19. yüzyıldan itibaren ulaşım olarak kullanılan yolcu gemileri, daha sonraları bu işlevine ek olarak turistik bir nitelik de kazanmış. Başlarda sadece zenginlerin kullanabildiği bir tatil alternatifiyken şimdi gemilerin sayısının ve kapasitelerinin artmasıyla ortaya çıkan fiyat uygunluğu nedeniyle, çok daha fazla kişi için ulaşılabilir hale geldi.
Yorgunluk yok, bolca keşif var
Cruise seyahatleri özellikle son 10 yılda giderek popülerleşti. Ülkemizde de çok sevildi. Çünkü bir seyahate çıkıp onlarca farklı yeri görmek, yerli gezginlere cazip geldi. Ne bavul toplama ne sürekli bir farklı bir otele yerleşme ne yollarda kaybedilen zaman… Bir taraftan tatil yaparken bir taraftan sürekli yol alıyorsunuz. Eşyalarınız, odanız da yerli yerinde. Sonra gemi bir limana yanaşıyor; başlıyorsunuz yeni bir durağı keşfetmeye. Farklı insanlar, farklı kültürler, farklı lezzetler… Günün sonunda yine evinize döner gibi gemideki kabininize dönüyorsunuz.
Yok yok dedikleri…
Televizyon kanallarını fethetmiş Türk dizilerinin etikisi var mıdır bilinmez ama Sırplar, milliyetçi olsalar da Türklere karşı çok sıcakkanlılar. Kanuni Sultan Süleyman dizilerden çok önce, 1521’de fethetmiş şehri. Belgrad’da, hatta ülkede o kadar çok iz var ki Osmanlılar’dan kalan, yabancılık çekmeyeceğiniz kesin. Pekçok sözcük Türkçeden evrilmiş. Size çok tanıdık gelecek isimler göreceksiniz sık sık.
Haydi gelin gezmeye başlayalım şehri. Kent merkezinden Knez Mihailova adlı cadde boyunca yürüyelim, kocaman parkı ve şahane manzarası ile Kalemegdan’a gidelim. Kale şehrin tam merkezinde ve haftanın her günü ziyarete açık, üstelik de ücretsiz. Kaleyi çevreleyen parkın adı Kale Megdan, yani Kale Meydanı. Osmanlı hakimiyeti döneminden kalmış. İstanbul Kapısı ve Saat Kule gibi bu meydanın da Türkçe ismini aynen muhafaza etmiş Sırplar.
Müthiş manzara
Parkın içindeki geniş teras, Sava ve Tuna nehirleri ile şehrin muhteşem manzarasını sizlere hediye ediyor. Romantizmin izleri havasında da var, manzarasında da. Yok eğer önce tarih diyorsanız o zaman III. Ahmet döneminde sadrazamlık yapmış Mora Fatihi’nin, Damat Ali Paşa’nın türbesine gidelim. Bir türbe daha var kentte Osmanlılardan kalan. Kalenin aşağısındaki Şeyh Mustafa Türbesi.
Osmanlı’ya 14 yıl hizmet etmiş Sırp asıllı sadrazam Sokullu Mehmet Paşa Çeşmesi’ni de görmeden geçmemeli. Çeşme olduğu gibi duruyor tek kusuru; artık suyu yok. Bir de Belgrad Zafer Anıtı var kalede adına Pobednik dedikleri. Sırpların I. Balkan Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’na karşı kazandıkları zaferin anısına dikilmiş.
Şehrin göbeği
1- Ah O Evler
Mardin’in dünyaca ünlü evleri, Kuzey Suriye tarzı olarak nitelenen taş yapılardan oluşur. Benzerlerine Niğde ve Kayseri’de rastlamak mümkün... Bölgede ünlü olan sarı kalker taşı kullanılmış. Bu taş evlerin yazın serin kışın sıcak olmasını sağlıyor. Mardin evlerinin bir özelliği sıva malzemesi kullanılmaması. Mezopotamya ovasına açılan kapılar tepenin eğimi üzerinde kuruldukları için en az iki katlı yapılmışlar. Ve hiçbirinin gölgesi de birbirinin üzerine düşmeyecek şekilde planlanmış.
2- Müzedeki Fark
1- Tekstilden çay tarımına
Rize geçmişte bir tekstil kenti ve ticaret merkeziymiş. Evliya Çelebi 1640 yılında ziyaret ettiğinde; “Trabzon’a bağlı, deniz kıyısında, bahçeli, güzel bir yer” diye anlatmış. Cumhuriyetin ilanından sonra kısa süreliğine Artvin ile birleştirilerek Çoruh vilayeti olmuş. 1924 yılında da il ilan edilmiş. Aynı yıl şehri ziyaret eden Atatürk, şehrin ileri gelenlerinden Mehmet Mataracı’nın evinde kalmış.
2- Atatürk Evi ve Rize Müzesi
Rize merkezde görülecek çok şey yok. Ama mutlaka turlamak isterseniz iki müze aklınızda bulunsun. Biri Atatürk’ün kaldığı Mataracı Konağı. Aile tarafından müzeye dönüştürülmesi için Ata’nın 100. doğum yılında il özel idaresine bağışlanmış. Atatürk Müze Evi olarak ziyarete açık. Rize Müzesi’nde ise hem kent kültürünü yansıtan öğeleri hem de arkeolojik buluntuları görebilirsiniz. Binası da yöresel mimarinin en güzel örneklerinden; diğer adıyla Sarı Ev olarak biliniyor. İçinde kent kültürünü yansıtan öğeler ile arkeolojik buluntular birlikte sergileniyor.
3- Fırtına Vadisi’ne nazır Zilkale
Rize’de Ortaçağ’dan kalma çok sayıda kale olduğunu daha önce duydunuz mu? En büyüğü tarihi MS 6. yüzyıla dek uzanan Rize Kalesi; ardından da Zilkale geliyor. Aynı zamanda Rize’nin ez güzel ve en turistik noktalarından biri.
Ülkemizden vize istemeyen Panama’da mutlaka gidilmesi gereken yer hiç kuşkusuz ki başkent Panama City. 1519 yılında kurulan dünyanın önemli limanlarından olan Panama City, Arnavut taşlı dar sokaklar ile bezenmiş taş binaları, şehrin içine serpiştirilmiş amazon ormanları kıvamında yeşil, plajları ve müzeleriyle hoş bir şehir…
Panama nüfusunun çok büyük bir kısmını Mestizo dedikleri İspanyol-Kızılderili melezleri oluşturuyor. Derinin rengi bir şey ifade etmiyor bu şehirde. Nüfusun zenci kesiminin yüzde 60’ı ataları Jamaika ve diğer adalardan esir gelen insanlar. Ülkede resmi dil İspanyolca ama İngilizce de oldukça yaygın.Şehir tropikal iklim kuşağında, yaşayanlarsa çoğunlukla Latin kökenli… O zaman ne diyelim: Dans, dans, dans… Eğlence dünyası için ülkeden beklenebilecek bütün hareketlilik ve coşkuyu size gece gündüz sunuyor Panama.
Genelde emekli pek çok orta yaş insanının yaşamak için bu ülkeyi, bu şehri tercih ediyor olması gençlerin önünü kesmemiş. ‘Calle República de Uruguay’ yani Uruguay Caddesi’nde sıralanan gece kulüpleri Panama City gece hayatına renk katıyor. Şehir merkezine pek çok alışveriş merkezi de serpiştirilmiş. Multiplaza AVM’yi deneyebilirsiniz. Bella Vista Bölgesi’nde tezgâhlarda satılan Panama işi örtüler, danteller, kumaşlar da ilginizi çekebilir.
Gelelim şu ünlü kanala.
Sadece Panama için değil dünya ekonomisi için de büyük bir önemi var kanalın. Düşünsenize kanal inşa edilmeden önce Avrupa’dan yola çıkan bir yük gemisinin Batı Amerika kıyılarına ulaşmak için Güney Amerika’nın en güney ucu olan Macellan Boğazı’ndan geçmesi gerekiyordu. 1800’lü yıllarda Fransızlar başlamış yapımına ama bitirmek Amerikalılara kısmet olmuş, 1914’de inşası tamamlanmış.
Aslında Denizli bugünkü şehrin bulunduğu yerden 6 km. daha kuzeye kurulmuş ama sonra su daha bol olduğu için bugünkü yerine taşınmış. Şehirde hüküm süren uygarlıkların bıraktığı zengin bir miras var. Hitit, Frig, Ion, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı izleri farklı biçimlerde çıkıyor karşınıza. 30’a yakın antik kente, 20’yi aşkın höyüğe sahip olduğunu da eklersem, Denizli’nin tarihi dokusu biraz daha netleşir zihninizde.
Eşsiz güzellik Pamukkale
Çal Dağı’ndan çıkan termal sularda çözülmüş halde bulunan kalsiyum bikarbonat, tepelerden aşağıya doğru süzülüyor. Süzülürken içindeki karbondioksit havaya karışarak teraslarda sert tebeşir biçimindeki travertenleri oluşturuyor. Ve huzurlarınızda Pamukkale!
Denizli merkeze 20 km. uzaklıktaki Pamukkale’nin dünyada eşi yok. Ayakkabılarınızı elinize alıp, binlerce yılda meydana gelen bu traverten teraslarda yürüyebilir; güneşin batışını hiçbir yerle kıyaslanamayacak keyifle izleyebilirsiniz.
Syntagma Meydanı
Atina’nın kalbi, Syntagma Meydanı. Syntagma, anayasa demek. Meydana hâkim Parlamento binasının önünde, geleneksel giysileri ile ‘Evzoni’lerin nöbet değişim törenlerini izleyebilirsiniz. Askerler Parlamento Binası önündeki Meçhul Asker Anıtı önünde aralıksız nöbet tutuyorlar.
Kolonaki Meydanı
Syntagma Meydanı’nın hemen yukarısında lüks kafelerin ve özellikle marka mağazaların yer aldığı Kolonaki Meydanı var. Burada mutlaka bir yürüyüş yapın. Meydandan aşağı doğru uzanan Ermou ise yayalara ayrılmış ve zevkle yürünebilecek caddelerden biri.