Pakize Suda

Düşünceler...

18 Kasım 2007
Sahiden çocukluğumdaki gibi değil mi artık domatesin, şeftalinin şunun bunun tadı, kokusu? Yoksa tat alması da mı yaşlanıyor insanın?

Eğer öyleyse onun da yok mu "gözlük" gibi düzelteni?

Doğa, ünlü kadınların hamilelik süresini resmen 6.5 aya mı indirdi, nedir?

Koyu renkli takım elbiseli, kravatlı erkeklerle Boğaz’daki balıkçı restoranları arasında bir bağ olmalı...

Yoksa eğer, neden hangisine başımızı uzatsak sanki Bakanlar Kurulu toplantısı varmış gibi içerisi?

Evlilik falan değil... Bütün mesele sevişmekte galiba.

Bir kez sevişildi mi büyü bozuluyor. İnsan, "en çıplak" (mecazi anlamda elbet) halini görenden kaçmak mı istiyor acaba?

O halde işi zor. Bir şey için yanıp tutuşmak, sonra o şeyden kaçmak!

Durmadan...

İnsanın hayat serüveni "bakıcı"yla başlayıp "bakıcı"yla bitiyor.

İlk adımlar da son adımlar da bir bakıcı eşliğinde.

30 sene süren başarısızlık!

Ve kimseden hesap sorulmuyor.

Nerede görülmüş?

Bir gün ölecek çocuk kalmadığında mesele de çözülmüş olsa... Neye yarar?

"Emekli" olanları dinlediğinizde, okuduğunuzda, çözümü bildiklerini görüyorsunuz...

E, o zaman?

"En sevdiğiniz ses?" diye sordular geçenlerde...

Fark ettim ki hiç düşünmemişim daha önce.

Sesler, kulağı tırmalamazsa fark edilmiyor galiba.

Belki de "Farkında olmadığım bütün sesler" diye cevap vermeliydim.

MIŞ-MUŞ

PKK, Kuzey Irak’ı bölmüş.Kime niyet kime kısmet(sizlik)!

Bush, "Ben hiç hata yapmadım" demiş.O da hepimiz gibi!

Ata Demirer, "Kızlar beni oyuncak ayı gibi seviyor" demiş.Boşver, erkekler de kadınları "şişme bebek" gibi seviyor zaten.

Rusya’da tarikat üyesi bir grup, kıyamet kopacak diye sığınağa saklanmış.Böylece kıyametin hava bombardımanıyla falan gelecek olduğunu anlamış olduk!

Yargıtay, eşini öldüren kadına maaş bağlanmasına karar vermiş.Sizinki "Dul" maaşı, onunki "Hem kel hem fodul" maaşı.
Yazının Devamını Oku

Kadın asker olsa...

17 Kasım 2007
Biliyorum, sulandırılacak meseleler değil. Terör, savaş, askerlik, ölüm...

Fakat her türlü acıdan ti’ye alınacak bir yan bulup çıkarmak gerektiğini de düşünüyorum bir taraftan.

Yoksa yaşamak zor.

İşte bu nedenle, mesela diyorum, kadınları da alsalar askere...

Savaşa yollasalar...

Operasyona...

Sınırdaki karakollara...

Olmayacak şey değil gerçi. Örnekleri var dünyada.

Var da... Arada fark yok. Yani kadınla erkek "asker" adı altında aynılaşmışlar. Benim dediğimse kadını hayatın içindeki haliyle alıp götürmek. Hayattaki rolüyle.

Anne, ev kadını, overlokçu, sosyetik güzel falan gibi mesela.

Biraz gülümseyebilmek için...

*

Şöyle haberler gelir mi dersiniz gittikleri yerlerden:

Beşi uykusunda kafasına kaynar su dökülmek, üçü yemeğine tarım ilacı karıştırılmak suretiyle toplam sekiz terörist etkisiz hale getirildi.

*

İki asker "Düşmanı önce ben gördüm" kavgasına tutuşarak birbirlerinin saçlarını yoldu.

*

Mevzide düşmanı kollarken bir yandan MG-3’lerine tığ işi kılıf ören askerlerin el emeği göz nuru eserleri askeri müzede sergilendi.

*

Kamuflajının üstüne pullu yelek giymekte ısrar eden bir asker geri hizmete alındı.

*

Sabah saatlerinde askerlerle teröristler ağız dalaşına girdiler. Neticede 18 terörist "tepe sersemi" olurken 21 terörist silahını bırakarak bilinmeyen bir yöne doğru kaçtı.

*

Karakolda görev yapmakta olan bir askerin saat 17.00 sularında düşmana "Kendi ellerimle yaptım, bak ölümü gör yemezsen" diyerek kurabiye ikram ettiği iddia edildi.

*

Ağaçlara rujla "Savaşma seviş" yazmanın, düşmanın iz sürmesine imk n tanıması nedeniyle, askerin yanında ruj taşıması yasaklandı.

*

Postal giymemekte direnen askere yazın parmak arası, kışın ise ayılı, tavşanlı peluş terlik giyme izni verildi.

*

Dağda görev yapan askerler Genelkurmay’dan biblo, mum, şamdan, kül tablası, vazo, minder gibi ev aksesuvarları talep ettiler. Verdikleri dilekçede, ömürlerinin mevzide geçtiğini, bu sebeple çukurları dekore edeceklerini belirttiler.

*

Askerlerin birbirlerine mevzi ziyaretinde bulundukları, hatta aralarında "mermi günü" tertipledikleri ortaya çıktı.

*

Bir katır yükü vücut nemlendiricisi, gündüz, gece ve gözaltı kremi, bronzlaştırıcı, makyaj temizleme sütü, rimel, allık, pudra, far, ruj, oje, deodoran, parfüm, katırın mayına basması sonucu havaya uçtu.

"Mühimmat"ın yok olması askerler arasında moral bozukluğuna yol açtı.

MIŞ MUŞ

Milli Eğitim Bakanlığı’nın öğrencilere tavsiye ettiği kitaplar arasında olan Heidi’de büyükannenin başı örtülmüş.Sıra Ayşegül serisinde... "Ayşegül Umre’de", "Ayşegül Kuran Kursunda"

Mahsun Kırmızıgül yönetmenlikten tam not almış."Anasından yönetmen doğanlar" ne diyecek bakalım bu işe.

Kuzey Irak’ta nokta atışı yapılıyormuş.Atışlar nokta ama mesele virgül, virgül, virgül...
Yazının Devamını Oku

İyice anladım ki...

15 Kasım 2007
SON günlerde şunu iyice anladım ki, "büyük adam" olmak zor.<br><br>Her adımda iki kere düşüneceksiniz. Çünkü her anınız belgeleniyor.

Misal, en sıradan şey... Bir arkadaşınızla fotoğraf çektireceksiniz diyelim. Öyle objektife bakıp gülümsemekle bitmiyor iş.

Bakacaksınız, arkadaşınız kimdir aslında.

Ne demişler, "Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim".

Arkanızdaki dekor nasıldır, ona bile dikkat edeceksiniz.

Çünkü "büyük adamlar"ın aile albümü, gazetelerdir, tarih kitaplarıdır.

Ve her fotoğraf bir "sicil"dir.

Belki her şey unutulacak, Demirel’in bir tek o ünlü "aile" fotoğrafı kalacak akıllarda mesela.

Diyeceğim, misal, Suudi Kralı arkadaşınız değil amcanızın oğlu olsa "amca çocukları mutlu günlerinde" yazılmaz o fotoğrafın altına.

Bunu bileceksiniz.

"Büyük adam olmak zor"
demem bundan.

Yine bugünlerde anladım ki tarihe geçmiş insanları "canlandırmamak" en iyisi.

Tabu olarak kalsınlar, erişilmez, konuşulmaz, dokunulmaz olsunlar demiyorum. Canlandırılmasınlar sadece.

Olmuyor çünkü.

Hafızalarımızdakiyle örtüşmüyor hiçbiri.

Bir dizi filmde Adnan Menderes’i gördük. Sonra Deniz Gezmiş’i. En son bir reklam filminde Atatürk’ü.

Tamam, hepsi başarılıydı.

Fakat bir şey vardı... Onlarda değil, bizde. Kendi hesabıma konuşayım, ben de. Bir aldatılmışlık hissi mi desem...

Hayallerimize sınır çiziliyor bir nevi.

Anılarımızın canına okunuyor.

Ne bileyim işte, bir tatsızlık, bir tatminsizlik...

Zorlamasak hiç diyorum.

Bir de şunu anladım...

Aslında hepimiz acınacak haldeyiz.

Yalnız kalamıyoruz. Hiç ama.

Yalnızlık şahane bir durum olabilir aslında ama biz yalnızlığı sevmiyoruz.

Belki de aramızdan pek yaratıcı adam çıkmamasının nedeni budur.

Kalabalıklardan medet umuyoruz.

Umduğumuzu bulamadıkça daha da kalabalıklaşmak istiyoruz.

Yüzünü kendine çeviren yok hiç.

Devamlı toplaşma, buluşma, kaynaşma hali.

Nerede ama?

Facebook’ta.

Üye sayısında dünyada ön sıralardayız.

Toplu ölümler tam bize göre olabilir aslında. Deprem gibi mesela.

Beş dakika yalnız yaşamaktansa hep beraber ölmeyi tercih ederiz.

MIŞ-MUŞ

İsrail Cumhurbaşkanı, Türkiye’yi kartala benzetmiş.Pot kırmış! Fakat belli ki futbolla ilgilenmiyor.

Işıkara, "Büyük deprem gecikti" demiş.Bunlara randevu verdiydi zahir!

Facebook’ta eski düşmanlara yakalanma ihtimali de varmış.Yan etki!
Yazının Devamını Oku

Kim hasta?

13 Kasım 2007
"İSTEMEDEN de olsa bir genç kızın duygularıyla oynamış olabilirim. Belki o genç kıza ulaşmama yardım edebilirsiniz" diyor bir okurum mektubunda. "Emrin olur" diyesim geldi. Öyle ya... Bu devirde bir genç kızın duygularıyla oynadığını düşünen bir erkek... Öl dese ölünür vallahi.

Çok duygulandım kısacası.

Fakat kısa sürdü.

Devamını okuyunca...

Efendim, mesele şu:

Mektubun sahibi genç adam bir gün Yalova’dan İstanbul’a gelmek üzere vapura binmiş. Etrafa göz gezdirirken bir de ne görsün, dünya güzeli bir genç kız!

Derhal kızın görüş alanı içerisinde boş bir koltuk bulup yerleşmiş. Başlamış kızı kesmeye.

Kız da bir süre sonra bu ısrarlı bakışlara kayıtsız kalamayarak ona bakmaya başlamış.

Kısacası bakışmışlar. Yolculuk boyunca.

Sonra genç adam Kadıköy’de inmiş vapurdan. Kızsa Eminönü’ne doğru devam etmiş.

Fakat bizimki iner inmez indiğine pişman olmuş, bu defa bir deniz otobüsüne atlayarak Eminönü’ne gelmiş.

Lakin neye yarar, kız çoktan uçmuş gitmiş.

Bulsaydı kızı, ne yapacaktı?

Yok, aklınıza gelen şey değil.

Sadece "Çok güzelsiniz ve bir gün sevebileceğiniz erkeği mutlaka bulacaksınız. Bana ilgi duymanız aslında çok hoşuma gitti ama benim durumum uygun değil. Evliyim ve bir çocuğum var" diyecekmiş kıza.

Aklıma birden şu fıkra geldi:

Temel gazetede, aranan vasıfların hiçbirinin kendinde bulunmadığı bir iş ilanı görmüş. Derhal verilen adrese gitmiş.

"Kardeşim, dil bilmezsin, bilgisayar kullanamazsın, tecrüben yok, yaşın geçmiş, neden geldin?" demişler.

"Bu iş için bana güvenmeyin, onu söylemeye geldim" demiş Temel.

*

Şimdi bu mektubun diğerlerinin arasından sıyrılıp bu köşede yer almasının nedenine gelelim.

Nedeni çok.

Bir tanesi, sözü edilen genç kıza, "Kızım, bu adam aynı saatteki vapur seferlerini kollayacaktır, sen de kendini kolla!" şeklinde seslenmek mesela.

Veya mektubun sahibine doktor tavsiyesinde bulunmak...

Size "Yurdum insanının tamamı mı böyle yoksa ’numunelik’ler bana mı denk geliyor?" diye sormak...

Belki de asıl maksadım geldiğimiz noktayı sorgulamaktır.

Hálá ilişkiye "bakışarak" başlama eğiliminde olan insanlar var...

Ve bir kızın gözlerinin içine baktı diye o kızın şimdi bir yerlerde yanıp tutuştuğunu düşünecek kadar saf, sırf evli olduğu için "yola çıkmayan" dürüst erkekler...

Ve biz onlar karşısında şaşkınlığa düşüyoruz.

Hatta bu mektubun kurgu olduğunu düşünenler bile vardır aranızda.

Kim hasta acaba?

Özür dilemek için o kızın peşine düşen adam mı, yoksa artık yeryüzünde böyle bir adamın var olmaması gerektiğini düşünen biz mi?

Kim?

MIŞ-MUŞ

Alışveriş merkezlerinin yıllık cirosu 20 milyar dolarmış."Kişi başına düşen milli gelir"i boşverin, "kişi başına düşen milli gider"imiz şahane!

ABD polisi, Müslüman semtleri fişleyecekmiş.Bush da Müslüman ülkeleri fişlemedi mi zaten?
Yazının Devamını Oku

Ecel gelmiş cihane

11 Kasım 2007
Okurlar bende bir "Güzin Abla"lık seziyor olmalılar ki sorununu yazan yazana.

Yazının Devamını Oku

Merak...

11 Kasım 2007
PKK’nın elinde rehin bulunan askerlerin kurtulmasına üzülenlerin, şehit tabutları başında döktükleri sevinç gözyaşı mıydı bu durumda? Naci Görür ile Celal Şengör’ün bekledikleri büyük depremde hayatlarını kaybetmeleri durumunda, mezar taşlarına "İnanmıyordunuz ne oldu?" diye yazılması gibi bir vasiyetleri var mıdır?

*

Aşk, aslında "filmcilerin icadı", "rol icabı" bir durum mudur?

*

Allahım!

Bülent Ersoy kulunun, bir yastıkta kocamasından vazgeçtik, iki gün bir yastığa baş koyacak bir kocası olmayacak mıdır şu hayatta?

*

Hayırdır?

Küre ısınmaktan vazgeçip soğumaya mı başlamıştır?

*

Beşiktaş’ın kalesi o gün biraz büyük mü tutulmuştur ne?

*

Önce Suriye, şimdi Irak, yakında muhtemelen İran... Kucağı açık, "anaç" komşularımızın sonu gelmeyecek midir?

*

Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in eşi Mihriban Aliyev, dünyanın diğer "first lady"lerinde komplekse neden oluyor mudur?

*

Hüsnü Şenlendirici, boşanmak üzere olduğu Nazire Şenlendirici’yi ziyaretlerinde, Nazire Hanım’ın kadınlığına mı yoksa anneliğine mi itibar etmektedir?

Kesin ve net bilgilenmek istiyoruz!

Lütfen yani!

*

"Binbir Gece"nin Onur’uyla, "Hatırla Sevgili"nin Necdet’i, binlerce kopyalanarak piyasaya sürülemez mi?

*

Birkaç damla sıvı deterjanla dağ gibi bulaşık yıkayan, lavaboları çizmeden parlatan iki çocuk annesi ev kadınları daima "manken kıvamında" mıdır Türkiye’de?

*

İnsan, "facebook"tan bulup çıkardığı, 35 yıldır görmediği ilkokul arkadaşıyla ne konuşur? İlk olarak "Çok büyümüşsün" mü der mesela?

MIŞ-MUŞ

Diyarbakır’da bir baba, oğlunu ısıra ısıra öldürmüş.Çocuğunuzu "Yerim ben seni!" diye sevenlerden uzak tutun!

Araştırmaya göre eşinden fazla kazanan 3 kadından 2’si dayak yiyormuş.Adam evdeki "para ve güç" dengesini sağlıyor zahir!

Suudi imam TV’de, "Kadın nasıl dövülür" dersi veriyormuş.Demek Suudi erkekler bizimkilerden evladır. Bizimkilerin derse falan ihtiyacı yok araştırmalara bakarsanız... Hepsi doğuştan "mezun".
Yazının Devamını Oku

Ayakkabımın fiyongu

10 Kasım 2007
İzleyiciden şöyle mektuplar geliyor: "Bugün giydiğiniz ayakkabıya bayıldım. Konuk olduğunuz başka programda da giymiştiniz aynı ayakkabıyı. Nereden aldığınızı yazarsanız..."

Vay be!

İkinci kere giydiğimi kimse çakmaz zannediyordum ben!

Su uyur seyirci uyumaz!

Gerçi neden iki kere giydin diye hesap soran yok ama giydiğimize çıkardığımıza ilgi had safhada.

Bazıları ince ince tarif ediyor...

"Hani eteğinizin ucunun içine kıvrılmış kısmında toplu iğne başı büyüklüğünde bir leke vardı..."

Uyduruyorum elbet ama vallahi buna yakın.

Kimisi bu hususta günlük tuttuğumu düşünüyor...

"Ekim’in 5’inde giydiğiniz elbiseniz..."

Açıp bakacağım Ekim’in 5’ine... "Üstümde, beyaz üstüne yeşil puanlı elbisem..." diye başlamışım günlüğe!

Bazılarıysa karıştırıyor...

"Mor üstüne sarı papatyalı elbiseniz..."

Aslında Esra Ceyhan’ın elbisesi o.

*

İster istemez benim için de önemli oluyor bu giyim kuşam mevzuu. Bu kadar yakından takip edildiğini bilince insan...

Yoksa bana kalsa, kanal Müge’yle ikimize birer forma diktirse keşke derim. Göğsünde programın adının işli olduğu... Ya da doktor önlüğü gibi bir şey de olabilir.

Zira hakikaten bir televizyon programına başladınız mı en büyük sorun bu!

Haftada bir olsa kolay... Fakat her gün her gün...

Evinde oturan kadının bile "Yarın ne giyicem" sorunu mevcutken televizyona çıkmayı düşünün bir de.

Üstüne bir de ekranın her rengi her deseni kaldıramayışını koyun...

Televizyonun insanı olduğundan şişman göstermesini de koyun...

Alan iyice daralıyor.

Onun için hakikaten razıyım formaya.

Fakat işte seyirci razı değil belli ki.

Belli ki forma giyip çıkarsak reyting rekoru kırarız! Yani bakmışsınız tarih hiç bu kadar düşüğünü yazmamış!

*

Aslında seyircinin sunucuyu motive etmesi iyi bir şey tabii!

Mesela, "Bugün saçınızın arkası çok yatmıştı" dedi mi ertesi gün haliyle saçından başka bir şey düşünemez oluyor insan.

Siz bu satırları okuduğunuz sırada mesela, ben gelen mektuplara bakıyor olacağım. Biliyorum ki onyüzmilyon kişi "Ayakkabınızın fiyongu" diyecek.

Ve ben yallah çarşıdayım!

Motivasyondan...

Seri orgazm

Günde 200 kere orgazm olmak!

Yedi dakikada bir yani...

Evet, İngiltere’de bir kadın günde 200 kere orgazm oluyormuş.

"Müdahalesiz" hem de.

Gazeteler, dergiler dört koldan "Hiç olmazsa ömrünüzde bir kere" için reçeteler verirken...

İngiliz kadının başına talih kuşu konduğu söylenebilir.

En çok sevgilisinin.

Öyle ya...

Hemcinsleri onca uğraş ve üstüne töhmet altındayken...

Gerçi seri orgazmın sebebi depresyon ilacının yan etkisiymiş ama bizim burada olsa, sevgili ilaç milaç demez kendisine pay çıkarırdı.

"Abi bi tahrik ettim... Ediş o ediş!"

Fakat tersine, söz konusu İngiliz kadın, durmayan orgazm yüzünden sevgilisinden ayrılmış.

Kim kimi terk etti, orası belirtilmemiş haberde, fakat her iki halde de sebep "fonksiyonsuzluk"tur mutlaka.

Erkeğin fonksiyonsuzluğu...

Neticede bu orgazm denen şeyin yokluğunda da çokluğunda da kabak erkeğin başına patlıyor.

MIŞ MUŞ

Æ İngiltere’de 14 yıl önce sesini kaybeden kadının botoksla dili açılmış.Botoksun ne zamandır böyle bir taltife ihtiyacı vardı.

ÆGaziantep’te 12 yaşında iki çocuk nişanlanmış.Bu taraflarda "gazoz kapağı açtırma yaşı"nın 13’lere inmesine şaşırmıyoruz da...

ÆTürkler, Türk kahvesi yerine cappuccino içiyormuş.Biz "Vatan, Millet, Sakarya" dedik, "Türk kahvesi" demedik ki!
Yazının Devamını Oku

Bir kadın asla böyle düşünmez!

8 Kasım 2007
BU köşenin devamlı takipçileri çok iyi bilirler... "Sırf ben de kadınım diye" kadından yana çıktığım, erkeğe önyargıyla yaklaştığım olmamıştır hiç. Erkeğin de, kadının da haklı olması gerekir savunabilmem için.

Aklın cinsiyeti yoktur.

Aptallığın da.

Fakat ilk defa şöyle bir laf edeceğim:

"Bir kadın asla böyle düşünmez!"

Nasıl?

Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin gibi.

Şahin, PKK’nın rehin tuttuğu 8 askerin bırakılmasıyla ilgili "Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hiçbir mensubu böyle bir duruma düşmemeliydi. O gece o teröristlerle birlikte gitmiş olmalarını içime sindiremedim. Kurtulmuş olmalarından fazla sevinç duyamadım" yorumunu yaptı biliyorsunuz.

Yani "Ölselerdi daha iyiydi" demeye getirdi.

Doğu Perinçek ise direkt söyledi:

"Keşke tabutlarıyla gelselerdi."

Bu düşüncenin "zihniyet"ten değil "cinsiyet"ten kaynaklandığına inanıyorum.

Hiçbir kadın (anne olması şart değil) o çocukların ölümünü sağ kalmalarına tercih edemez!

Maçlara bile ölmeye giden bunlar değil mi zaten... Başka da bir şey demiyorum.

Aynada aynıyız

BİR araştırma yapılmış...

Kadınlar günde ortalama 70 kez aynaya bakıyorlarmış.

Bu sonuca kimse şaşırmamıştır herhalde.

Bilmediğimiz ve de yapmadığımız şey değil.

Fakat erkeklerin de kadınlardan sadece 4 kez eksik aynaya bakıyor olmasına şaşırmadım desem yalan olur doğrusu.

Hadi kadınların mazereti var...

Erkeklerin tazelenecek rujları mı vardır...

Akacak rimelleri mi...

Açılacak, toplanacak saçları, düzeltilecek kákülleri mi...

Üç, beş, bilemediniz on kere baksınlar...

Düşünüyorum, düşünüyorum 66’ya varamıyorum.

Bir şey kalıyor geriye...

Tıpkı kadınlar gibi onlar da eli yüzü düzgün hemcinslerini gördüklerinde aynaya koşuyorlar!

Mukayese için.

Kadınlarda o 70’in en az 35’i bunun içindir de...

Demek yok aslında birbirimizden farkımız!

Bu mevzuda elbet...

MIŞ-MUŞ

Türkler çevre için kişisel fedakárlığa hazırmış.Fakat çok nazik olduklarından, birbirlerine "Siz önden buyurun" diyorlar!

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay "Kesilen her ağacın takipçisiyim" demiş.Marangozhaneye gidip bakacak zahir!

Annenin hamilelikte alkol kullanması çocuğu yaramaz yapıyormuş.Buna göre El Kaide’nin sus pus oturması lazım!
Yazının Devamını Oku