16 Ağustos 2007
BÖYLE de bir konumuz var biliyorsunuz. Kadınların başından kıçına dikey geçiş yaptık! İslamcı bir dergide yazılar yazan İlhami Atmaca, g-string’in, kadının haz noktalarına baskı uygulayarak sürekli uyarılmasını sağladığını ve kadını gün boyu her ortamda sekse hazır tuttuğunu iddia etti.
Bir kadın olarak bunu duyunca "Ah nerede beyefendi, keşke olsa!" diyesi geliyor insanın!
Fakat ben bu tespite diğer kadın yazarlar gibi, "Hiç de bile değil! de diyemeyeceğim. İlhami Atmaca’nın yine de var bir bildiği belli ki.
Şimdi şöyle...
Bu konuda nasıl "bir bildiği" olur insanın?
Ya kadınsınızdır, durum tecrübeyle sabittir...
Ya jinekologsunuzdur, olması gerekeni bilirsiniz...
Ya da ikisi de değilsinizdir, eşiniz ya da sevgiliniz sizi durumdan haberdar etmiştir.
İlhami Atmaca’nınki bu sonuncusu olsa gerek. Bir kadın, Atmaca’yı bilgilendirmiş belli ki. Fakat Atmaca bilgiyi yanlış algılamış.
Evet, g-string özellikle arkadan bakınca "yok gibi" dursa da giyene varlığını sapına kadar hissettiren bir dondur.
"Ben buradayım" der.
Her an varlığını duyarsınız. Hem de öyle böyle değil.
Ama, ama, ama...
Zevk değil rahatsızlık verecek bir biçimde.
O kadar ki ilk fırsatta bir tuvalet bulup parçalayarak çıkarıp atmak istersiniz.
İşte İlhami Atmaca’nın yanıldığı yer tam bu noktadır bana göre. Yanındaki kadın bir gün "İlhami bana derhal bir tuvalet bul, mahvetti beni bu g-string" dediyse, İlhami Atmaca bunu yanlış anlamıştır.
G-string, bir kadının hayatında giyip giyebileceği en rahatsız giysi parçasıdır.
İşin aslı budur.
* * *
Hadi diyelim bazı kadınlar "dertleri zevk edinme" eğilimindedir...
Fakat ne olursa olsun, kadın kısmı neticede onun bir don olduğunun bilincindedir.
Dolayısıyla kendisini olaya kaptırmaz.
Hiç tınmaz.
Sapıklar hariç elbet.
Buna, İlhami Atmaca’nın, g-string’i tercih ettiklerini söylediği "hatırı sayılır miktardaki tesettürlü kızlar ve kadınlar" da dahildir.
* * *
"Tesettürün içine g-string giyilir mi?" tartışmasına gelince...
Giyilir ama lüzumu yok.
Tesettürün nedeni "karşı cinsi tahrik etmemek"tir benim bildiğim. Fakat kadının kendi kendini tahrik etmesinde bir mahzur olduğunu duymadık.
Ama dedim ya, yok öyle tahrik mahrik!
Rahatsızlık var tersine.
E, neden giysin o zaman?
Üstelik, düşük belli pantolondan aksesuvar niyetine gösterme imkánına sahip değilken...
Pardösü sayesinde, g-string’in esas çıkış noktası olan "don izinden kurtulma" gibi bir ihtiyaç içerisinde de değilken...
Neden giysin o rahatsız şeyi?
* * *
G-string’i falan boşverin...
Esas bir alet çıkıyor ki piyasaya...
Geçen haftaki Hürriyet Pazar’da görmüşsünüzdür...
Orgazm aleti.
Kadınlar için.
Minicik, pilli.
Belinize takıyorsunuz...
İstediğiniz yerde, düğmesine dokunuyorsunuz...
O kadar.
Pazarda inleye inleye domates seçiyorsunuz misal.
Korkarım g-string’i mumla arayacak İlhami Atmaca!
MIŞ-MUŞ
Demet Akalın "Yeni aşka hazır değilim" demiş.
Fakat çok sürmez. Bu zamanda iki aşk arası tülbent kuruyuncaya kadar.
Bisküvi, dondurma gibi abur cubura bir yılda 3 milyar YTL harcamışız.
Osman Müftüoğlu’na söylemeyin!
Yazının Devamını Oku 14 Ağustos 2007
İNSAN tatildeyken, sadece yan gelip yatıyor olmanın suçluluğundan mıdır artık, aslında hiç de öyle olmadığını kendi kendine ispat etmek için bir nevi, memleket meselelerine kafa yormaya çalışıyor. Fakat memleketin hangi meselesini düşüneceğiniz, o sırada neye maruz kaldığınızla yakından ilişkili.
Mesela güneşin altında yanmaktayken (gerçek manada yanmaktan söz ediyorum) ister istemez susuzluk meselesi geliyor aklınıza. Benim de geldi nitekim.
Suyun idareli kullanımı, alternatifi, tedariki gibi hususlarda tavsiyelerden bir demet sunuyorum size.
Banyo ve WC’lerde taharet ve aptes için birer kova kum bulundurun.
Nihayetinde Arapların bu işi yeri gelince bu şekilde hallettiklerini biliyoruz.
Yıkanmayın, silinin.
Sahi söylüyorum, bir tas içerisinde sabunlayıp sıktığınız bezle bir güzel silinin.
Meyveleri de silin.
Üzüm biraz elinizi oyalar ama...
Eski susuzluk günlerini görmediyseniz annenizden "küvette su biriktirmenin incelikleri"ni öğrenin. Tıpa bir milim yan yatarsa mesela sabah bir bakarsınız su falan yok ortada.
Ha bire gusül aptesti almanızı gerektirecek "temas"lardan kaçının.
Hakkıyla bir sevişme gerçekleştirecekseniz bir diyeceğim yok. Fakat karı-koca her zamanki gibi bir nevi yasak savacaksanız... Zırt pırt gusül aptesti almanın zamanı değil hakikaten.
Yumurta kaynattığınız suyu dökmeyip biriktirin, çiçek sulamada ve temizlikte kullanırsınız.
Ailenizin "yemek saati" gibi bir "tuvalet saati" olsun.
Arka arkaya tuvalet ihtiyacınızı giderin, "tek sifon"da birleşin.
Arabanızı kir götürecek bir renge boyatın.
Trafik sıkıştığında arabanızın etrafını saran çocuklara izin verin silsinler camınızı.
Temizlik işini böylece aradan çıkarın.
Beyaz giymeyin.
Kirlenmede birinciliği beyaza verdiler biliyorsunuz.
Donlarınızı bile kuru temizlemeye verin.
Dişlerinizi fırçalamayın, onun yerine misvak kullanarak bir taşla iki kuş vurmuş olun. İkinci kuşun ne olduğunu anlamışsınızdır.
Saçlarınızın kákül, favori gibi sadece yüzünüzün etrafına denk gelen kısımlarını yıkayarak durumu bir ay idare edin.
Kimseye arkanızı dönmeyiverirsiniz olur biter.
"Çiçeklerle konuşun" derler ya... Anlarlarmış hani... Konuşurken suyun uğradığı akıbetten de bahsedin, bunu da anlayıp idare ederler bakarsınız.
Melen Çayı’ndan su gelmesi uzun sürebilir. Siz Melen Çayı’na gidin en iyisi. Kenarında piknik yapar, dönerken de iki bidon su alıp gelirsiniz.
Yağmur duası mı?
Onun için bir şey diyemem. Fakat yüzünüz varsa neden olmasın?
Ancak "Onca kaynağı ne ettiniz?" sorusuna hazırlıklı olun.
MIŞ-MUŞ
Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek, banyo yaparken, tasarruf için, ayaklarının altına kova koyup biriken suyu tuvalete döküyormuş.
Beyefendi konumları karıştırdı. Biz vatandaş olarak tasarrufu düşünürüz, siz belediye başkanı olarak su bulacaksınız!
Esas susuzluk 2020’deymiş.
Fazla dert etmeyin, esas deprem ondan önce gelirse mesele kalmayacak zaten.
Yazının Devamını Oku 12 Ağustos 2007
DİYORUM ki...<br><br>Al elinden telefonu, hattın öbür ucundakine sor nerede olduğunu... Sonra o elinden telefonu aldığın adamı ya da kadını tut kolundan götür ötekinin yanına!
Sevişecekler mi, dövüşecekler mi ne yapacaklarsa yapsınlar!
"Tatilde ne gördün?" diye sorarsanız, "Elinden cep telefonu düşmeyen kadınlarla adamlar gördüm" derim.
Aslında 365 gün gördüğümüz bu.
Sokakta, lokantada, vapurda, konserde... Bedenler orada ama akıllar başka yerde. Ki elinden telefonu bırakan yok.
Öyle kısa haberleşmelerden bahsetmiyorum elbet. İş görüşmesi falan da yapmadıkları belli. Vücut dili denen bir şey var zira.
Tamam, insanın yürürken, arabada giderken, hatta çalışırken aklının başka yerde olmasını anlarım da arkadaşlarınla buluşmuş, eğlenmeye gelmişsin veya konserdesin ya da işte tatile çıkmışsın falan...
Yani istediğin, seçtiğin bir şeyi yapıyorsun... Fakat buna rağmen kerhen bulunuyorsun orada!
Tatil bedenini satın almış ama ruhunu asla!
Telefonun ucundaki kimse ve neredeyse ruh orada.
Hayır, bir-iki dakikalığına olsa anlarım...
Ne diyeyim...
"Allah sevenleri ayrı düşürmesin" diyeceğim ama Turkcell’e beddua gibi olacak.
* * *
Fakat bir yandan da cep telefonunun "ayırıcı" bir özelliği de yok değil.
Yani sonu ayrılığa varan kavgaları körükleyen bir şey aslında cep telefonu.
"Geri dönmedin", "Geç açtın", "Neden kapalıydı?", "Mesajıma cevap vermedin..."
Eskiden var mıydı bunlar?
Sabit telefon yalana imkán tanırdı...
"Ben çıkmışım sen aramışsın hayatım."
Şimdi "Tuvaletteydim" bile diyemezsiniz. Oraya neden telefonsuz girdiğinizin hesabını verirsiniz bir de.
Hatta havuz, deniz için su geçirmeyen cep telefonu kılıfları var, çok lazımmış gibi!
* * *
Diyeceğim, yaşını başını almışların dışında tatilin keyfini çıkaran yok. Herkes uzaktaki birileriyle meşgul.
Çift gelenler?
Onlar da öyle.
Zira çoğu aslında başka bir çiftin teki olarak bulunuyor orada.
Onların cep telefonuyla ilişkisi daha da acıklı.
Arayacaklar arayamıyorlar...
Yalnız kalmak için fırsat kolluyorlar...
Ötekini merak ediyorlar ama meraklarını gideremiyorlar...
Hem gözleri telefonda, hem çalacak diye korkuyorlar...
Bir sıkıntı, bir endişe, bir tedirginlik...
Tatil zehir neticede.
Diyeceğim şu ki, tatile çıkmak şart değil arkadaşlar!
Oturun o telefonun ucundakinin oturduğu yerde!
MIŞ-MUŞ
"Kocanın cebinden para almak" boşanma nedeniymiş.
Gelelim boşanmanın sonuçlarına... İlki "Kocanın cebinden para koparmak".
2007’de keneye 25 kurban verilmiş.
Ataları yapışıp kalırdı, zamane keneleri alıp götürüyor.
Kadınlar, light erkek seviyormuş.
Diyet merakı bizi bu hale getirdi.
Yazının Devamını Oku 4 Ağustos 2007
Bugün size bir icadımı sunuyorum. Yazılarımdan "Best of" yaptım.
Ne yani... Müzikte oluyor da...
Köşecilik tarihinde bir ilki gerçekleştirmiş olacağım. Aşk, evlilik, ilişki, cinsellik, erkek, kadın, aldatma vb. konularda bugüne kadar yazmış olduğum yazıların içinden "pek güzel söylemişim" diye düşündüğüm bölümleri seçtim, biraraya getirdim.
Neden?
Baktım, Amerika’yı keşfetmenin modası geçmiyor... Daha fazla konuşturmayın beni, çiğlik yapmış olmayayım.
Üzümünü yiyin bağını sormayın!
Aşk...
á Aşk, karşıdakini bulunmaz Hint kumaşı zannetmekle aslında hıyarın teki olduğunu anlamak arasında yaşananların toplamıdır.
á Aşk deyip de geçmeyin. Bunun "ölümsüzü" var, "yasak" olanı var, "onursuz"u, "düzeyli"si var, "büyük"ü, "gizli"si, "sırılsıklam"ı "körkütük"ü, "büyüleyici"si var. Kendinizi yoklayın, illa ki bunlardan birine uyuyordur aşkınız. Yok hiçbirine uymuyorsa "şahsiyetsiz" bir aşkınız var demektir.
á Aşık olanlara dikkat edin, derin derin düşünürler. Sanki "3. Dünya Savaşı’nı başlatalım mı?" diye sorulmuştur bunlara. Tarihi bir karar verecekler ya... Gözlerini sabit bir noktaya dikip öyle düşünür dururlar. Varsan baksan "Bu saat oldu aramadı" gibi bir şey geçiyordur o anda akıllarından.
Aldatma...
á Erkekler asla aldatmazlar, günahlarını almayın! Evet, eşlerinin dışında çeşitli kadınları yakın incelemeye alan erkekler yok değildir ama onlar "Allah’ım sen nelere kadirsin, herkesin ağzı, burnu, iki gözü var yine de kimse kimseye benzemiyor, bu ne iştir?" düşüncesiyle tamamen meraktan yaparlar bunu!
Evlilik... Aşkın ergime noktası
á İlk günler her şey yolundadır. Size göre en akıllı odur, her şeyi o bilir, en güzel o güler, en güzel o bakar, oturuşu, kalkışı, yürüyüşü, uyuyuşu güzeldir. Hani neredeyse ortalığa pislese "Ne güzel pisliği var" dersiniz.
"Dünyada böyle kusursuz biri var mı, varsa bile o da gelip beni mi buldu?" gibi bir soru aklınızın ucundan geçmez.
á İlk günlerde işe giderken dudaktan alınan öpücük yerini önce yanağa, sonra uzaktan "mucuk mucuk"lara bırakır. Finale doğru kapıyı çarpıp çıkmalar başlar.
á Kocanız gün içinde, başka kadınlarla beraberken içine çekmekten helák olduğu göbeğini sizin yanınızda açıp kaşımaya başlar.
á Cicim aylarında sizinle baş başa kalmak için işten kaytaran, toplantıları eken kocanız, sonradan mevcut toplantıları bile yetersiz bulup yeni yeni toplantılar icat eder.
á Eşiniz her geçen gün sizi daha çok sever ve artık gaz çıkarmak için bile yanınızdan bir saniye olsun ayrılmayı göze alamaz.
á İlk günlerde el ele yapılan romantik gezmeler yerini market reyonları arasında tekerlekli araba eşliğinde gidip gelmelere bırakır.
Evlilik ne demektir?
á "Pin kodu"nuzu karınızın da bilmesi demektir.
á Kararlarınızı onaylatacağınız bir merci oluşturmanız demektir.
á Seksin de memuriyetinin olabileceğini görmeniz demektir.
á 14 Şubat’ı sevgilinizden ayrı geçirmeniz demektir.
á Talimat denen şeyin sadece amirden alınmayacağını öğrenmek demektir.
á Karınızın müfettişlik ve hafiyelik gibi işlere yatkın olduğunu öğrenmeniz demektir.
á Hayallerinizin, ideallerinizin, plan ve programlarınızın yatağınız gibi çift kişilik olması demektir.
á Teslim olmak suretiyle esir olmak demektir.
á İki ayrı dünyadan bir ucube dünya yaratmak demektir.
á Evlendiğiniz gün intihar etmeniz ve naaşınızın evlilik boyunca ortalarda sürünmesi demektir.
Evlilik
ve seks...
á Memuriyet gibi bir şey. Her sabah masanın başına oturup evrak imzalayan memur bundan ne kadar haz alırsa...
Televizyonu kapatın, pijamalarınızı giyin, mesanenizi boşaltın, yatak örtüsünü itinayla katlayıp kenara koyun, ışığı söndürün, yatağa girin!
Hazır mısınız?
Buyurun o zaman "sevişme"yi katledebilirsiniz.
á İsterseniz kendinizi tavandan aşağı sarkıtın, eşiniz de amuda kalksın, nafile!
Komik olmayın. Yatıp uyumanıza bakın efendi efendi. Unutmayın insana heyecan veren şey pozisyon değildir. Eşinizin sizi her aldatışı klasik pozisyonda olmuştur, inanın bana. Sonra sonra ilişki eskidikçe değişik pozisyonlar denenmiştir.
Kadınlara...
á Erkekleri değiştirmeye uğraşmayın. Sabredin zaten kendiliğinden değişecektir. Emin olun beş sene sonra onu tanıyamayacaksınız.
á Eşiniz bilgisayarın başından kalkmıyorsa işgillenin. Siz mutfakta soğan doğrarken o içeride orgazm oluyor olabilir.
á "Erkekler aşık olmaz" diyenlere sakın inanmayın. Olurlar. Ancak onlarda aşkın tezahür edişi biraz farklıdır. Siz mutluluktan şarkılar söylerken, onlar önlerine çıkan ilk kadınla yatarlar.
Erkeklere...
á Kadın-erkek ilişkisi üzerine asla felsefe yapmayın. Hatta hiçbir şey üzerine yapmayın. Sizin genel anlamda söylediğiniz her sözü o ilişkinize dair söylenmiş olarak kabul edecektir.
á "Erkeklerin aldatması"yla ilgili bir konuşma geçtiğinde sizin asla böyle bir şey yapmayacağınızın ipuçlarını aralara serpiştirin. Sohbet süresince o bütün duyu organlarıyla sizi takiptedir, bilmiş olun.
á Anlattığı her şeyi "Dünyanın en ilginç konusu"ymuş gibi dinleyin. Anlattığı "tırnaklarının çabuk kırılıyor olması" olsa bile.
á Saç rengi, biçimi, makyajı vs. görünüşüyle ilgili değişiklikleri hemen fark edin. Bu konuda kendinize güveniniz yoksa tedbir olarak sık sık "Sende bir değişiklik var" deyin. Elbet birkaçı isabet edecektir.
Leyla ile Mecnun
á "Aşk" denen illetin başımıza tebelleş olması Leyla ile Mecnun’un kaleme alınmasına denk düşer. Leyla’yı Mecnun’a yar etmediler.
Leyla da şimdiki Leyla’lardan değil ki, Fuzuli’ye rağmen gitsin Mecnun’a versin. Nüfus káğıdını yani... Gizlice evlenmek için.
Hál böyle olunca, Mecnun’un elinde kaldı tabii. Çiçekleriyle çikolatası. Haklı olarak hırs yaptı bunu.
"Hırs" bu... Kabarmaya görsün.
Ne yapsın Mecnun, bu hırsla "Bırakın beni, dağları delicem" diye tutturdu.
Yok be, o Ferhat’tı galiba.
Anacım, bunlar bir kişi değil ki. Vuslata erememiş çok adam var böyle.
Diyeceğim şu:
Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin ve öteki ikililer, önlerine set çekilecek yerde, Çırağan Sarayı’nda havai fişekli birer düğünle başgöz edilseydiler, biz de "Beni yeterince sevmiyorsun" tutturmasıyla dünyayı karşımızdakine dar etmeyecektik.
Adem ile Havva’nın aşkından söz edildiğini duydunuz mu hiç? Ben duymadım.
Neden? Göz göze gelmeleriyle ağacın altında tek vücut olmaları bir oldu da ondan!
Yazının Devamını Oku 2 Ağustos 2007
AKP’nin seçimi kazanma nedenini hepiniz biliyorsunuzdur artık. 22 Temmuz akşamından beri yorumcular anlatıp duruyorlar. Söyledikleri, AKP’nin, vatandaşın günlük, küçük dertlerine derman olduğu.
Bu bana şu hikáyeyi hatırlattı:
Hani adama karısıyla işleri nasıl paylaştığını sormuşlar da adam, "Silahsızlanma, globalleşme gibi önemli işlere ben bakarım; karım, çocukların hangi okula gideceği, nerede oturacağımız, ne yiyip ne içeceğimiz, tatile nereye gideceğimiz gibi önemsiz ayrıntılarla ilgilenir" demiş ya...
AKP bir nevi evin hanımı pozisyonunda demek.
Erkeğin kim olduğunu anladınız...
Seçmen de evin çocuk kadrosunu oluşturuyor haliyle.
E, çocuğa ne AB’den, Irak’a girmekten falan?
Kendisiyle ilgili ne var ona bakar çocuk... Baktı nitekim.
* * *
Vatan Gazetesi de sormuş geçen gün AKP’ye oy verenlere... "Kızım kocasından boşandı, eline her ay para veriyorlar" diyor bir emekli baba.
Bir başka gazetede anlatılanlara göre, köylü sabaha karşı 01.30’da Başbakan’ı arayıp "Yandaki köye su geldi, bizim mezrada yok" diyebilmiş.
Demirel de Ağrı’nın bilmem ne köyündeki muhtarın çocuğunun karnesini takip ederdi. Tayyip Erdoğan da işte tren kazasında ölen çocuğun evinde Kuran okuyor falan.
Şişli’de Mustafa Sarıgül’ün yaptığı da bu.
Zengin, fakir, genç, yaşlı, çocuk... Sarıgül’le direkt temasta bulunmamış bir kişi yoktur herhalde Şişli’de.
Fakat bu tür siyaset için nüfus planlaması şart!
Çin gibi olduğumuzu düşünün... Hangi birimize yetişecekler?
"Peki aslında bu ’pis bir siyaset’ değil mi?" diye de düşünebilirsiniz.
* * *
Şimdi Baykal’a ve bütün CHP’lilere ders olmalı bu tek tek gönül alma işi.
Fakat korkarım yüzlerine gözlerine bulaştırırlar bunu da.
Mesela bakmışsınız ölü evine davul zurna yollamışlar...
AKP de bir dahaki seçime, oy alamadığı zengin ve okumuş kesimle tek tek temasa geçmeli.
Fakat zengin adama ne vereceksiniz de içi kıpırdayacak?
Kömür hiç olmaz da puro bile olmaz. Markasını beğenmez beyefendiler.
Şarap deseniz keza.
Yat dağıtırlarsa belki... "Fazla yat göz çıkarmaz" deyip kenara koyan olur bakarsınız.
Okumuş kesim içinse işleri daha da zor, hatta imkánsız. Onların karşısına ancak seçimi kazandıktan sonra çıkılır. Sonra bir bakmışsınız bir "analiz" yapmış okumuş adam... Genel başkan bile tanıyamamış partisini!
MIŞ-MUŞ
Türk erkeklerinin boyu ortalama 1.68’miş.Bu sarsmaz kimseyi... "Öteki"nin boyu kısa olmasın yeter ki.
Erkeklerin horlama olasılığı, kadınların iki katıymış.Ne olasılığı?.. Gerçeği, gerçeği!
Evli Çek Başbakanı’nın sevgilisinden oğlu olmuş."Ah!" diye iç geçirmiştir Baykal... "Bi de bizimki yese şu haltı!"
Yazının Devamını Oku 31 Temmuz 2007
BİR şey tuhafıma gitti...<br><br>Gazeteci Mehmet Tezkan, AKP’nin seçimden önce Kazlıçeşme’de gerçekleştirdiği mitinge gidiyor ve oradaki insanların Tayyip Erdoğan’a bakışını görüyor, gördüğünü Vatan’daki köşesinde "İnsan ancak sevgilisine böyle bakar" şeklinde yorumluyor. Sonra ne oluyor?.. "Sen de mi AKP’ye satıldın" diyenler çıkıyor. Köşe yazarı dediğiniz "münazaracı" olacak yani illaki! Tespitte bulunmayacak!
İllaki taraf olacak ve okuru da o tarafa çekmeye çalışacak!..
Dava adamı olacak bir nevi!
Bu mudur?
Ve "tespit" eşittir "temenni" midir?
Hadi diyelim ki Mehmet Tezkan’a öyle geldi, aslında halk öyle bakmıyordu Erdoğan’a... Peki şuna ne dersiniz:
Tarhan Erdem’in şirketi bir araştırma yapıyor, araştırmadan AKP’nin yüzde 48 oy alacağı sonucu çıkıyor. Ve Tarhan Erdem de "satılmış" oluyor.
Ne yapacaktı oysa?
Görmezden gelecekti sonucu!
Vatan için! Allah Allah!
Sahiden aklım ermiyor. Belki de bu kampanya beni aşıyor.
Ben de geçen gün, "AKP’nin kazanması normaldir, bu toplum her zaman sağa meyillidir" gibi bir şeyler dedim, ister misiniz "satılmış" olayım!? "AKP’den korkmuyorum" falan da dedim hem!..
Fakat neyse ki sarışın kadınları kimse ciddiye almıyor.
* * *
Bir başka konu...
Bir süredir TMSF’nin el koyduğu gazetelerde, AKP yanlısı yayın yapma zorunluluğunun var olduğu, partinin çıkarlarına ters düşecek yazı ve yorum sahiplerinin işten atıldığı söyleniyor. Eğer bu doğruysa AKP bütün konularda ağzıyla kuş tutsa tarihe bu "marifetiyle" geçer, benden söylemesi.
"Beni sevmeyen ölsün" zihniyeti, ülkesini AB’ye taşımaya soyunmuş partiye hiç yakışmıyor. Çok arabesk kalıyor.
Tez günde bu zihniyette olmadığını göstermelidir AKP. Hem madem "Hiçbir ayrım yapmadan bütün Türkiye’yi kucaklamak" niyetindeler... Gazeteciler arasında da ayrım yapmasınlar. Ayrıca kimse şunu unutmasın, "beyefendiler" yolcu "gazeteciler" hancıdır bu álemde. Hadi bakalım!
İster misiniz bir yolunu bulup benim de ayağımı kaydırsınlar şimdi!
Fakat demin de dediğim gibi, neyse ki sarışın kadınları kimse ciddiye almıyor.
MIŞ-MUŞ
2002’de İstanbul’da sadece iç bölgelerden oy alabilen AKP, denize doğru ilerliyormuş.Korkarım CHP’yi denize dökecek.
Catherina Zeta Jones, "Uykuda fena horlarım, tıpkı orkestra gibi" demiş.Catherina Zeta Jones bu, sizin gibi horlayacak hali yok elbet!
El Cezire televizyonu, AKP’lileri "Yeni Osmanlılar" diye nitelemiş.Neyse... Hiç olmazsa duraklayacaklar, gerileyecekler, sonunda gidecekler.
Yazının Devamını Oku 29 Temmuz 2007
EDA Taşpınar, aslında bilim için kendisini feda etmiş, alnından öpülecek ve de tarihe geçecek kadındır! Güneş ışınlarının zararlı etkilerini halka anlatmaya çalışan bilim adamları, Eda Taşpınar’a bir nevi "intihar komandosu" olması için teklif götürdüler bence.
O da, Allah razı olsun, insanlık için hiç düşünmeden kabul etti teklifi. O gün bugündür güneşin altında yatıyor.
Üç vakte kadar ne olacağını görelim diye...
Ha, ölmez de sağ kalırsa bilim adamları kaçacak delik arasın bizden!
* * *
Yoğurdun da "alt başlıkları" oluştu sonunda.
Onun da "detay"ları var artık.
Bakkala tepsiyle, evlerin kapısına çömlekle geldiği günler zaten çok gerilerde kalmıştı da... Artık sadece "yoğurt" olduğu günler de mazi oldu.
Kimse "bi yoğurt" siparişi veremez artık.
Sorarlar adama...
Vitamin katkılısı mı, meyvelisi mi?
Kaymaklısı mı, kaymaksızı mı?
Doğalı mı, lightı mı?
Hacet gördüreni mi?
Sarmısaklısı mı?
Vay be!
* * *
Bakalım bu utancın altından nasıl kalkacak kadıncağız!
Yok, E5’te pazarlık yaparken yakalanmadı.
Hayır, porno kasedi falan da çıkmadı ortaya.
Hayır, hayır, mağazadan aldıklarının parasını ödemeden sıvışmaya çalışırken yakalanmak falan da değil.
Daha ağır bir şey!
Betina Hakko, üç davet üst üste aynı ayakkabıyı giydi.
Allah kimseyi bu duruma düşürmesin!
Ve kimseyi "sosyete" yapmasın!
Hadi üç kere aynı ayakkabıyı giyme gafletine düşmediniz diyelim... Aynı davette sizinle aynı elbiseyi giymiş olan bir başkasıyla pişti olmanız ihtimali her zaman mevcut.
Maazallah!
* * *
"İstanbul’un taşı toprağı altın"
Herhalde öyle.
Ki, eli kazmalı adamlar habire her yeri eşeliyorlar.
Ben sahiden bu sözün peşinde, altın aradıkları kanaatindeyim. Yoksa başka hiçbir nedenle bu kadar çok kazma işi yapılmaz bir şehirde.
Şu anda İstanbul’da kazılmayan bir sokak varsa inanın gözden kaçmıştır. Eli kazmalı adamların çıkıp gelmeleri an meselesidir.
Sakın bana "kanal", "su", "elektrik", "kablo", falan demeyin! İnanmam.
O işlerin hálá halledilmemiş, bitirilmemiş olması mümkün değil!
Bunca yıldır. Onyüzmilyon kere kazdılar zira.
Artık kesinlikle altın arıyorlar!
Evet, evet... İstanbul’un dibinde define var!
Eminim!
Herkes "Güzel ve Dáhi"deki kızlara taktı, ben de takanlara taktım.
Kızların dünyadan haberi yokmuş!
Bu kadar da olur muymuş!
Seyrederken saçlarını yoluyorlarmış!
Ayol, kızlar dünyadan habersiz oldukları için o yarışmadalar zaten. Özellikle seçildiler. Eğer onlar da dáhi olsalardı yarışma bu yarışma olmazdı. Ne bileyim, "Türkiye Dáhisini Arıyor" gibi bir şey olurdu.
Ha, ama feminist damarınız kabarır da "Neden kızlar dáhi, erkekler sadece yakışıklı değil?" diye sorarsanız bir şey diyemem. İleride o türlüsü de yapılır bakarsınız.
Kızların cehaletine şaşıran arkadaşlar hakikaten bu durumun farkında değillerse hepsi en az kızlar kadar "güzel" sayılır.
Yok, aslında her şeyin farkında iseler ve de laf olsun köşe dolsun ya da programın reklamı olsun diye yazıp çiziyorlarsa ve ben bu durumu anlamayıp konunun üstüne sazan gibi atlamış bulunuyorsam, hepsinden "güzel" benim o zaman.
MIŞ-MUŞ
Arkadaşı obez olan obez oluyormuş.
Bizimkiler zamanında "Kişi ’refik’inden azar" diyerek durumu ortaya koymuşlardı zaten.
Aysun Kayacı, Ozan Sevindik adlı gençle ilişkisi için "Biz pırıl pırıl, yetenekli iki genciz, lütfen bizi rahat bırakın" demiş.
Bak yetenekli değilseniz karışmayız ha!
Baykal’a kendi seçmeni bile inanmıyormuş.
Olsun, onun iman dolu kendi göğsü var!
Yazının Devamını Oku 28 Temmuz 2007
Seçim sonuçlarıyla ilgili benim de iki çift lafım olacak naçizane.<br><br>Ama neden naçizane olsun? Çok bilenlerin aslında nasıl da hiçbir şey bilmediklerini gördük 22 Temmuz’da.
Diyeceğim, benim de saçmalayacak olma ihtimalim herkes kadar. Ve de saçmalamak hakkım.
O halde başlayabilirim.
Baykal çekilmemekte çok haklı.
"Çiller ve Yılmaz çekildi de ne oldu? Partileri yok oldu" demiş.
Yanlış mı?
Bir kere kendisi de çekildi, yerine Altan Öymen genel başkan oldu biliyorsunuz...
E, ne oldu?
CHP en "silik" dönemini yaşadı. Altan Öymen gibi parlak bir isme rağmen.
Şunu bilir şunu söylerim, hezimetten sonra lider değişikliği hiçbir işe yaramıyor. Bir sürü örneğini gördük "sağ"da, "sol"da.
Çünkü aslında parti miadını doldurmuş oluyor.
Şöyle söyleyeyim, "Ecel gelmiş cihane, liderin kifayetsizliği bahane."
Yani CHP Baykal yüzünden oy kaybetmedi bana göre.
Evet sevmeyeni çok ama buna rağmen, oyunu CHP’ye verecek olan verdi. Sırf Baykal’a kızdığı için gidip başka partiye oy atan olduğunu hiç sanmıyorum.
Artık şu gerçeği kabul etmeliyiz ki, Türkiye "sol"u sevmiyor. Belki Müslüman kimliğinden, bilmiyorum.
"CHP’nin solculuğu mu kaldı?" diyeceksiniz. Bunu siz biliyorsunuz, Anadolu’daki insan bilmiyor. Haberi yok söylemlerden falan. CHP’yi solcu, hatta komünist, hatta dinsiz bellemiş, öyle gidiyor ve öldürseniz oyunu vermiyor.
Önceki yılları bir düşünün isterseniz... Kaç tane "seçim zaferi" var solun? Arada hasbelkader bir "çıkış", sonra ilk seçimde "güm!"
Ezip geçenler hep sağ partiler.
Bu seçim, CHP’nin en şanslı olduğu seçimdi üstelik. Hep beraber gördük neticeyi. İttire kaktıra, bu kadar işte!
İsveç’ten sosyal demokrat lider ithal etsek, olacağı bu kadardır, bundan fazla değil.
Dediğim gibi, Türkiye’nin hamurunda "sağ" var çünkü. 112 milletvekilini öpüp başımıza koyalım.
"Cumhuriyet mitinglerinde bayrak sallayanlara ne oldu?" diyoruz...
Ne olacak, gidip CHP’ye oy verdiler.
Evet, hesap ortada.
Kaç kişi vardı Çağlayan mitinginde?
1 milyon.
Kaç oy çıktı CHP’ye İstanbul’dan?
1.5 milyon.
Demek ki seçmenin sandık başında şaştığını söyleyemeyiz.
Bizi duyan da mitingde 70 milyon vardı, CHP seçimde sıfır oy aldı zannedecek.
Hiçbir iktidardan korkmadım bugüne kadar.
DTP tek başına hükümet kursa kılım kıpırdamaz.
Ya da hangisiyse en marjinal "sağ" parti...
İsterseniz "cahil cesareti" deyin benimkine, isterseniz "aymazlık..."
İşlerin iç yüzünü bilmediğimden de olabilir. Ha, belki de bugüne kadar kimse gelip bizi kesmediği içindir korkusuzluğum.
Gençler bilmez, bu ülke insanının ömrü birilerinin gelip kendilerini keseceğinden korkmakla geçmiştir.
O birileri zamana göre değişir.
Hálá "bekliyoruz" işte.
Fakat ben "umudumu" kestim, dolayısıyla korkmuyorum artık.
AKP seçmeni, ülkenin rotasını değiştirmek üzere, misal Arabistan’dan getirtilmiş "bindirilmiş kıta" değildir.
Onlar dün AP’ye, DYP’ye, ANAP’a oy vermiş insanlardır.
340 milletvekili de öyle.
Bir başka deyişle "sağda birlik" protokolsüz falan kendiliğinden gerçekleşmiştir. Yeni partinin adı AKP’dir.
Bu hükümetin geçmiş hükümetlerden farkı yoktur.
Adam kayırmaları, suiistimalleri, yiyicilikleri, beceriksizlikleri olur en fazla. Ötekiler gibi. Ben de ötekilere kızdığım gibi kızarım bunlara da. Beğenmem, eleştiririm. Ama korkmam.
Bakmayın siz zaman zaman şeriat, başörtüsü esprileri yaptığıma... En sevdiğim lafı tekrar edeyim "Taçlanan baş akıllanır."
Korkusuzluğum biraz da bu lafa olan inancımdandır.
Sahiden de orada, yani iktidar koltuğunda bir şey var. Oturan merkeze çekiliyor. İdeoloji falan kalmıyor. DTP’yi oturtun, ona da aynı şey olmazsa, ben buradayım.
Ha, korkulan olursa...
Ilımlı İslam cumhuriyeti falan...
E, kısmette varsa, ne diyelim artık...
Neticede adamlar devrim yapmadılar, seçimle geldiler.
Tamam, CHP’ye oy verenlerin oyu 2, AKP’ye oy verenlerinki 1 sayılsa iyi olur da... Olmuyor işte demokrasilerde, ne yapacaksınız.
Bükemediğiniz eli öpeceksiniz.
Ya da demokrasiden vazgeçeceksiniz.
Televizyonlarda habire şu soruya cevap aranıyor:
"Neden AKP kazandı?"
Bilmiyorum, CHP kazansaydı bunun da nedenini böyle uzun uzadıya tartışırlar mıydı?
Pek sanmıyorum.
O doğal bir netice olurdu zira!
Oysa şimdi dümyanın en garip hadisesi gerçekleşti ve AKP kazandı, bunu anlamaya çalışıyorlar!
Garip olan, Türkiye’de patlamayı her zaman "sağ" partilerin yapmasının doğal olduğunu hálá anlayamamış olmamızdır.
MIŞ MUŞ
Hülya Avşar "Türbana özeniyorum" demiş.
Aslında pardösüye de özense iyi olur; "ters ışık" falan var biliyorsunuz...
Kimden hoşlanacağımıza "beyin kabuğu" karar veriyormuş.
Biz alışkınız, düne kadar ne zaman denize gireceğimize de "karpuz kabuğu" karar veriyordu.
Antalya sahilleri 51 dereceyi görmüş.
O da bir şey mi, "Antalyalı" yüzde 46.5’i gördü.
Yazının Devamını Oku