Pakize Suda

Şükrettirenler utansın

22 Temmuz 2006
Gazetelerdeki fotoğrafı görünce ne yalan söyleyeyim yüreğime su serpildi. Güneydoğu’dan kara haberden başkası gelmiyor zira pek.

Ya şehit olmuş askerler ya ağabeyinin kafasına kurşun sıktığı genç kızlar...

Gördüğümüz fotoğraflar bayrağa sarılı tabutlarla son vesikalıklar...

Bunların üstüne o gelinin fotoğrafını görünce... Hani insana bir damperlinin yanaşıp bir kamyon dolusu altını üstüne boşalttığı hissini veren gelinden söz ediyorum. Siz de görmüşsünüzdür. Bir AKP milletvekilinin yeğeniymiş.

Bu fotoğrafın oralardaki hiçbir gerçeği değiştirmediğini biliyorum elbet. Ama nasıl anlatsam...

Moral geceleri olur hani... Huzur evlerinde, askerlerin görev yaptıkları yerlerde, tedavisi uzun süren hastaların yattığı hastane koğuşlarında... Meşakkatin ya da hüznün ortasında...

Bu gelin "moral gecesi" gibi geldi bana.

Gerçi aşiret kızıymış.

Sıradan biri olsaydı yüreğime serpilen suyun damlaları daha iri olurdu tabii.

Üstelik o acılar bölgesiyle, o altınların, düğün hediyesi ciplerin oluşturduğu tezat, ağlanası başka gerçeklerin varlığını bir kez daha hatırlatıyor insana.

Ama yine de ne bileyim işte cenazelerin yanında düğünlerin de olduğunu görmek iyi geldi.

En azından bir AKP milletvekilinin yeğeninin, kollarını, başını açıkta bırakan gelinlik giymesi... AKP doğuda daha mı çağdaştır nedir...

Ne diyeyim, beni bunlara şükrettirenler utansın!

Bilmeden reformist

Bir fotoğraf daha.

Çarşamba günü bütün gazetelerde bir başka aşiret mensubunun "edep yeri" dev bir yaprakla örtülmüş çıplak fotoğrafı yer aldı. Bu fotoğrafın, bir tekstil firması tarafından, izinsiz, reklam aracı olarak kullanıldığı iddiası eşliğinde...

"İtibarım zedelendi, saygınlığım, ağırlığım kalmadı" diyor fotoğraftaki zat. Tazminat istiyor.

Beni bu haberin neresinin ilgilendirdiğine gelince...

Bir:

Yakın çevresi dışında, o fotoğrafa bakanların, kimin neyi neyin fesi olduğunu bilmediği birinin kimliğini şimdi bütün Türkiye öğrenmiş bulunuyor.

Yani "itibar", zedelenme sınırlarını genişletti bir hayli...

N’olucak şimdi?

İki:

Aslında bir fotoğrafa bir de kahramanımızın söylediklerine bakınca ortada bir değil iki fotoğraf varmış gibi.

Biri bizim gördüğümüz, öteki "mağdur"un çektirmiş olduğu.

İkincisinde, üzerinde şortuyla denizden çıkmış, iki eliyle ıslak saçlarını düzeltmekte olan bir adam var.

Bizim gördüğümüzde ise şort yerine dizlere kadar inen dev bir yaprak var bir kere. Sonra ellerin biri göbek hizasında, düşmesin diye yaprağa basınç uygularken öteki başın çok üstünde bir yerlerde yaprağın sapını tutuyor.

Yüzde ise asla "denizden çıkmış saçını düzelten adam" ifadesi yok. Daha ziyade karşısındakine "güldürme beni" ya da "yerim seni" diyen bir adamın ifadesi var.

Yani teknoloji marifetiyle bir eser kalmamış esas fotoğraftan.

E, peki neresi bulunmaz Hint kumaşıydı da bu adamın, illaki onun fotoğrafı kullanıldı?

Bir tek sinesi mi bütün bu hengáme?

Üç:

Aslında söz konusu beyefendinin infial içerisinde olmasına hiç gerek yok. Yılların pek de iyi olmayan imajını yıktı zira.

Biz "aşiret"i, bölgelerine gelen devlet büyüklerinin şerefine aynı anda 32 büyükbaş hayvanın kanını akıtmalarıyla bilirdik daha ziyade.

Kendisi bu açıdan bakınca "reformist" sayılabilir. "Bilmeden reformist."

MIŞ MUŞ

Deniz Akkaya’yla "hakiki top model" konusunda atışan Tuğba Özay "kimsenin kucağında fotoğraf çektirmedim" demiş.

Bu mudur?

Türkiye’de boşanma mevsimi sonbaharmış.

Kadınla erkek yaprakla dal misali demek!

Pınar Altuğ "Ağlaya ağlaya ayrıldık" demiş.

Millet dövüşe dövüşe ayrılırken iyi bir şey. Bakın "Güle güle kullan" gibi "Ağlaya ağlaya ayrıl" temennisinde bulunabiliriz bundan böyle.

Bartın’da beş ayı yol kesmiş.

Bu kırk yılda bir oluyor; siz yine de daha çok taklitlerinden sakınınız.
Yazının Devamını Oku

Güzin Abla

20 Temmuz 2006
NE güzel kadınmış... Gençlikten kaynaklanan güzellik değil üstelik. Ağarmış saçlarıyla da güzel. Hatta daha da güzel.

Sırf güzellik de değil. Huzur, güven veren bir ifade var yüzünde.

Bazı işlerde önemlidir yüz ifadesi. Kendinizi teslim edecekseniz bir ipucu ararsınız karşınızdakinin yüzünde. Güvenip güvenemeyeceğinizi anlamaya çalışırsınız. İlk defa gittiğiniz doktorda mesela.

Hele işte kimselere açamadığınız derdinizi açacaksanız... Güzin Abla bu açıdan hakikaten doğru kişiymiş. Gerçi yüzünü görmedik yıllarca, kim olduğunu bilmedik. Erkek zannedenler bile oldu.

Bir de kanlı canlı çıksaydı demek okurun karşısına... Ben bile alır káğıdı kalemi elime başlardım, "Sevgili Güzin Abla..."

"Ben bile"
dememden kendimi pek beğendiğim, kimsenin aklına ihtiyaç duymadığım ya da Güzin Abla’ya akıl danışanları küçümsediğim sonucunu çıkarmayın. Her şeyim ortadaymış gibi görünmeme rağmen derdimi kimselere söyleyemeyen biriyimdir. "Ben bile" demem ondan.

Hayat hikáyesini okumuşsunuzdur. İki eşinden de "başka kadın" yüzünden ayrılmış. Onun için belki de hiçbir gün hak vermedi evli adama áşık olan okurlarına.

Kimse kolay kolay hak vermez gerçi. Bizim yapımızdaki toplumlarda kabul görmesi zor. Onca çoğalmasına rağmen. Ama bir "ama..." vardır yine de. Ve o "ama"dan sonra gelen özel şartlar vardır her ilişkide. O şartlar genel hükmü değiştirebilir. (Aslında kimsenin aşkına kimsenin hak vermesine falan gerek yoktur o ayrı, ama Güzin Abla’ya akıl danışanlardan bahsediyoruz şimdi.)

Fakat işte Güzin Abla şartlar ne olursa olsun hiç onay vermedi "yasak aşk"a. Can havliyle yandaş arayışına giren okur o yandaşı hiç bulamadı Güzin Abla’nın köşesinde.

Ama sırf "yasak aşklar"la sınırlı değildi elbet Güzin Abla’ya gelen mektuplar. Cinsellikten tutun da ailevi sorunlara kadar bir sürü konuda nice insana yol gösterdi. Biz çoğuna güldük, şaşırdık, inanamadık, o hepsini ciddiye aldı.

Hakikaten önemli iş yaptı Güzin Abla.

Belki de herkesten önemli.

Zira...

Ekonomi, siyaset, şu bu, hangi konu olursa olsun, en şahane yorumları yapın isterseniz... Ya da memleket savaşın içerisinde olsun... O anda sevgiliyle yapılan tartışma, eşin aldatması veya ne bileyim yüzdeki sivilcelerle baş edememe hepsinden, her şeyden önemlidir. İnsan dediğiniz böyle bir yaratıktır, istisnalar dışında.

Okuruyla direkt teması vardı Güzin Abla’nın. Bu yüzden "biricik"ti. Ve "unutulmaz" olacaktır bence. Ve de ne mutlu ki kızı Feyza Algan sayesinde "çifte ömürlü".

MIŞ-MUŞ

Evlilik ömrü uzatıyormuş.

İnsan "Belki ileride gün görürüm" umuduyla hayata sarılıyor herhalde.

*

CHP Çankaya için kadın aday önermiş.

Dostlar alışverişte görsün!

*

Çay aromalı dondurma üretiliyormuş.

Aman çaya ara vermesin yurdum insanı! Rakıya, şaraba, ayrana falan da katın!
Yazının Devamını Oku

İntikam

18 Temmuz 2006
KADINLARLA aranızı bozmayacaksınız!<br><br>Erkeklere söylüyorum. Nasıl olacak bilmiyorum ama karınızdan boşanmayacak, sevgilinizden ayrılmayacak, karınızı sevgilinizle, sevgilinizi başka sevgiliyle aldatmayacaksınız!

Ha, işinizden gücünüzden, itibarınızdan olmak istiyorsanız, o başka.

"Nereden çıktı şimdi bu?" derseniz, son senelerde kaç tane örneğini yaşadığımızı hatırlamıyor musunuz?

Ne belediye başkanları, antrenörler, işadamları gördük...

İşte en son Kara Harp Okulu Komutanı’nın askerlik hayatının bu yüzden bittiği söyleniyor. İddialara göre "kadın arkadaş" başka "kadın arkadaşlar"ın varlığından şüphe edince kalkmış Komutan’ın telefonlarını dinlemiş. İşe yarar bir şeyler bulunca zahir...

Allah hakikaten kadınların şerrinden korusun!

Bir yandan da kadınlara bu hususta yetenek bahşedilmiş, ne yapsınlar, kullanmasınlar mı?

Hakikaten erkekleri solladığımız hususlardan biridir bu da.

Bilmiyorum sizin kulağınıza gelen bir "erkek intikam planı" var mı, benim yok.

Onlar hálá ilk çağlarda yaşıyorlar. Cilalı Taş Devri’nden Bileyli Bıçak Devri’ne geçebildiler anca. Fırt diye bıçaklayıveriyorlar o kadar.

Öyle kadın kısmı gibi taktik mantik yok.

Aslında savaşlarda falan kadının bu gücünden yararlanılması lazım. İnanıyorum ki bir kadın Bin Ladin’i çoktan eliyle koymuş gibi bulmuş, havasını söndürmüştü.

***

Gerçi kadınların yeteneklerini keşfetmeleri ve bunu günden güne geliştirir olmaları pek de eskiye dayanmıyor. Bundan 25-30 sene öncesine bakarsanız kadın da erkek gibi "göğüs göğse intikam" alıyordu.

Şöyle söyleyeyim, erkeğin yüzünün iki yanında, yukarıdan aşağıya dörderden sekiz derin çizik görüldü mü anlaşılırdı ki adamın hayatındaki kadın intikam almış!

Artık kafayı çalıştırıyor kadın.

İntikam "el yapımı" olmaktan çıktı.

Teknoloji de girdi işin içine.

E, bu devirde gelişmelere kayıtsız kalınamazdı tabii.

"İntikam ilkel bir şey" diyebilirsiniz. Fakat işte kadın kısmı telekomünikasyondan falan faydalanmak suretiyle bunu çağımıza uygun hale getirmiş oldu bir nevi!

Yani kimse "kadın kendini geliştiremedi" demesin!

Tırmıktan nerelere geldiğimizi dünya álem görsün!

MIŞ-MUŞ

Türkán Şoray "En büyük isteğim müzikalde oynamak" demiş.

İzninizle "En büyük isteğim müzikalde oynamak" cümlesini "yüzyılın klişesi" olarak ilan ediyorum!

*

Din adamları "Sünnet şart değil" demişler.

Başörtüsü tartışmasından gına geldiyse buyurun size alternatif!

*

Atatürk Orman Çiftliği’nden bir ay önce kaybolan piton yılanından ses yokmuş.

Ne yani, çıkıp "Pişmanım" mı diyecekti?

*

Ağar "Hükümet postacı gibi" demiş.

Doğru. Ha bire basına ihtar mektubu, karikatüristlere mahkeme celbi taşıyor.
Yazının Devamını Oku

Hazırlık

16 Temmuz 2006
HÜLYA Avşar ve Pınar Altuğ. Biri ilişkiye, öteki ayrılığa hazırlanıyor.

Hazırlık!

Bir türlü beceremediğim şey. Başladı mı başlar, bitti mi biter bende.

Başlarken mesela...

Aşksız ilişkiyi anlayamadığımdan ve aşkın da hazırlık safhası olmadığından bir bakarım, a başlamış!

Ama artık görücü usulü evlilik gibi görücü usulü beraberlikler de var demek!

Bakılıyor, ölçülüp tartılıyor, eşe dosta akıl danışılıyor, tanıyanlara soruluyor "Nasıl bilirsiniz?"...

Sonunda "E, hadi bari" deniliyor.

Öyle mi?

Hülya’nın son durumuna bakarsanız öyle.

"E, hadi bari"den sonra ilk adım nasıl atılıyor, gerekli sıcaklık nasıl sağlanıyor onu merak ediyorum en çok.

Ama hak vermiyor da değilim Hülya’ya bir yandan. Annedir çünkü. Ve kadınların hayatı ikiye ayrılmalıdır hakikaten. Annelikten öncesi ve sonrası diye.

Biraz da kendinden bir ölçüde vazgeçebilmeyi göze almak değil midir anne olmak?

Kedi köpek sahibi olmak bile bunu gerektirirken...

Ama işte yine de bir ilişkinin neredeyse referanduma sunularak başlamasını anlayamıyorum.

"Ruhun hazırlığıdır söz konusu olan" diyebilirsiniz.

Hele bu hiç olmaz gibime geliyor.

Ruh hazırsa hazırdır zaten. Üstelik kendiliğinden hazır olur olacaksa, sahibine iş bırakmaz. Ve hazırsa sizin karşıdakini uzun uzun ölçüp tartmanıza izin vermez, zaman tanımaz.

Belki de bir yaştan sonra, erkek, kadının hayatında davetlerde yanında bulundurulacak kavalyedir sadece...

Seyahat arkadaşıdır...

Görüntüyü tamamlayan bir figürandır...

Ama aşk mümkün değilse artık, sadece zevahiri kurtaracak birisi de gerekmez diyenlerdenim ben. Kendim için tabii.

* * *

Gelelim Pınar Altuğ ile Tony’ye.

İlişkilerine ara verme kararı alıp kararlarını yürürlüğe koymuşlar.

Kararlar, yürürlüğe koymalar... Zannedersiniz ki Anayasa Mahkemesi üyesidirler.

Ne işi var bunların bir ilişkinin içerisinde?

Aşkın olduğu yerde hele?

Bunlar varsa aşk yoktur.

Aslında kendileri de bal gibi biliyorlardır ya... İlişkilerde mola verilecek hale gelinmişse son durağa gelinmiş demektir.

Geçmiş olsun arkadaşlar!

Ama siz yine de istiyorsanız yumuşak yumuşak geçiş yapabilirsiniz ayrılığa.

NOT: Hülya Avşar’ı bilirsiniz. Kuyuya bir taş atar, sonra seyrine bakar. büyük ihtimalle kimseyle sevgili olacağı falan yoktur aslında. Diyeceğim, Hülya’nın taşı bugün bu köşede bir konuya vesile olmuştur sadece.

MIŞ-MUŞ

Yalnız kalpler çabuk tekliyormuş.

Kalp kalbe baka baka çarpar.

Van’da damızlık boğalar fazla mesaiden ölmüş.

Erkek kısmı ders alsa bari de hayırlara vesile olmuş olsa ölümleri.
Yazının Devamını Oku

Körle yatıp şaşı kalktık

15 Temmuz 2006
Sonunda erkeklere yetiştiğimize sevinmeli miyiz?Yoksa "Sen de mi Brütüs?!" demeliyiz kendi kendimize... Şu sıralar iki gazete birden tefrika halinde aldatan kadınlara yer veriyor.

Bakıyorum da, maşallahımız varmış meğer!

Her zaman söylerim... Kadınlar cinayet konusunda bile erkeklerden daha yaratıcı, daha cesurdurlar. Aldatmada da erkek kısmının elimize su dökemeyeceğini görmüş bulunuyoruz.

Mesela...

Hangi erkek, karısı yatak odasında uyumaktayken sevgilisini eve alıp salonda sevişmeye cesaret edebilir?

Ama işte bunu bile yapan hemcinsimiz var.

Biz ki, erkeğin, sevgilisini, bir kahve içmek için bile, eşiyle yaşadığı eve götürmesini etik bulmayız. Hadi, bu söz konusu hanımefendi istisnadır, kendisinde ekstradan bir azıtma hali mevcuttur diyelim... Fakat yazı dizisini dikkatle takip ediyorum, aldatan kadınların neredeyse tamamı, sevgililerini, kocalarıyla paylaştıkları evlerde "ağırlamak" suretiyle gerçekleştiriyorlar aldatma işini.

Artık yılların acısını çıkartmak mıdır kadın kısmının bu yaptığı...

Çünkü "Sonradan görme" denilebilir bu konuda kadına. Öyle ya, erkekteki gibi "aldatma geni" falan olduğunu duymadık kendisinde. Yani kadındaki aldatma hali doğuştan değil, sonradan olma.

Üzüm üzüme baka baka mı karardı, körle yatılıp şaşı mı kalkıldı, bilmiyorum.

Neticede zıvanadan çıktığımız görülüyor.

Artık tutabilene aşk olsun!

Evdeki "elde bir" değil artık anlayacağınız. Ona göre ayağını denk alsın erkekler!

Adı Hıdır, elinden gelen budur

Aslında oy verirken bakmak lazım... Espri yeteneği ne álemde...

Siyasilerden söz ediyorum.

Bu seferkiler yeteneksiz çıktı maalesef.

Fakat gayretlerine diyecek yok!

Yani kaçıncı hükümetse bu, böyle gayretlisi gelmemişti!

Geçmişte de oldu "esprisever ama beceremez" bakanlarımız... Fakat bir kabinede bir, hadi bilemediniz iki bakan...

Bu sefer öyle tek kişiye yüklenmek yok!

Hepsi birden çalışıyor.

Fakat vermeyince Mabud, bir tekine bile...

Hayır, bir de dışarıya açılmaya kalkmasalar... "Kol kırılır yen içinde kalır" diyeceğiz ama olmuyor. Mesela biri gidip Rusya’da "Lenin’i ölü görmek çok güzel" deyiveriyor. Hani biraz daha gayret etse savaş çıkacak.

Diyeceğim, hakikaten bakmak lazım. Espri niyetine yaptıkları gaf mıdır...

Fakat nasıl bakılacak onu bilmiyorum. Zira tarih daha tek bir hükümetten bile memnun kaldığımızı yazmadığına göre en önemli hususlarda bile bu bakma işini beceremiyoruz demektir.

MIŞ MUŞ

En küçüğü dokuz aylık altı çocuk sahibi Sağlık Bakanı Akdağ, "Ben de korunuyorum" demiş.Fakat henüz sağlam bir yöntem bulamadı demek!

Einstein karısını sık sık aldatırmış.Belki bir buluş peşindeydi adamcağız.

Bebek için erkeğe ihtiyaç olmayacakmış.Duydunuz beyler! Hammadde alımını durdurduk!
Yazının Devamını Oku

Kıyıda köşede kalan orada kalsın!

13 Temmuz 2006
ASLINDA bir ödül hakkımız var! Neticesi iyi ya da kötü... İmkánsızı oldurmak az şey değil.

Hani üniversite sınavında hiçbir soruya doğru cevap vermemek gibi. Bu da bir başarıdır.

İşte Bodrum’u bugünkü haline getirenler de imkánsızı başarmışlardır. Bozulması zor, hatta imkánsız gibi görünen bir güzelim yeri ne yapıp ne edip yaşanmaz hale getirmek... Dünyada hiçbir toplumun yapabileceği iş değil.

Sahi insana adeta bir masalın içine düştüğü hissini veren yer nasıl oldu da tımarhaneye dönüştü?

Nasıl olduğunu biliyoruz aslında.

Bu bize doğuştan verilmiş bir yetenek!

Yeter ki biri bize göstersin, nerede bir güzellik var...

Oradayız.

Elimizden uçanla kaçan bile kurtulamıyor.

***

Belki de ben anlamıyorum.

Belki de esas şimdi tam yaşanacak yer olmuştur Bodrum.

Kimsede Bodrum’u kurtarmak üzere bir telaş olmadığına göre...

"Bu gidişe bir son vermek" şöyle dursun, elbirliğiyle daha da ötelere taşındığına göre...

Herkes hálá "Ah Bodrum!" diye diye soluğu orada aldığına göre...

Benim "bozulmak" zannettiğim "düzelmek" belki de.

Bu durumda otobanda ters yoldan gitmekte olan ben oluyorum!

Kimse artık mandalina kokan daracık sokakları için gitmiyorsa Bodrum’a...

Benim de "medeni" olmamın zamanı gelmiş demektir!

"Beach"leri sevmemin...

Mucitlerini hayırla anmamın...

Sürü halinde yaşamanın keyfine varmamın...

Sürünün, geçtiği yeri "dümdüz" etmesinin doğal olduğunu anlamamın zamanı.

***

"Allah kıymet bilene düşürsün" derler.

İnsanın insana düşmesidir gerçi kastedilen ama ev, ağaç, deniz, dağ ya da şehir için neden söylenmesin?

Allah hakikaten kıymet bilene düşürsün!

Ama bilmeyenlere düştü işte bir kere. Bodrum, Marmaris, Kuşadası...

Ne diyeyim...

Kıyıda köşede kalmış başka güzellikler varsa eğer... Gözümüze gözükmesinler inşallah! Kıyıda köşede kalmaya devam etsinler!

MIŞ-MUŞ

Arınç "Başörtüsü haberlerinden bıktık" demiş.

Haberlik işler yapmayın o zaman!

*

İngiltere’de 20 çocuklu kadın sevgilisiyle kaçmış.

Belki kaçtığı adam kısırdı, o cazip geldi kadıncağıza...

*

Düzenli kahve içmek hafızayı koruyormuş.


Fakat Türk kahvesinin öyle bir özelliği yok herhalde. Bakınız "siyasilerin ha bire küllerinden doğması" hadisesi.
Yazının Devamını Oku

Yatağın altındayız

11 Temmuz 2006
YİNE kendi başıma gelmiş gibi utandım.<br><br>Çıplak yakalanmış gibi.

Azerbaycan’ın İstanbul Başkonsolosu ile kadın avukatın hikáyesini takip ediyorsunuzdur... Kadın bir zamanlar sevgili olduklarını iddia ediyor, erkeğe göreyse sevgililik falan yok, komplo var.

Fotoğraflar kadının haklı olduğunu gösteriyor gibi ama her neyse benim esas ilgilendiğim bu değil zaten. Yani ilişkilerinin adı, hikáyelerinin ne olduğu falan değil.

Aslında konsolosla avukatın kendisi de değil ilgilendiğim.

Benim derdim, yine birinin, sadece karşısındakinin duymasını isteyerek söylediği sözlerin, hepimiz tarafından duyulmuş olması.

Yazının Devamını Oku

Süreyya Yalçın sorunu(!)

9 Temmuz 2006
SÜREYYA şov devam ediyormuş!<br><br>Süreyya Yalçın her gün giydiği farklı bikinilerle dikkatleri çekiyormuş. Köpeğine bilmem kaç liralık toka almış!

Tekneyle falcı getirtip kurşun döktürmüş!

Her yere köpeğini de götürüyormuş!

Basın infial içerisinde adeta.

Malum, pek zengin bir ülke sayılmayız ya...

Peki bu kız bu "şov"u nerede yapıyor?

Taksim Meydanı’nda?

Sultanbeyli’de?

Şemdinli’de?

Hiçbiri değil.

Bodrum’da, ondan aşağı kalmayan insanların yanında yapıyor.

Peki bu kız her bikini değiştirdiğinde özel fotoğrafçısına poz verip sonra da bu fotoğrafları yazı işleri müdürlerinin kafasına silah dayamak suretiyle zorla mı yayımlattırıyor?

Hayır.

E, nedir derdiniz?

Çekemezsiniz fotoğraflarını, Süreyya’nın şovu da bulunduğu üç-beş metrekare çevreyle sınırlı kalır, Süreyya Yalçın sorunu(!) ortadan kalkar, olur biter!

Ama hayır!

Tam aradığımızı bulmuşken, deli miyiz biz?

Fotoğrafını da çekeriz, gazeteye de basarız; bakarız da, okuruz da...

Ama bir yandan da "Çık çık ne ayıp!" demeye devam ederiz. Rahmetli babamı hatırladım şimdi... Güzel bir kadına bakarken yakalanınca "Çok kötü giyinmiş ona bakıyorum" derdi anneme.

* * *

Hem siz süslenmeyi, giyinip kuşanmayı sevmeyen kaç kadın gördünüz?

Bütün varoş kadınlarının saçları röfleli...

Afrika’da yiyecek ekmeği olmayan kadınların boyunları, kolları boncuktan görünmüyor.

Üç kuruş maaşla çalışan kızlar, en iyi makyaj malzemesinin peşinde.

Dağ, taş çarşı oldu, Süreyya Yalçın mı doyuruyor bütün o dükkánları?

Herkes bütçesine göre yapıyor işte bir şeyler. O kızın da bütçesi bu, ne yapacaksınız...

Ha, alışverişi, gezip tozmayı yaşam tarzı haline getirmek iyi değil elbet. Bir sürü şey kaçırıyorlar, eksik yaşıyorlar.

Kim ama?

Onlar.

Yani bize bir şey olduğu yok, telaşlanmayın arkadaşlar!

48 sayfalık gazetenin bir sayfasının bir köşesinde her gün bir kare fotoğrafı yayımlansa ne olacak?

Geri kalan 47.5 sayfadan alacağını alıyordur herhalde okur.

Memleket batmaz yani.

Ha "Batar" diyorsanız vesile olmayacaksınız o zaman.

MIŞ-MUŞ

Bir işadamı, spermlerini çaldığı iddiasıyla eski sevgilisine dava açmış.

"Gözünden sürmeyi çalmak"ı bilirdik de "şeyinden sperm çalmak" ilk defa oluyor.

Karadeniz’de eski köprüler aynen dururken günümüz teknolojisiyle yapılan yeni köprüler selde yerle bir olmuş.

Bir tek "Nerede o eski köprüler" demediğimiz kalmıştı, o da oldu.

İstanbul’da yine şüpheli varil görülmüş.

Hastalıktan sapır sapır dökülürken bakmışsınız dilimizde bir şarkı... Varil devri çocuklarıyız biz.
Yazının Devamını Oku