Pakize Suda

Hülya Avşar Panosu

13 Mayıs 2006
Bir gün gazetelerde, televizyonlarda Hülya Avşar’ı göremezsem maazallah!.. Hayatından endişeyle polise giderim herhalde! Benim gibi düşünenler için her ihtimale karşı bugün de ben yer vereyim kendisine dedim. Gerçi olmaz ya... Hani belki hiçbir yerde yoktur bugün, kimse yese kapılmasın düşüncesiyle...

Hem de bir değil üç mevzuyla karşınızda olacak!

Hani restoranlarda, misal enginar mevsiminde bir ay boyunca "enginar yemekleri özel mönüsü" sunulur, turşusundan tatlısına kadar neredeyse... Biraz ona benzeyecek.

"Bezelyeli enginar" gibi mesela "Türbanlı Hülya!"

Aslında tesadüf oldu. Üniversitede, Hülya Avşar’ın, dünyaca ünlü bir profesörden daha fazla dinleyici toplamasıyla ilgili iki laf da ben edeyim diyordum, baktım uzayıp giden "türban" hadisesi var bir de... Böyle kendiliğinden okullardaki misal "Hülya Avşar Panosu" oluştu.

TÜRBANLI HÜLYA

Geçen gün "Pişti"de "Başınıza Hülya Avşar kadar taş düşsün!" diyordu kadıncağız.

Haksız sayılmaz.

Şu başına bağladığı bant mesela... "Türban" dedik çıktık işin içinden.

Oysa saçıyla problemi var Hülya Avşar’ın.

Bir kumrala boyatıyor, bir röfle attırıyor; röfleyi bir azaltıyor, bir çoğaltıyor, sonra tekrar kumrala boyatıyor falan.

Günlük hayatta iyi de, zannediyorum sahne tuvaletlerine uymadığını düşünüyor bu kısacık saçların.

Ve çare arıyor.

Buldu da bence.

Yüzü çok güzel olduğu için o bant çok yakışıyor. Çok da şık duruyor.

Bir moda başlattı aslında. Yakında görürsünüz herkeste.

Özellikle yazın, denizden, güneşten yıpranan saçlar için ideal. Yüzüne güvenen takar, bitirir işi.

Durum budur.

Yoksa kafanın arkasını olduğu gibi açıkta bırakan, altına straplez elbiseler giyilen şeyin neresi türban oluyor?

Fakat son zamanlarda hepimizin gözünü türban bürüdüğünden...

PROFESÖR ÜSTÜ HÜLYA

Dünyaca ünlü bir profesörün deprem üzerine konferans vermeye geldiği bir üniversitede, sadece dört öğrencinin ilgisini çekmesine karşılık Hülya Avşar’ın aynı saatlerde, aynı üniversitenin bir başka salonunda 600 öğrenciye hitap ettiğini hepimiz duyduk.

Ve ayağa kalktık.

Kimimiz öğrencilere, kimimiz Hülya Avşar’a kızdık.

Oysa kabahat ne onda ne ötekilerdeydi. Kabahat, Hülya Avşar’la o profesörü, günler torbaya girmiş gibi, aynı gün ve aynı saate denk getirenlerdeydi.

Sonucun böyle olacağını akıl edemeyen "insan"a yabancı kişilerde...

Oysa dünyanın hemen hemen her yerinde olacağı budur. Ha, dört kişi 40 kişi, 600 kişi 560 kişi olur, o kadar.

Ünlü insanlar her zaman her yerde ilgi çeker. Akıllıca olan buna kızmak yerine bundan faydalanmak olmalı bence.

Bu olanların öğrencilerin geldiği "fena nokta"yla falan bir ilgisi de yok. Bizim gençliğimizde de aynı şey vardı.

Bırakın gençliği, orta yaş üstü insanların çalıştığı bir şirkete götürün o profesörle Hülya Avşar’ı, netice değişmeyecektir.

Yani varsa bir durum topumuzda epeydir var.

Feraye’li Hülya

Şu değineceğim konunun Hülya Avşar’la direkt ilgisi yok ama içinde yine Hülya var. Seyrettiniz mi bilmiyorum...

Bir magazin programı ve meşhur "az sonra" anonsları...

"Hülya Avşar’la Feraye Tanyolaç nasıl ’pişti’ oldu!"

Dakikada üç defa. Ve elbet programın sonlarına saklanıyor haber.

Bekliyoruz.

Anonsa eşlik eden görüntülere bakarsanız hakikaten kaldırımda yürürken "küt" diye karşılaşmışlar.

Mimikler falan onu gösteriyor.

Ne yalan söyleyeyim bir heves bekledim ben de.

Fakat o da ne?!

Hülya Avşar arabasına binip gittikten bir süre sonra aynı bölgeden Feraye Tanyolaç geçmiş!

"Pişti oldular" dedikleri buymuş meğer!

Ne diyeyim...

Yakında aynı güneşte çamaşır kurutmaları da haber olur bakarsınız!

MIŞ MUŞ

Daha renkli seks hayatı cinsel zekáyla mümkünmüş.

Bizde zor değil. Her türlü zekáyı oraya tahsis ettiğimizden...

Üç erkek çocuk sahibi Beckham çifti, kızları olsun diye ayakta sevişiyormuş.

Görüyorsunuz, Avrupalı olmakla Anadolu’nun bir dağ köyünden olmak arasında fark yok.

Nicole Kidman, eski eşi Tom Cruise’u hálá seviyormuş.

Bizde de aynı filmin yerli versiyonu vizyonda! Bilmem anlatabildim mi...
Yazının Devamını Oku

Zengin olun!

11 Mayıs 2006
BİLİM adamları neticede işi bize havale ettiler.<br><br>Mevcut insan ömrünü iki katına çıkarmak için uğraşıyorlardı ya bir süredir... Ve elbet çalışmalar dönüp dolaşıp bizim üzerimizde düğümlendi. Başka türlüsü nasıl olacaktı zaten?

Hepimizin kıçına birer uzun ömürlü motor takacak halleri yok!

Kısacası, bilim adamları ancak tavsiyelerde bulunabiliyorlar.

Aslında normal uzunlukta bir ömür için bile bu tavsiyelere uyulması şart!

Uydunuz uydunuz... Uymadınız, Allah taksiratınızı affetsin!

Gelelim 15 madde halinde sıralanmış yapılması gerekenler listesine...

Aslında gerek yok.

Şimdi size "tahmin edin" desem, eminim hepiniz teker teker sayarsınız. Akıl edilmeyecek şeyler değil yani.

Ama buradan "Bilim adamı olmadığıma üzülmeyeyim, çocukları da derslerle ilgili fazla sıkıştırmayayım" gibi düşüncelere kapılmayın!

Aklınızla, mantığınızla bulduğunuz doğruların, işin ehli birileri tarafından teyidi gerekiyor en azından.

***

Tekrar gelelim 15 maddeye...

Yalnız bir dakika!

Gerçi en az otuz beş defa "Önce şunu belirtmek istiyorum" diyerek habire konunun etrafında dönen, bir türlü esas diyeceğini diyemeyen birtakım televizyon yıldızlarına benzedim ama önce bir iki veciz söz etmek istiyorum.

"Elinizde zannettiğiniz şey her zaman elinizde değildir!"

Ya da...

"Her kolay, kolay değildir!"

Veya...

"Bilmek başka, yapabilmek başkadır!"

Böyle çoğaltılabilir fakat "vecize manyağı" yapmayayım şimdi sizi.

Bu sefer hakikaten 15 maddeye geliyorum.

Ve gelmemle gitmem bir oluyor.

Zira listenin 5. maddesinde deniyor ki, "Zengin olun!"

Oldu canım!

Derhal!

Bugüne kadar bizim bu hususu ihmal etmemizin nedeni, tersine dolduruşa gelmemizdi. "Zengin çok yiyip içtiğinden, buna karşılık bir bardak suyu bile kalkıp kendi almadığından, sonunda doldurma musluğu açık boşaltma musluğu ise kapalı kalmış havuzun taşması gibi orasından burasından hastalık fışkırır" diye bellemiştik.

Züğürt tesellisiymiş meğer.

Şimdi kafadan ömürde bir düşme oluyor tabii hal böyle olunca!

Bilmiyorum, telafi için iki tur fazla mı koşarsınız, brokoliyi mi artırırsınız... Bilim adamları bakarsınız bir de alternatif liste hazırlar.

"Fazla uyumayın!"

Uzun ömrün birinci şartı ise bu.

Hay hay uyumayalım. Fakat uyanık zamanlarda ne vaat ediyorsunuz?

İnsanın yataktan fırlaması için, içinde o gün yapacağı şeylerle ilgili bir heves olmalı.

Dilim dışarıda koşmak, kolesterolümü ölçtürmek, sigaraya ve bilumum yiyecek içeceğe karşı nefsimle mücadele etmek, bu sayede tavsiye edilenin aksine fazladan stres sahibi olmak için mi kalkacağım yataktan?

Ben ömrümü kendi haline bırakıyorum arkadaşlar!

Not: Yarın Ankara’da, hayvan katliamına karşı yapılacak olan "Yaşamak İstiyorum" mitingine İstanbul’dan katılmak isteyenler için bu akşam saat 23.00’te Bakırköy, Dolmabahçe ve Kadıköy’den otobüs kalkacak. İrtibat telefonu: (0212) 227 72 65

MIŞ-MUŞ

Gelir vergisi bildirimlerine göre patronların yarısı açlık sınırındaymış.

Bildirimler diyette oldukları günlere denk geldi zahir!

*

Demirel, muhalefete soyunup soyunmadığıyla ilgili sorulara, "Bak, ceketim, kravatım, pantolonum var" demiş.

Eyvah! Deniz Baykal’ın da kravatıyla pantolonu olduğuna göre ne olacak bu memleketin hali?!
Yazının Devamını Oku

Aferin bize!

9 Mayıs 2006
YÜREĞİME su serpildi doğrusu. İnsan tam umudunu kaybeder gibi olurken neyse ki imdada yetişen bir şey çıkıp geliyor.

Vapur konusu yetişti bu sefer.

"Haydi İstanbul Vapurunu Seç" kampanyasını duymayan kalmamıştır herhalde.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, yeni yaptıracağı vapurların dış görünüşlerini İstanbulluların beğenisine sundu. 8 adet vapur modeli oylanıyor. Yıllardır bindiğimiz, sevdiğimiz, alıştığımız eski vapurlara en benzeyen model önde gidiyormuş duyduğumuza göre.

Benim de tercihim olan model bu.

Demek çoğunluk benim gibi "tutucu".

Ya da "duygusal" mı demek lazım?

Veya "vefalı"?

Her neyse, "yeni"yi öyle kolayca kabul edemiyoruz demek.

Her zaman "yeni"den, "modern"den yana olan bir arkadaşım, yine benim eskinin güzelliğini savunduğum bir gün, "O halde mesela araban neden 1930 model değil? Ya da cep telefonun o tank gibi olan ilk modelini kullanmıyorsun hálá?" diye sormuştu.

Hak vermiyor değilim.

Değilim de...

Galiba esas mesele, hangi konuda olursa olsun, portföyümüzde pek öyle "başarılı yeni"lerimizin bulunmayışı.

Eskilerin yerine yaptığımız binalara bakmak káfi anlamak için.

Ya da Beyoğlu’na yeni döşenen taşlara.

"Yeni vapur" deyince de çoğunluğun aklına hilkat garibesi deniz otobüsleri geldi herhalde. Gerçi modeller arasında "modern"i temsil eden vapur pek de benzemiyordu deniz otobüslerine ama yine de yoğurdu üfleyerek yeme durumu söz konusu ki "eski model" önde gidiyor.

Neyse...

Neticede oylamadan hangi model birinci çıkarsa çıksın...

Benim esas yüreğime su serpen şey başka.

Vapur konusuna basın ve halk olarak nasıl sahip çıktığımızın farkında mısınız?

Yaklaşık bir senedir meselenin peşindeyiz.

İmzalar topladık, yazılar yazdık, sorduk soruşturduk, takip ettik...

Zaten onun için oylamaya sunmak durumunda kaldılar ya...

Bizden pek beklenmeyen bir durum.

Her şey olup bittikten sonra şikáyet etmeyi biliriz daha çok.

İş işten geçmeden "Dur bakalım kardeşim, bana sordun mu?!" demeyi öğreniyoruz galiba.

Hadi bakalım, inşallah!

Bugün vapur, yarın başka şey.

Bakarsınız çorap söküğü gibi gelir arkası.

Kimse "Ben yaptım oldu" diyemez.

MIŞ-MUŞ

Erkeklerin yüzde 96’sı seks için futbol maçı seyretmekten vazgeçebiliyormuş.

"Eş" durumundaki hanımefendiler yine de pek sevinmesinler, kendileri yoktur o tercihin ucunda.

*

Gecede 1 kez sevişen ve orgazmı yaşayan insan, gün içinde yediği bir hamburgerin yarısını yakıyormuş.

O kadar hengameye bu kadarcık ha? Kaloriyi yakmak bir ömür sürüyor, almak bir dakika!

Kadınların yüzde 80’i diyet programlarına seksten daha çok ilgi gösteriyormuş.

Peki diyet, aslında seksin ön hazırlığı değil midir çoğu zaman?
Yazının Devamını Oku

Hetoks

7 Mayıs 2006
SANKİ iki ayrı ülkede yaşıyoruz.<br><br>Öyle farklı, öyle uzağız. Birbirimizden haberdarız ama.

Ara sıra gazete sayfalarında rastlıyoruz onlara. Onlar da bizi biliyorlar elbet. Nasıl giyindiğimiz, nasıl yaşadığımız hakkında bir fikirleri var. Gelenden gidenden, televizyondan, arada ellerine geçen gazetelerden.

Onlara gazete sayfalarında her rastladığımızda "Vah vah!" diyoruz, "Ne korkunç!"

Onlar bizim için ne düşünüyor, belli değil.

Biz onları çabucak unutuveriyoruz. Kısacık tasalanmaların ardından kendi dünyamıza dönüyoruz.

Onlarsa çıkmak isteyip çıkamadıkları dünyalarında... Bir dakika! Oraya "dünya" denmez. "Cehennem" diyelim. Cehennemlerinde hiç işlemedikleri suçların sözde bedelini ödemek için sıralarını bekliyorlar.

Türkiye’nin doğusunda dünyaya gelmiş kadınlardan bahsediyorum. Hani "töre kurbanları" diye bilinen kadınlardan.

Pazar gününün, konusu değil biliyorum.

Ben de zaten "hetoks" yapan kadınlardan söz edecektim bugün. Fakat bununla ilgili bir yazıyı okuduğum dergide onlara rastlayınca...

* * *

Efendim "hetoks", "erkeklerden arınma diyeti"ymiş. Ben de yeni öğrendim. Zaten yeni bir akım. Avrupa’da başlamış ve elbet ve tabii ki illa ki Türkiye’ye de gelmiş.

Ama anladığım kadarıyla bir farkla!

Avrupalı kadınlar arasında, erkekten arınma, "kendini salıverme" anlamına gelirken, bizde "kendini yeni bir erkeğe hazırlama" olarak ortaya çıkıyor.

Avrupalı kadının yaptığını, yani saçı başı, tırnağı, göbeği, üstü başı kendi haline bırakma işini biz daha ziyade beraberlik esnasında yapıyoruz. Özellikle eskimiş bir beraberlikse...

Aslında bana sorarsanız fena da yapmıyoruz. Tamam, devamlı az önce çapadan gelmiş gibi gezmeyelim ortalıkta ama öteki türlüsü de manavın tezgáha dizdiği elmaları habire parlatması gibi bir şey oluyor ki, bize bu işlem yapılmasa da elmanın elmalığından bir şey kaybetmeyeceğini bilen erkekler lazım.

Şimdi çapadan gelmiş deyince... Konumuzla alakası yok ama araya sıkıştırmadan geçemeyeceğim.

Televizyonda sabah programı yapan bir kızcağız var. İsmi lazım değil, mutlu mu mutlu fındık kurdu gibi bir taze. Fakat kadının parıltısından adeta ürküyorum desem... Taşından, tüyünden, pulundan... Bakımlı olmanın da bir sınırı var. Bir noktadan sonra hakikaten korkuyor karşısındaki. Erkek değilim gerçi fakat olsam, akşamları kapıda bu kızcağızın yerine hakikaten çapadan gelmiş bir kadın tarafından karşılanmayı tercih ederim.

Nerede kalmıştık... Ha, Türk kadını olarak "hetoks"tan anladığımız, "kendimizi yeni erkeklere beğendirmek üzere bakıma almak" oluyor.

Belki estetik operasyonlar bile var işin içinde. Amacının aksine daha da yorucu bir dönem yani. Türk usulü hetoks!

Gelelim doğudaki hemcinslerimize...

"İki erkek arası" diye bir zaman dilimi yok onlar için.

Olsa olsa "bir erkek sonrası" var ki oda aile tarafından intihara zorlanmak ya da öldürülmek oluyor.

Evet, bugün başta sözünü ettiğim "Vah vah!" durumundayım. Rast geldim ya...

Merak etmeyin geçer!

Yarına bir şeyim kalmaz!

Ama neyse ki bu durumun kalıcı olduğu kişiler de var. O kadınların kaderi yenmeleri için uğraşan... Bir arpa boyu yol alınmasına izin vermeyen güçlü törelere karşı mücadele eden...

Neyse ki...

MIŞ-MUŞ

Avusturyalı bakan, Swarovski kristallerin sahibinin eşiyle terasta sevişirken objektiflere yakalanmış.

Bizimkiler bunu duyunca hiç olmazsa el sıkışırken tereddüt etmezler belki.

Tedavi olmak için seçilen ülkeler arasında Türkiye de varmış.

E, hastanın da maceracısı oluyor demek!
Yazının Devamını Oku

Çeyiz parasının dayanılmaz cazibesi

6 Mayıs 2006
Şükrü Kızılot’un köşesinde "Kaynanam heyecanlandı" diyordu bir okur. Dul ve tekrar evlenmeye yanaşmayan kaynana, evlendiği takdirde devletin, kendisine "çeyiz parası" adı altında toplu bir para vereceğine dair duyum alınca "sanki evlenecek gibi" olmuş.

Okur da kaynanasının mürüvvetini görme hevesiyle (katiyen başından gitsin diye değil!) "Bize bir müjdeniz var mı?" diye soruyor Kızılot’a.

Konumuz duyumun doğru olup olmadığı değil gerçi ama merak edenler için Kızılot’un cevabını ileteyim. Evet, okurun kaynanası 1 Ocak 2007’den itibaren evlenirse 12 aylık çeyiz parası alabilecekmiş.

Gelelim konumuza...

Bunu okuyunca bu topraklardaki bütünevlenmeler geldi aklıma. "Hakiki evlilikler bütün evliliklerin yüzde kaçını oluşturur?" gibi bir soru mesela.

Yani tarafların "Onsuz olamam" hissine kapılarak gerçekleştirdikleri evlilikler, şu aşağıdaki nedenlerle yapılan evlilikler içerisinde ne kadar yer tutar?

Misal askere gitmek gibi sırf vakti geldiği için yapılan evlilikler...

"Annemler (Birinci "e" açık okunacak!) istediği için" yapılanlar.

Benim de kendime ait tencerem tavam olsun diye...

Çocuk yapma yaşını kaçırma korkusuyla...

Lekelenen namusu çamaşır suyuna yatırma niyetiyle...

Paralı seks zamlandığı için...

Damızlık boğa ihtiyacından... Geçim derdine çare olsun diye...

"Eş durumundan tayin" maksadıyla...

Ex sevgiliye inat olarak...

Kafada harika bir gelinlik modeli bulunduğundan...

Hazır zengin bir koca adayı yakalanmışken...

Dedikoducuların ağzını torba misali büzmek için...

Ve işte "çeyiz parası"nın dayanılmaz cazibesi yüzünden falan filan.

Otu b.ku araştıran araştırmacıların aklına gelmedi herhalde bunu araştırmak.

Fakat benim geldiğim noktaya dikkatinizi çekerim!

Körle yatan şaşı kalkarmisali, "Cacık sevenlerin çocukları suça yatkın oluyor" gibi neticelere varan araştırmaları duya duya...

Tekerlek üstü saltanat

Bilmiyorum duydunuz mu... "Saltanat Otobüsleri" konuyormuş sefere. Şehirlerarası çalışan.

Ben de Zaman Gazetesi’nde okudum.

"Saltanat Kayığı" var zaten... Fesli kayıkçıların çektiği... Haliç’te gezip duruyor.

Fakat "tekerlek üstü saltanat" ilk defa olacak.

Patates ya da şekerpancarı yüklü kamyonlar yanınızdan geçip giderken...

Gerçi perdeleri olacakmış otobüsün.

Siz o arada içeridekikaftanlı hosteslere bakıyor olacaksınız...

Yalnız mola işini nasıl halledecekler bilmiyorum. Gerçi en kısa zamanda "Saltanat Tesisleri" yapılacaktır da, o zamana kadar nasıl olacak?

Ben şahsen otobüsteki saltanattan sonra aniden Susurluk’ta "tost ve ayran" ikilisiyle karşılaşmak istemem!

Ya da burnundan konuşan bir kadının "Çaylar şirketimize aittir" demesine katlanamam.

Herhalde bunları da düşünmüşlerdir.

Bakmışsınız Susurluk’un "Vezirparmağı" ünlü olmuş!

Burnundan konuşan kadın da "Şerbetler imparatorluktan" diyor!

"WC’ler"de ibrikli görevliler bekliyor.

Ne bileyim, böyle şeyler işte.

Nostaljiyse, alın size nostalji!

Gerçi siz en fazla çocukluğunuza dönmek isterdiniz bazı bazı... Fakat Osmanlı’ya kadar gitmeniz nasip oluyor!

Ne diyeyim...

Allah verdi iki göz!

Bir şey daha diyeyim. Lahavle.

MIŞ MUŞ

Bir yakını, 2006 Türkiye Güzeli daha dokuz aylıkken kraliçe olacağını bilmiş.Kakasına baktı zahir!

Malezya’da 33 yaşındaki erkek 104 yaşındaki kadınla evlenmiş.Gördünüz kızlar, can çıkmadan Allah’tan umut kesmeyeceksiniz.

Sosyete güzelleri yaz için bakıma girmiş.Fakat "yeni model" kumalara çare değil.

Ebru Akel "İlgili ve düşünceli bir aşığım" demiş.Bu özellikler "aşık"tan ziyade "anne"yle bağdaşıyor ama hadi neyse!
Yazının Devamını Oku

Cevap veriyorum

4 Mayıs 2006

Taliye Teleri"’Son dönemde yazılmış aşk romanlarından uzak duruyorum’ diyorsunuz. Aşk ve evlilik, içsel yolculuk hakkında yazılmış ve muhteşem bir kitap olan Zahir’i okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. O kitapla ilgili bir değil beş tane köşe yazısı konusu çıkarabilirsiniz."Uzak duruyorum dediysem uzaklığın da bir ölçüsü var. Kitap seçerken ilk tercihim "Aşk romanı" değil diyeyim en iyisi. Fakat Zahir’i okudum, çok haklısınız. İçsel yolculuk deyince, Ahmet Altan’ın "En Uzun Gece"sini de yabana atmayalım bu arada.

Ve aşk romanı deyince, son dönemde beni çok etkileyen, Kürşat Başar’ın "Başucumda Müzik"i ile Solmaz Kámuran’ın "Çanakkale Rüzgárı"nı da anmadan geçemeyeceğim.

Bakın pek de uzak durmuyormuşum di mi?

* * *Sibel Kekilli (Kemal Doğan eliyle)Sevgili okurlar, Mış-Muş köşesinde yorum getireceğim haberleri doğaldır ki gazetelerden derliyorum. Yani kimse gelip bana direkt demeç vermiyor.

Yazının Devamını Oku

O şimdi hanımefendi!

2 Mayıs 2006
YENİ bir yarışma programı başladı... 8 erkek, 21 gün boyunca bir evin içinde kadın gibi yaşayacaklar. İlk iş olarak peruk ve meme taktılar.

Aynı günlerde 10 ünlü erkek de kadın sorunlarına parmak basmak üzere topuklu ayakkabı giyip fotoğraf çektirdiler.

Kendimi düşündüm...

Hani erkek ayakkabısı giysem, acaba aniden erkekleri anlar mıyım diye...

Hayır, mesela gözleri görmeyen birinin yaşadıklarını anlamak için birkaç gün gözü bağlı dolaşmayı falan anlarım da... Ayakkabı giymekle kadını anlamak nasıl olacak?

Olsa olsa o sivri topukların üstünde durmanın ne demek olduğunu anlarlar.

Fakat bu da bir şey tabii.

Hiç olmazsa bir kısmımızın fiziksel olarak ayakta durmak için bile erkeklerden farklı olarak fazladan çaba harcadığının farkına varmış oldular!

Fakat bot, lastik ayakkabı vs. ile gezen kadınların sorunları yine güme gitti tabii!

Hatta onlar için hiç iyi olmadı bu.

Hani kazara bir şeylerden şikáyet edecek olsalar kimse ciddiye almayacak.

"Hadi oradan! Dümdüz ayakkabılarınızla ne derdiniz olacakmış!"

***

Gelelim öteki 8 erkeğe...

Dediğim gibi ilk iş olarak perukla memeyi taktılar, yarışmaya başladılar.

21 gün boyunca "kadın" olmayı becerebilen yarışmayı kazanacak herhalde.

Daha baştan kadın olmanın zor bir zanaat olduğu kabul ediliyor demek ki üstüne yarışma bina edilmiş.

Bir nevi engelli koşu gibi bir şey.

Ya da ne bileyim, yiyeceğin içeceğin doğadan temin edildiği, hayatta kalma mücadelesinin verildiği yarışmalar gibi.

Fakat sorarım size, erkeğin bulunmadığı yerde kadın olmanın ne zorluğu vardır?

Ağda yapmak mıdır zor olan?

Uzun saçlı olmak mı?

Bir çift memeye sahip olmak mı?

Soğan doğramak mı?

Bu devirde zaten erkekten çok uzak şeyler değil ki bu saydıklarım.

Kadınlığı esas zor kılan şey, erkeğin varlığıdır.

Yarışmanın yapıldığı eve, kadın kılığına girmiş erkeklere gerçekten kadın muamelesi yapacak üç-beş de erkek sokacaklardı ki...

Yoksa kaş almanın nesi zor?

MIŞ-MUŞ

MÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı, "Büyük marketlerde mescit açılsın" demiş.

Aslında Türkiye’nin tepesine dev bir kubbe yaptırsak bitse bu iş!

*

Ömür uzunluğunda Japonları geçmişiz.

Onları icatlar yordu!

*

Erdoğan, "CHP lideri ülkeyi geriyor" demiş.

Oysa laikliğin yeniden tanımında falan ne güzel gevşiyoruz!
Yazının Devamını Oku

En iyi köfteyi onlar yapar!

30 Nisan 2006
TÜRKİYE’de en sık rastlanan insan tipi hangisidir?<br><br>"Sizin hiçbir şey bilmediğinizi, buna karşılık kendisinin her şeyi bildiğini zannedenler." Bilmeyene Türk insanının tarifi gerekse mutlaka bu özelliğini de sayarım. Öyle yaygın bana göre.

Fakat her şeye muhalif olanlarla karıştırmayın bu bahsettiklerimi!

Onlar başka.

Mesela, kendisine söz hakkı verilmiş kişiler, diyelim köşe yazarları, biraz da her şeye muhalif olmak zorunda hissederler kendilerini.

Elbet...

"Memleket öyle idare edilmez!"

"Kaldırım taşı öyle döşenmez!"

"Takıma öyle taktik verilmez!"

diyeceklerdir.

Fakat dikkat ederseniz, mevzu genellikle orada biter. Yani "öyle olmaz"ın yerine "böyle olur" diyen azdır.

Bu bahsettiğim tipler ise her konuda neyin nasıl yapılacağını uzun uzun anlatırlar.

"E, iyi bir şey" derseniz ben de size "Böyle biriyle birkaç saat geçiresiniz inşallah" derim.

Ve...

"Kendinizi nasıl yorgun, nasıl yetersiz, nasıl böcek gibi hissedeceğinizi göresiniz!"

* * *

Çok derin mevzulara girmeniz şart değil.

"Dün falanca yerde bir köfte yedim, çok güzeldi"
demeniz káfi.

Onun mutlaka daha iyi köfte yapan bildiği başka bir yer vardır. Sizin bahsettiğiniz köfteyi hiç tatmamış olsa da kendi dediğinin "en iyi" olduğundan emindir.

Dahası, aslında en iyi köftenin nasıl yapılacağını esas kendisi bilir.

Kapatın köfte mevzuunu, bir filmden söz edin.

Seyredip beğendiğiniz bir filmden...

O filmi görüp görmediği, son zamanlarda sinemaya gidip gitmediği falan hiç önemli değildir. Dağarcığında mutlaka sizin sözünü ettiğiniz filmden daha iyi bir film vardır.

İstediğiniz konuyu açın, netice aynıdır.

Size asla kulak vermez.

Bir süre sonra kendinizi zevksiz, bilgisiz, tecrübesiz, yeteneksiz hissetmeye başlarsınız.

O ise kendisinin ne zeki, ne bilgili, ne zevkli, ne tecrübeli, ne yetenekli olduğunu bir kez daha ispat etmenin mutluluğu içerisinde, bir başkasına dönmüş, falancanın (ki ondan da dün geceyi beraber geçirdiği babasının oğlu gibi söz eder) yazılarının on para etmediğini anlatmaktadır.

Halbuki kendi yazsa...

Zaten çok da teklif vardır; ama o hiçbir gazeteyi kendine layık görmediğinden...

Sonra eve gider düşünürsünüz... Peki ama bu adam ya da kadın neden hep beşinci sınıf işler yapmaktadır?

Ve bu "bitirmiş" bolluğuna rağmen, neden bu memleket hálá herhangi bir konuda "en iyi ülkeler" sıralaması yapıldığında daima en sonlarda yer alır?

MIŞ-MUŞ

Yapılan bir araştırmaya göre, emekli olduktan sonra, Brezilyalılar sağlık, Türkler para için çalışıyormuş.

Bir araştırmadan da sürpriz netice çıksa...

Teoman, meğer bir süre önce gizlice evlenmiş.

Sarhoş olup unutmak istediği şeyin ne olduğu anlaşıldı.

10 ünlü erkek, kadın sorunlarına dikkat çekmek için kadın ayakkabısı giymişler.

Biz de bu konuyu ne kadar ciddiye aldıklarını(!) anladık.
Yazının Devamını Oku