleyin. 1120’de yapılan St. Giles Katedrali’ni de geçtikten sonra karşınıza şık bir bina çıkacak: Yeni /images/100/0x0/55ea8606f018fbb8f8858f26Parlamento’nun bitişiğindeki Holyrood Sarayı, 1498’de IV. James tarafından yaptırılmış. Saray, İskoç tarihine damgasını vuran kraliçe Mary ile özdeşleşmiş. Mary’nin en büyük özelliklerinden biri, 1543’de dokuz aylıkken İskoçya kraliçesi olması. Halen kraliyet ailesinin yazlık ikametgahı olarak kullanılan binanın belli bölümleri ziyarete açık. İngiliz yönetimi tam 292 yıl sonra, 1999’da İskoçya’ya kısmi özerklik verdi ve bu çerçevede sarayın yanındaki o güzel Parlamento binası yapıldı.
İskoçya Milli Galerisi 1300-1900 yılları arasında yaşamış Avrupalı ve İskoç sanatçıların eserlerinin sergilendiği çok güzel bir müze. Gauguin, Degas, Titian, Monet, Van Gogh, Botticelli ve Rembrandt’ın tablolarının yanı sıra Ramsay, Raeburn, Wilkie, ve Mc Taggart’ın İskoç sanatını tüm derinliğiyle yansıtan eserleriyle de ziyaretçileri büyülüyor. 1859’da açılan müzedeki geçici sergiler de ilgi görüyor.
Şehrin özellikle bu mevsimde en güzel manzaralarından biri Calton Tepesi’nde. Savaş kahramanı Nelson’a adanan anıt, rasathane ve ulusal anıt bu tepede yer alıyor. Ardından Firth of Forth Nehri’ne doğru uzanın. 1997’ye kadar yaklaşık 44 yıl kraliyet ailesine hizmet veren Britannia yatı şehrin tarihi limanı Leith’de ziyaretçilerini bekliyor. Bine yakın gezide dünyanın her bir köşesine İngiliz bayrağını taşıyan yat, emekliliğinin ardından Kraliçe II. Elizabeth’in eşi Edinburgh Dükü Philip’in şehrinde demirlemiş.

CESUR YÜREK ANITI

Edinburgh civarında ilginç yerler var. Örneğin, National Wallace Anıtı’na gidebilirsiniz. Kent merkezine yaklaşık bir saat uzaklıktaki anıt, Brave Heart (Cesur Yürek) filmine ilham kaynağı olan İskoçya’nın kurtarıcısı William Wallace ve diğer İskoç kahramanların büstlerinin de bulunduğu tarihi bir bina. Anıtın girişinde bir heykel bulunuyor. Yapan sanatçı gerçek Cesur Yürek yerine filmde oynayan Mel Gibson’u model olarak kullanmış! Anıtın en tepesinden yeşile boyanmış bu ülkenin uçsuz bucaksız doğasını seyredebilirsiniz. Beş milyon nüfuslu İskoçya’nın küçük yerleşim birimlerinden geçerek ulaşacağınız Crieff Hydro Hoteli cennete benzer bir ortama sahip ve öğle yemeği için ideal. Tertemiz sonbahar havasını ciğerlerinize çekerken, yemeklerin de tadını çıkarın.

İSKOÇLARIN YAŞAM SUYU

İskoçya’ya kadar gitmişken dünyaca ünlü viskilerini denemeden dönmek olmaz. Crieff Hydro Hoteli’nin yakınındaki Famous Grouse 1717’den beri eski yöntemle malt İskoç viskisi üreten bir fabrika. Senede iki milyon kişinin ziyaret ettiği fabrikada tüm üretim aşamalarını görüp değişik viskilerin tadına bakabilirsiniz. Viski İskoç dilindeki “Uisge”den geliyor ve Türkçe’deki anlamı “yaşam suyu”. Fabrikadan Edinburgh’a dönüş yaklaşık bir buçuk saat sürüyor. İskoçya kameranıza sadece kiltleri değil, tüm renkleri taşıyacak olan bir ülke. Tatile gitmek için harita başında yer arıyorsanız, İngiltere’nin kuzeyine bir göz atın ve sonbaharda çok güzel olduğunu unutmayın.

FIGUERES / İSPANYA
Her türlü çılgınlıkla karşılaşmaya hazır olun


35 bin kişinin yaşadığı Figueres, deli dahi Salvador Dali’nin 1904 yılında doğduğu yer. Ünlü Katalan sanatçı ömrünün son senelerini kasabasına adamış. Vaftiz edildiği Sant Pere Kilisesi’nin yanındaki, ilk resim sergisini açtığı belediye tiyatrosunu adam edip, 15 yılda muhteşem bir müzeye çevirmiş. Öldüğü yıla, yani /images/100/0x0/55ea8606f018fbb8f8858f281989’a kadar eli hep müzenin üzerinde olmuş. Müzede Dali’nin empresyonist, futurist, kübist ve sürreal eserlerinin dışında Antoni Pitxot ve Evarist Valles gibi sanatçıların eserleri de var. Ünlü İspanyol ressam El Greco’nun Aziz Pavlus isimli tablosu ve benzeri eserler ise Dali’nin özel koleksiyonu bölümünde sergileniyor.

CADDEDE FİLLE GEZMİŞTİ

Dali enteresan bir adam. Fransız şair Paul Eluard’ı, tatar güzeli eşi Gala’yla Figueras’a davet etmiş, sonra Gala’yı baştan çıkarıp evlenmiş. Gala despot bir kadına dönüşmüş. Dali’yle ayrı odalarda, evlerde yaşıyor, ünlü ressam ancak izin verdiğinde ziyaretine gelebiliyor. Genç erkeklerle sefalar yapıyor, Dali’ye bunu seyretmek düşüyor. O yine de çılgınca tutkun karısına. Bütün resimlerinde ve çalışmalarında ana figür Gala.
Salvador Dali sansasyon ve pazarlama dahisi. New York’taki Metropolitan Müzesi’nde sergisi açılırken almış bir küveti, koymuş müzenin girişine ve başlamış yıkanmaya! Eserlerini yaparken de değişik teknikler uygulamış. Bir seferinde bacaklarını boya kutularına batırdığı kurbağaları tuval üstünde zıplatıp, sıra dışı çalışmalara imza atmış! Reklam sektörüne bile girmiş. Hindistan Hava Yolları’na reklam hazırlamış, onlar da memnuniyet ifadesi olarak ünlü ressama fil hediye etmiş. Dali de binmiş filine, Figueres sokaklarında dolaşmış. Ahali “Delidir, ne yapsa yeridir” deyip umursamamış. Deli dahinin mücevher tasarımları da çok başarılı ve müzede sergileniyor. Dali’nin paraya düşkünlüğünü bilmeyen yok. Eserlerinin kopyalarını basarken “Hadi biraz para basalım” dermiş. Dali o yüzden sağlığında para kazanıp, lüks içinde yaşayan nadir sanatçılardan.

MÜZENİN HER KÖŞESİNE BİR SÜRPRİZ SAKLANMIŞ

Bordo rengi müze binasının üzerine Dali, ekmeği simgeleyen şekiller yapıştırmış, bazıları bunları dışkı olarak algılamış. Müzenin önündeki alanın adı Gala-Salvador Dali Meydanı. Meydanda ünlü Fransız sanatçı Meissonier’in traktör tekerlekleri üzerine oturtulmuş heykelleri ve Newton’a ithaf edilmiş bir heykel bulunuyor. Biletinizi alıp müzeye girdiğinizde, bir avlu görüyorsunuz. Avlunun ortasında bir Cadillac var, eserin adı da “İçinde yağmur yağan Cadillac.” Otomobilin yanındaki düğmeye para attığınızda, içinde yağmur yağıyor! 1936-39 yılları arasındaki İspanyol İç Savaşı esnasında hasar gören bu tiyatronun sahne kısmında Dali’nin Laberinto Balesi için yaptığı dev bir eser var. 8,8 metreye 13 metre boyutundaki bu tabloda kafatasında çatlaklar, göğsünde yüreğine açılan kapı olan biri resmedilmiş. Solda ise çok sıra dışı bir çalışma bulunuyor. “Çıplak Gala denize bakıyor” isimli bu tabloya uzaktan baktığınızda Gala’nın çıplak vücudu yerine eski ABD başkanı Abraham Lincoln’un yüzünü görüp şaşırıyorsunuz. Ünlü sanatçının mezarının da olduğu müzede dolaştıkça şaşkınlığınız iyice artıyor ve Dali’yi takdir ediyorsunuz. Matador isimli tabloya baktığınızda, önce çok sayıda Güzellik Tanrıçası Venüs resmi görüyorsunuz, dikkat ettiğinizde ise ortaya bir boğa güreşçisi çıkıyor.
Ünlü ABD’li sanatçı Mae West’in adını taşıyan oda ise başka bir alem. Koskoca bir kadın büstü düşünün, fakat dudakları kanape, burnu şömine, gözleri ise duvardaki iki tablo olsun.
Rüzgar Sarayı adını taşıyan odanın tavanında da muhteşem bir tablo var. Hemen yanındaki odada “Yatak Odası” isimli bölüm mevcut, burada ise genelevden alınma bir yatak ile Türk işi bir ayakkabı boyacısı sandığı bulunuyor.
Dali bu arada tabaklara resimler çizmiş, karşılarına da şişeler dizmiş. Tabakta bir kadın suratı görüyorsunuz, şişedeki yansıması çıplak bir vücuda dönüşüyor. Ya da sinek olarak gördüğünüz bir resim şişeye palyaço olarak yansıyor. Hayal gücünün sınırı yok!

KARLOVY VARY / ÇEK CUMHURİYETİ
Karl’ın banyolarında rahatlayın şifalı sularını tadın


Prag’a otobüsle 2,5 saat uzaklıktaki Karlovy Vary, bir kaplıca cenneti. Efsaneye göre kaplıcalar 1350’de IV. Karl’ın av köpeklerinden birinin bir sıcak su pınarına düşmesiyle keşfedilmiş. 16. yüzyılda da 200’ün üzerinde kaplıca inşa edilmiş. 1800-1920 yıllarında zengin aristokratların Karlovy Vary’yi keşfetmesiyle /images/100/0x0/55ea8606f018fbb8f8858f2apopüler hale gelen kent, Art Nouveau stilde evler, parklar, tiyatrolar ve otellerle donatılmış. Zamanında Atatürk’ün de bir ay kalıp şifa aradığı bu şirin kaplıca kenti, masalsı izler taşıyor. İmparator I. Franz Josef, Kazanova, Kafka ve Beethoven da burada sağlıklarının peşine düşen ünlülerden. Mozart ve Rus Çarı Pedro’nun evleri artık otel ya da kafe olarak kullanılsa da, Karlovy Vary’de hâlâ ortaçağın kent dokusu hakim. Kent ayrıca porselenleri, Moser cam işleri, film festivali ve “Becherovka” adı verilen ve ağrılara iyi geldiği rivayet edilen tarçınlı likörü ile ünlü.
Karlovy Vary, ya da Türkçe söylemek gerekirse Karl’ın Banyoları’nda, 19. yüzyıldan kalma güzel SPA’ların arasında bazen 1970’lerin facia mimarisinden örnekler de görüyorsunuz. Tepla ve Ohre nehirlerinin aktığı bu Bohemya şehrinde her yer su. Lazenska pohar dedikleri bardaklardan bir tane alıp 60 bin nüfuslu Karlovy Vary‘deki 12 farklı termal suyun tadına bakıp sağlığınıza kavuşabilirsiniz! Bunlar işe yaramazsa “13’üncü” ismi verilen Becherovka’yı denersiniz!
Jan Becher, 1807’de adını verdiği Becherovka’yı üreten ilk kişi olmuş. Şehirde Jan Becher’in müzesi de var. Grand Hotel Pupp’un arkasındaki Diana Gözlem Kulesi 1914’de yapılmış ve şehrin manzarasının tadını çıkaracağınız yerlerden. Karlovy Vary’de 1857 yılında kurulan ve krallara cam üreten Moser fabrikasını gezebilirsiniz.
Şehirdeki en iyi tesis ise Grand Hotel Pupp. Orta Avrupa’nın en güzel otellerinden Pupp’un SPA’sı da çok iyi. Geçmişi 18’inci yüzyıla giden otel, Karlovy Vary Film Festivali için gelen konukları ağırlıyor. 21’inci James Bond filmi “Casino Royal”de Pupp “Hotel Splendide” olarak kullanılmıştı. En azından bir kahve molası için uğrayın ve sonbaharın tadını bir fincan kahvenin lezzetinde yaşayın.

KOPENHAG / DANİMARKA
Şatolar ve kalelerin arasında


Zealand, Danimarka’nın en büyük adası. Bu adadaki başkent Kopenhag, güzel bir şehir ve etrafında birbirinden güzel sürprizler var. Günübirlik bir turda, farklı dünyaların kapılarını aralayıp keyifli zaman geçirebilirsiniz./images/100/0x0/55ea8606f018fbb8f8858f2c
Şehir, dünyanın en uzun köprülerinden, 22 kilometrelik Oresund’la İsveç’in Malmö kentine bağlanıyor. Yol, Danimarka Rivierası diye adlandırılan bölgeden geçiyor. Şehirden sekiz kilometre uzaklaştığınızda ilk plaj karşınıza çıkıyor, devamında ise kralların avlanma sahası olarak kullandıkları, geyiklerle dolu ormanlar var. Oresund Denizi manzaralı evlerin hepsi birbirinden güzel; kimi malikane büyüklüğünde, kimisi ise sazlardan yapılma çatılarıyla, eski balıkçı evlerinden bozma ama gözü rahatsız eden hiçbir şey yok. Bu mevsimde sarılar ve kahverengilerle dostluk eden yeşil doğa ve mavi deniz hoş bir mimariyle desteklenmiş. Ülkenin en önemli yazarlarından Karen Blixen bu bölgede yaşamış, 1962’de ölmüş. Yazarın, Kenya yıllarını anlattığı Benim Afrikam, 1985’de filme çekilmiş, Meryl Streep ve Robert Redford oynamıştı. Babette’in Ziyafeti de onun bir öyküsünden beyaz perdeye aktarılmıştı. Yazarın evi bugün müze olarak ziyaretçilere açık.
Şehirden 35 kilometre sonra muhteşem bir sanat müzesi olan Louisiana var. Koleksiyonundaki Andy Warhol, Joan Miro, Picasso ve heykeltraş Alberto Giacometti gibi ustaların eserleri nefes kesiyor. Farklı sanat dallarında sürekli değişen sergileri insanın ufkunu açıyor. Sabahları 10’da açılan müzenin çocuklara sanat aşkı aşılayan özel bir birimi bulunuyor. 19. Yüzyıl’dan kalma, deniz kenarındaki bir malikanede yer alan müzede güzel manzaralı bir restoran da var.

HAMLET’İN HARAÇ ŞATOSU

Danimarka’da sarayların neredeyse tamamı kale olarak geçiyor, bazıları da gerçekten kale gibi mimariye sahip. Sheakespeare’in Hamlet’iyle ölümsüzleşen Kronborg Kalesi, İsveç ile Danimarka arasındaki Oresund Denizi’nin en dar noktalarından birinde inşa edilmiş. Önünden geçen gemilerden vergi alınır, ödemeyen topa tutulurmuş. Bu gelenek 19. Yüzyıl’ın ikinci yarısında ABD devreye girince sona ermiş. Ülkenin her köşesine imzasını atan IV. Christian döneminde kalede çok sayıda değişiklik yapılmış. Bugün kaleye gelmeden önce, koruma maksadıyla yapılmış köprüler, hendekler ve kapılardan geçiyorsunuz. Güzel bir kilisenin olduğu avluya girmeden manzaranın tadını çıkartıp denizin öbür tarafına, İsveç’teki Helsingborg’a bakın. Şövalyeler Salonu ve Kraliyet ailesine ait bölüm dışında kalede bir de Denizcilik Müzesi var.
Kronborg’dan Kraliyet ailesinin yazlık saray olarak kullandığı Fredensborg’a giderken, Danimarka’nın ikinci büyük gölü Esrum’un muhteşem manzaraları size eşlik ediyor. Danimarkalıların hayatı İsveçlilerle savaşmakla geçmiş. En sonunda, 1722’de barış imzalamışlar. Sarayın adı da bu yüzden “Barış” anlamını taşıyor. En son veliaht prens Frederik ile Avustralyalı eşi Mary’nin düğün törenleri bu sarayda gerçekleşmişti. Sarayın en güzel taraflarından biri de Fransız etkisi taşıyan, içinde sıradan insanların heykelleri bulunan park. Fredensborg’un kurucusu IV. Frederik parti vermeye meraklıymış, saray konaklamaya yetmeyince yanına Store Kro Hoteli’ni yaptırmış. Vaktinde önemli isimlerin kaldığı otel hoş bir mekan, öğle yemeği molası için ideal.

HILLEROD’UN KONYALILARI

Danimarka’nın en muhteşem kalesi Frederiksborg, 1602-1622 arasında, IV.Christian tarafından, babası II. Frederik’in anısına yaptırılmış. Bir göl üzerindeki üç küçük adaya inşa edilmiş kalenin girişinde ziyaretçileri Neptün Çeşmesi karşılıyor. Krala ait bölümden kaleye girdiğinizde önce alçı kabartmalarıyla dikkati çeken Şövalyeler Salonu var. Zamanında lord ve leydiler buradaki ziyafetlerin konuğu olmuş. İçinde Danimarka krallarının taç giyme törenlerinin yapıldığı görkemli bir şapel ve Merasim Salonu bulunan yapıdaki Danimarka Ulusal Tarih Müzesi’ni ziyaret edibilirsiniz. Etraf binlerce tabloyla dolu. Müzenin 20. yüzyıl sanatçılarına ayrılan bir bölümü var. Ekimde, 1600’lerden kalma ve barok bahçelerde yürüyüşüne çıkmak ise ayrı bir keyif, sonbaharın tüm renklerini göreceksiniz. Son gittiğimde ortaçağ esintileri taşıyan bir dans gösterisiyle geçmişin dünyasına sürüklenmiştim. Kalenin bulunduğu Hillerod kasası Konyalı Türklerin mekanı. Kasabanın girişindeki Babylon Restaurant’tan tutun meydandaki Casa Nostra’ya, alışveriş merkezindeki dönerciye kadar çok Türk var, yemek yerken hiç lisan problemi yaşamıyorsunuz. Bizimkiler kebap kültürünü tüm İskandinavya’ya yaymış. Benim favori mekanım ise ana meydanın tam ortasındaki kale manzaralı kafe, özellikle de yılın bu döneminde.
Yazının Devamını Oku