Şükrettirenler utansın

Gazetelerdeki fotoğrafı görünce ne yalan söyleyeyim yüreğime su serpildi.

Güneydoğu’dan kara haberden başkası gelmiyor zira pek.

Ya şehit olmuş askerler ya ağabeyinin kafasına kurşun sıktığı genç kızlar...

Gördüğümüz fotoğraflar bayrağa sarılı tabutlarla son vesikalıklar...

Bunların üstüne o gelinin fotoğrafını görünce... Hani insana bir damperlinin yanaşıp bir kamyon dolusu altını üstüne boşalttığı hissini veren gelinden söz ediyorum. Siz de görmüşsünüzdür. Bir AKP milletvekilinin yeğeniymiş.

Bu fotoğrafın oralardaki hiçbir gerçeği değiştirmediğini biliyorum elbet. Ama nasıl anlatsam...

Moral geceleri olur hani... Huzur evlerinde, askerlerin görev yaptıkları yerlerde, tedavisi uzun süren hastaların yattığı hastane koğuşlarında... Meşakkatin ya da hüznün ortasında...

Bu gelin "moral gecesi" gibi geldi bana.

Gerçi aşiret kızıymış.

Sıradan biri olsaydı yüreğime serpilen suyun damlaları daha iri olurdu tabii.

Üstelik o acılar bölgesiyle, o altınların, düğün hediyesi ciplerin oluşturduğu tezat, ağlanası başka gerçeklerin varlığını bir kez daha hatırlatıyor insana.

Ama yine de ne bileyim işte cenazelerin yanında düğünlerin de olduğunu görmek iyi geldi.

En azından bir AKP milletvekilinin yeğeninin, kollarını, başını açıkta bırakan gelinlik giymesi... AKP doğuda daha mı çağdaştır nedir...

Ne diyeyim, beni bunlara şükrettirenler utansın!

Bilmeden reformist

Bir fotoğraf daha.

Çarşamba günü bütün gazetelerde bir başka aşiret mensubunun "edep yeri" dev bir yaprakla örtülmüş çıplak fotoğrafı yer aldı. Bu fotoğrafın, bir tekstil firması tarafından, izinsiz, reklam aracı olarak kullanıldığı iddiası eşliğinde...

"İtibarım zedelendi, saygınlığım, ağırlığım kalmadı" diyor fotoğraftaki zat. Tazminat istiyor.

Beni bu haberin neresinin ilgilendirdiğine gelince...

Bir:

Yakın çevresi dışında, o fotoğrafa bakanların, kimin neyi neyin fesi olduğunu bilmediği birinin kimliğini şimdi bütün Türkiye öğrenmiş bulunuyor.

Yani "itibar", zedelenme sınırlarını genişletti bir hayli...

N’olucak şimdi?

İki:

Aslında bir fotoğrafa bir de kahramanımızın söylediklerine bakınca ortada bir değil iki fotoğraf varmış gibi.

Biri bizim gördüğümüz, öteki "mağdur"un çektirmiş olduğu.

İkincisinde, üzerinde şortuyla denizden çıkmış, iki eliyle ıslak saçlarını düzeltmekte olan bir adam var.

Bizim gördüğümüzde ise şort yerine dizlere kadar inen dev bir yaprak var bir kere. Sonra ellerin biri göbek hizasında, düşmesin diye yaprağa basınç uygularken öteki başın çok üstünde bir yerlerde yaprağın sapını tutuyor.

Yüzde ise asla "denizden çıkmış saçını düzelten adam" ifadesi yok. Daha ziyade karşısındakine "güldürme beni" ya da "yerim seni" diyen bir adamın ifadesi var.

Yani teknoloji marifetiyle bir eser kalmamış esas fotoğraftan.

E, peki neresi bulunmaz Hint kumaşıydı da bu adamın, illaki onun fotoğrafı kullanıldı?

Bir tek sinesi mi bütün bu hengáme?

Üç:

Aslında söz konusu beyefendinin infial içerisinde olmasına hiç gerek yok. Yılların pek de iyi olmayan imajını yıktı zira.

Biz "aşiret"i, bölgelerine gelen devlet büyüklerinin şerefine aynı anda 32 büyükbaş hayvanın kanını akıtmalarıyla bilirdik daha ziyade.

Kendisi bu açıdan bakınca "reformist" sayılabilir. "Bilmeden reformist."

MIŞ MUŞ

Deniz Akkaya’yla "hakiki top model" konusunda atışan Tuğba Özay "kimsenin kucağında fotoğraf çektirmedim" demiş.

Bu mudur?

Türkiye’de boşanma mevsimi sonbaharmış.

Kadınla erkek yaprakla dal misali demek!

Pınar Altuğ "Ağlaya ağlaya ayrıldık" demiş.

Millet dövüşe dövüşe ayrılırken iyi bir şey. Bakın "Güle güle kullan" gibi "Ağlaya ağlaya ayrıl" temennisinde bulunabiliriz bundan böyle.

Bartın’da beş ayı yol kesmiş.

Bu kırk yılda bir oluyor; siz yine de daha çok taklitlerinden sakınınız.
Yazarın Tüm Yazıları