Pakize Suda

Kızlar neredesiniz?

18 Şubat 2006
Hey kızlar!<br><br>Neredesiniz? Ceyda Düvenci’nin düşürüldüğü durumla ilgili söyleyecek bir sözünüz yok mu?

Kadın hakları konusunda da ihtisaslaşma mı var yoksa?

Siz sadece dayaktan sorumlu kadın hakları savunucusu musunuz?

Sahi, bir kadın ancak kocasından, sevgilisinden dayak yiyince mi ezilmiş, aşağılanmış, şiddet görmüş oluyor?

Basındaki erkekler topluluğunun Ceyda Düvenci’ye yaptığı nedir?

İlişkisiyle ilgili hiçbir haber sevgilisinin kendisinden sekiz yaş küçük olduğunun altı çizilmeden verilmiyor.

Bir erkek için benzer bir vurgulama yapıldığına rastladınız mı?

Ki ortalık torunu yaşında kızlarla beraber olan erkekten geçilmiyor.

Onların durumu da konu edilsin demiyorum ama bir kadının sevgilisinin yaşça kendinden küçük olması da sanki ortada bir ahlaksızlık varmış gibi sunulmasın.

Hadi bir kere haber olarak verildi diyelim...

Ama her seferinde,

"Sekiz yaş küçük sevgilisiyle sinemaya gitti."

"Sekiz yaş küçük sevgilisiyle yemek yedi."

Olmaz ki!

Hadi bunlardan vazgeçtim, kızcağız düşüp ayağını kırsa "Kendinden sekiz yaş küçük sevgilisi olan Ceyda Düvenci’nin ayağı kırıldı" diyecekler.

Sekiz yaş fark nedir iki yetişkin insan için?

Ha bu ilişki 10 yaşındaki erkek çocukla 18 yaşındaki kadın arasında yaşanır, anlarım.

"Ayol bu çocuğun sünnet yarası iyileşmemiştir daha" diye hepbir ağızdan bağırırız o zaman.

Yapımcılar bu sebepten rol vermiyormuş Ceyda’ya.

Eğer okuduklarımız doğruysa...

Pek ahlaklıyızdır!

"Demokrasiyi severim bizim parti kazanırsa" diye bizi çok güzel anlatan bir söz vardır hani...

"Kadınların istediği erkeği seçme özgürlüğünü savunurum ama beni seçerse" şeklinde yeni bir versiyonu da pekalá uygun düşebilir bizim erkek kısmına.

Bir Haydar Dümen azdır!

İstanbul Tabip Odası, Haydar Dümen hakkında soruşturma başlatmış. Kadınlardaki vajinismus hastalığı yüzünden ilişkiye giremeyen çiftleri muayenehanesinde cinsel ilişkiye girmeye teşvik ettiği gerekçesiyle...

Oysa Haydar Dümenler’in göre bu normal.

"Gerekirse korku içinde olan hastanın ilişki sırasında elinden tutarım" diyor.

Aslında "belinden aşağısıyla oynatmış" diyebileceğimiz bir toplum için bir Haydar Dümen azdır.

Haydar Dümenler’in artması lazım!

Bizim sorunlarımızı hastanelerin jinekoloji servisleri falan çözemez.

Mesela hastanede nöbetçisiniz, gece yarısı bir telefon geliyor...

"Biz iki kız oturuyoruz da... Kadınlardaki delik sayısını merak etmiştik."

"Yok artık!"
demeyin.

Anlattığım aynıyla vaki.

Şimdi işi başından aşmış doktor ne cevap verebilir buna?

"Madem iki kişisiniz, biriniz ötekine bi bakıversin" demiş, çıkmış işin içinden.

Haydar Dümenler tam bu noktada lazım işte! Ki oturup uzun uzun anlatsın.

Bir yaşanmış durum daha...

Bir vesileyle kızlık zarı muayenesi için hastaneye gelen orta yaşlarda bir kadın... Muayene esnasında ha bire gülümsüyormuş doktora.

Neticede bakire çıkmış.

Doktor birkaç saat sonra işini bitirip hastanenin kapısına çıktığında bir bakmış ki o kadın bekliyor.

"Herhalde muayene sırasında bekaretine bir zarar geldiğinden endişe ediyor, onu soracak" diye düşünmüş.

Ama kadın ne demiş dersiniz...

Ha, bu arada belirteyim, doktor da kadın.

"Doktor hanım, ben ara sıra muayeneye gelebilir miyim, içim bi hoş oldu da."

Diyeceğim Haydar Dümen’de bir tuhaflık müşahede ediyorsanız, müsebbibi yurdum insanıdır.

Kimbilir ona neler sordular yıllardır...

İnsanın sonunda zıvanadan çıkması normaldir.

Bakın şimdi aklıma geldi, geçen gün bir yerde okudum, yine bir doktor, kadının göbek deliğinden ilişkiye girmeye çalışan bir çiftten bahsediyordu.

Yani insan "Hay Allah’ın cezaları gelin bari gözümün önünde yapın şu işi!" diyebilir sonunda.

Bu yine iyi... Sinirleri daha zayıf biri "Size penis falan gerekmez" deyip ameliyata alabilir adamı.

MIŞ MUŞ

Hülya Avşar’la Kaya Çilingiroğlu Sevgililer Günü’nü beraber geçirmişler.Feraye Tanyolaç Banu Alkan’dan sabırlı çıktı.

 AKP’li milletvekili "Sevgililer Günü’nde aşk ve cinsellik yerine onuru yaşayalım" demiş.Günler torbaya mı girdi beyefendi! Onu da başka gün yaşarsınız.

 Alain Delon Türkiye’ye geliyormuş.Biz bu yabancı artistlerin gelişine yaş sınırı koyduk zaten, 65’i geçmeden gelmeleri yasak!
Yazının Devamını Oku

Bir Başbakan

16 Şubat 2006
TAMAM, Başbakan bir başbakana yakışır dille konuşmuyor.<br><br>Şu son olayda hele... O, bir başbakan olduğunu asla unutmamalı.

Ama biz unutabiliriz. Belli ki var böyle bir hakkımız.

Mesela karşısına geçip, "Ne yüzle geldin buraya" diye bağırabiliriz.

Terbiye sınırları içerisinde sayılabilir bu.

Sırf başbakan olduğunu değil, nihayetinde "insan" olduğunu da unutabiliriz bir başbakanın.

Kesinlikle unutmalıyız hatta.

Başbakanlar "insan" değildir, olmamalıdır.

Herkesin zıvanadan çıktığı bir an vardır. Üstelik bunun eşiği bizim toplumda çok da düşüktür.

Günde kaç kez önünüzdeki arabanın sürücüsünü dövmek için dışarı fırladığınızı, camı açıp küfrettiğinizi, el kol işaretleri yaptığınızı düşünün bir...

Fakat bir başbakan sinirlenmez, bağırıp çağırmaz, kızamaz. "İnsan"a ait duygu ve davranışları başbakanlık binasının vestiyerine bırakmış olmalıdır.

Hepsini değil tabii.

Sevgi, merhamet, hoşgörü, anlayış gibi bizim işimize gelenleri muhafaza edebilir.

Ha, pardon, bazen sinirlenmeye de hakkı vardır. Mesela, dışarıda bizi temsil ederken masaya yumruk falan vurulacaksa... Hatta oralarda küfür etmesini "iyi hal" bile sayabiliriz.

Neticede, sıradan biri değildir bir başbakan.

Ağzından çıkana dikkat etmelidir.

Ama bakın, geçtiği yolların trafiğe kapatılması falan söz konusu olduğunda sıradan biri gibi olması iyi olur doğrusu.

***

Bana dizilerdeki hiç sevmediğim kahkaha efektini hatırlattığı için kullanmadım ama siz mutlaka gerekli yerlere ünlem işareti koyarak okumuşsunuzdur yukarıdaki satırları.

Kiminize Tayyip Erdoğan'ın "lan"lı konuşmasını savunuyormuşum gibi gelmiş olabilir.

Değil.

Ama "Hırsızın hiç mi suçu yok" diyorum doğrusu.

Nitekim çiftçi de özür dilemiş.

Esas demek istediğimse başbakanlığın zor zanaat olduğu.

Her şeyi bir yana bırakın, bir başbakanın bizleri anlaması bile zor iş.

Erdoğan mesela...

Diyordur ki şimdi kendi kendine...

"Lan, daha düne kadar en sevdikleri yanım Kasımpaşalılığımdı anasını satayım!

Halime tavrıma, yürüyüşüme methiyeler düzerlerdi...

'Bizden' derlerdi..."

Adamcağız "Hayırdır?" diye sorsa yeridir şimdi.

O sormazsa bir soran bulunur.

Bakarsınız biri önce argo konusundaki hassasiyetimiz için tebrik eder bizi, sonra sorularına devam eder...

"Daha önceleri neredeydiniz?"

"Her şey iyi de bir tek Başbakan'ın dili mi kötü?"

Gibi.

MIŞ-MUŞ

Kadınlar, kadın bakan Çubukçu'ya karşıymış.

E, kadınla kadının işbirliği eşyanın tabiatına aykırı diyebiliriz zaten.

***

Penis büyütme operasyonları mutlu etmiyormuş.

"Allah kimseyi gördüğünden geri koymasın" diye bir laf vardır, ileri koyması da aynı kapıya çıkıyor demek.
Yazının Devamını Oku

Sevgilinizin yemeğine şap koyun!

14 Şubat 2006
EĞER benden "Sevgililer Günü’nüz kutlu olsun" diye bir cümle bekliyorsanız, yanılıyorsunuz. Haset ettiğimden değil.

Öyle tüketimi kışkırtmak için uydurulmuş bir gün olduğunu düşündüğümden falan da değil.

Tam tersine...

Ekonomiden anlamam ama piyasadaki, günün sebep olduğu kıpırtı, dükkánların siftah yapmadan kapanmasından iyidir herhalde.

Sevgililerin telaşını manasız bulduğumdan da değil.

Bu da tam tersine.

Bunca tatsız tuzsuzluk içerisinde bir hoşluktur, bir kaçamaktır böyle şeyler.

Bir bahane lazım gülüp eğlenmek için, bu da bir bahane işte!

Bugünü çok ciddiye alıp eleştirmeye kalkmak, yine bugünü çok ciddiye alıp "Sevgilisiz geçiriyorum" diye ağlamak kadar tuhaf kaçıyor.

* * *

Neyse uzatmayayım, "Kutlu olsun" demeyişimin nedeni, bu temenninin müstehcen kaçacağına inanmamdan.

Zira "Sevgililer Günü’nüz kutlu olsun" demek, "İyi şeytmeler" demekle aynı kapıya çıkıyor.

Vallahi.

Reklamlara bakıyorum "En güzel Sevgililer Günü hediyesi prezervatif".

Oteller bir nevi gerdek odaları hazırlıyorlar sevgililer için...

Restoranlara, barlara bakıyorum, mönüler "ateşleyici", kokteyller "iş bitirici".

Aslında günün gerçeklerine birebir uyuyor tabii.

Bu devirde sevgililerin bir bankta, utangaç utangaç göz kırpıştırarak oturacak halleri yok. 364 gün ne yapıyorlarsa onu yapacaklar elbet. Özel bir gün olması hasebiyle içine biraz da fantezi katarak hatta.

Fakat aslında en büyük fantezi, "bugün işin içine seksi hiç karıştırmamak" olabilir bence.

Gençlere naçizane bir tavsiye benden...

Kızlar!

Afrodizyak içkiler hazırlamak yerine sevgilinizin yemeğine şap katın!

Deneyin bakalım bir...

Sevişmeye karşı olduğumdan değil vallahi! Hani maksat değişik bir gün geçirmekse, bugünün gençleri için bundan büyük değişiklik yok, onun için söylüyorum.

MIŞ-MUŞ

Erdoğan, kendisine tepki gösteren bir çiftçiye "Hadi ananı al git buradan" demiş.

Ne yani... "Ananı bırak da git" deseydi daha mı iyiydi?!

Kalp krizi ve kanserden korunmak için yağlı besinlerden kaçınmanın boşuna olduğu ortaya çıkmış.

Bu bilim adamlarının üstüne bir başbakan salmak lazım aslında!

Tuğçe Kazaz, eşi için "Yorgos benim her şeyim" demiş.

Sevgililer Günü münasebetiyle, Tuğçe Kazaz üzerinden bütün sevgililer için temennim, birbirlerinin her şeyi olmalarıyla hiçbir şeyi olmamaları arasında geçecek sürenin çok uzun olmasıdır.
Yazının Devamını Oku

Teşhis var tedavi yok

12 Şubat 2006
ANNEM dedi ki:<br><br>"Kızım bir laf vardır. ’Çok söyleme arsız, aç koyma hırsız edersin’, siz söyleye söyleye arsız ettiniz." Kimi?

Kadınla erkeği.

Doğru.

Hiçbir meselenin böyle devamlı masada yattığı görülmemiştir.

Kıbrıs meselesinin bile arada kalktığı oluyor.

Bu kadın-erkek mevzuu konuşuldukça kıçın kıçın gitmesi açısından da tek ayrıca.

İrdelendikçe tabiri caizse "maymun gözünü açtı" hali oluşuyor galiba. Tamam açsın da... Göz açılınca bakıyorsunuz güzel güzel yürüyen evlilikler çatırdamaya başlamış.

Ki kadın-erkek ilişkisindeki sorunlardan sorumlu köşe yazarlarına "Sizi okuyunca anladım ki" diye başlayan mektuplar gelmesi bundan.

"Demek aslında güzel güzel gitmiyormuş" diyeceksiniz...

Evet ama taraflar bunun farkında olmadıktan sonra ne zararı var?

Esas olan nedir?

Hayır, uyanan doğrulup kalkmayı da becerebilse...

Fakat yatağın içinde huzursuzca bir o yana bir bu yana dönüp duruluyor daha ziyade. Az önce mışıl mışıl uyunurken...

Bakın!

Kendini güzel bulan bir kadına aslında çirkin olduğunu söylemenin ona ne faydası var?

Ha, estetikçiyseniz, kadına şahane bir surat vaat ediyorsanız, o başka!

Diyeceğim, teşhisi koyup koyup salıveriyoruz insanları... Tedavi yok.

* * *

Son yıllarda uzmanların, eşlerin özellikle cinsel konularda birbirleriyle konuşmaları gerektiği yönündeki tavsiyelerine gelince...

Bilmiyorum, bu tavsiyelere uyup da fayda sağlayan çift oldu mu?

Ön sevişmenin uzun tutulması konusu falan tamam; "Ben senin donunla fanilanı 30 dakika ön yıkamaya tabi tutuyorum, her şey karşılıklı" gibi şeyler söylenebilir.

Fakat misal, "Farkında mısın kocacım, seninki biraz küçük" demek suretiyle bir ilişkinin toparlanabileceğine inanıyor musunuz?

Adam gerçeğin farkında olsa bile bunu dile getiren kadını ömrünün sonuna kadar düşman belleyecektir.

Sonra ereksiyon sorununu nasıl konuşacaksınız...

Hadi bir kesim konuşabilir fakat "Sen bunun sert halini nerede gördün kaltak!" diye dayak yiyecek kadın sayısının daha fazla olacağı inancındayım.

Bize ters böyle şeyler.

Gözümüzün üstünde kaşımız olduğunu bile duymak isteyemeyen insanlarız...

Kaldı ki erkeğin bu kadar iddialı olduğu bir hususta "Bak ben tatmin olmuyorum canım!" diyeceksiniz...

Ha, adamı gözden çıkardıysanız, o başka.

MIŞ-MUŞ

Tiryaki kocanın eşi 10 sene az yaşıyormuş.

Erkek kısmının kendisi dursa sigarası doğru durmuyor!

Haluk Bilginer, "Nikáh da olur inşallah" demiş.

Demek kendi iradeleri dışında, bir yerden icazet bekliyorlar!

İki dev güneş sistemi bulunmuş.

Bunun da yedeği varmış demek! Fakat "bizim için" mi, "bize karşı" mı?
Yazının Devamını Oku

Hazıroldan rahata geçmek

11 Şubat 2006
Tuğba Özay durumu tek cümleyle pek güzel özetledi. Kendi farkında değil gerçi ama...

Duymamış olanlar için, "Bazı duygularım köreldi, artık evlenmek istiyorum" dedi Tuğba Özay.

Hakikaten durum budur!

Kimse Özay gibi ağzından kaçırmıyor ama artık bu devirde evliliğe bakış budur. En azından bir kesim için.

Eskiden banyoda fazla kalmaya başlayan gençlerin başgöz edilme zamanının geldiğini anlarmış büyükleri...

Şimdi o zaman "kıçını kırıp oturma zamanı"na denk düşüyor.

Ateşli aşklar sevgililerle yaşanıyor.

Sıra huzura gelince de...

"Eşim sığındığım liman oldu" diyen nicesini duymuşsunuzdur.

Tövbekár olmak gibi bir nevi... Hani "Hacı" olup eski "azgın" hayatından elini eteğini çekenler vardır...

Bütün evlilikler bu niyetle başlamasa da çoğunun tez günde vardığı nokta budur.

Aslında iyi bir şey.

Belki de insanın ihtiyacı olan bu.

"Kendini bırakma" lüksü.

İyi sevişmek zorunda olmamak... Artık en çekici, en dayanılmaz, en akıllı, en şık, en şu, en bu görünmeye çalışmamak...

"Oh be dünya varmış!" deyip şöyle arkaya yaslanmak...

"Hazırol!"dan "Rahat!"a geçmek birnevi...

Fena mıdır?...

Şiddetli sevgi

Takım tutmak gibiydi...

Koskoca insanlar, Filiz Akıncılar, Türkán Şoraycılar, Hülya Koçyiğitçiler diye ayrılırdı.

Sakızların içinden resimleri çıkardı.

Çocuklar biriktirirdi.

Aralarında kavga bile ederlerdi.

"En güzel Türkán Şoray’ın gözleri!"

"Bi kere Filiz Akın sarışın tamam mı! Yabancı artistler gibi!"

Çoluk çocuk herkes "sinemacı"ydı o zamanlar.

Mahallenin dışındaki dünyaya sadece filmlerle çıkılırdı.

"İyi"yle "kötü" filmlerden öğrenilirdi.

Birbirini seven kadınla erkek ve onların kavuşmalarına yardım edenler "iyi", onları ayırmaya çalışanlar "kötü"ydü.

O kadar.

Kötüler de sonsuza kadar kötü kalmaz, bir gün yaptıklarına nadim olurlardı.

Bizim Polat Alemdar’ımız Ediz Hun’du.

Sevdiği kadını sevmekten başka bir şey düşünmeyen...

Tabii ki sadece ruhen ve kalben.

"Şiddet" diye bildiğimiz "şiddetli sevgi"ydi.

Onların birbirlerine, bizimse onlara duyduğumuz şiddetli sevgi...

Alengirli işlerden haberimiz yoktu.

Sonradan öğrendik.

Sahi niye bu kadar çok sevmiştik onları?

Keramet bizde miydi, onlarda mı?

Bütün bunlar, Filiz Akın’ın, oğlunun düğününde çekilmiş fotoğraflarına bakarken geçti aklımdan.

Ne güzel, ne zarif, ne melek Yarabbim!

Öylece duruyor... Eskisi gibi...

Sanki üstünden hiç zaman geçmemiş... Böyle hissetmek iyi geliyor.

Teşekkürler Filiz Akın’a... Ve hepsine.

MIŞ MUŞ

Şişmanlatmayan patates üretilmiş.Gübrenin de "light"ını yaptılar zahir!

Bilim adamları Endonezya’da onlarca yeni hayvan ve bitki türünün yer aldığı kayıp bir dünya bulmuş.Neyse ki bizim buralarda değil, yoksa bulmalarıyla kaybetmeleri bir olurdu.

Kuş gribinde ölüm oranı dünyaya oranla düşükmüş."Bize bir şey olmaz" diyenler haklı çıktı!
Yazının Devamını Oku

Kadın ’kocaya varmış’ oluyor

9 Şubat 2006
ŞU, kadınların soyadı mevzuu... Kadınla erkek arasında en büyük adaletsizlik bu!

Erkek doğumundan ölümüne aynı kimlikte, kadınınki ha bire değişiyor.

Hadi eskiden çok önemli değilmiş.

Anneannelerimizin zamanında...

15-16 yaşında evlenilip bir yastıkta kocandığı yıllarda yani...

Belki de soyadını hiçbir yerde telaffuz etmesine gerek kalmadan ölüp gittiği bile oluyordu kadının.

Ama bu devirde öyle mi?

Okulu var, iş hayatı var, ehliyeti var, mal mülk alımı satımı var...

Soyadı çok lazım kadınlara artık.

Ve maalesef sabit bir soyadları yok.

Ha bire değişiyor.

"Ha bire" diyorum, çünkü öyle eskisi gibi bir kere evlenen kadın da kalmadı.

Netice olarak bir o’yuz, bir bu!

Olacak şey mi?

E, erkeğin üstünlük taslaması normaldir bu durumda.

Hiç şikáyet etmeyelim.

Evlenmekle erkek sizi "karı olarak almış" olurken, siz de bir "kocaya varmış" oluyorsunuz.

Bu türlü ifade edilişi sinir değil mi?

Ama ne yazık ki kadının, kocasının soyadını almasıyla bu sinir durum gerçekleşmiş oluyor bence.

Yani "hayatın birleştirilmesi" denir ya evlilik için... Bu, hayatın birleştirilmesinden ziyade, "kadının erkeğin hayatına dahil olması" oluyor.

***

"Peki aile birliği ne olacak?" diyeceksiniz.

E, kadın kızlık soyadıyla kalsın demiyoruz ki!

İki soyadını da kullansın.

İkincisinin birkaç kez değişmesi halinde sabit bir soyadı olur hiç olmazsa.

Aslında doğan çocukların babanın soyadını alması da adaletsizlik.

Çocuğu sen doğur, soyadını babasından alsın!

Oh ne álá!

Çocuğun doğduğu anda iki soyadı olmalı.

Çift soyadlı bir erkek hiç de fena olmaz.

Kafadan oturaklı bir adam intibaı verir.

Fakat kız çocukları için... Anneninki, babanınki, arkadan bir de kocanınki derken İspanyol asilzadesine dönmeleri işten değil.

Ama bugün aceleye geldi buna da bir formül bulurum ben.

Şaka bir yana, soyadı meselesi hakikaten önemli kadınlar için.

"Kadın hakları" deyip duruyoruz. O hakların birincisi bu olmalı bence.

Yoksa ne o öyle "kimin arabasına binerse onun türküsünü çağırma" hali?

MIŞ-MUŞ

İstanbul kara gafil avlanmış.

E, temmuz ayında olduğumuzdan beklemiyorduk tabii.

*

Papağanlar, insan gibi farklı dilleri ayırıyorlarmış.

Aman orada kalsınlar, dinleri ayıramasınlar!

*

Sibel Can estetik olmuş.

Halbuki o da Nükhet ablası gibi zeytinyağlı yiyip, ot çayı içerek halledebilirdi bu işi!
Yazının Devamını Oku

Rakı, şaraba yetişti

7 Şubat 2006
RAKI da yaptı yapacağını sonunda.<br><br>Şarap gibi. Bencileyin, hiçbir şeyin öyle çabucak erbabı olmayı beceremeyenler için hayat gittikçe zorlaşıyor.

Şarabın kokusundan bağcının adını çıkaran arkadaşlarım var. Bendeniz ise henüz sadece "Ben beyaz şarap alayım" diyebilme aşamasındayım.

Garsonun "Hangisini tercih ederdiniz?" dediği an benim bittiğim an oluyor.

Hayır, dilimin döndüğünden iki tanesini ezberlerim ama istemiyorum... İlla hepsini deneye deneye sonunda hangisinin benim şarabım olacağına karar vereceğim.

Fakat altı ayda bir içerseniz o gün bir türlü gelmiyor tabii.

Diyeceğim, ben daha şarabı şeyttiremeden rakı da masada apışıp kalmama neden olacak çeşitliliğe erişti.

Az serti, çok serti, yaş üzümlüsü, sarısı, tatlımsısı... Garsona sipariş vermek için adeta okuluna gitmek gerekiyor.

Fakat herkes benim gibi değil tabii. Bir yudumda rakının şeceresini okuyabilenler var. Hangi aralık bu hale geldiler bilmiyorum. Daha dün bir bugün iki.

***

Sayıca şaraba yetişti de bakalım romantizm yönünden makus talihini yenebilecek mi rakı...

Asla romantik anların içkisi olamamıştır, siz de farkındasınızdır.

Bir erkeğin, sevgilisine rakı sofrasında evlenme teklif ettiğini duydunuz mu mesela?

Ya da ne bileyim şömineler, mumlar yakılsın, fonda hafif bir müzik olsun, iki sevgili göz göze rakılarını yudumlasınlar?

Hiç duymadım.

Bu işler için şarap daha uygun oluyor nedense.

Rakı sofrasında ya kavga ediliyor ya da göbek atılıyor daha ziyade.

Bu farkın biraz da kadehlerden kaynaklandığını düşünüyorum.

Rakı kadehi şık değil.

Limonata bardağıyla rakı içmeyi kim icat etti bilmiyorum. Babam, 8-10 santim yüksekliğinde, 3-4 santim çapında, ağza doğru hafifçe genişleyen bir kadehle içerdi rakısını.

Sırf balon kadehlerin şıklığı yüzünden şarap içen kadınlar var. Şöyle balonu alttan kavrayıp elde tutması havalı oluyor diye.

Rakıcılar bunu yabana atmamalı bence. Onların yerinde olsam, yani rakı üreticilerinin yerinde, bir rakı kadehi tasarım yarışması düzenlerim.

Şık bir kadehle, şıklık olsun diye içki içenleri de çekebilirler kendilerine.

Bu kıyağımı da unutmasınlar!

Fakat ben esas neden girdim bu rakı konusuna...

Piyasada, mantar biter gibi rakı bitmesinin tam da bu devire denk gelmesi sizce de enteresan değil mi?

Bazı bitkiler ölmeden önce çiçek açarlarmış, biliyor muydunuz?

Can havliyle herhalde.

Bu da öyle bir şey olmasın da...

MIŞ-MUŞ

Kellik, zenginlik alametiymiş.

Saç bir nevi züğürt tesellisi oluyor demek.

*

Erdoğan, "Açıklayacak mal varlığım yok" demiş.

Artık nereye çekerseniz... Azlığından da olabilir ar durumundan da.
Yazının Devamını Oku

Diş macununun ilmini alacaksınız

5 Şubat 2006
"BU dünyadan göçüp gitmeden, gerçekleştiğini görmek istediğin ne var?" diye bir soru sorulsa...<br><br>Çoluk çocuk sahibi olmadığımdan öyle torun torba mürüvvetine yönelik bir arzum olmayacaktır. İş güç deseniz, kişi kendini bilmek gibi irfan olmaz, "Allah’ım genel yayın müdürü olayım" diyecek halim yok.

"Dünya barışı" meselesine falan hiç girmeyeyim. Onu güzellik yarışmalarındaki kraliçe adaylarına bırakıyorum.

Ve sadede geleyim.

Ben diş macunlarıyla deterjanların erişebilecekleri son noktayı görmek istiyorum!

Durduğum yerde aklıma düşmedi elbet bu. Ağır tahrik durumu var. Epeydir süren. En son "baştan çıkarıcı diş macunu" reklamını görünce iyice baştan çıktım.

İster istemez merak ediyorum, nereye kadar varacak... Misal, üç fırçalamadan sonra dişlerimiz istediğimiz biçimi alıyor... Büyüyor, öne fırlıyor falan.

Ya da ne bileyim, cinsel gücü artıran diş macunu! Fırçalayıp yatıyorsunuz.

* * *

Fakat hakikaten bu sektörden daha çalışkanı yok şu álemde!

Gece uyumuyorlar vallahi.

Devamlı "Daha fazla nasıl beyazlatırız" düşüncesi... Dişlerimizi olsun, çamaşırlarımızı olsun...

Eskiden bakkala "Bi diş macunu yolla" derdim, şimdi diyemiyorum. Domates gibi göre göre alacağım.

Hayır, atlamak istemiyorum. Ya bir hafta-on gün içerisinde yeni bir gelişme olduysa? Ki oluyor.

Yaptınız bir hayır, bari hepsini aynı tüpün içine koyun! Hani kaç çeşit etkisi olabiliyorsa şu diş macunu denen şeyin...

Ama yok!

Bir tanesi diş minelerini sertleştirirken bir başkası diş taşlarını önleyecek, öteki sigaranın, çayın etkisini yok edecek! Hepsini birden yapanı yok!

Nedir yani?

Etkin maddeler birbirini etkileyip neticede diş macununu etkisiz hale mi getiriyorlar?

* * *

Koltuğumun altına katlanır bir sandalye alayım diyorum markete giderken.

Sıra diş macunu almaya gelince, reyonun önüne açıp oturayım, hepsinin üstünü okuyayım bir bir... Uzun uzun...

Hep aceleye geliyor. Almadıklarımda aklım kalıyor.

Bakın mesela geçen gün keşfettim; çayın neden olduğu renk değişimini gideren macuna karşı renk değişiminin oluşmasını önleyen var bir de.

Öyle ince iş bu!..

Diş macununun ilmini alacaksınız!..

Fakat macunlarındaki bu etki çeşitliliği insana üniversite adaylarının tercih hatası yüzünden açıkta kalmalarını hatırlatıyor. "Ben de bir tercih hatası yapar mıyım" endişesi taşıyorsunuz reyona bakarken... Hani bu bolluğa rağmen dişlerim sakata gelir mi...

Ben mesela... Her seferinde "En faydalısını seçemedim" düşüncesi ve suçluluğuyla çıkıyorum marketten.

Yalanım varsa ne olayım!

MIŞ-MUŞ

Erdoğan, Batı basınına kızmış.

Hiddette "sınır" tanımıyor.

Aşk ile delilik aynı şeymiş.

Fakat birinde hasta yatağı çift kişilik oluyor.

Beklenen büyük Marmara depreminin olmaması ihtimali belirmiş.

"Deprem Dede" sudan çıkmış balığa dönecek, ona yanıyorum.
Yazının Devamını Oku