Phuket servis turizmi konusunda oldukça iddialı. Konaklama ve yeme-içme mekânları başta olmak üzere her yerde üst düzey bir ilgi ve özenle hizmet ediyorlar; güler yüz vazgeçilmez. Haliyle tatiliniz boyunca kendinizi çok özel biri gibi hissetmeniz ve şımarıklığın doruklarında dolaşmanız olağan.
Doğayla aşk başkadır
Phuket’in etkileyici bir doğası var. Yeşile, maviye doyacaksınız. Tayland’ın güneyinde Andaman Denizi kıyısındaki ada, anakaraya küçük bir köprü ile bağlı. Adada manzara izleme noktaları var; en güzeli de Phromthep Burnu. Günü bir kez burada batırmak gerek.
Büyüleyici kelebekler
Tayland tam bir kelebek cenneti! 40’tan fazla türe ait kelebeklerden yaklaşık 10 bini Kelebek Bahçesi’nde görülebiliyor. Rengârenk bir dünya! Sadece kelebekler yok burada; eğer merakınızı cezbediyorsa akrep ve örümcek türlerini de görebilirsiniz.
Tokat Karadeniz ve Akdeniz arasındaki geçiş yolu üzerinde. Konumu nedeniyle geçmişte çok önemli bir kentmiş. Tarih sahnesine ilk olarak 7 bin yıl önce çıkmış. Hitit, Helen, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı Tokat’ta yaşayan medeniyetlerden bazıları… Bu kültürel zenginlik şehrin dokusuna yansımış elbette ama maalesef takip edilecek somut izlerin çoğu bugüne ulaşamamış. Mevlana’nın “Tokat’a gitmek gerek. Çünkü Tokat’ta insan ve iklim mutedil” dediği şehri, Evliya Çelebi öyle bir anlatmış ki okuyan tüm Tokatlıların gururunun okşanacağı kesin:
“Bu havası hoş şehrin dört tarafında bahçe ve bostanlar, içinden sular akar. Her bağında birer köşk, havuz, fıskiyeler ve çeşitli meyveler bulunur. Halk zevk ehlidir. Gariplerle dostturlar, kin tutmaz, hile bilmez, yumuşak huylu insanlardır. Cami, saray, köşk ve imaretleri o kadar sağlam ve güzel olur ki buralara girenler hayran olur. Bu eski ve tarihi şehir alimler konağı, fazıllar yurdu ve şairler yatağıdır.”
Sezar’dan Kazıklı Voyvoda’ya
Çivi Yazısıyla Karpata
Harput demek ‘Taş Kale’ demek. Kaya blokları üzerine korunaklı biçimde inşa edilen yerleşimin tarihi M.Ö. 2000’lere dek uzanıyor. M.Ö. 19. yüzyıldan günümüze ulaşan Asurlara ait çivi yazısı tabletlerde ise Harput’tan ‘Karpata’ olarak söz ediliyor. Bölgeye ilk Hurriler ve Hititler gelmiş. M.Ö. 900’lü yıllardan itibarense uzun süren bir Urartu hâkimiyeti başlamış. İran ve Roma medeniyetleri de Harput’tan geçmiş. Sonrasında da Türk beylikleri ve nihayetinde Osmanlı... Tüm bu tarihi zenginliği Harput’un atmosferinde hissetmemek mümkün değil. Zaten ilçe bir açık hava müzesi görünümünde…
Süt Kalesi’nden Kuşbakışı
Harput’u keşfetmeye meşhur kalesi ile başlayın. Diğer adı da ‘Süt Kalesi’; çünkü yapımında su yerine süt kullanıldığı yönünde bir halk inanışı var. M.Ö. 8. yüzyıla dek uzanıyor kalenin tarihi. Farklı uygarlıklar savunma amaçlı kullanmış; 1193’te ise Kudüs Kralı Baudouin burada bir ay hapis yatmış. Harput Kalesi’nin zirvesinden, Kale Hamamı’nın kalıntılarını ya da Keban Barajı’nın oluşturduğu gölün manzarasını izleyebilirsiniz.
Anadolu’nun İlklerinden Ulu Cami
1157 yılından günümüze ulaşan yapı, Anadolu’daki en eski camilerden biri olma özelliğine sahip. Eğik minaresiyle ünlü… Yapımı Artuklular’a ait ama Selçuklu – İran karışımı bir mimari var ortada ve bu özelliğiyle diğer Artuklu yapılarından ayrılan şaşırtıcı bir üsluba sahip. Abanoz ağacından yapılmış minberi ait olduğu yerde değil, onu Kurşunlu Camii’nde görebilirsiniz. Bir de gittiğinizde dikkat edin mihrabın önünde bulunan kare alan bir kubbeyle örtülmüş. Bu o döneme dek uygulanan bir tarz değil, o yüzden Anadolu’da yapılan kendisi kadar eski diğer camilerden ayrılıyor.
Yaşa Sanat Yaşa
Dünyanın en prestijli ve önemli sanat organizasyonlarının başında gelen Venedik Bienali 13 Mayıs’ta açıldı ve gezebilmek için hala zamanınız var. İlk kez 1895 yılında düzenlenen, iki yılda bir sanatseverlerle buluşan sanat bienalinin bu yılki teması ‘Viva Arte Viva’, yani ‘Yaşa Sanat Yaşa’ küratörü ise Christine Macel.
Sanatın insanlığın en temel ifade ve düşünme aracı olduğuna dikkat çeken 1969 doğumlu Macel, Paris’te bulunan ünlü sanat merkezi Pompidou’nun da baş küratörü aynı zamanda. ‘Sergi bu sene ilhamını hümanizmden aldı’ diyor sanatçı. Belirtilen tarihler aralığında tüm Venedik bir sergi alanına dönüşse de bienalin iki ana mekânı Giardini ve Arsenale. Şehrin merkezi olan San Marco Meydanı’na yaklaşık 15 dakika yürüme mesafesinde olan sergi alanlarında 51 ülkeden 103’ü ilk kez bienale katılan 120 sanatçının eserleri var.
Yeni yeni farkına vardı Türk gezginleri turistik gemi yolculuğunun. Ve artık hem dünyada, hem de ülkemizde eskisinden daha da popüler. Önceden sadece üst düzey gelir grubunda olanlar yararlanabiliyordu. Gemi sayılarının ve yolcu kapasitelerinin artması rekabete yansıyınca fiyatlarda yaşanan düşüşlerden sonra orta gelir grubundan kişiler de yararlanır oldu. Öyle ki bir haftalık gemi seyahatinin fiyatı, şık bir otel ya da tatil köyü ile aynı rakama gelmeye başladı. Bavul toplamadan, havaalanlarına saatler öncesinden gitmeden seyahat edebilmek, hep aynı kabinde kalmak, aynı yatakta uyumak ama her gün ayrı bir coğrafyada uyanmak, indiğiniz liman kötü bile olsa temiz bir kabine döneceğinizi, lezzetli yemekleri yiyeceğinizi bilmek...
Düşünsenize gece yatıyorsunuz gemi bir şehrin limanındayken, sabah perdeleri açtığınızda bambaşka bir şehir karşılıyor sizi.Gemilerin çoğunda kumarhane, spor salonu, güzellik merkezi ve spa, gümrüksüz alışveriş mağazaları, çocuk kulübü, yüzme havuzları ve revir var. Bazı gemilerde 24 saat açık büfe, değişik ülkelerin mutfaklarını deneyebileceğiniz restoranlar da bulunuyor. Bunların bazılarından ekstra bir giriş parası ödeyerek, bazılarından ise ücretsiz yararlanabiliyorsunuz. Ismarladığınız bir şişe şarap çok gelirse dert etmeyin, bir başka gece yemek yiyeceğiniz diğer bir restoranda kalanını içebiliyorsunuz. Sizin adınıza saklıyorlar çünkü.Yemek sonrasında ise çok güzel gösteriler sizi bekliyor. Değme müzikalleri, tiyatroları, konser ve sirk gösterilerini seyredebiliyorsunuz deniz üstünde. Canınız sadece müzik dinlemek istiyorsa canlı müzik yapan çok sayıda bar mevcut bu tür gemilerde. Dalga havuzları, açık hava sinemaları, buz pateni pistleri, tırmanma duvarları olan gemiler de diğerlerinden farklı olarak ön plana çıkıyor.
Gemi yolculuğunda nelere dikkat etmeli
Limana ilk geldiğinizde sizden rezervasyon evraklarınızı alarak, bir resminizi çekiyorlar ve size bir ‘cruise card” ya da ‘boarding card’ veriyorlar, pasaportunuz ise vize mecburiyeti olan limanlara uğranılıyorsa, geminin resepsiyonunda muhafaza ediliyor. Gemilerin çoğunda kimlik, kredi kartı ve oda anahtarı olarak geçen bu kartı sakın kaybetmeyin. Bu kartla gemiye girip çıkıyorsunuz. Odanızın kapısını genelde bu kart açıyor. Geminin alışveriş merkezinde, barlarda, restoranlarda, ekstra her harcamanızda nakit yerine bu kartı kullanıyorsunuz. Kredi kartınızın slibini resepsiyona bırakırsanız, bütün harcamaların faturası son gece kapınızın altından kabininize bırakılıyor. Hesap doğruysa başka bir işlem yapmanıza, kuyruklarda beklemenize gerek kalmıyor.
Bir yanında Brezilya, Venezuella, diğer yanında Ekvador ve Peru, öbür tarafında Karayip Denizi ve Panama ile Büyük Okyanus var Kolombiya’nın. Bulunduğu konumun hakkını fazlasıyla veren gizli bir güç olmuş kıtada.İsmini Amerika kıtasına gelen ilk Avrupalı’dan, Kristof Kolomb’dan almış. Almış almasına ama aslında Kolomb buraya hiç ayak basmamış. İspanyol sömürgecilerden önce Muisca, Tayrona ve Quimbiya gibi Kızılderililerin anavatanı olmuş. Ülkede hâlâ yerli halka rastlamak mümkün.Gelelim Kolombiya’nın başkenti ve en kalabalık şehri Bogota’ya. Güney Amerika’nın en hızlı büyüyen metropollerinden. Rakımı sebebiyle La Paz ve Quito‘dan sonra dünyanın en yüksek üçüncü başkenti.
Graffiti dolu sokakları, enfes kahvesi, birbirinden güzel çiçekli parkları, koloniyel tarzı binalarıyla görülmeye değer bir şehir Bogota. Birçok üniversitesi, eğitim kurumu, müzesi ve anıtlarıyla Kolombiya’nın en önemli kültür merkezi. Kolombiya ayrılıkçı gerillalar ile yıllardır süren iç savaşa rağmen her geçen yıl daha da gelişiyor. Sınırındaki ormanlarda elinde dev tüfeklerle Rocky kılıklı adamların dolaştığı, şehrin tozlu yollarında eski model jipleriyle gezen İndiana Jones’ların olduğu, köşeleri uyuşturucu mafyasından kara gözlüklü adamların tuttuğu, havaalanında geveze, neşeli ama biraz deli bir şoförün pazarlıkla sizi çekiştirdiği, alışveriş için büyü ayini malzemeleri satan dükkânlara yolunuzun düşeceği, daha kötüsü bu ayinlerin yapıldığı köylerde mahsur kalacağınız ve törenlerde nerdeyse kurban olacağınız bir şehir bekliyor olabilirsiniz. Oysa ki şehrin gelişmişliğini daha havaalanından itibaren Bogota’nın her dokusunda hissedebiliyorsunuz.
İSTANBULKapı çalana açılır
Pera Palas başta olmak üzere İstanbul’un en güzel binalarında imzası olan Osmanlı’nın İtalyan asıllı mimarı ‘Alexandre Vallaury’nin yaptığı bu müthiş yapıyı mutlaka görmelisiniz. Bienalin ana sponsoru Koç Holding. Abdülmecid Efendi Köşkü de Koç grubuna ait ve normalde ziyarete açık bir yapı değil. O yüzden hazır imkân varken mutlaka görün. Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Koç’un kişisel sanat koleksiyonundan yapılan seçkiyle çok etkileyici bir sergi hazırlanmış. Türkiye’den ve dünyadan 24 sanatçının 18. yüzyıldan günümüze uzanan 30 eseri var; bir kısmı Türkiye’de ilk kez sergileniyor.
Zaman ve değişim, hareket ve duraksama, insan ve hayvan, canavar ve melek gibi kavramlar irdeleniyor.Bienal’in teması ‘İyi Bir Komşu’ydu; bu serginin adı da ‘Kapı Çalana Açılır.’ Aslında haftanın üç günü ziyaret ediliyordu ama yoğun ilgi görünce altı güne çıkarmışlar. Pazartesi günleri hariç haftaiçi 14.00-19.00, haftasonları ise 11.00-19.00 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz. Bienalin tüm sergilerinde olduğu gibi burada da giriş ücretsiz.
Sanat ve edebiyat için köşk
1-ADANIN TEPELERİ
Adını demir ve bakır madenlerinin etkisiyle kızıla çalan toprağından alan Kınalıada, Prens Adaları içinde en fazla imarlaşmış olanı diyebilirim. Manzara izlemek isterseniz 115 metre rakımdaki Çınar Tepesi’ni, ondan 5 metre daha aşağıda kalan Teşrifiye Tepesi’ni ve 93 metrelik Manastır Tepesi’ni tercih edebilirsiniz. Adayı bir baştan diğer başa yürümek ise yapacağınız en kolay şey. Sadece yarım saatinizi alacak. Tabii vereceğiniz fotoğraf molaları buna dahil değil. Bizans zamanında adadan çıkartılan taşlarla İstanbul surları inşa edilmiş, 19 yüzyılda Tophane Rıhtımı ve Haydarpaşa Limanı’nın yapımında da ada taşlarından istifade edilmiş.
2-SURP KRİKOR LUSAVORİÇ KİLİSESİ
İklimin sert ve ağaçlık alanın az olması nedeniyle Kınalıada İstanbullu yazlıkçıların uzun yıllar ilgi alanına girmemiş. Buraya ilk yerleşenler, 19. yüzyıl başlarında İstanbullu Ermeniler olmuş. Adaya ilk vapur seferi de 1846 yılında başlamış. Adanın elektriğe kavuştuğu tarihse bir yıl sonrası.
Prens Adaları içindeki tek Ortodoks Ermeni Kilisesi beyaz badanalı bir yapı. Adı Surp Krikor Lusavoriç. Temeli 1854 yılında atılmış 3 yıl sonra da ibadete açılmış. Kilisede bir ibadet bölümü bir de mihrap yer alıyor. İki adet de şapeli var. Civarın ilk papazı olan kıdemli peder Dionisios Çizmeciyan, Kınalıada’ya yerleşen ilk Ermeniler arasındaymış. Kilise yazları tatil için gelen cemaatin yararlanması için yapılmış, peder de gönüllü hizmet vermiş. Mezarı kilisenin bahçesinde bulunuyor.
Kilisenin yakınında Gülbenkyan Vakfı tarafından bağışlanan bir bina var. Patrikhane’nin yazlık konutu ve yoksul çocukların yararlanmaları için oluşturulan Karagözyan Yetimhanesi, dinlenme evi olarak kullanılıyor. Kilise en son 1988 yılında onarımdan geçmiş ve bugünkü çan kulesi de o onarım sırasında yapılmış.