21 Mayıs 2005
Yaz geldi geliyor...<br><br>Yani gelmesi lazım...<br><br>Eli mahkum, gelecek! Hatta elimize ulaşan haberlere göre eskisinden çok kavuracak bu sefer.
Gerçi fragmandan anlaşılmıyor... Yani kavuracakmış gibi göstermiyor arada gönderdiği numuneler...
Sağ gösterip sol vuracaktır belki... Neyse... Öyle ya da böyle yaz gelecek!
Hem havayı boşverelim... O bir ayrıntı. Esas herkesin kendine göre bir ‘yaz’ı var. Tarifi birbirine benzemeyen... ‘Yaz’ deyince aklına gelen... Kışlıkların kaldırılıp yazlıkların çıkarılmasından ibaret oluşundan tutun da Miami’deki yazlığa uçmaya kadar...
Sizin ‘yaz’ınız hangisi?
Pencerelerden süngerlerin çıkarılması...
Güneye inmek...
Damda uyumak... Hatta damdan düşmek...
Hayatın oturma odasından balkona taşınması...
Patlıcan biber kızartması...
Avludaki asmanın altı...
Denizin içine kurulmuş sofrada buzlu rakı...
Yeni aşklar...
Geçici bekárlık...
Badana boya...
Memlekete gitmek... Mahsul toplamak...
Dükkánın kapısında turist beklemek... Her sarışına ‘Buyurun madam’ demek...
Bulaşığa temizliğe yazlık evde devam etmek...
Istakoz olmak...
Arabanın üstünü açmak... Tekneden inmemek...
Yıldızların altında sabahlamak...
Açık büfe, beş yıldız, tam pansiyon oteller... O tur, bu tur, şu tur gezmeler...
Kumsalda bira içmeler...
Su kenarında fanilalı piknikler...
Trendi mekánlarda boy göstermeler...
Hangisi sizin ‘yaz’ınız?
Haydi çocuklar aşıya!
Huzurlarınızda Sağlık Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği’ne ‘Teveccühünüz’ demek istiyorum.
Zira geçenlerde ‘Ne Coğrafya Ama’ başlığı altında, gazetelerde yer alan yanlış uygulama yüzünden kızamık aşısının ölümcül hastalıklara neden olabildiği haberi üzerine yapmış olduğum yoruma karşılık bir açıklama göndermişler. Toplumu, aşılamaya karşı olan güveni sarstığımdan ve şu an yürütülmekte olan aşı kampanyasının başarısını olumsuz yönde etkileyebileceğinden falan söz ediliyor açıklamada.
Demek bu kadar etkiliyim!
Yani çocuğunu aşılatmaktan vazgeçebilir ana babalar... ‘Teveccühünüz’ deyişim bundan. Memleketin durumuna bakınca 30 senedir suya yazı yazmakta oldukları anlaşılan değerli ustalarıma selam olsun!
Bakın ne diyor Sayın Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri Mine Tuncel...
‘Yazınızda bahsedildiği gibi çocukların aşı yapıldığı için öldüğü kesinlikle doğru değildir. Aksine kızamık hastalığından ve buna bağlı olarak ortaya çıkan diğer hastalıklardan korunmanın tek yolu aşıdır.’
Buna itiraz edenin aklından şüphe etmek gerekir. İtiraz eden de yok zaten. Fakat her zaman olduğu gibi yanlış anlaşılma var.
İTİRAZ, KAŞ YAPAYIM DERKEN GÖZ ÇIKARMAYA, ÇOCUKLARIN YAĞMURDAN KAÇARKEN DOLUYA TUTULMALARINADIR. VURGULANMAK İSTENEN, BU MEMLEKETTE ‘FAYDA’NIN, İŞLER DOĞRU DÜRÜST, HAKKIYLA, EKSİKSİZ YAPILMADIĞI İÇİN ÇOĞU ZAMAN ‘ZARAR’A DÖNÜŞMESİDİR.
Yoksa ‘Çocuklar aşı olmasın’ diyen yok. Ha ‘Ben olmadım’ dedim. Evet olmadım.
Zaten Mine Tuncel de söylüyor. ‘Ülkemizde 1970 yılından beri kullanılan kızamık aşısı, hastalıkları önlemede kullanılan halk sağlığı araçları içinde en etkin ve en güvenli olanlardan birisidir.’
Benim çocukluğum 1970 öncesine denk geldi maalesef. Fakat yine de iyi sıyırtmışım ölümden. Aslında bana şöyle bir itiraz yapılabilirdi:
‘Pakize Suda!
Tıp her gün ileriye doğru koşmaktadır. Sizin çocukluğunuzda olmayan bir sürü ilaç ve tedavi yöntemi bulunmuştur. Kızamık aşısı da bunlardan biridir. Sizin kızamıktan ölmeyişiniz tamamen tesadüftür. Ancak takdir edersiniz ki çağımız, hayatın tesadüflere bırakılacağı çağ değildir.’
Takdir etmezsem ne olayım...
Fakat müşavirliğin aklına gelmemiş. Yazımı Mine Tuncel’in açıklamasından önemli bir bölümle bitiriyorum.
‘Kızamık aşısı ölümlere yol açmamakta, aksine kızamık hastalığına bağlı olabilecek milyonlarca ölümü önlemektedir.’
Mutlaka öyledir. Fakat yanlış uygulanmaması şartıyla. Aslında benim yerime, istenmeyen neticelere varılmasına sebebiyet verenler kimlerse onların peşine düşülse daha iyi olmaz mı?
Ölüm aşısızlıktan gelmesin ama aşıdan da gelmesin!
Hepimizin arzusu bu olmalı.
MIŞ-MUŞ
Mahsun Kırmızıgül Irak’ta halkın büyük sevgisiyle karşılaşmış.
Alişan da gidip bi yoklama çeker artık...
DYP, Fatih Terim ve Rıdvan Dilmen’e transfer teklif etmiş.
‘Parti’ uyduramadık ‘Takım’ verelim!
Unakıtan kaçak villasını yıktırıyormuş.
Zaten o ‘iyi örnek’ olmak için önce ‘kötü örnek’ olmuştu!
Yazının Devamını Oku 21 Mayıs 2005
Yaz geldi geliyor...Yani gelmesi lazım...Eli mahkum, gelecek!Hatta elimize ulaşan haberlere göre eskisinden çok kavuracak bu sefer.Gerçi fragmandan anlaşılmıyor... Yani kavuracakmış gibi göstermiyor arada gönderdiği numuneler...Sağ gösterip sol vuracaktır belki... Neyse... Öyle ya da böyle yaz gelecek!Hem havayı boşverelim... O bir ayrıntı. Esas herkesin kendine göre bir ‘yaz’ı var. Tarifi birbirine benzemeyen... ‘Yaz’ deyince aklına gelen... Kışlıkların kaldırılıp yazlıkların çıkarılmasından ibaret oluşundan tutun da Miami’deki yazlığa uçmaya kadar...Sizin ‘yaz’ınız hangisi?Pencerelerden süngerlerin çıkarılması...Güneye inmek...Damda uyumak... Hatta damdan düşmek...Hayatın oturma odasından balkona taşınması...Patlıcan biber kızartması...Avludaki asmanın altı...Denizin içine kurulmuş sofrada buzlu rakı...Yeni aşklar... Geçici bekárlık... Badana boya... Memlekete gitmek... Mahsul toplamak... Dükkánın kapısında turist beklemek... Her sarışına ‘Buyurun madam’ demek...Bulaşığa temizliğe yazlık evde devam etmek... Istakoz olmak... Arabanın üstünü açmak... Tekneden inmemek... Yıldızların altında sabahlamak...Açık büfe, beş yıldız, tam pansiyon oteller... O tur, bu tur, şu tur gezmeler...Kumsalda bira içmeler...Su kenarında fanilalı piknikler...Trendi mekánlarda boy göstermeler...Hangisi sizin ‘yaz’ınız?Haydi çocuklar aşıya!Huzurlarınızda Sağlık Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği’ne ‘Teveccühünüz’ demek istiyorum.Zira geçenlerde ‘Ne Coğrafya Ama’ başlığı altında, gazetelerde yer alan yanlış uygulama yüzünden kızamık aşısının ölümcül hastalıklara neden olabildiği haberi üzerine yapmış olduğum yoruma karşılık bir açıklama göndermişler. Toplumu, aşılamaya karşı olan güveni sarstığımdan ve şu an yürütülmekte olan aşı kampanyasının başarısını olumsuz yönde etkileyebileceğinden falan söz ediliyor açıklamada.Demek bu kadar etkiliyim!Yani çocuğunu aşılatmaktan vazgeçebilir ana babalar... ‘Teveccühünüz’ deyişim bundan. Memleketin durumuna bakınca 30 senedir suya yazı yazmakta oldukları anlaşılan değerli ustalarıma selam olsun!Bakın ne diyor Sayın Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri Mine Tuncel...‘Yazınızda bahsedildiği gibi çocukların aşı yapıldığı için öldüğü kesinlikle doğru değildir. Aksine kızamık hastalığından ve buna bağlı olarak ortaya çıkan diğer hastalıklardan korunmanın tek yolu aşıdır.’Buna itiraz edenin aklından şüphe etmek gerekir. İtiraz eden de yok zaten. Fakat her zaman olduğu gibi yanlış anlaşılma var. İTİRAZ, KAŞ YAPAYIM DERKEN GÖZ ÇIKARMAYA, ÇOCUKLARIN YAĞMURDAN KAÇARKEN DOLUYA TUTULMALARINADIR. VURGULANMAK İSTENEN, BU MEMLEKETTE ‘FAYDA’NIN, İŞLER DOĞRU DÜRÜST, HAKKIYLA, EKSİKSİZ YAPILMADIĞI İÇİN ÇOĞU ZAMAN ‘ZARAR’A DÖNÜŞMESİDİR.Yoksa ‘Çocuklar aşı olmasın’ diyen yok. Ha ‘Ben olmadım’ dedim. Evet olmadım.Zaten Mine Tuncel de söylüyor. ‘Ülkemizde 1970 yılından beri kullanılan kızamık aşısı, hastalıkları önlemede kullanılan halk sağlığı araçları içinde en etkin ve en güvenli olanlardan birisidir.’Benim çocukluğum 1970 öncesine denk geldi maalesef. Fakat yine de iyi sıyırtmışım ölümden. Aslında bana şöyle bir itiraz yapılabilirdi:‘Pakize Suda!Tıp her gün ileriye doğru koşmaktadır. Sizin çocukluğunuzda olmayan bir sürü ilaç ve tedavi yöntemi bulunmuştur. Kızamık aşısı da bunlardan biridir. Sizin kızamıktan ölmeyişiniz tamamen tesadüftür. Ancak takdir edersiniz ki çağımız, hayatın tesadüflere bırakılacağı çağ değildir.’Takdir etmezsem ne olayım...Fakat müşavirliğin aklına gelmemiş. Yazımı Mine Tuncel’in açıklamasından önemli bir bölümle bitiriyorum.‘Kızamık aşısı ölümlere yol açmamakta, aksine kızamık hastalığına bağlı olabilecek milyonlarca ölümü önlemektedir.’Mutlaka öyledir. Fakat yanlış uygulanmaması şartıyla. Aslında benim yerime, istenmeyen neticelere varılmasına sebebiyet verenler kimlerse onların peşine düşülse daha iyi olmaz mı?Ölüm aşısızlıktan gelmesin ama aşıdan da gelmesin!Hepimizin arzusu bu olmalı.MIŞ-MUŞMahsun Kırmızıgül Irak’ta halkın büyük sevgisiyle karşılaşmış.Alişan da gidip bi yoklama çeker artık...DYP, Fatih Terim ve Rıdvan Dilmen’e transfer teklif etmiş.‘Parti’ uyduramadık ‘Takım’ verelim!Unakıtan kaçak villasını yıktırıyormuş.Zaten o ‘iyi örnek’ olmak için önce ‘kötü örnek’ olmuştu!
button
Yazının Devamını Oku 17 Mayıs 2005
<B>SİZ </B>hiç kanepenin ya da arabanın altına girmekte olan bir kediye dikkat ettiniz mi?<br><br>Tam arkadan baktınız mı? Arka ayaklarını yana açıp yamyassı oluşuna?..
Peki karabatağın suya dalışına?..
Poposunu devirip gözden kaybolduğu ana?..
Ne komik, ne tatlı, ne sevimli olduklarını gördünüz mü?..
Açıkta bir yerde yemek yerken masanızın dibine gelen kediye ‘pstt’ demeden önce bir bakın...
Çatalın tabakla ağzınız arasında gidip gelişini nasıl takip ettiğine...
Arka bacaklarının üstüne oturmuş, boynunu hafif yana eğmiştir...
Göz göze gelirsiniz...
Korkmayın, atlayıp tırmalamaz oranızı buranızı!
Talep vardır ama ısrar yoktur.
Ama bakışlarının vicdanınıza ne yapacağını bilemem.
Ben en çok bir yere yetişir gibi hızlı hızlı gidişlerine bayılıyorum.
Öyle kararlı...
Takip ediyorum, nedir bu telaş...
A, aniden durup yalanmaya başlıyorlar. Başka da bir şey yok. O koşturma bunaymış.
Peki en derin uykusunda tek gözünü aralayıp istifini bozmadan etrafı dinlemesine denk geldiniz mi bir köpeğin?
Asayişin berkemal olduğuna kanaat getirdikten sonra pozisyon değiştirip uykuya kaldığı yerden devam etmesine?
Dünyalarına bir girseniz günlük programınıza alırsınız... ‘Bir ara hayvanlar seyredilecek.’
***
Şimdi yine ‘Çocuklar dururken...’ diye başlayan mail’ler gelir.
Hiç yeltenmeyin, çocuklar da var sırada.
Bir çocuğu dondurma yerken seyrettiniz mi hiç?
Böyle bir konsantrasyon görülmemiştir. Hani hakkını vermek olursa bu kadar olur.
Kimi ağzını hiç açmadan dilinin ucunu çıkarır dışarı... Kimi dünyayı yutacakmış gibi açar, dilinin köküyle yalar dondurmayı. Ortak yanları, biraz ana-baba tembihinden, en çok da bitmesin diye gıdım gıdım tüketmeleridir. Bir de zevkten titremeleri...
Her dil darbesinden sonra başlarını geriye atıp dondurmaya bakarlar. Artık damak zevkine göz zevkini de katıp titremeyi artırmak için mi, yoksa ne kadar kaldığını kontrol etmek için mi...
***
‘Nedir bu yazının mesajı?’ diyeceksiniz.
Hiç.
Sadece bazen dikkatinizi başka şeylere verin diyorum.
Özellikle hayvanlarla çocuklara...
Bundan daha dinlendirici bir şey yok.
Doktorların yazması lazım aslında...
‘Günde iki kere 10’ar dakika hayvanlarla çocuklar gözlenecek.’
MIŞ-MUŞ
DYP’nin 7 milletvekilinden 4’ü istifa etmiş.
Bir varmış bir yokmuş!
*
Shakira Türkiye’yi ‘Aşk ülkesi’ ilan etmiş.
Demek memleketteki bunca itiş kakış aşkın marazi yanı yüzündenmiş.
*
Erdoğan, bir vatandaşın ‘En büyük Fenerbahçe’ diye bağırması üzerine ‘Hı-hı, 5-1 yenildi’ demiş.
Allah ironisini daim etsin; belki karikatüre de başka türlü bakar o zaman.
Yazının Devamını Oku 15 Mayıs 2005
<B>BÖYLECE </B>anadan doğma yanımız kalmıyor.<br><br>Müdahale edilmeyen bir zekámız vardı, onun da hapı çıkıyormuş. Fakat benim bildiğim, bizler gidip eczaneden bu hapı istemeyiz. Kimse zekásının ilaç takviyesine ihtiyaç duyduğunu kabul etmez, bu bir. Etse de bunu eczacıyla paylaşmak istemez.
‘Sen ne diyorsun, biz iktidarsızlığımızı kabul etmiş, Viagra satışını patlatmış milletiz’ diyeceksiniz.
Satışı patlattığımız doğru da, kabul ettiğimiz yanlış. Sizin satın alınan bütün Viagra’ların ‘Bi arkadaş’ için olduğundan haberiniz yok galiba.
* * *
Bir de zeká kıtlığının tescillenmesi meselesi var.
Hani insan kendisinin ne olduğunu bilir de bu hususta elinde kapı gibi belgesi olsun istemez. Bu ilaç reçeteyle satılacaktır herhalde. Doktor teşhis koyup reçete yazacak yani. Bu bir nevi tescil değil de nedir?
‘Kimse ‘Benim ayranım ekşi’ demez’ diye bir söz var... Ayranın durumunu itiraf etmeyen adam zekásını nasıl şeytsin.
Diyeceğim, bu hapın ithali lüzumsuz olur bizim için. Son kullanma tarihleri eczane raflarında gelir geçer.
Fakat bilim adamları açısından bakacak olursak, çalışmalarını nihayet belden yukarı çıkarmış olmaları hakikaten büyük aşama!
* * *
Aslında bize, mevcut zekámızın hayırlara vesile olması için bir hap lazım.
Bizde zeká yok değil. Fakat yolunu şaşırıyor genellikle.
Mesela en son bir dáhi(!), isteyenin, cep telefonuyla bir başkasına istediği telefon numarasını kullanarak mesaj göndermesine olanak sağlamış.
Yani sizden birilerine hiç haberiniz olmadan tehdit, ahlaksız teklif, küfür mesajları gidebilir. Aynı şekilde size de günahsız birilerinden gelebilir tabii.
Ne olacak şimdi?
Göreceksiniz yakında cep telefonları tarih olacak. Normal insanlar cep telefonu kullanmayacak. Yani telefonu hakikaten işi gücü için, yakınlarıyla haberleşmek için kullananlar teknoloji manyaklarıyla baş edemeyeceklerinden...
Neredeyse nükleer silah kadar tehlikeli olmaya başladı cep telefonları. Her gün birilerini hayattan bezdirmek üzere yeni bir özellik katılıyor.
Yakında hortumcuya ‘hortumcu’ diyenin hapse atılacağı memlekette bu işlerin sonunun nereye kadar varmasına göz yumulacak bakalım.
MIŞ-MUŞ
Alişan, ‘1 numara İbo, 2 ben, 3 ise Özcan’la Mahsun’ demiş.
Adam hem jüri, hem yarışmacı.
Sharon Stone, kiralık anneden anne olmuş.
Geçen gün sözünü ettiği romantik gençler ‘saç okşama’da takılıp kaldılar demek.
İngiltere’de eşeklerin haftada 48 saatten fazla çalıştırılmamalarına, cuma günleri izin yapmalarına karar verilmiş.
Bundan sonra ‘eşek gibi çalışıyorum’ diyene gıptayla bakacağız.
Yazının Devamını Oku 14 Mayıs 2005
Bir şeyin <B>‘gün’</B>ü ilan edildi mi anlarım ki o şey yok aslında.<br><br>Barış Günü...<br><br>Özgürlük Günü...<br><br>Hayvanları Koruma Günü... Hatta Anneler Günü bile... Pek öyle saygıda sevgide kusur etmemek gibi bir durum yok demek ki senede bir gün günah çıkarma ihtiyacı hasıl oluyor.
En son ‘Orgazm Günü’ icat edilmiş.
Brezilya’da.
Her sene 9 Mayıs’ta kutlanacakmış.
Bizde günü yok diye kendisi var zannetmeyin. Fakat bizde ‘Kan kusup, kızılcık şerbeti içtim diyeceksin’ diye ata öğüdü olduğundan...
Zaten araştırmalar da gösteriyor. Bizim kadınlarımızın orgazm sorunu yok! Ne olduğunu bilmeyince sorunu da olmuyor haliyle. Ya da taklidini yapa yapa sonunda kendileri de oluyorum zannetmeye başladılar. İnsan söylediği yalana kendi de inanırmış derler.
Fakat tabii bütün dünyada kutlanmaya başlanırsa biz de mecburen ithal edeceğiz. Artık hediye mediye derken açık kapatılır. Bu meseleyi de tatlıya bağlamış oluruz.
İçim acıdı
Bir fotoğraf içimi acıttı.
Aslında baktığınızda gayet neşeli... Birbirinden sevimli üç köpek... Özel tıraşlı... Hani kafalarıyla patilerindeki tüyler uzun bırakılmış... Püsküllü etekler giymişler, sarı, pembe... Boyunlarında renkli bluzumsu önlükler...
Biri üstüne çıktığı kocaman topu yuvarlıyor, öteki ikisi ayağa kalkmış, biri öbürünün beline sarılmış... Arka planda seyirciler gülümsüyor.
Fotoğraf bu.
Ama benim içim acıdı işte.
Çünkü bu bir protesto gösterisinde çekilmiş bir fotoğraf. Filipinler’in başkenti Manila’da köpek sahipleri hayvanlara kötü muamele edilmesini protesto etmek için bir yürüyüş tertiplemişler.
‘Bizi öldürmeyin’ diyen pankartlar taşıyormuş köpekler.
Filipinler’de ayrıca yiyorlar da köpekleri...
İçimi acıtan, köpeklerin hayatta kalabilmek için maskaralık yapmak zorunda kalması. Kendileri farkında değil elbet. Sahipleri can havliyle giydirip süslemişler... Hani belki hayvansevmezler görür, beğenir, komik bulur da canlarını bağışlarlar diye. Ne bileyim işte... Üzüldüm bir hayvan dostu olarak onların o haline.
Ben sizi seviyorum
Vallahi bu sefer kimsenin suçu yok.
Kader demek ki...
Giresunspor’un 2.Lig’e çıkma ihtimali kuvvetlenince taraftarı bunu horon teperek kutlamak istemiş. Tepmiş de nitekim. Fakat o esnada polis otosu gelip çarpmış horon tepenlere... Beş kişi yaralanmış.
Yani havaya sıkarken pencereden bakanı vurmak falan değil bu sefer. Masumane horon tepiyorlar. Fakat korkarım kaderin maç neticesi kutlayanlara bir garezi var. Hani öylece evde oturarak hiç kıpırdamadan kutlamaya kalksalardı, ya pencereden kamyon girecekti ya da deprem olacaktı falan.
Fakat tabii yine de horonu nerede teptiklerine bir bakmak lazım. Zaten haberin devamını okuyunca durum aydınlanıyor. Espiye-Tirebolu karayolunda tepiyorlarmış. Evlerinin yolu bu olduğundan tabii. Yoksa Ankara-İstanbul otobanında tepmek suretiyle daha görkemli bir kutlama yapmak isterlerdi, eminim.
Netice olarak ben bizi çok seviyorum.
Vallahi.
MIŞ-MUŞ
Kapkaççıların en favori semti Laleli’ymiş.
Eğer hedefleri değerli kuzey komşumuzun fıstık kızlarıysa bizde bir atasözü vardır: ‘Haydan gelen huya gider.’
Time dergisi ‘Büyük felaketlerden kurtulma rehberi’ yayımlamış.
Bize daha ziyade küçük felaketler için bir rehber lazım. Misal ‘Karayolunda kazasız belasız nasıl horon tepilir?’
Diyarbakır’da trafik kazasında ölen 8 yaşındaki Meki Ayaz’ın ailesinin açtığı tazminat davasında bilirkişi ‘Aile çocuğu büyütmek için yapılacak masraftan kurtuldu’ diye rapor vermiş.
Arkadaş ‘Bardağın dolu tarafını göreceksin’ diyenleri yanlış anlamış!
Yazının Devamını Oku 12 Mayıs 2005
<B>‘DÜŞÜNCELERDEN kopmak bilinç düzeyini yükseltir.’<br><br></B>Bu cümle vurdu beni! Radikal’de yeni bir yazı dizisi yayımlanıyor birkaç gündür... ‘Yogayla Yolculuk.’
Sağlıkla ilgili bütün yazı dizilerinde böyle beni vuran, aynı zamanda suçluluk duygusuna iten bir cümle oluyor mutlaka. ‘Aslında uzun ömürlü, genç görünümlü, sağlıklı, zinde, dinç, zeki, akıllı, bilinçli, mantıklı vs. olmak mümkün.’ Sözün özü bu.
Fakat işte ihmalden, şundan bundan ömrümüz kısa, sağlığımız bozuk, bilinç düzeyimiz düşük falan filan.
Haliyle suçluluk duyuyor insan. Memlekette Oxford olduğu halde okumamış olmak gibi bir his.
İster istemez her tavsiyeye hamle ediliyor. Yarın herkes dipçik gibi ortada dolaşırken düşüklüğümle dikkat çekmek istemem şahsen. Hayır, ‘Hiç mi gazete okumadın?’ diye sorarlar adama...
***
Uzatmayayım, meditasyona kalkıştım. Zihnimi düşüncelerden arındıracağım yani.
Ve anladım ki dünyanın en zor işi zihne hükmetmekmiş. Dünyaya hükmedebilirsiniz, lakin zihninize asla! Yani benim için böyle.
Hayır, kovamadığım düşüncelerim matah bir şey olsa... Aklımdan geçenlerin neticede insanlığa, memlekete, hiç olmazsa kendime bir faydası dokunsa... O zaman zaten kovmaya çalışmak abes. Kendini dinlendirmeyiverir insan, yeter ki işe yarasın.
Fakat ‘Toz bezini nereye koydum?’ benzeri düşüncelerin kime ne faydası olabilir, sorarım size?
Bende ilaveten iki kedi, bir köpek faktörü var.
‘Meditasyon yapacağınız yerin sessiz bir yer olmasına dikkat edin’ diyorlar.
Bu ne demek? Yelloz, Fıstık ve Tintin odaya girmeyecekler! Fakat benim bir odaya kapanmam, bunlara bir yerden talimat gelmesi demek. ‘Hep beraber kapıyı tırmalayınız!’
İçeri almayı da denedim. Allah için gürültü etmiyorlar. Fakat üç çift göz, gözlerinize kilitlenirse ne yapabilirsiniz? Belki her şey ama meditasyon hariç.
Hayır nedir dikkatlerini çeken şey... Beni hiç susmuş görmediklerinden mi... Aslında sırf onlara değil, beni tanıyanların tamamına ilginç gelebilir susmuş oturuyor halim, o da ayrı konu.
***
Aç karnına yapılması tavsiyesine de uymayı denedim fakat faydası olmadı. ‘Toz bezini nereye koydum’un yerini ‘Kalkınca ne yiyeyim’ düşüncesi aldı. A, zaten ben meditasyon yapamam ki!
Unutmuşum, mazeretim var benim. Diyaframdan nefes alamıyorum ki, meditasyonda şart. Bendeniz nefes alıp verirken göğüs kafesi inip çıkan sıradan bir insanım. Diyaframdan vazgeçtim, doğru nefes almayı bile beceremiyorum. Ağızdan alıp ağızdan vermeler, öyle derin derin alamamalar... Hepsi mevcut.
Düşünüp taşınmadan yapılan bir şey bu nefes alma işi... Allah vergisi bir nevi. Fakat işte bunu bile beceren var, beceremeyen var.
Kendime uygun başka bir yazı dizisine bakacağım artık, ne yapayım...
MIŞ-MUŞ
Bush, Erdoğan’a, ‘Sizi bekliyorum’ demiş.
Erdoğan’ı biz de bekliyoruz, belki Türkiye’yi de ziyaret eder bir ara...
*
Kırmızı üzüm ilaç gibiymiş.
Artık en iyisi manavların kapısına ‘Eczane’ yazalım bitsin gitsin!
*
Küçülen İngiliz ordusu, bir çalışanının striptiz kursu giderini ödemiş.
Yukarıdaki cümleden hareketle İngiliz ordusuyla Türk ordusu arasındaki 7 farkı bulunuz.
Yazının Devamını Oku 10 Mayıs 2005
<B>KIZLAR </B>nihayet isyan etti. Rejisörün verdiği rolü beğenmeyip kendi rollerini kendileri seçiyorlar epeydir. Annelerinizin gençliğini, hatta orta yaşı geçtiyseniz kendi gençliğinizi düşünün bir... Bir de şimdikilere bakın.
Hayır hayır! En dar, en kısa, en açık kıyafetleriyle aranmaya çıkan ‘cumartesi gecesi kızları’ndan bahsetmiyorum. Gerçi onlar da patladı ama kadınlıklarını patlattılar daha ziyade. Başka her şeyi sildiler adeta hayatlarından. Bir tek dişilikleri var. Bakıyorlar o dişilik onlara ne sağlar... Şık bir yerde bir akşam yemeği olsun, ona bile razılar.
Benim dediğimse başka.
Ben cinsiyetini unutmayan ama habire bunun altını çizmeyen, en önemlisi ‘erkekleşmiş’ kadınlardan bahsediyorum.
‘Erkekleşmek’ten kastım, ömür boyu orada yaşamaları uygun görülen, etrafı çevrili alandan çıkmaları ve erkekler gibi, sınırları olmayan bir çevrede özgürce dolaşmaya başlamaları.
Çok derin bir şey değil sözünü ettiğim...
Özellikle delikanlılık denen dönemde erkeklerin bir yaşam tarzı vardır Türkiye’de...
Hani sokakta yaşarlar daha ziyade...
Evi otel gibi kullanırlar...
Kimseye gittikleri, geldikleri yerin hesabını vermezler...
Arkadaşlarıyla kafa çekmeye giderler...
Sokakta sigara içerler...
Birilerine iyi, hoş, güzel, şık, nazik görünme gayretleri yoktur...
Ev işi, yemek pişirme gibi eylemler uzay mekiğini kullanmaktan daha uzaktır hani onlara...
Bilirsiniz işte... Bunlara benzer şeyler.
Şimdi ortalık böyle kızlardan, genç kadınlardan geçilmiyor. Darısı eve kapatılmış ‘kız çocuk’ olarak büyütülmüş öteki kızların başına!
***
Fakat çoğunluk, tabii ki daha ziyade erkekler, hiç hoşlanmıyor bu tip kadınlardan.
‘Kadın kadınlığını bilmeli’ diyorlar.
Bilsin de... Bizim geleneklerimizde kadınlığı bilmenin ilk şartı evde yaşamak oluyor.
Oysa sokak çok şey öğretiyor insana...
Daha çok ve çeşitli hikáye sunuyor.
Kadının evde yarı hapis hayatı yaşamasının kocaya ve çocuklara faydası var bir tek. Çocukluğumuzun en mutlu anları, okul dönüşünde annemizin fırından yeni çıkmış poğaça kokusu eşliğinde bizi bekliyor olmasıydı tamam da... Bir de onlara sormak lazım. Bir ömrü hamur yoğurarak tüketmek nasıl bir şey?
‘Hadi hepimiz sokaklara dökülelim’ demiyorum elbet.
Ama memleketin kadın cenahında birtakım ‘kanayan yara’ durumları var ya... Onların çaresi, kadının daha çok sokağa çıkmasıymış gibi geliyor bana.
MIŞ-MUŞ
Dozunda stres gençleştiriyormuş.
Şimdi iş bunu dozu ayarlanmış tabletler haline getirecek müteşebbise kaldı.
*
AKP 30 ayda 9 bin 265 atama yapmış.
Sayıya bakınca başka hiçbir iş yapmadığı çıkıyor ortaya.
*
Türk halkı vitamini seviyormuş.
‘Tefrika tıbbı’ndan sonra sevmemek mümkün mü?
Yazının Devamını Oku 8 Mayıs 2005
<B>HAYDAAA!<br><br></B>Çocuklar şimdi de kızamık aşısından ölüyorlar!<br><br>Koruyalım derken öldürüyoruz yani. Düzeltirken bozmak, yaparken yıkmak huyumuzdur gerçi... Fakat bu kadarı fazla kaçtı.
Hayır çocuklar hálá ölüyor zaten Türkiye’de de... Kaderiyle, hastalıklarıyla baş başa bırakıldıklarından oluyor bu daha ziyade. Ama bu sefer durum değişik. Müdahale edilmediğinden değil edildiğinden ölüyorlar.
Sapasağlam çocukları hastalanmasınlar diye aşı yapmak suretiyle öldürmek dünyada ilk defa oluyordur herhalde. Bilmiyorum Afrika’da falan bir yerlerde de oldu mu daha önce...
* * *
Benim anlamadığım, bu kızamık denen şey ne zaman aşı marifetiyle yakalanmadan savuşturulan bir hastalık oldu. Biz aslanlar gibi sırayla hepsine tutulurduk. Benekliler... Kızamık, kızamıkçık, su çiçeği; beneksizler... Boğmaca, kabakulak. Beşibiryerde gibiydi bunlar adeta. Biri olmazsa olmazdı.
Annemin, kardeşim için ‘Hálá boğmaca olmadı bu çocuk’ diye üzüldüğünü hatırlarım.
‘Bizimkine de bulaşsın da bir an önce tamamlayalım şu hastalıklar zincirini’ düşüncesiyle çocuğunu bu hastalıklardan birini geçirmekte olan komşu çocuğuyla özellikle temas ettiren anneler vardı.
Fakat ne okulda, ne mahallede, ne akrabalar arasında kızamıktan ölen bir çocuk olduğunu hatırlamıyorum. Anadolu’da olmuştur muhakkak. Ama bir zamanlar oralarda çocukların sağ kalması mucizeydi nerdeyse.
Şimdi kızamık aşısından ölenler, şehirdeki çocuklar. Ve yıl 2005.
Ne diyeyim bilmem ki. Hani bıraksaydık dağınık mı kalsaydı acaba...
* * *
Peki babasına gidip geliyor diye kayınbiraderlerinin bir olup çocuk kadın Rojda’nın burnunu kesmelerine ne diyorsunuz?
Ya bir kadının hem ishal hem de leblebi yemiyor diye 5 yaşındaki üvey çocuğunu döve döve öldürmesine?
Ne coğrafya ama!
Çocuklar üvey anadan sıyırtsa aşıya, aşıdan kurtulsa kayınbiradere yakalanıyor.
Bugün de Anneler Günü aksi gibi. Birileri çıkıp ‘Önce çocuklarınızı muhafaza etmeyi öğrenin!’ diyecek diye korkuyorum.
MIŞ-MUŞ
CHP, ‘AKP içinde kavga var’ demiş.
Tencere dibin kara, seninki benden kara.
Hükümet, gazetecileri hapsetmekte ısrarlıymış.
E, başka türlü nasıl at oynatacak tabii...
Clinton’ın Türkiye’yi ziyaretinde burnunu sıkan Erkan bebek büyümüş, eski başkana mektup yazmış.
Prensibimiz budur. Hiçbir şey tadında bırakılmayacak!..
Yazının Devamını Oku