8 Nisan 2007
EŞİNİZİN öleceği gün sizi aldattığını öğreniyorsunuz. (Eskilerin deyimiyle dokuz ayın çarşambası bir araya geliyor bir nevi.) Onu kurtarmak için çaba harcar mıydınız?
Geçtiğimiz günlerde galası yapılan "Sıradışı" isimli filmde kadın karakterin başına gelen şey bu. Buymuş daha doğrusu. Filmi görmedim henüz.
Sandra Bullock’un canlandırdığı Linda, aldatmayı öğrenmesine rağmen kocasının ölümden kurtulması için elinden geleni yapıyormuş.
Siz de okumuşsunuzdur, gazeteler bunun üzerine yakaladıkları ünlüye sordular, "Siz olsaydınız ne yapardınız?"
"Ahlaksızı bırakırdım gebersin!" diyen yok pek.
Çoğunluk elinden geleni yapıyor, sonra da gururlu bir kadın olarak erkeği sessizce hayatından çıkarıyor.
Bu iyi bir işaret.
Yani etrafın yüce gönüllü hem de gururlu kadın kaynıyor olması.
Fakat...
Bu cevaplar bana bazı evlerde hálá var olan "misafir odaları"nı hatırlattı. Ya da "yabanlık elbiseler"i.
Ele güne karşı derli toplu, temiz, şık görünme çabasını...
Ama bir de "oturma odası" var. Her daim dağınık.
Ve bir "ev hali" var herkesin. Biraz pejmürde.
Ki aslolan bunlardır bence. Ötekiler göstermeliktir. Tıpkı söz konusu cevaplar gibi.
Uzatmayayım, kadın aldatıldığını öğrendiğinde erkeği öldürmeye kalkmaz belki ama o anda erkek kendiliğinden Hakk’ın rahmetine kavuşuverse, bir yürek serinlemesi yaşamaz da değil doğrusu. Kısa bir süre için hiç olmazsa.
Şöyle söyleyeyim, mesela eşinizi bir trafik kazasında kaybettiniz... Feryat figan bir durumdasınız. Tam o sırada, kaza anında eşinizin yanında bir kadın olduğu haberini alıyorsunuz.
Şimdi dürüst olun!
O feryat figan aynı şiddette devam eder mi?
"Kocam sağ olsaydı da yanında değil, isterse dizinde oturtsaydı kadını" diyecek (pardon "düşünecek", yoksa tribünlere her şey denebilir) bir kadının var olduğuna inanmıyorum doğrusu. İnsanın doğasına aykırı. Yani bu hususta insanoğlunun mazereti var diyebiliriz.
Bir hususta daha mazereti var, o da fikriyle zikrinin bir olmaması durumu.
Onun için kimse çıkıp "E Allah’ın sopası yok" ya da "Beni sevmeyen ölsün" demiyor.
Herkes iyi, herkes hoş, herkes yüce gönüllü.
Herkes kendisini aldatan eşinin hayatı için canını dişine takıyor.
E, bunun böyle olması gerektiğini düşünüp ona göre beyanda bulunmak da az bir şey değil deyip esas takıldığım hususa geçiyorum.
Kurtarma operasyonundan sonra "erkeği SESSİZCE hayatından çıkarma" hususuna.
Bu artık "misafir odası"nın adeta Dolmabahçe Sarayı’na benzeyeni oluyor.
Başka da bir şey demiyorum.
MIŞ-MUŞ
Artık tüm liselere puanla girilecekmiş.Eğitim sistemimiz tam oturduğunda da "Mucizeler" kitabına gireriz herhalde.
Satanist kız, PKK’lıyla cezaevinde evlenmiş.Tencereyle kapak nerede olsa buluyorlar birbirlerini.
Zayıflamaya, selülitten kurtarmaya, bronzlaşmaya yarayan kozmetik içecekler çıkmış."İçelim güzelleşelim" lafı gerçek oluyor.
Yazının Devamını Oku 7 Nisan 2007
Ne durumdasınız bugünlerde? İşleriniz yolunda mı?
Keyfiniz yerinde mi?
Sizi daha iyi yerlere götürecek dönemlerden geçmekte misiniz?
Yeni bir sevgiliniz var mı? Maddi durumunuz düzeldi mi? Sizi takdir edenlerin sayısı artmakta mı? Bir başarıya imza attınız mı? Son günlerde sık sık iltifat alıyor musunuz?
Yüzünüz gülüyor mu?
Bu sorulardan birinin bile cevabı "Evet"se en yakın arkadaşınızın yüzüne bir bakın.
Ne kadar mutsuz, öfkeli olduğunu göreceksiniz.
*
"Saçmalama" diyenler olacaktır şimdi. "Her dara düştüğümde arkadaşım yanıbaşımdadır, benimle üzülür, benimle ağlar."
Tam üstüne bastınız.
Dar gününüzü kaçırır mı hiç? Kaçar mı böyle bir şölen?
Sizden daha çok ağlar, eminim. 365 gün ağlayabilir sizin için. Ama 1 dakika gülemez.
Bütün dertlerinizi, sıkıntılarınızı anlatabilirsiniz ona.
Dinler, elinden geleni de yapar.
Yeter ki ona muhtaç olun.
Yeter ki aciz ve naçiz olun.
Hep almaya çalışan, iyi gün dostu insanlardan yakınırız ya... Bu sözünü ettiklerim onlardan daha beterdir, inanın.
Ötekileri hiç olmazsa "iyi"liğinizle "iyi" edersiniz. Bunlar içinse felaketiniz gerekmektedir.
Sevinçlerinizi, başarılarınızı paylaşırsınız elbet. Yine dinler sizi ve yine elinden geleni yapar, hiç kuşkunuz olmasın. Ama sizi aşağı çekmek için.
Bunu anlayabilmek zamanınızı alır.
Anladığınızda konduramazsınız. Kondurduğunuzda... Çekip gider misiniz? Hayır, öyle idare edersiniz.
Ne yapacaksınız, insandır. Hepimiz gibi.
"Zavallı dostum" der geçersiniz. "Dostum"un sonuna ünlem işareti koyup koymamakta tereddüt edersiniz, sonra boş verip koymazsınız.
*
Kısacası...
En yakın arkadaşınız bir aynadır.
Sizi size yansıtan... Ama siz gülerken ağlayan...
Bakın aynaya. Çirkin görünüyorsanız güzelsinizdir.
Sosyal değilim
"Gelemem, çok önemli işim var."
Günde ortalama 6-7 kere kuruyorum bu cümleyi.
Çok önemli iş ne?
Değişiyor. Değişmeyen, gitmeyi reddettiğim yerde yapacaklarımdan daha önemsiz oluşu.
Geçen gün kardeşim "Sosyal değilsin" deyiverdi. A, daha önce hiç aklıma gelmemişti. Hiç farkında değildim. Sahiden daha önemli işim var zannediyordum. Söylediğime kendim de inanıyordum.
Evet, SOSYAL DEĞİLİM!
Oh be! Üstümden bir yük kalktı.
Ben sosyal değilim.
Yaşasın!
Hürüm artık. Yalan dolan da yok, arayanlara "Kusura bakmayın, sosyal değilim!" diyeceğim.
Artık hakiki bir mazeretim var. Her gün yeni mazeretler bulmak durumunda değilim.
Kendimi öyle iyi hissediyorum ki...
Sosyal değilim, sosyal değilim.
Koridorda yürürken kendi kendime tekrarlıyorum. Sosyal değilim, ya da asosyalim. Gördüğünüz gibi iki türlü ifade ediliyor. Bir zenginlik arz ediyor durumum.
Halkla ilişkilerciler kaydetsinler ismimi bir kenara: "Pakize Suda’ya davetiye gitmeyecek. Kendisi asosyaldir."
Yerlerde yuvarlanıyorum sevinçten.
Kalabalığı sevmiyorum. Restoranın bile boşunu seviyorum.
"Evet efendim, sepet efendim!" yapamıyorum.
İnsanların beni süzmesinden hoşlanmıyorum.
Mecburi katılımlardan nefret ediyorum.
Yaşasın! Sırf kendi istediğim yerlere gideceğim artık. Yani hiçbir yere gitmeyeceğim demektir bu. Yok, abarttım biraz. O kadar da değil. Var birkaç yer.
*
Aynı zamanda esirikliyim de.
Günüm günüme uymaz. Bu sebepten hiç uzun vadeli programlar yapmam.
Öyle çantamdan defter çıkarıp "Gelecek ayın ilk çarşambasına not aldım" falan diyemem kimselere. O çarşamba hangi tarafımdan kalkacağım hiç belli olmaz.
En fazla yarım saat sonrası için söz verebilirim.
Benim devlet adamı olduğumu düşünebiliyor musunuz?
Ben düşündüm, şöyle oluyor.
Misal:
Altı ay önceden randevular alınmış, verilmiş, Amerika’ya gidilecek.
Gidiş günü gelmiş. Bende bir sıkıntı, bir sıkıntı. Hiç Amerika havamda değilim.
Telefon açıyorum "Bush Bey, ben gelemiyorum onu haber vereyim dedim."
Arkadan bir de mazeret uydurmak lazım tabii:
"Burada deprem oldu da..."
Yok olmaz. Deprem olsa dünyanın haberi olur.
"Savaş çıktı" desem o da aynı şey.
"Af buyrun, bağırsaklarım bozuldu" desem yakışık almaz.
Ay devlet adamının yalan söylemesi çok zor, inanmayacaksınız ama...
İkinci misal:
Çin’e hiç gitmiyorum. "Sizin orası kalabalıktır şimdi, ben gelmeyeyim" diyorum. Çin’le resmi temasımız sıfır.
Buna karşılık habire Alaska’ya gidiyorum. Sakinliği seviyorum ya. Bu arada ticaretimiz gelişiyor tabii Alaska’yla.
Onlar bize alaska, frigo, soğuk gazoz satıyorlar, biz onlara güneş yağı.
Laf nereden nereye geldi.
Ben sosyal değilim.
Esirikliyim.
İkisine ilaveten üşengecim.
Oh be!
Mesaj meraklısı okurlar için bu yazının mesajını açıklıyorum:
İTİRAF ET, KURTUL!
MIŞ MUŞ
Æ Bir domuzun orgazmı yarım saat sürüyormuş.
Ohoo, biz o yarım saate ön sevişmeyi, son öpüşmeyi, sigara molasını, hatta iki de kıskançlık kavgasını sığdırınız.
Æ Erkeklerin yüzde 85’i karısıyla seks yerine biftek yemeyi tercih ediyormuş.
Aslında onlar için fark etmez. Et ettir. Ha yatakta olmuş ha tabakta.
Yazının Devamını Oku 5 Nisan 2007
GÜNEŞ Hanım
Eşinizi çok sevmeniz, her saniye yanında olmanızı gerektirmez bence, adamı da çabuk bıktırırsınız.
Oğluna hiçbir kızı layık görmeyen, evlendirmek istemeyen, gelinini kıskanan annelerden çok var. Doğru... Ama 29 yaşına gelmiş evli bir erkeğin, karısının gözü önünde annesinin göğüslerini tutarak yatması da çok tuhaf. Bu ilişki pek sağlıklı gelmedi bana. Ablası da soyunup, erkek kardeşine vücudunun ne kadar güzel olduğunu gösteriyorsa siz bir araştırın bakalım. "Bu annem, bu da ablam" diye size yutturmuş olmasın eşiniz.
* * *
Nuri Bey
Ödül töreninde beni alkışlamış kadar oldunuz. Teşekkürler.
* * *
Prof. Dr. Ata Bey
GS Üniversitesi’nden bir Fenerbahçeli olarak ödül alırken ve ertesi günkü yazımda çok da mütevazı davranamadım doğrusu.
Sizden böyle güzel sözler duymak çok sevindirdi beni. Sağolun.
* * *
Nalan Hanım
Tabii ki bütün kızlar kapaktan fırlamış gibi gezmiyorlar. Sizinki de istisnalardan, ne mutlu size, Allah bağışlasın.
İnsan öyle oluyor nedense, ben de yakınlarımı sütten çıkmış ak kaşık gibi görüyorum. Ama daha objektif olmak isterdim doğrusu.
* * *
Umut Bey
Evet, çok çekiciyimdir. Ben de bayılırım kendime!
* * *
İzmir’den Tahsin Bey
Gündüz programım çoktan kalktı, yakında yeni projelerde görüşeceğiz.
* * *
Yalçın Bey
Hürriyet’in sitesinde "Yazarlar" bölümünde niye adımın geçmediğini ben de bilmiyorum. Hangi bölüme koyacaklarını şaşırmış olabilirler. Bir de "Şarkıcı, oyuncu, köşe yazıcısı, televizyonda ne olsa yapan" bölümüne baksanız...
* * *
Hakan Bey
İç sayfanızda büyük puntolarla beni baş köşeye koyduğunuz için teşekkür ederim.
* * *
Ödülümle ilgili çok elektronik posta aldım sizlerden. Gazetemde kimlerin çok okunduğu konusunda sanki hepiniz söz birliği etmişsiniz. Ben kendi adıma teşekkür ederim. Beni öven yazılarınıza pek cevap vermezdim ama bugün biraz şımardım.
Hürriyet’teki o iki büyük yazara da ayrıca yazın lütfen, ben söylemeyi unutabilirim.
’Hanım’ kelimesi nereden geliyor?
BİR gün Cengiz Han tüm hanlarını toplamış, sağ yanına da eşini oturtmuş.
Cengiz Han hanlarına,
"Ben hanlar hanı Cengiz Han, hepinizin hanıyım", eşini de göstererek,"Bu da benim hanım" demiş.
Teşekkürler Rena E.
MIŞ-MUŞ
Cehennem sıcakları yoldaymış.Gelsin. Bir-iki prova gerekli zaten.
Erkek çocuklar daha hassasmış.Büyüyünce nereye gidiyor o hassasiyet bilmiyorum.
En uzun Japonlar yaşıyormuş.Ota boka alınıp intihar etmezlerse tabii.
Daha renkli seks için özel rejim listesi uygulamak gerekiyormuş.Misal, kuşkonmaz çorbası içtiğiniz gün sekse kuş konduracaksınız.
Yazının Devamını Oku 2 Nisan 2007
İzmir’in kızı
Niğde’nin patatesi
Hadi yine iyisiniz...
İzmir’in kızlarına söylüyorum.
Tempo dergisinin belirlediği "Türkiye’yi sevmek için 50 neden" arasında siz de varsınız.
Boru değil!
Sahiden öteden beri böyle bir şey var mıydı?
Yani ezelden beri İzmir’in kızları otomatikman güzel mi doğardı?
Yoksa hani "Bir şeyi 40 kere söyleyince olur" derler...
Her neyse netice olarak "Niğde’nin patatesi" durumundasınız kızlar!
Ne olursa olsun, Türkiye’nin hiçbir yöresinin böyle bir şöhreti yok. Hiç olmazsa arkadan ikinci, üçüncü gelir, o da yok.
Öyle ya, ortada bir "en" durumu varsa arkası da olur fakat bu hususta yok. "İzmir’in kızları" tek.
Diyeceğim ne kadar övünseniz azdır!
Ayrıca, erkek arkadaşlarınızın ne kadar kafasına kaksanız o da azdır!
Arada onlara "Herkes güzelliği kadar konuşsun!" diyebilirsiniz.
Var mıymış kendilerinin literatüre geçmiş bir durumu sorun bakalım!
Ben hiç duymadım İzmir’in erkekleriyle ilgili bir şey. Gerçi hiçbir tarafın erkekliğiyle ilgili bir üstünlük hali duymuş değiliz. Hepsi, birinin ötekine üstünlük sağlayamayacağı kadar mükemmel olduklarından mıdır artık...
Gelelim yine İzmir’in kızlarına...
Merak ettiğim bir husus var.
"İzmir’in kadınları" ne durumda?
Yani bu kızlar, kızlıktan kadınlığa geçince güzelliklerine ne oluyor?
Eser kalmıyor herhalde eski hallerinden ki "İzmir’in kadınlarının" namı gelmiyor kulağımıza.
Gerçi tamam, "Yaşlı çirkindir" fakat 40’a kadar da mı yolu yoktur şunun?
Bir de bu ne adaletsizliktir kardeşim!
Biz de bir zamanlar İzmir’in kızıydık, lakin şimdiki gibi, bedava deterjan, margarin şu bu dağıtan kamyona mahallenin üşüşmesi gibi kimse üşüşmedi başımıza!
Eğer kıskandığımdansa böööle olayım!
Şaka bir yana, sahiden de kızlar hep de manken olmaya gelmeyin şu İstanbul’a gözünüzü seveyim!
Yazının Devamını Oku 1 Nisan 2007
TEMPO dergisi, "Türkiye’yi sevmek için 50 neden"i sıralamış bu haftaki sayısında. "Atatürk"ten "Tarkan"a...
"Çay-simit"ten "kebap"a...
"Boğaziçi"nden "Bodrum"a kadar 50 neden.
Hepsi doğru.
Dahası da var elbet. Yüzlercesi.
Ya da illa 50 nedenle sınırlandırılacaksa herkesin öncelikleri değişir elbet.
İyi aklına gelmiş Tempo’nun. Herhalde okuyan herkes kendi nedenlerini düşünmüştür şöyle bir.
Fakat insanoğlu tuhaf yaratık.
Tarkan’ı düşünürken Bayhan da geliveriyor akla. Neticede ikisi de popstar!
Veya "FB-GS derbisi" derken "maganda kurşunu"...
"Hamsi" derken, daha geçenlerde okuduğumuz hamsinin son yıllarını yaşadığı haberi...
"Şehir hatları vapuru"nu düşünürken yerine geçen kadife perdeli, ruhsuz dolmuş motorları...
"Türk kadını" derken, tecavüze uğradığı yetmezmiş gibi ailesi tarafından öldürülen gencecik kızlar öne geçiveriyor.
Ne yapacaksınız...
Akıl dediğiniz özgür bir şey, böyle alıp başını gidiyor.
Fakat bunlar bile bazılarının Türkiye’yi sevme nedenlerinden olabilir tabii..
Mesela, kız kardeşini "gerektiğinde" öldüremeyecek olduğu bir ülkenin nesini sevsin adam? Ya da böyle bir şeyin hiç gerekmediği ülkenin?
Fakat dediğim gibi, iyi aklına gelmiş Tempo’nun. Hepimizi yüzümüzde hafif bir tebessümle düşündürdü en azından.
Ben mesela, kapısında, bacağının arasına sıkıştırdığı bastonuna dayanmış ihtiyarların oturduğu kahvehaneleri için de seviyorum Türkiye’yi.
Tahin helvası için...
Sonra, Boğaziçi yalıları...
Ne sattığını görmeden anlayamayacağınız sokak satıcıları...
Mısır Çarşısı...
Her köşe başında karşımıza çıkan sokak çiçekçileri için de seviyorum.
Ege’nin kıyı kasabaları...
Tarlabaşı’nda karşılıklı iki binanın pencereleri arasında uçuşan çamaşırlar...
Yeni Cami önündeki güvercinler.
Peribacaları için de...
Sonra, neredeyse herkesin, uzakta bir memleketi var diye de seviyorum Türkiye’yi. Özlediği birilerinin yaşadığı, yaz gelince gitmeyi hayal ettiği bir memleket... Sıla yani.
Komşuda pişenin bize de düşmesini seviyorum. Mecazi anlamda değil. Sahiden komşular arasında gidip gelen tabaklardan söz ediyorum. Hálá bir yerlerde bu ádetin sürüyor olmasını dileyerek.
MIŞ-MUŞ
Memelilerin evrimsel aile ağacı çıkarılmış.
Silikon memeliler ne olacak?
ABD’de üretilen "akıllı gözlük", camını istenilen renge döndürüyormuş.
Öyle insanlar bile var.
Testosteron seviyesi azalan erkekleri de tıpkı menopozdaki kadın gibi ateş basıyormuş.
E, Allah’ın sopası yok.
Yazının Devamını Oku 31 Mart 2007
Kadınların cinsel dürtülerini artıran bir ilaç geliştirilmiş. Bu hafta İngiltere’de satışa sunulacakmış. İlaç deniyor, ama aslında yara bandı gibi bir şey. Karın bölgesine yapıştırılıyor. Ondan sonra gelsin dürtü!
Maksat eşitlik olsun.
Onların Viagra’sı varsa...
Anneler Günü’ne karşı Babalar Günü’nün icat olunması gibi bir şey.
Fakat benim bildiğim, kadının cinsel isteğinin artması için, banttan ziyade bir erkeğe ihtiyacı var.
Gerçi hangi yatak odasının penceresinden içeri baksanız bir erkeğin mevcudiyetini görürsünüz.
Benim dediğim, "işbilir" erkek.
Yoksa kadında cinsel dürtü düşüklüğü diye bir sorun olduğuna inanmıyorum.
Yeter miktarda dürtü var, ancak gerekli şekilde dürten yok!
Tamam, erkek gibi "Hiç aklımdan çıkmıyor ki" seviyesinde değil belki libidomuz... Fakat bilim adamlarının müdahalesine gerek kalmadan, doğal yollardan artması mümkün gibime geliyor.
Şöyle söyleyeyim, her libidosu düşük kadının yatağında yeteneksiz bir erkek vardır.
Hal böyle olunca, erkeği terbiye etmeden kadının libidosunu yükseltseniz ne olacak?
Daha beter.
Libidosu elinde kalacak kadının.
Şahken şahbaz olacak.
Zaten Viagra’dan sonra on yıl beklemelerinin nedeni de bu. Yani aslında kadının ilaca falan ihtiyacı olmadığını, bu bandı icat edenler de biliyor bence.
Fakat feministler bastırdılarsa...
"Alın, hayrını görün!" deyip bir kıytırık bandı piyasaya sürdüler zahir.
Allah bilir hiçbir fonksiyonu yoktur. Bazı hastalara ilaç diye su enjekte edildiğini duymuşsunuzdur. Hasta "İyi geldi" deyip kalkar ayağa... Onun gibi.
Fakat bu bandın şöyle bir faydası olabilir:
Erkek, kadının karnında bandı görünce gayrete gelebilir.
Öyle ya...
Karşısında "azmış" bir kadın var.
Canını dişine takmayıp da ne yapacak?
Mazallah kadının tavan yapmış libidoyla sokağa fırlama ihtimali var.
Son olarak...
Bakın, bandın hiçbir kadına faydası olmasa bile bir tek kadına faydası dokunmuş bulunuyor... Bana.
Gına geldi
1. Ellerinde, kollarında, kucaklarında, bacak aralarında, koltuk altlarında, omuzlarında, kafalarının üstünde, evlat edindikleri onyüzmilyon çocuklarıyla Angelina Jolie ve Brad Pitt...
2. Yüzünde Mona Lisa ifadesiyle, boynunu bükmüş, kocasına sokulmuş Demet Şener Kutluay...
3. Ellerinde çiçekler, kafalarında böcekler, yüzlerinde gülücükler, fonda kelebeklerle Kayahan ve ailesi...
4. Kucağına çocuk almış veya bir ihtiyarın elini öpen politikacı...
Sizi bilmem ama bana bunlardan gına geldi.
Görmek istemiyorum.
Yanlış anlamayın, adı geçenleri takdir etmiyor, beğenmiyor, sevmiyor değilim.
Başkalarının mutluluğundan rahatsız olacak hasta ruhlu biri de değilim.
Fakat bu fotoğraflar...
Bir kere olsa mesele yok.
Ama bin kere olunca...
Ters etki yapıyor.
MIŞ MUŞ
ÆErdoğan "Siyasetin kadın zarafetine ihtiyacı var" demişO kadar! Renk katacağız yani bir nevi.
ÆPolise ateş açan otomobilden popstar Bayhan çıkmış.Şok şok şok! Şokstar.
ÆAvrupa Üroloji Kongresi Derneği’nde evli çiftlerin seks reçetesi yazılmış.E, ereksiyonla, cinsel dürtü de reçeteyle zaten... Seks hayatımız doktor kontrolünde!
Yazının Devamını Oku 29 Mart 2007
"Cahit K., gayrimeşru cinsel ilişki içinde olduğunu iddia ettiği kız kardeşi Zehra K. ve Süleyman K.’yı öldürmüş, iki kişiyi öldürdüğü için hakkında idam cezası istenirken beş yıl hapis cezasıyla kurtulmuştur. Serap K., erkek kardeşi Ertuğrul tarafından değişik erkek arkadaşları olduğu için boğazı sıkılarak öldürülmüştür. Hakkında müebbet hapis istendiği halde, namus indirimiyle ceza 12 sene 6 ay 15 güne düşmüştür.
Fatma K., başka erkeklerle birlikte olduğu dedikodusu yüzünden kocası Mehmet tarafından bıçakla öldürülmüştür. Sanık için müebbet hapis istendiği halde cezası 15 yıla indirilmiştir.
Sibel T., başkasına kaçtığı gerekçesiyle, gayriresmi evli olduğu Önder A. tarafından Adana’da kanal boyuna götürülüp suya atılarak boğulmuştur. Karar, aile meclisince alınmıştır. Ancak, aile reisi üyeleri delil yetersizliğinden beraat etmiştir. Sibel’i öldüren kocaya ise 1 yıl 4 ay 20 gün ceza verilmiştir.
Şanlıurfa’da Emine, gayrimeşru birliktelik iddiasıyla üvey erkek kardeşi tarafından av tüfeğiyle vurularak öldürülmüştür. Müebbet hapis cezasıyla açılan davada verilen karar, namus davalarındaki ceza indirimi neticesinde 2 yıl 6 aya düşmüştür."
İnsanı dehşete düşüren bu satırları Vildan Yirmibeşoğlu’nun, Hürriyet’in yayınladığı "Toprağa Düşen Sevdalar" adlı kitabından aldım.
Vildan Yirmibeşoğlu Gaziantep Belediyesi’nde hukuk müşaviri ve encümen üyesi olarak görev yaparken tanışmış "namus cinayetleri"yle.
"Cinsler arası eşitliğin, iknanın ya da anlamlı bir diyaloğun olmadığı bir hayatın varlığını hemcinslerime göre çok geç öğrendim ben" diyor Yirmibeşoğlu.
Geç öğrenmiş ama sorumluluk duymakta gecikmemiş, bu kitabı hazırlamış. On üç yıl boyunca, hem de kimseden ve hiçbir kurumdan destek almadan, Doğu ve Güneydoğu’da araştırmalar yaparak.
Lütfen okuyun bu kitabı.
Birazcık duyarlı biriyseniz...
Hatta duyarsızsanız ama değişmek istiyorsanız...
"Töre"nin neredeyse "Terör"e eş olduğunu görmeniz açısından...
Töre ve namus cinayetleri hakkında gazetelerde okuduklarınız dışında daha derin bilgi sahibi olmak istiyorsanız...
Bu kitabı okumanız lazım.
Bakarsınız sizin de aklınıza bir şeyler yapmak gelir.
Vildan Yirmibeşoğlu gitmiş, araştırmış, görmüş, yaşamış, yazmış.
Belki de bu kadar zahmet de çekmeden, Yirmibeşoğlu’nun ifadesiyle "doğarken kaybeden kadınlar" için, en az onun kadar faydalı bir şeyler üretirsiniz siz de.
Kim bilir...
MIŞ-MUŞ
Cesetler vücutta biriken kimyasallar nedeniyle ÇÜRÜMÜYORMUŞ.Bu genç ve diri görünme işini fazla abarttık galiba.
ABD’li bilim adamları yüzde 15’i insan hücrelerinden oluşan koyun kopyalamışlar.Yüzde yüz koyun hücreli insanları ise bilim adamlarından ziyade bizim siyasiler iyi bilirler.
Bülent Ersoy "Sibel Can’ı, Ebru Gündeş’i, Seda Sayan’ı çıplak gördüm, beğendim" demiş.Aslına rücu mu edecektir nedir?
Yazının Devamını Oku 27 Mart 2007
HEMCİNSLERİME soruyorum...<br><br>Sevgiliniz sizin için para harcıyor mu? Yani hediye alıyor mu?
Beraber yemeğe ya da tatile çıktığınızda hesapları o mu ödüyor?
Evet mi?!
Siz fahişe misiniz sorması ayıp?
"Ne demek şimdi bu?" diyorsanız eskilerde kalmışsınız. Kadına para harcamayan erkeğin "centilmen" sayılmadığı yıllarda yani.
Şimdi hesapları erkek öderse kadın da etrafa hesap vermek durumunda kalıyor.
Bakınız Hande Ataizi-Fazıl Say.
Mesela, bu hafta Pazar Sabah’ta röportaj ustası Şebnem Akson adeta sorguya çekiyordu Hande Ataizi’ni.
Bu ilişkiyle ilgili duyduğu, okuduğu bir sürü yorum üzerine yapıyordu bunu gerçi. Zaten tırnak içindeydi hüküm içeren sorular.
"’Zavallı Fazıl Say’ın parasını yiyen kadın’ mısınız?"
"’İçine kapanık, şahane, dáhi piyanistin kazandığı paraları çatır çatır markalara harcatan kadın’ imajına ne diyorsunuz?"
Fakat röportajın tamamında Akson’un, "bu ilişkinin ana temasının aşk olmadığı"nı düşünenlerle aynı fikirde olduğu da açıkça görülüyordu.
Ama bu ilişkiyi ikinci defa bu köşeye taşımamın nedeni bu röportaj değil. O sadece bir örnek çünkü. Genelde Hande Ataizi’nin, Cem Yılmaz’ın o unutulmaz reklamındaki gibi, ilişkilerinin olsa olsa "tamamen duygusal" olacağı yönünde bir inanış var. Özellikle basında. Buna takıldım.
Halbuki düşünüyorum da Hande’yi hiç "para babası" denilen adamlarla yan yana görmedim bugüne kadar. Bir zenci vardı benim bildiğim, sonra o "ana-baba kuzusu" avukat, bir iki genç adam.
Ha, avukatın babasının çok parası vardı.
Bu mudur damganın nedeni?
Bu kadar kolay mıdır?
Fazıl Say’dan çocuk sahibi olarak geleceğe yatırım yapacağı söyleniyormuş. Dünya çapında bir piyanistten çocuk yapmak isteyebileceği kimsenin aklına gelmiyor.
Evet, aşktan geberiyor olmayabilir Hande Ataizi. Fakat kim geberiyor ki bu devirde, söyler misiniz?
Peki hangimiz aşk çocuğuyuz?
Çoğumuzun annesi, babasına "hali vakti yerinde" denilip verilmedi mi?
Hálá büyük bir kesimde önce buna bakılmıyor mu?
Bu adamla bu kadın birbirlerine iyi gelmişler işte!
Nesini kurcalıyoruz daha?
Nedir istediğimiz?
Bir kadının, sevgilisi olan bir erkeğe, parayla, bankada istiflemenin dışında başka işler de yapılabileceğini göstermesinin nesi kötü?
İyi giyinmeyi, iyi bir otelde kalmayı, iyi bir şarap içmeyi öğretmesinin mesela?
Geç bile kalmış Fazıl Say. İyi olmuş, Hızır gibi yetişmiş Hande Ataizi.
Ayıptır arkadaşlar!
Taşlayacaksınız neredeyse insanları.
Adamcağızın dişine bile laf ettiniz.
Ama haklısınız "ádet"i bozmak istemiyorsunuz. Ádet, içimizden sivrilenin kafasına kürekle vurmaktır. Fazıl Say dünyaca ünlü bir piyanist olarak bunu çoktan hak etmişti!
Hande Ataizi bu hususta da Hızır gibi yetişti, vesile oldu!
MIŞ-MUŞ
Baykal, "Asker konuşmasın diye konuşuyorum" demiş.
Dublajcı.
Erdoğan, Baykal’a "Kimsin sen yahu!" demiş.
E, dublajcı dedik ya!
Ev kadınının, aile bütçesine yüzde 31 katkısı varmış.
Hani "ölüsü bile para" derler ya...
Yazının Devamını Oku