2 Aralık 2007
AYNI zamanda seyircim de olan bir okurum soruyor mektubunda... "Ses sanatçılarının, mankenlerin, yaşadıkları, kimlerle beraber oldukları, beraber oldukları kişilerin neden kendilerini aldattığı, şu an içinde bulunduğumuz şartlarda, herkes iş ve para peşindeyken kimi ilgilendiriyor acaba?"
Cevap veriyorum...
Sizi!
Herhalde yani.
Mektubunuzdan bizim Dobra Dobra’yı bir gün bile kaçırmadığınız belli oluyor zira.
Yoksa kimse "mastürbasyon" için ekranda değil.
Nerede öyle lüks...
Hiçbir TV kanalı kimseye öyle bir imkán tanımaz.
Kısaca "Bizi sizler var ettiniz!" diyebiliriz.
* * *
Mektup tam benim sevdiğim cinsten...
Her satırı cevap istiyor...
"Mümbit" denilebilir yani.
"Siz ki ünlü bir gazetecinin kızı ve Hürriyet Gazetesi köşe yazarısınız... Kaptan Custo gibi belgesel konular hazırlayıp sunsanız daha iyi olmaz mı?"
Tabii olur!
Zaten ben de ne zamandır farkındayım, seyircinin istediği tam da budur!
Özellikle kadınlar, sabah saatlerinde denizin dibi için yanıp tutuşmaktadırlar!
O kadar ki heyecandan seyredemeyebilirler!
Hani fazla sevinç kalbe iyi gelmez ya...
Olsun! Seyredemesinler.
Samimi olur program. Bir siz, bir de ben. Biz bize. Hatta bazen siz bile olmayabilirsiniz sevgili izleyicim. O sırada başka bir kanalda bir sabah programını takip ediyor olacağınızdan...
Sizinkisi tabii sırf eleştirebilmek için, yoksa meraklısı olduğunuzdan değil, onu biliyoruz!
* * *
Devam edelim...
"Erkekleri yerden yere vuruyorsunuz. Peki tüm erkeklerin aynı olduğu görüşüne nasıl varıyorsunuz?
Ben mesela... Eşimi hiç aldatmadım. Yeri geldi kendimi onun yerine koydum. Her türlü desteği verdim. Üniversiteyi bitirmesine bile yardımcı oldum."
İnsanın yüreğine su serpiliyor hakikaten!
Allah herkese beyefendi gibi bir koca nasip etsin!
Fakat hiçbir erkeğe, beyefendinin karısı gibi kadın vermesin!
Neden derseniz, eşi, beyefendiyi 10 sene önce terk edip gitmiş. Uzun uzun anlatıyor yaşadıklarını.
Kadir kıymet bilmez kadın n’olucak! Fakat beyefendi, fıkra kahramanı gibi vallahi.
Şimdi ben de kendisine, "Sizin yaşadıklarınız, şu içinde bulunduğumuz şartlarda acaba kimi ilgilendirir?" diye sorsam...
Ama sormam.
Bilirim, çünkü bu topraklarda pek az insanın dediğiyle yaptığı birbirini tutar.
MIŞ-MUŞ
Gazeteciler "yıpranma payı" hakkı için Meclis’e gitmişler.
Kimse kusura bakmasın ama gazetecilerin "yıpratma payı" da az değil.
Amerikalılar, dış görünüşün yanı sıra iç güzelliğine de önem veriyorlarmış.
Darısı Türklerin başına.
Tayland’da gelecek ay yapılacak seçim öncesinde adaylardan birinin halka Viagra dağıttığı iddia edilmiş.
Bizim seçmende ters tepebilir bu... Kimse erkekliğimize laf edemez!
Yazının Devamını Oku 1 Aralık 2007
Bir gün bilgisayarlar kapatılır, plazalardan çıkılır, kredi kartları yırtılır... Mı acaba?
Bakmışsınız kırsala göç var...
Gündemde "Ağaçlara su yürümesi", "Koyunların kırkılması..."
Keşke olsa!
*
Çok mu kalabalığız, çok mu yalnız...
Kestiremiyorum.
*
Ölüm nasıl da önemsiz hale getiriyor her şeyi!
Bir zamanların "en militan" MHP’lisi Mehmet Gül şimdi "organ bağışının bir militanı".
"Dağda ölen PKK’lılar da şehidimiz" bile diyebiliyor artık.
Barış için herkesin ölümün eşiğinden dönmesi gerekiyor galiba.
*
Güneydoğu’da yeni bir paket devreye giriyor. Ekonomi paketi.
Bunu kaç defa duyduğumu hatırlamıyorum.
Oralarda "paket değirmeni" var sanki.
*
Sibel Can’ın kiloları med-cezir misali...
*
Kimse "ayı" demesin birbirine!
Ha gönül alıcı bir laf etmekse maksat, tamam.
Datvi’nin rehabilitasyon merkezine götürülürken baba bildiği Cemal Gülas’a bakışını gördükten sonra...
*
İnsan fark etmiyor zamana yayıldığı için...
Ama sonra dönüp bakınca... Hayatınızın bir döneminden hiç kimse kalmamış!
Herkes yeni etrafınızda.
Birden yok olsalar dayanılmaz, ama tek tek gidince...
*
Bütün nedenler uydurma aslında.
Bir tek neden var, "Bütün ilişkiler bitmek üzere başlar!"
*
Mayına basmadıysan...
Trafik canavarına yakalanmadıysan...
Baskına uğramadıysan...
Deprem olmadıysa...
Töreye kurban gitmediysen...
Kocanı kızdırmadıysan...
Kanalizasyon çukuruna düşmediysen...
Polis ateş açmadıysa...
Mucizelere inanmalısın!
*
Size de oluyor mu...
Bir zamanlar kamuoyunu meşgul eden bir olay... Hafızanızda taptaze duruyor.
Fakat o da ne!
Aradan 20 yıl geçmiş meğer!
Oysa, sorsalar 3 yıl verirsiniz en fazla.
Türk babanın İzlandalı anneden kaçırdığı iki küçük kızı hatırlıyorsunuzdur... Bir zaman onlarla yatıp kalkmıştık...
İşte o kızların biri 25, biri 26 yaşındaymış şimdi.
İnanamıyorum!
*
Kuzey Irak’ın da konuşula tartışıla içi boşaldı mı nedir...
*
Hani canlı türleri tarif edilirken ortalama ağırlığı da verilir ansiklopedilerde... İnsan da aslında 100 kg. civarında olabilir. Zayıf kalmak bunca zor olduğuna göre... Bu durumda artık doğaya direnmekten vazgeçmek lazım belki de.
MIŞ MUŞ
Her taşın altından çıkan Nil Demirkazık’ın PKK propagandası yapmaktan 20 yıl hapsi istenmiş.
En sonunda adam yerine konmaktan memnundur herhalde!
Diana’yla ilgili son haber... Prenses Diana ile Dodi sadece arkadaşmış.
Ömür biter Diana bitmez!
Serdar Ortaç "Evlilik benden geçti artık" demiş.
Hiç uğramış mıydı?
Batman Belediye Başkanı "En onurlular dağdakiler" demiş.
Hemen kızmayın, belki kendisiyle mukayese etti adamcağız!
Yazının Devamını Oku 29 Kasım 2007
BAZEN yazmak çok zor oluyor. Bakıyorsunuz ortada yazılası bir hal... Fakat kahramanı sevdiğiniz saydığınız biri. Yazsanız olmuyor, yazmasanız olmuyor.
Yine başıma geldi işte!
Efendim, çok sevgili Kenan Işık’ın rol aldığı TV dizisi yayından kaldırılmış.
Olabilir. Oranın acımasız bir dünya olduğunu hepimiz biliyoruz. Herkesin başına gelir, geliyor. Bu asla Kenan Işık’ın başarısızlığı sayılmaz. Her şeyden önce yapılan iş, bir ekip işidir. Başarı da başarısızlık da tek kişiye mal edilemez.
Üstelik televizyonun kuralları bellidir. Kaldırılan programların, dizilerin tek "suç"u, "iyi ve kaliteli" olmaları bile olabilir.
Fakat Kenan Işık’ın dediğine göre dizi kaldırılmamış aslında. Kendisi diziyi bırakmış. E, o gidince tabii...
Bu da olabilir.
Ama aslında olmamalı. Bir başrol oyuncusunun sorumluluğu ağır basmalı. "Olmazsa bırakırım" düşüncesiyle başlanmaz bu işlere. Onlarca kişiyi zor durumda bırakacağının farkında olmalı bir başrol oyuncusu.
Bütün oyuncular farkında olmalı da başrol oyuncusu daha önemli elbet. O gitti mi iş biter çünkü. İşte, bitmiş nitekim.
Ama bu demek değildir ki anlaşmanın dışında birtakım dayatmalara razı olunacak!
Ben de bu işlerin içindeyim, meseleleri az çok biliyorum. En büyük sorun, senaryodan çıkar. Mesela bir bakarsınız hikáye başkasının üstüne kaydırılıyor yavaş yavaş. E, sineye çekecek haliniz yok elbet. Öyle anlaşmamışsınız çünkü. Olur böyle şeyler.
Ama oturulup konuşulur.
Herhalde Kenan Işık da konuşmuştur. Başka türlüsü beklenmez.
Fakat eğer gazetede yazılanlar doğruysa, Kenan Işık’ınki pek makul bir itiraz gibi gelmedi bana.
Diyor ki Işık, "Kenan Işık’ı rüşvetçi belediye başkanı olarak senaryoya yazıyorlar. Bu olmaz. Ben kendimi rüşvetçi başkan olarak görmek istemem."
Rol arkadaşı Aydan Şener’in hesabına da konuşuyor. "Bir kadın var, iki aşk arasında kaldığını söylüyor. Böyle şey olur mu, bunu halk tasvip etmez. Bitirmenin daha hayırlı olduğunu söyledik."
Allah Allah!
İnanamıyorum!
Demek Kenan Işık, Kenan Işık’ı oynayacak bir tek!
Yalan olsun lütfen bu haber!
Yorum bile yapmak istemiyorum ama neyse ki Kenan Işık gibi düşünen oyuncu yok pek. Düşünebiliyor musunuz seyirci olarak halimizi? Nereye baksak iffetli, faziletli adamlar!.. Dolayısıyla hayatın kendisiyle hiç ilgisi olmayan hikáyeler...
Fakat dedim ya... Kenan Işık’ı çok seviyor, sayıyorum. Onun için bir çıkış yolu arıyorum. Ve diyorum ki, belki de bir önerisi var. İhtisaslaşma istiyor. Bu durumda "rüşvetçi belediye başkanı" rolü için Kenan Işık’ın kapısına gitmeyeceksiniz!
Elinizde bir liste olacak, o listede birtakım başlıklar... "Üçkáğıtçılar", "iffetli, faziletliler"... Oradan seçeceksiniz.
Ne diyeyim...
Türkán Şoray kanunları hortladı bir nevi.
MIŞ-MUŞ
Buzda Dans’ta yarışan İlhan Mansız, "İyi bir teklif gelirse futbola dönerim" demiş.Bakmışsınız her pozisyondan sonra hakemden yorum istiyor!
Barzani, Milano’da alışveriş yapıyormuş.Şahsi "mühimmat" düzüyor!
Yazının Devamını Oku 27 Kasım 2007
YERDEKİ okları takip ederken doğum yapan kadınları hatırladım. "Çekilen acı unutulmasa ikinciye, üçüncüye kalkışmak mümkün olmazdı" derler hani... Yok, doğuracak falan değilim. Sadece ev eşyası satan bir alışveriş merkezindeyim. Oysa yemin edeli daha bir sene olmadı.
"Bir daha asla!" demiştim.
Fakat işte okları takip ederek kasaya doğru ilerliyorum.
Neden yemin etmiştim?
Mesela, masa olarak görüp beğendiğim şeyi eve masa şeklinde götüremediğim için!
Montaj mevzuu hevesimi kaçırıyor.
Zaten beceremiyorum da. Vidalar benim elimde o deliklerin vidası olmaktan çıkıyor adeta. Sonunda işi bitiriyorum gerçi ama ya masa topallıyor, ya elimde fazladan iki vida!
Fakat işte dediğim gibi yine dayanamadım. Daha doğrusu bir kanepeye ihtiyacım oldu. Piyasadakilerin fiyatı iki oda bir salon daireye denk düştüğünden, son çare olarak adı bende saklı ama sizin "şıp" diye anladığınız mağazada aldım soluğu.
Evde oturacak yer kıtlığı mı vardı?
Hayır.
Tersine, kanepe koyacak yer kıtlığı olduğunu söyleyebilirim.
Hatta kardeşim duyunca, "Senin evde on santimetrekareden büyük boş alan var mı ki?" diyerek şaşkınlığını dile getirdi.
Evet, bırakın kanepenin kendisini, fotoğrafını koyacak yer yok. Zenginlikten değil, hastalıktan. Yazdım geçenlerde, bilmem ne bozukluğu... Atamayıp, biriktiriyorum.
Bir yandan da ihtiyaç doğuyor, n’apayım.
İşte kanepe lazım oldu şimdi de.
"Bize ne senin kanependen?" demeyin. Esas mevzuya geliyorum.
Efendim, esas mevzu, "insan vücudunun tek kişilik koltukta oturmak üzere biçimlendirilmediği" bilimsel olmayan gerçeğidir!
Kendi tecrübelerimle vardım bu gerçeğe.
Bacaklar dizlerden 90 derece kıvrık, tabanlar yerde, vücut dik, kollar iki yanda... Yok öyle!
Hele bir de televizyonun karşısında konuşlanılmış ise... İmkánsız!
Aslında insanoğlu en azından kaykılmak üzere yaratılmış bana göre.
En iyimser tahminle yani... En usturuplu oturuşu kaykılmaktır. Ki o da en fazla üç-beş dakika sürer. Ondan sonrası adeta yer jimnastiği figürleri!
Ve siz de farkındasınızdır ki bütün bu akrobasinin tek kişilik koltukta yapılması imkánsızdır.
Uzatmayayım, bana göre evin her ferdine bir kanepe lazımdır. Siz bakmayın evlerde bir kanepeye karşı üç adet tek kişilik koltuk bulunduğuna... Analarımızın kabul gününden kalma bir alışkanlıkla yerlerini korumaktadırlar. Aslında miadı dolmuştur o koltukların.
Misafir devri sona ermiştir ve ev halkının birer kanepeye ihtiyacı vardır. Ben ikinciyi aldım, annemle aramızda adaleti sağladım, darısı başınıza!
MIŞ-MUŞ
"Mükemmel gülüş"ün formülü bulunmuş.Geriye "gülme"nin formülünü bulmak kaldı!
96 yaşında adam ile 88’lik kadın evlenmişler."Bir yastıkta KOCASINLAR" diyeceğim ama bizim dileklerimize pek ihtiyaç kalmamış.
Yazının Devamını Oku 25 Kasım 2007
TARAF Gazetesi’nin arka sayfasında bir köşe var. Her gün bir ünlü, 20 soruya cevap veriyor. Sorular "yabancı" değil. Zamanında, anket defterlerinde karşımıza çıkan cinsten. Oradakilerin biraz "olgunlaştırılmış" hali sadece.
Misal, "Hangi yemeği seversiniz?" değil de "Hangi sesi seversiniz?".
Aslında bana sorarsanız tam tersi olmalı.
Yani esas çocuğa sorulacak soru değildir hangi yemeği sevdiği. İnsan o yaşta ne anlar yemekten içmekten...
Kimsenin "Yoğurtlu bakla" diyecek hali yok. Ya, "Hamburger" denecek, ya "Pizza"!
Kuşağına göre. Bizim kuşak "köfte-patates" kuşağıydı mesela.
Yeme içmenin zevkine yaş ilerledikçe varılıyor. Hatta zevk olarak bir tek o kalıyor bile denilebilir.
Mesela, ben şimdi ilim için değil ama iyi bir yemek için kalkıp Çin’e gidebilirim.
Alışverişin seksten daha çok zevk verdiğini yazıyordu geçenlerde gazeteler... Bilmiyorum kaç yaşındakilere sordular... Ya da şöyle söyleyeyim, şu diyet işi başımıza musallat edilmeden önce yapılsaydı bu araştırma, yeme içme alışverişi de sollardı.
* * *
Uzatmayayım, eğer kişinin yakından tanınmasıysa amaç, hangi yemeği sevdiği "az sıkı" soru değildir. Daha dün Bade isimli bir hanım kızımız, Mahsun Kırmızıgül’le ayrılığını "Kebaba veda" şeklinde değerlendirdi biliyorsunuz. Bu bağlamda, "Sevdiğin yemeği söyle sana kim olduğunu söyleyeyim" bile denilebilir!
Fakat bir sorun var.
Doğru cevap verecek insanı nerede bulacaksınız?
Evet, yetişkin olmanın getirdiği bir durum da budur!
Hiçbir yetişkin, hiçbir soruya akıldan geçen, içinden gelen, inandığı cevabı vermez.
Maksat, zevahiri kurtarmak, imaj yapmak, nabza göre şerbet vermek, karşındakini etkilemek falandır.
Saati sorsanız doğru cevap alamazsınız.
Sevgiliniz mesela... Yanında biraz daha kalmanızı istiyorsa on dakika geri, bir an önce çekip gitmenizi istiyorsa on dakika ileri beyanda bulunacaktır.
Taraf’tan bir soru size...
"Sizce mutsuzluğun sebebi nedir?"
Bunun doğru cevabı gerçekte tamamen kişisel çuvallamalardır.
"Kasetimin satmaması."
"Dizi filmimin tutmaması."
"Köşeyi bir türlü dönememiş olmam."
"Aşağılık sevgilimin beni aldatmış olması."
"En yakın arkadaşımın benden daha güzel olması."
Bu gibi şeyler.
Fakat samimiyetin álemi yoktur elbet.
Sonra herkes ne der?
"Ayol bu bizim gibi biri!"
Tabii ki onlar gibisinizdir, lakin bunu kimsenin bilmemesi gerekir. Onun için kalemin arka ucunu ağzınıza sokup gözünüzü kısmak suretiyle uzun uzun düşünürsünüz. Hatta "ağır" tanıdıklarınızdan yardım bile alabilirsiniz.
Sonunda "Afrika’daki açlar" ya da "Dünyadaki savaşlar" gibi bir cevap verirsiniz.
En sevdiğiniz kelime? "Sevgi."
En nefret ettiğiniz kelime? "Nefret."
Tam tersi olduğunu bir siz bir de birkaç yakınınız bilir.
Gerisi... Gerisi yer.
İmaj tamamdır.
MIŞ-MUŞ
Türkiye, kişi başına gelirini artıran 6 ülkeden biriymiş.Fakat kişinin bundan habersiz olduğu tek ülke!
Kadın pedi doğada 100 yıl yok olmuyormuş."İz bırakmadım" demeyiz!
Yazının Devamını Oku 24 Kasım 2007
Biri çıkıyor, bir laf ediyor... Öyle kimsenin aklına gelmeyen, daha önce üstünde düşünülmemiş bir şey olması da şart değil söylenenin...
Fakat işte zaman olarak mı denk düşüyor, her neyse, hepimiz atlıyoruz üstüne. Mal bulmuş Mağribi gibi.
Pınar Aylin "ikinci el" erkek beklediğini söyledi geçenlerde... Ve aldık sazı elimize!
Yazılanlara bakarsanız "adam gibi adam" eşittir "ikinci el erkek"!
Tamam, Pınar Aylin bunu da kastetti, ama bir yandan da gayet basit bir gerçekten bahsetmedi mi?
"Benim dengim 40 yaş grubu, fakat o yaşta erkekler evli" derken, "Yaşıma denk biriyle beraber olmak ancak boşanmış bir erkekle mümkün" demek istemedi mi biraz da?
Yani "ikinci el" erkek biraz da "mecburiyetten" değil mi?
Yaşı "geçmiş" arkadaşlarımıza "Emekli albaya varırsın artık" diye takılırdık bir zamanlar, onun gibi.
Diyeceğim, "tercih" olabilir ama "razı oluş" da var ortada bana göre.
*
Hem evli erkeklerin "seçkin" olduğunu nereden çıkartıyorsunuz?
Şöyle bir düşünüyorum... "Tüh kaçırmışım!" dediğim kaç evli erkek gördüm bugüne kadar diye...
Hadi diyelim seçkindirler hakikaten... Fakat boşanmış erkek, bulunmaz Hint kumaşı olsa artık defoludur bana göre.
Neden derseniz...
á Bir kere istediği kadar zaman geçsin boşanmanın üzerinden, mutlaka ilk sahibinden izler taşıyacaktır üzerinde.
á Hele çocuklar da varsa eğer... Aklının yarısı öteki tarafta kalacaktır. Asla tam olarak sizin olmayacaktır.
á Bir de genç yaşta yapılmış, tarafların adeta beraber büyüdüğü bir evlilikse, sizin "üvey kadın" olmanız kaçınılmazdır.
á Beraber geçen uzun yıllara ve çocuklara rağmen birinciyle ipleri koparabildiğine göre sizden ayrılması haydi haydi kolay olacaktır.
Unutmayın, alışmış kudurmuştan beterdir.
á Eğlence bitmiştir!
Artık damarların tıkanma, kolesterolün yükselme zamanıdır.
Viagra çekmecedeki yerini almıştır.
Sefayı öteki sürmüştür, sizi daha ziyade hemşirelik beklemektedir.
Zaten sizinle evlenirken bilinçaltında "bakılma" isteği vardır.
á Gelen gideni aratır!
Doğrudur.
Ve o, eski eşini arayacaktır, emin olun.
Sonradan gelenler eskisinin kıymetinin anlaşılmasına yararlar daha çok.
Yani adam her an "dönebilir", ona göre!
á Ayrıldığına göre "bir kadından çekmişliği" vardır ne de olsa. Acısını sizden çıkarması kuvvetle muhtemeldir.
á Erkeğin kaşarlanmışı hiç çekilmez.
á İkinci el erkek çöplü üzümdür. Sırf çocuklarıyla, çocuklarının annesi olsa yine iyi... Çocuklarının dayısı, çocuklarının teyzesi, çocuklarının anneannesi falan da vardır.
*
Hem size bir şey diyeyim mi, ilk evliliğinde yaptıkları, yapacaklarının teminatıdır, bunu bilmiş olun.
"Bana yapmaz", "İzin vermem", "Karısı hak etmiştir" falan demeyin. Karşısındakinden bağımsız, karakterinin parçası olmuş huyları vardır herkesin, onlar asla değişmez!
"İkinci el" olma halinin erkeğe kazandırdığı iyi özellikler de vardır elbet.
Adam bütün yaşadıklarından ders çıkarmış, "kadın"ı anlamış, ona göre strateji geliştirmişse...
Kendi kusurlarını görmüş, törpülemişse...
Evliliğin içinde nasıl durulacağını öğrenmişse...
Şahane!
Fakat mümkün mü dersiniz?
MIŞ MUŞ
ÆYeşiller Partisi Eş Başkanı "Eşcinsel bir İstanbul belediye başkanlığına hazır olmalısınız" demiş.İstanbul çiçek açacaksa, değil hazırlıklı olmak dört gözle bekleriz.
ÆAli Babacan "Şaşıracağınız şeyler olacak" demiş.Gerçi bu toprakların insanını artık hiçbir şey şaşırtamaz ama...
ÆYılda 100 kere seks yapan genç kalıyormuş.Gerdirip gerdirip "Doğru beslendim", "Pozitif düşündüm" diyenler bunu da katsınlar repertuvarlarına!
Yazının Devamını Oku 22 Kasım 2007
"Sen Martin’i gördün mü?" dedi kardeşim.<br><br>Martin?.. Peşine taktı, Bebek’te kıyıya çekilmiş sandalların yanına götürdü beni.
"İşte" dedi, "Martin bu."
Bir martı... Sandalların arasında geziniyor.
Epeydir oradaymış. Mecburen. Çünkü kanadı kırık Martin’in. Uçamıyor.
"Ama umudu var" dedi kardeşim. "Durmadan deniyor."
Benim yanımda da denedi. Gövdesini öne doğru atıp, ayaklarının üstünde yükseldi, fakat nafile!
Bir defa daha uçamadı Martin.
Geçenlerde uğradım yine, baktım ortalarda görünmüyor.
"Denizde" dediler.
Bekledim biraz... Süzüle süzüle geliyor hakikaten. Geldi, geldi kızağın üstünden yürüye yürüye çıktı karaya.
Su kuşları şanslı mı ne... Uçamasalar yüzüyorlar.
Martin yalnız değil orada. İki de arkadaşı var.
Tekoş ve Yakut.
Bu köşenin devamlı okuyucuları Yakut’u hatırlarlar. 419 Yakut. Hani Bebeklilerin sevgili köpeği... Bu senenin başında kaybolmuş da on beş gün sonra bulunmuştu hani...
Tekoş bir tekir kedi.
Birbirlerine sokulup uyuyorlarmış geceleri.
"Görülmeye değer" diyor anlatanlar.
Martin bir gün uçabilse, uçar gider mi acaba?
Gider belki ama çok uzaklara değil. Her seferinde döner gelirmiş gibime geliyor.
Balıkçılar üzgün, Martin’in uçamadığına...
Ama uçarsa bir gün, daha çok üzülecekler gibi.
Öyle alışmışlar ki birbirlerine...
* * *
Gazetede bir haber...
"Sokak köpeğini çocukların gözleri önünde katlettiler."
Zonguldak Alaplı’da belediyenin iğneyle zehirlediği sokak köpeği, ilköğretim okulu önünde on dakika can çekişmiş. Öğrenciler de bunu seyretmişler.
Vahşet üstüne vahşet!
Köpeği zehirledikleri yetmezmiş gibi bir de bunu çocukların gözü önünde yapmaları!..
Fakat olayın insanı dehşete düşüren bir başka yanı daha var.
Çocukların yüzleri!
On çocuk var fotoğrafta, onu da gülüyor.
Gayet mutlular, eğleniyorlar köpeği seyrederken.
Başlarında veli mi öğretmen mi, bir kadın, o da gülüyor.
Hiç de öyle etkilenmişe benzemiyorlar yani.
Tamam, bir gazetede fotoğraflarının çıkacak olması çocukları neşelendirmiş olabilir. O yaşlarda bu tip şeylere kıkırdamak normaldir. Ama ne olursa olsun umudum kırıldı benim. On sene, yirmi sene sonra da hálá sokak köpekleri öldürülüyor olacak demek. Hatta daha öte şeyler... İnsan 7’sinde neyse 70’inde de odur.
Hadi çocukları hoş görelim, peki o kadına ne demeli?
MIŞ-MUŞ
21 yıllık kocasını sevgilisine öldürten kadın, helva yapıp dağıtmış.Kadın yiğidi öldürmüş, hakkını yememiş bir nevi!
Deprem 200 bin binayı yıkabilirmiş.Bu deprem mevzuu "şüyuu vukuundan beter" hale geldi.
Ev telefonuna şifre koydurmak, eşe terlik fırlatmak, eşi üfürükçüye götürmek boşanma nedeniymiş.Kafaya koydu boşayacak!
Yazının Devamını Oku 20 Kasım 2007
HASTAYMIŞIM.<br><br>Yok, doktordan değil, gazeteden öğrendim. Gerçi gazetedeki de doktor.
Şöyle söyleyeyim, doktorun tarifi üzerine kendi teşhisimi kendim koydum.
Sizi bilmem, ben bunu hep yapıyorum zaten.
Eksik olmasınlar, gün geçmiyor ki gazeteler hastalıklar konusunda halkı bilgilendirmesinler ve her hastalığın on belirtisinden en az beşi bende olmasın!
Fakat buna rağmen yıkılmadım ayaktayım! Allah’ın bir mucizesi mi desem artık!..
Uzatmayayım, bu seferki hastalığım "kompülsif bozukluk".
Türkçesi, çöp biriktiriyorum.
Ummazdınız belki ama zaten doktorun dediğine göre hiç ummadığınız tanıdıklarınızın, arkadaşlarınızın evi, varsanız baksanız "iki oda bir salon çöplük" olabilirmiş.
Bundan utanır, evlerine kimsenin gelmesini istemezlermiş.
Tıpkı benim gibi.
Fakat bir yandan da bunun hastalık olduğunu kabul etmezlermiş.
Bu da uyuyor.
Yani bakmayın "Bende kompülsif bozukluk varmış" dediğime... Aslında benimkinin "Ataların sözünden çıkmamak" olduğunu düşünüyorum.
Ne demişlerdi... "Sakla samanı gelir zamanı."
Fakat "Öyle ki, bir gün ev tamamen samanlığa dönüşsün" dememişlerdi elbet. Abarttığımın farkındayım yani. Benimki "idrak edilmiş kompülsif bozukluk" olabilir bakın!
Siz şimdi bir "laf olsun köşe dolsun" durumuyla karşı karşıya olduğunuzu düşünüyorsunuz fakat değil. Can havliyle aldım kalemi elime.
Çöp ev kurma yolunda ilerlediğimin epeydir farkındaydım fakat gerekçem vardı. Sebepsiz değildi yani biriktirmelerim. O yüzden içim rahattı.
Tam da böyle olurmuş meğer. Bunu öğrendim. Bütün "çöp ev" sahiplerinin bir nedeni varmış. Hatıralarından ayrılmak istemezmiş mesela kimi. Bu gerekçe çok tanıdık geldi birden!
Bir çıkış yolu arıyorum. Yani kompülsif bozukluğu bir yerinden delmek istiyorum.
Ve deliyorum.
Ben biriktirdiklerimi poşetlere doldurup yığınlar oluşturmuyorum mesela. Çöplerimin hepsi kullanımda Allah’ıma bin şükür!
Tamam, evde oturacak yer yok gerçi ama nihayetinde her şeyin bir fonksiyonu var. Bende boş kutunun boşluğu sadece birkaç dakikadır mesela.
Bu durumda "yırtmış" sayılabilirim belki.
Fakat şuradan yakalanıyorum tekrar. Bu hastalar kendilerine müdahale edilmesine, evlerinin boşaltılmasına çok kızarlarmış. Aynen!
Ama hemen tekrar yırtıyorum. Öyle kendine bakmama, çamaşır yıkamama, evi temizlememe durumları falan yok. Tersine "çok yıkama" durumu var. O da başka bir kompülsif bozukluktur mutlaka. Eğer öyleyse bana kısaca "kompülsif bozukluk zengini" denilebilir!
Lakin ortada gülünecek bir durum yok, farkındayım. Bir tek, başım bir gün bir yazımdan dolayı derde girerse falan "Delidir ne yapsa yeridir" kabilinden paçayı kurtarabilirim, bu iyiliği var.
Bu mevzuu böylece kapattıktan sonra, mevcut hastalıklarıma yenilerini eklemek üzere bugünün gazetelerine göz gezdirmek için huzurlarınızdan ayrılıyorum.
Hah! İşte "kış depresyonu"!
Vallahi bu da tam isabet!
MIŞ-MUŞ
Erkekler, sarışınlar karşısında aptallaşıyormuş.Vücudun bütün kanı aşağı hücum ettiğindendir.
Saddam, Hitler’in oğluymuş.Yakışır!
Yazının Devamını Oku