Pakize Suda

Deli deliyi görünce

24 Haziran 2006
Geçenlerde, Alman kadınlarının, evlenmek için Türk erkeklerini tercih ettiklerine dair bir haber vardı gazetelerde. Ben de bunu "görünüşe aldanmak" şeklinde yorumlamıştım.

Buna karşılık bazı okurlardan değişik yorumlar geldi. Karşılıklı yorumlaştık anlayacağınız.

Aslında konu Türk erkeği olunca lafa başlamadan önce şöyle bir düşünmek lazım. Hatta bırakın milliyetini, genel olarak "erkek kısmı" derken bile hiç olmazsa on dakika duracaksınız.

Erkek dediğiniz yenilmez, ağlamaz, mahcup olmaz, faka basmaz, başarısız olmaz, falan filan zira. Bunlara dikkat edeceksiniz. Vatan toprağı gibidir bir nevi. Kutsal. Dil uzatılmaz.

Fakat her şeye rağmen şimdi kendilerini hayal kırıklığına uğratacağım.

Aslında söyleyeceğim şey benim fikrim değil. Bir okurumun tespiti. Bizzat yaşayıp gördüğü.

Efendim, Alman kadınının Türk erkeğini tercih etmesinin nedeni, bizimkilerin gücü, kuvveti, yağızlığı falan değil, kolay kıvama gelir olmasıymış. Alman eşlerinin talimatlarını harfiyen yerine getirmeleri söz konusuymuş.

İnanmazsınız tabii...

Biz daha ziyade kadının sırtından sopayı eksik etmemeleriyle tanırız kendilerini. Fakat netice olarak Hitler’in torunlarından söz ediyoruz arkadaşlar!

Deli deliyi görünce sopasını saklıyor demek!

Kadının vücudu kariyerine karşı!

Bir okurum da kadın kısmının kariyer durumunu işaret etmemi istemiş.

Bilmem kadının kariyeriyle, vücudundaki istenmeyen tüylerin ya da kafasındaki istenen kılların bir ilişkisi olduğunun farkında mıydınız... Bu kılların tüylerin kariyere mani olduğunun...

Kadının, erkek kadar her alanda var olamamasının nedenini "vücudunla çok işi olduğu" şeklinde açıklamak mümkün okuruma göre.

Hakikaten düşününce...

Gerçi "Çocuk da yaparım kariyer de" dediğini biliyoruz. Fakat çocukla bitse...

"Regl de olurum, kariyer sahibi de."

"Ağda da yaparım, kariyer de."

"Kaşımı da alırım, kariyer de yaparım."

"Dip boya da yaptırırım, kariyerimi de parlatırım."

"Makyajımı da tazelerim, kariyerimi de."

Böyle uzayıp gidiyor. Ki hangi kariyer dayanır hakikaten?

"Bi dur Allah aşkına!" demez mi?

Fakat nasıl dursun kadın... Mütemadiyen vücudunun bir yerlerinde bir hadise cereyan ediyor.

Erkeğinse bir tıraşı var, onu da çok sıkışınca "sakal" adı altında salıveriyor.

Ne diyeyim...

Doğuştan kariyere müsait değil kadın kısmı! Yapabileni hakikaten tebrik üstüne tebrik etmek lazım o zaman!

Devre ayak uyduramadılar

Bu da kendiliğimden bir işaret...

"Diyet ürünümüz yok efendim!"

Her yerde bu cevapla karşılaşıyorum.

"Var ya!.." diyeceksiniz. "Yoğurt, süt, reçel, bisküvi, çikolata, hatta bal bile var."

Sahi balın diyeti nasıl oluyor?

Demek ürünlerinin "arı" değil, "insan yapımı" olduğunu kabul ediyorlar. İmalat sırasında şeker yerine Aspartam koyuyorlar zahir. Başka türlü nasıl olacak diyet bal?

Neyse, balı geçelim.

Kurtların kuşların bile diyette olduğu şu devirde, sizce de devede kulak değil midir mevcut diyet ürünlerinin sayısı?

Ben bir pastaneye girdiğimde dükkánın hiç olmazsa üçte birinin diyet ürünlerden oluşması gerektiğine inanıyorum.

Çok mu zordur kepekli undan, tatlandırıcı ve sıvı yağ kullanılarak kek yapması?

Restoranlarda, kafelerde illá ki bir diyet mönüsünün de bulunması gerekmez mi artık?

Çok talep olacağını ve zamanla aşçıların bu konuda harikalar yaratacak duruma geleceğine, bir süre sonra mutfağın önemli bir kısmının bu yemeklerden oluşacağına inanıyorum.

Tek tük yapan yerler var ama "diyetçi nüfus"un yanında esamisi okunmaz.

Hayır, bu bir moda değil çünkü. Gelip geçici bir sevda değil. Belli ki artık hep diyette olacağız. Ucunda ölüm var zira yazılıp çizilenlere bakarsanız. E, bu durumda kim için o kreması tabakta yıvışıp kalan pastalar falan? Yıkarken dehşete düşüyorum bazen.

Öyle kıytırıktan, yasak savar gibi iki çeşit kurabiye falan değil... Zengin diyet mönüsü bekliyorum bütün pastanelerden, unlu mamuller fırınlarından, tatlıcılardan, restoranlardan...

Saçmaladığımı sanmıyorum.

Hiçbiri devre ayak uyduramadı bence.

Vallahi ciddiyim.

MIŞ MUŞ

Maçoluk erkeğin genlerinde varmış.

"Doğuştan özürlü" bir nevi.

Angelina Jolie, hamilelikte aldığı kiloları sarmısak diyetiyle verecekmiş.

Brad Pitt’i gözden çıkardı zahir.

Erdoğan’ın kızı, babasının kapısına "Baba, bir geceni de bize ayır" yazılı not bırakmış.

Hatta keşke 365 günü ailesine ayırsa!
Yazının Devamını Oku

Cevap veriyorum

22 Haziran 2006
ADI bende saklı bir okurum "Merhaba Pakize Hanım!

Sizi ve yazılarınızı severek okuyor ve dinliyorum. Bence gündemimizdeki ve ülkemizdeki sorunları genel anlamda tatlı sert bir dille eleştirmeniz çok güzel.

24 yaşında, yeni evliyim. Üniversite mezunu, hiç boş zamanı olmayan, ekonomik özgürlüğü elinde olan, tamamen sosyal biriyken bir karasevda uğruna evlendim ve şu an oturup kocamı bekliyorum. Çok sıkılıyorum. Kaynanam da üst katımda oturuyor, bu zaten sıkılmama yetiyor.

Doğulu bir aile eşimin ailesi. Oldukça kültür farkı var aramızda. Anlaşamıyor, konuşamıyoruz. Benim A dediğime muhakkak B diyorlar. Kayınpederim her ne kadar kültürlü ve demokrat görünse de aslında kişiliğinde diktatörlük yatıyor aslanlar gibi!

Allah’tan eşim ailesine çekmemiş, çocuk kendisini yetiştirmiş nasılsa.

Birçok hayalime bu evlilik için yüzme öğretmek zorunda kaldım ve şu an hepsi çok iyi birer yüzücü oldu!"

Çok iyi oldu bana yazman.

Ne zamandır çevremde de birçok örneğine rastladığım ve üzerine iki laf etmek istediğim bir konu bu.

Fakat söyleyeceklerim hoşuna gitmeyebilir. Çünkü "Haklısın" demeyeceğim.

Ha, uyuşamamakta haklı olabilirsin. İnsanın kendi ailesiyle bile uyuşamadığı, uzak durmak istediği oluyor. Ve kendi ailenden bir ölçüde şikáyet etmeye de hakkın olabilir. Sen seçmedin onları zira. Kadere sitem edebilirsin hiç olmazsa.

Ama kocanın ailesinden şikáyet etmeye hakkın yok.

Kocan saklamış mıydı ailesini senden?

Ya da 24 yaşında, üniversite mezunu, aklı başında biri olarak illaki yaşayıp da mı görmen gerekti iki kere ikinin dört ettiği gibi birtakım gerçekleri?

Eminim ilk tanıştığında çok sevimli bulmuşsundur kocanın ailesini.

Değişik bir kültür hoşuna gitmiştir.

Yemeklerini öğrenmeye çalışmışsındır, türkülerini ezberlemişsindir belki.

Alıştığının dışındaki her şey çekmiştir seni. Yabancı bir ülkeye seyahat gibi heyecan duymuşsundur.

Ne diyeyim...

Aşkın gözünün kör olması halinin kapsama alanına giriyor herhalde bunlar da.

***

"Kocam neyse ki ailesine çekmemiş, kendisini yetiştirmiş" diyorsun.

Öyle mi?

Neden hayallerinden vazgeçtin o zaman?

Neden çalışmıyorsun?

Bak, moralini bozmak gibi olmasın ama "ailesine çekmemek" diye bir şeyin kimse için mümkün olmadığını söyleyebilirim. Tecrübelerim bunu öğretti bana.

Sadece bir süre, gençlik döneminde ailesine yabancılaşıyor insan. Sonra yavaş yavaş aslına rücu ediyor.

Hepimiz için böyle bu.

Ne eğitim engel buna, ne aileden uzakta yaşamak. Bir bakmışsın değer yargıların ana babanınkiyle aynı. Şaşırarak görüyorsun.

Diyeceğim, sızlanmayı bırak. Deveyle diyar meselesini bilirsin.

Ya da kocanı ve ailesini değiştirmeye çalış. Bakarsın bir "mucize" olur! Tarihe bile geçersin vallahi!

MIŞ-MUŞ

Erdoğan, ünlü modacı Pierre Cardin’e Fahri Dostluk Elçisi plaketi verecekmiş.

Sümeyye’nin nikáh şahidi belli oldu.

***

Çevre ve Orman Bakanı Pepe, Atatürk Orman Çiftliği Hayvanat Bahçesi’ndeki yılanın kaybolmasıyla ilgili "Şiş kebap yemeyin" demiş.

Böylece "komik" olmayan bakanımız kalmadı.

***

Erdoğan, AB karşıtı söylemlere karşılık "Küp şeker miyiz ki suda yok olalım" demiş.

Bu da "Başkomik".
Yazının Devamını Oku

Tutun kızlar kendinizi!

20 Haziran 2006
EN son bir okurum uzun uzun yazınca... Ondan önceki benzer mektuplar aklıma gelince...

Bu konunun kızlar arasında genel bir sorun olduğu kanaati oluşunca...

Aldım kalemi elime.

Efendim, mesele şu:

İyi eğitim almış, çalışan, geceleri arkadaşlarıyla gezen, seyahate çıkan, özgür kızlar var hani...

İşte o kızlar, ilk görüşte áşık olmasalar bile, çok hoşlandıkları, sevebileceklerini tahmin ettikleri bir erkekle tanıştıkları gün beraber olmakta bir beis görmüyorlar bazen.

Olabilir.

Bu bir tek onları ilgilendirir.

Fakat...

Burası Türkiye.

Erkeklerin çoğu, ne kadar okumuş, yazmış, aşmış olsa da, hadi "ilk erkek" olmak istiyor demeyelim ama kadını hiç olmazsa "zor kadın", "kolay kadın" diye ikiye ayırıyor.

İşte sorun burada başlıyor.

Zira kadınlar da bu ayrımı kabullenmiş durumdalar ve "kolay kadın" olarak değerlendirilmekten ödleri patlıyor.

Ama özgürler ya bir yandan da... İlk tanıştıkları gün beraber olmuş bulunuyorlar bir kere.

E, ne olacak şimdi?

Erkeğe aslında kolay kadın olmadıklarını ispat etme telaşı başlıyor.

Lakin erkek duyduğuna değil, gördüğüne inanıyor.

Bu arada ilişki devam ediyor. Ama kızların istediği biçimde değil.

Kızlar "Seninle mutlu yarınlara koşalım" derken, erkekler "Gel sadece birbirimizin cinsel partneri olalım" diyorlar.

Aslında erkeğin her durumda esas istediği bu galiba ama kızlar bunu "ilk görüşte yatak" olayına bağlıyorlar. Ne kadar özgür olurlarsa olsunlar, genlerinde bulunan işkillilik halinden...

Ve bu noktada, başta sözünü ettiğim okurum gibi "Ne yapalım şimdi biz?" diye soruyorlar. Káh kendilerine, káh bilirkişi addettikleri benim gibi birilerine.

Anlamışsınızdır... Kızlara akıl vermeye geldi sıra.

Kızlar!

Şu hayatta önce kim olmak istediğinize bir karar verin.

Kendiniz mi olacaksınız, yoksa karşınızdaki erkeğe göre şekil mi alacaksınız?

Hepsi birden olmaz. Hem liberal hem muhafazakár, hem ilerici hem gelenekçi ucube siyasi partilere dönersiniz vallahi.

Sizi sevişmenin kaçıncı buluşmada gerçekleştiğiyle tartan erkekten uzak duracaksınız. Öyle bir terazide tartılmak istemiyorsunuz zira.

Ha, "Hadi hemen yatalım" derken aslında sizi sınıyor olan erkeklere çok değer veriyor, onları sevebileceğinize inanıyorsanız tutun kızlar kendinizi! Bekleyin birkaç mum ışıklı yemek olayı gerçekleşsin bari!

Ne diyeyim...

MIŞ-MUŞ

Prof. Ahmet Mete Işıkara’dan sonra Prof. Celal Şengör de gayrimenkul sektörüne giriyormuş.

Bir "depremzEdeler" var, bir de böyle "depremzAdeler"...

*

Erdoğan, AB süreciyle ilgili "Dik dururuz, dikleşmeyiz" demiş.

Başbakan değişiyor! Eskiden olsa "Dike dike alırız" falan derdi.
Yazının Devamını Oku

Görmemişin Sting’i olmuş

18 Haziran 2006
ŞU okuyacağınız yazı sanmıyorum ki Sting’e dair yazılmış son satırlar olsun. Bir müddet daha sürecektir.

Fakat ben geciktim biraz.

Aslında hiç niyetim yoktu. "Konserine gitmedim, etmedim" diye düşünüyordum. Fakat baktım ki "Yazarınız uzaydan bildiriyor" gibi bir durumda kalıyorum...

Hem Sting de bu memlekete gele gide bir hal oluyor değil neticede. Bir daha kısmet olur mu olmaz mı...

Benim de arşivde bir Sting yazım neden olmasın?

Dedim kendi kendime.

Uzatmayayım...

Bilmem farkında mısınız, Sting çok "turist" çıktı.

Yani bir Türk’ün "turist"ten beklediği ne varsa hepsini bir bir yerine getirdi adamcağız.

Camilere gitti...

Kapalıçarşı’da alışveriş yaptı.

Fes taktı...

Göbek atmayı denedi...

Dansöze para yapıştırdı..

Hamama gitti...

"İnsanlar harika, İstanbul güzel" dedi...

E, daha ne yapsın?

Ha, şiş kebabı da övebilirdi tabii. Bir tek onu yapmadı.

Neticede hakikaten Sting gayet verimli çıktı.

Senede böyle iki Sting gelse bu memlekete, ihya oluruz.

Türk basını olarak yani.

Gerçi biz her durumda ihya oluruz. Genlerimizde var. Sting otel odasından çıkmayabilirdi de. Fakat biz bunun sebepleri üzerine bile en az kırk yazı döşenirdik. Neyse ki hayal gücüne gerek bırakmadı Sting.

Konser bile verdi.

Vermiş yani...

Öyle bir söylenti var!

Bu kısmına pek rastlayamadık gazetelerde. Öyle çarşaf çarşaf... Göremedik. Bu noktada aniden ayarı tutturasımız tuttu. Ama ta oralardan sırf dansöze para takmaya gelmediğini tahmin ediyorsunuzdur okur olarak.

Kısacası...

"Türk basınından Sting geçti" diyebiliriz.

Hatta hálá geçmekte. Ne kadar sürer Allah bilir artık.

Neyse...

Çok şükür benim de iyi kötü bir Sting yazım oldu. Kimseden geri kalmadım.

MIŞ-MUŞ

Erdoğan, Köşk adayını tarif etmiş: "Lider vasfı olmalı, toplumun bütününü kucaklamalı."

Bir ara kendini de tarif etse de niyetini anlasak.

Clinton konuşma yapa yapa 7.5 milyon dolar servet edinmiş.

İnsanlar konuşa konuşa kazanır!

İstanbul-Ankara, trenle üç saate inecekmiş.

Burası Türkiye, "Her iki vilayetin dış mahalleleri birbirine doğru büyüye büyüye araları üç saate inecek" demek istemiş de olabilirler.

Çin’de rüşvet alan generali, metresi ispiyonlamış.

Adam paranın bir kısmını karısına harcamaya kalktıysa...

Duyuru!

19 Haziran Pazartesi akşamı, saat 20.30’da, Parkorman’da, Türkiye Omurilik Derneği Engelsiz Eğitim Projesi yararına, Şişli Belediyesi’nin katkılarıyla, M.Ali Erbil ve Burcu Kara’nın sunuculuğunda, Yavuz Bingöl, Deniz Seki, Emre Altuğ, Hüsnü Şenlendirici’nin verecekleri konsere katılmak isterseniz ki isteyin bence, biletleriniz Biletix’te.
Yazının Devamını Oku

Babama mektup

17 Haziran 2006
Sevgili Babacığım, Sana bu köşeden sekiz senedir yazmaktayım. Memleketin ahvalinden haberdar etmek üzere...

Kendini "kopuk" hissetmemen için...

Ya da seni "kopmamış" farz ettiğim için...

Yine geleneği bozmayacağım.

Fakat bu sefer işin içinde bilimsellik de var. Yani Türkiye’nin 2006 yılı itibarıyla tam olarak nerede durduğunu en hakiki şekliyle iletmiş olacağım sana.

Hakiki, çünkü tespitler benim değil, iki bilim adamının tespiti. Belki de "Halkın kendi kendini tespiti" demek daha doğru.

Uzatmayayım; iki öğretim üyesi, Işık Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu ile Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Ali Çarkoğlu bir araştırma yapmışlar:

"Türkiye’de Sosyal Tercihler Araştırması."

Ve araştırmadan üzerlerine naçizane yorum yapacağım şu neticeler çıkmış:

Türkiye sağa kaydı!

Yok, depremden değil. Siyasal olarak. Yani artık sağ partilere oy veriyormuş.

Bu durumun Sovyetlerin çöküşüyle ilgili olabileceği yorumu yapılıyor.

Ben de aynı fikirdeyim.

Ancak uzmanlar çöküşten sonra yaşanan çatışmaları kastederken ben daha çok Rus kızlarının etkili olduğunu düşünüyorum.

Şimdi şöyle:

Türkiye’de çoğunluk, solu illaki komünizm, komünizmi de "Kadın nüfusun eninde sonunda kendisini komşu ülkelere vurması" şeklinde değerlendirdiğinden... E, kim ister karısının, kızının bu duruma düşmesini?

Hal böyle olunca Türkiye sağa verdi kendisini.

Veya bir arada olma becerisi yok bizde.

Gerçi dip dibe yaşamakta üstümüze yoktur, o başka. Fakat koyun misali. Yoksa beraber bir iş görme açısından değil.

Çocuklarımızın mürüvveti için iki saatliğine bir araya geldiğimizde bile bakmışsın gelinin amcasıyla damadın dayısı düğünün gidişatı ile ilgili birbirlerine girmişler.

Diyeceğim, biz "Kendi başını kurtarma"da daha başarılıyız.

Bu görüldü demek. Ki zamanında atalarımız "Her koyun kendi bacağından asılır" diye boşuna dememişler.

"Bir elin nesi var, iki elin sesi var" diyen atamız ise büyük ihtimalle yurtdışında yaşıyordu. Kısacası, "hamur meselesi" de denebilir.

Kek hamurundan ekmek olur mu?

Haliyle sağa kayacağız. Benim korkum kaya kaya İran’la üst üste binmemiz.

Şeriat isteyenler azaldı!

Bak bu yüreğine su serpiyor insanın.

Fakat bize sevinmek haram. Bir yandan da faşizm isteyenlerin çoğaldığı görülüyor zira.

Mesela "Okullarda çocuklara itaatkár olmaları öğretilmeli" diyormuş çoğunluk.

Ki çocuklar hazır "yaş"ken rahat rahat eğilsinler. İleride nasıl olsa icap edecek çünkü!

"Ülkenin çıkarları büyük tehlike altında olduğu zaman insan hakları ihlalleri yaşanabilir."

Bu da var. Fakat tehlikenin büyük mü küçük mü olduğuna kim nasıl karar verecek, bunu belirtmemiş halkımız!

Yani "şeriat" olmazsa "faşizm" var. "Kırk katır" olmazsa "kırt satır" olacak illaki.

Bu durumda zaten sağa kaymış Türkiye’yi biraz da aşağı çekeceksin babacığım!

Namusa dil uzatana ceza!

Araştırmaya katılanların yüzde 87’si "Namusa dil uzatılması hiçbir zaman cezasız kalmamalı" buyurmuşlar.

Aslında iyi tarafından bakmak lazım. Bu, bir nevi "işsizliğe çare" sayılabilir! Bakmışsın her evde bir "cellat!"

Biraz daha aşağı çekebilirsin babacığım!

Türbana evet!

Şimdi bir yandan aşağı çekerken bir yandan da biraz daha sağa doğru çek babacığım!

Çek, çek, çek, çek... Dur!

Nasıl?

Tam olarak görebildin mi Türkiye’nin 2006 yılı itibarıyla koordinatları nedir?

Öptüm. Hoşçakal.

MIŞ MUŞ

Dünyanın en ünlü bilim adamı Stephen Hawking "İnsanlığın kurtuluşu uzayda" demiş.

Bu, aynı zamanda "uzayın bitişi" anlamına geliyor.

Kahve siroz aşısı gibiymiş.

Bakmayın siz... Bugün kahvenin "kabul" günü sadece.

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in eşi "Eğitim şart" demiş.

Cem Yılmaz önde, protokol arkada!
Yazının Devamını Oku

Cana tak etme eşiği

15 Haziran 2006
DEMEK bu da ağrı eşiği gibi...<br><br>Aynı şiddette ağrı nasıl kimine vız gelirken kimini bağırtıyorsa, demek "cana tak etme" hadisesinin de eşiği var. Kimi 35 yılda aşıyor.

Okumuşsunuzdur... Kaç gündür gündemde hadise... Bir fizik profesörünün eşi, 35 yıldır kocasından şiddet gördüğünü iddia ediyor.

Herkes kadına yükleniyor... 35 yıldır sustuğu, katlandığı için.

Fakat ben bunu eşiğe bağlıyorum işte!

Ne yapsın kadıncağız eşiği yüksekse?

Bir türlü rahatsız olmadı gitti demek!

* * *

Aslında neredeyse bütün kadınların eşiği yüksek.

İlk tokatta mahkemeye koşan pek az kadın duydum bugüne kadar.

Genellikle sabrediyorlar.

Bildiğimiz bir sürü sebepten...

Kimi, boşansa ne yapacak, işi gücü yok.

Kimi, "Du bakalım belki geçicidir" diye bekliyor...

Kimisi için "koca" öyle önemli ki dayak için falan vazgeçilecek bir şey değil. Sonra ya yerine yenisini koyamazsa?..

Kimi belki terazide tartıyor... Adamın öyle meziyetleri var ki "Her gün dövse canı sağ olsun!"

Ne bileyim işte, çeşit çeşit.

"E, sonra ne oluyor da bir anda ellerinde 20, 25, 30 yıllık dayak çizelgeleriyle çıkıyorlar ortaya?" diyeceksiniz.

Mesela...

Erkeğin başka bir kadınla ilişkisini öğreniyor kadın...

İşte o anda canına tak ediyor!

O anda, erkeğin, kadını ZATEN dövüyor da olduğu çıkıyor ortaya.

"Hem dersini bilmiyor hem de şişman herkesten" durumu bir nevi.

İkinci kadın meselesi olmasa dayağın da pek önemi yok yani!

Ya da "Beni aldattın öyle mi, seni rezil edeyim de gör gününü!" durumu.

Son yıllarda bir erkeği bundan daha çok utandıracak bir şey yok zira.

Neyse ki...

Yani hiç olmazsa bu noktaya geldik. Kadına el kaldıran erkek ayıplanıyor.

Ve erkekler el kaldırmış olmaktan utanıyorlar. İnkár ediyorlar, kıvırıyorlar...

"Dövdümse dövdüm" diyen yok çok şükür.

Bir de kadın kısmı SADECE DAYAK YEDİĞİ İÇİN şikáyetçi olursa erkekten...

Tamamdır bu iş!

MIŞ-MUŞ

Rumların AB’ye girişimizi 69 engelleme hakkı daha varmış.

Sayı bile manidar!

Kastamonu Havaalanı terminali düğün salonu olmuş.

Uçak uyduramadık limonata verelim!

75 dakika kıyafet alışverişine çıkmakla 146 kalori yakılıyormuş.

Bu kadın kısmının uydurması olabilir.

Bodrum Kalesi Arkeoloji Müzesi’nin girişinde bulunan Latince "Inde Deus Abest (Tanrı’nın bulunmadığı yer)" yazısı için Kültür Bakanlığı "O yazıyı kazıyın" talimatı vermiş.

Bakmışsınız yarın bütün müzelerdeki kadın heykeller tesettürde!
Yazının Devamını Oku

Nöbetçi ’öfkeli kalabalık’

13 Haziran 2006
"YENİ şeyler söylemek lazım." Bildiğimiz, katıldığımız, edebiyattan müziğe her konuda geçerli olduğuna inandığımız bir gerekliliği işaret eden bu cümleye bir gazete sayfasında bir kez daha rastlayınca...

Biz bunu pek sık yapmıyoruz galiba.

Yani bu yeni bir şey söyleme işini.

Yapmıyoruz ki biri kalkıştığında neye uğradığını şaşırıyor insanlar.

İşte Perihan Mağden olayı!

Kadın yeni bir şey söyledi de sayılmaz aslında.

Yani "Askerlik kalksın" falan demedi.

Sadece askerlik yapmak istemediği için başı belada olan birini savundu, "Böyle bir hak olmalı" dedi.

Çok saçma buluyorsanız güler geçersiniz. Ha, yarın Perihan Mağden dedi diye böyle bir hak tanınırsa, siz asla o haktan yararlanmak istemez, koşa koşa gider askerliğinizi yaparsınız veya oğlunuzu coşkuyla uğurlarsınız, olur biter.

Saldırmak neden?

Ha, Perihan Mağden ezberimizi bozdu tabii!

Ezberimizde "vicdani ret" yoktu, "yırtma" vardı.

Ve askerlikten yırtanın -taşlamak şöyle dursun- "Aslanım benim nasıl da becerdin" diye sırtını sıvazlamak vardı.

Bir bakın etrafınıza...

Yok mu konu komşunuz, akrabanız?..

Çürük raporu almak için uğraşan...

Kilo sınırını aşmak için yeme içme kampına giren...

Hiç olmazsa bedelli askerlik yapabilmek için senelerce tek dersini vermeyip bir türlü okuldan mezun olmayan...

Bir tanıdığınız olmadı mı hiç?

Peki bu pek mi "şerefli" bir yoldur?

Kısacası...

Yeni bir şey söylemek lazım.

Lazım ama bu topraklarda bunu yapabilmek için kelleyi de koltuğa almak lazım.

Çünkü eli taşlı, sopalı bir topluluk daima nöbette.

"Televizyon Makinası"nın kulisinde bekleyen "öfkeli kalabalık" misali, bir bakmışsınız geliyorlar...

Yeni bir şey söylemeye kalkmayagörsün birisi...

Acaba diyorum, bu işi daha çok kişi sık sık yapmaya kalksa... Hangi birine yetişeceğini şaşırıp saldırmaktan vazgeçer mi o "nöbetçi topluluk?"

Hani "kötü"yü çabucak kanıksadığımız malum da "iyi"yi de kanıksar mıyız kazara?

MIŞ-MUŞ

Zarkavi’nin bombalanan evinin enkazından leopar desenli kadın külotu çıkmış.

E, uygundur... Kalp desenli olacak hali yoktu.

Ağar, "Hiçbir denklem DYP’siz olmaz" demiş.

Yalnız denklemin çözümü var mı ona bakmak lazım.

Baba olan İbrahim Kutluay, "Dünyaya bir Fenerbahçeli daha getirdik" demiş.

Artık nüfus cüzdanlarında din hanesi bile boş bırakılacak sevgili İbrahim!
Yazının Devamını Oku

Ehliyet lazım

11 Haziran 2006
"İMZAYI attı Bade’yi kaptı."<br><br>"2 trilyon aldı Bade’yi kaptı." İki gazeteden iki başlık.

Beşiktaş’tan Etimesgut Şekerspor’a transfer olan futbolcu Sergen’le yeni televizyon sunucusu Bade İşçil’in beraberliği böyle duyuruluyor.

Erkeğin kadını kapması şeklinde.

Buna da şükür!

"Malı götürdü" de diyebilirlerdi.

"Sergen iki türlü malı götürdü" mesela...

Aslında Sergen’e de hakaret var.

"2 trilyonu olmasa kim ne yapsın Sergen’i" manası çıkmıyor mu sizce de bu başlıklardan?

Ve tabii Bade’nin aslında 2 trilyona tav olduğu manası da...

Kadını kapanın elinde kalan, akıl, fikir ve duygudan yoksun bir yaratık olarak görmek ise zaten elde bir...

Belki de ben büyütüyorum...

Belki kimsenin dikkatini çekmemiştir.

Hatta habere konu olan kadın ile erkek bile rahatsız değildir.

Bilmiyorum.

Okuyunca irkildiğimi biliyorum sadece.

* * *

"Basının gücü"
denip duruyor.

Varsa hakikaten böyle bir güç...

Bir yerden bir yere götürmek mümkünse toplumu...

Bizi okuyanlara verdiğimiz mesaja bakar mısınız...

"Kadın maldır!

Parayı bastırır alırsınız!

Aklınızda bulunsun sevgili okurlar!"

Bilmiyorum kimseye laf söyleyecek yüzümüz kalıyor mu bu durumda.

Mesela bakire çıkmadı diye kız kardeşinin başına kurşun sıkan gence...

Elini kız arkadaşının omzuna attığı için darp ve tehdit edilen öğrencilerden "toplumda hoş olmayan vaziyette durmak"tan savunma isteyen doçente...

Karısını döven milletvekiline...

Laf söyleyecek yüzümüz var mı?

Tencere dibin kara...

Belki de birer "ehliyet" lazım hepimize. Doğru dürüst kullanabiliyor muyuz kalemimizi... Onun bunun canına olmasa da (Bazen o bile oluyor, daha yeni Danıştay üyeleri hedef gösterildi) onuruna kastetmek var ucunda zira.

MIŞ-MUŞ

Demirel, "Ben maraton koştum, Başbakan daha 100 metrede" demiş.

100 metreyi kesintisiz koşsa yine iyi... Habire antrenörle, seyircilerle, yan kulvardaki koşucularla dalaşıp duruyor.

Erdoğan, "Sermayenin yabancısı olmaz" demiş.

Bu da "Reklamın kötüsü olmaz" gibi bir şey mi acaba?

AB yolunda en keskin virajı dönmüşüz.

Öyle keskin ki "U" şeklinde! Bilmem anlatabildim mi?

Meclis’teki partiler arasında belli bir uzlaşma zemini yaratmak amacıyla kurulan Diyalog Grubu’nu diyalogsuzluk yıkmış.

Bu memleket kimbilir daha ne fıkralara gebe.

Kuran’a göre diyet modası çıkmış.

Çok yemek israftır, israf haramdır! İşte bu kadar.

Yeni şarkıcı Gizem Özdilli, "Artık bir erkeğin aşkına ihtiyacım yok" demiş.

Bakmışsınız, "Kendim baktım, kendim yattım, tek başıma kendim kalktım" diye şarkı yapmış!
Yazının Devamını Oku