21 Ağustos 2003
<B>İŞ</B> artık şuraya kadar vardı: ‘‘Benim sağ baldırımın sol köşesi onunkinden güzel.’’
Biz de bakıyoruz, hakikaten öyle mi.
Gülben'le Hülya'dan söz ediyorum.
Türkiye Türkiye olalı böyle çekişme görmedi. Vallahi 12 Eylül öncesinde sağcılarla solcular bile bu kadar düşman değillerdi birbirlerine. Ya da hiç olmazsa 13 Eylül'de hapishanenin avlusunda beraber top oynamaya başlamışlardı.
Petek piyasaya çıktığında bir darbe etkisi yapar diye ummuştum, ama olmadı.
***
Ben esas ötekiler için üzülüyorum. İsim vermeyeyim şimdi, ‘‘Yıldızlı gecelerin öteki kadınları’’ diyeyim.
Boğazlarına bülbül oturtsalar, eğer Hülya'yla Gülben'den biri bunlarla söz dalaşına girmediyse, boş. Tabiri caizse, ‘‘Birinci Lig’’e çıkmış sayılmıyorlar.
Adeta ‘‘Referansın ne?’’ diye soracaklar kızcağızlara.
Onlar da çıkarıp gösterecekler:
‘‘Bakın falanca tarihte Hülya Avşar benim için 'Gözünün üstünde kaşı var' demişti.’’
Fakat nafile.
‘‘Gülben’’ diyor, ‘‘Seren’’ demiyor Hülya.
Gülben de öyle tabii.
Kızlar yine de uğraşıyorlar gerçi...
Özellikle konser arifesinde, karşı tarafı galeyana getirecek ataklarda bulunmuyor değiller, fakat yukarıdaki ikiliden ses gelmiyor. Nadir olarak gelse de öyle birbirlerine seslendikleri gibi güçlü değil.
***
Peki bu durumdan şikáyetçi miyiz?
Kendi adıma cevap vereyim, asla. Hatta bunların magazin programlarından çıkarılması halinde milletçe eşekten düşmüşe döneceğimizi düşünüyorum.
Yalnız arada haddini aşmasa bazıları...
Mesela Seren Serengil, Gülben Ergen'in sahnede davul çalmasıyla ilgili olarak ‘‘Davul çalmayı bu kadar büyütmenin álemi yok, ben piyano çalıyorum’’ demiş.
İyi etmemiş.
Gülben'i acıtmaksa maksadı ki öyle, ‘‘Davul çalmak herkesin harcı değildir’’ falan diyebilirdi.
Ama bu dediğinin ucu Salim Ağırbaş'tan Okay Temiz'e, Asım Ekren'den Burhan Öçal'a kadar birçok ustaya dayanıyor.
Bak Seren'cim!
Gerçi sen piyanist olduğundan, benden iyi bilirsin ama yine de anlatayım.
Dünyada her şeyin bir ritmi vardır.
Kalbimizin atışından, güneşin doğuşuna kadar.
Ritim önemlidir yani.
Ve müzikte ritmin en önemli unsurları, senin beğenmediğin davulun da içinde olduğu vurmalı çalgılardır.
Piyanosuz orkestra olur da bunlarsız orkestra olmaz pek.
Ayrıca davulun da notası vardır. Notasız da çalınabilir elbet ama çok güçlü bir kulak gerektirir. Her babayiğidin harcı değildir yani.
‘‘Alt tarafı tokmağı kaldırıp davula vuruyorlar, ses çıkıyor’’ diye düşünüyorsan, piyanoda da tuşa basınca ses çıkıyor Seren'cim. Mühim olan doğru tınıyı çıkarabilmektir.
Gülben çıkarmıştır çıkaramamıştır, orasını bilmem ama sen davul çalmanın önemli bir iş olduğunu bil.
MIŞ-MUŞ
TV izleyen çocuk geç konuşuyormuş.
Özellikle VJ'leri dinledikçe hevesi kaçıyordur.
*
Bilim adamları bu sefer de havuç yiyenin gözlerinin daha keskin olduğu inancını yalanlamışlar.
‘‘Yalan dünya, her şey bomboş’’ dedikleri bu galiba.
*
Sibel Can, kocasının izniyle bikinili poz vermiş.
‘‘Bu kiloyla nasıl olsa kimsenin dikkatini çekmez’’ diye düşündü herhalde Sulhi Bey.
*
Kadınlar ‘‘light erkek’’ sevmiyormuş.
Ben artık ‘‘Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin’’ sözünü de bir kadın atanın söylediğine inanıyorum.
Yazının Devamını Oku 19 Ağustos 2003
<B>ASLINDA </B>insan, sanıldığının aksine, yaşadığı şehri pek de iyi tanımıyor galiba. Nasıl olsa elimin altında diye ertelediğinden midir gezip görmeyi... Tıpkı yakınlarımızla aramızdaki kopukluk gibi. Hani anlamayı, dinlemeyi, hatta sevmeyi hep sonraya bırakır, sığ bir ilişki sürdürür dururuz ya...
İstanbul'u, oradan buradan tatilini geçirmeye gelenler kadar bile tanımadığımı fark ettim ev ararken.
Oturduğum, çalıştığım yer, bir de dadandığım birkaç mekán ve onların arasındaki güzergáh... Bildiğim bu. Gerisi adeta Avustralya. Ki ben sokakta yaşayan biriyimdir. Ama işte avarelik etmeye bile bildiğim yerlere gidiyorum nedense. Bir gün de misal Florya'ya yolum düşse ya öyle aylak aylak gezerken...
Hele karşı yaka...
Kardeşimin dirseği çürüdü. ‘‘Kanlıca'dayız’’ diyorum telefondakine, ‘‘Çengelköy'deyiz’’ diyor dürtüp.
‘‘Bir ev gördüm Kandilli'de...’’ diye başlıyorum anlatmaya. ‘‘Beylerbeyi'nde’’ diye düzeltiyor yine dürtüp.
Ama buna rağmen çok kötü durumda değilim bana göre. İki durak şaşıyorum en fazla. Emirgán'ı karşıya taşımadım ya...
Bu anlattığım kadarını da yapmayabilirdim aslında ama tepe sersemi oldum bugünlerde. Bir gün içinde 32 emlakçıyla buluşmaktan...
‘‘Siz hangi emlakçılardansınız?’’ diye sorduğum direksiyondaki beyefendi, benim ‘‘Arabadan Sorumlu Devlet Bakanı’’ Fatih çıktı. (Katiyen şoför demem.) Araba da benim arabaymış.
E, semtleri şaşırmam normaldir değil mi?
***
Ama İzmir'imi artık hakikaten tanımıyorum.
Zira insan doğup büyüdüğü şehre orada bıraktığı yakınlarını görmeye gidiyor daha çok. Kişiler, şehrin önüne geçiyor hasret giderme sırasında. E, günler de kısıtlı olunca... Nerede ne değişiklik olmuş, neresi yıkılmış, neresi yapılmış göremeden dönülüp geliniyor.
Benim de ziyaretlerim annemi bir görüp gelme şeklinde oluyordu çoğunlukla. Fakat bu sefer hiç değilse İzmir'imin Balçova'sının İnciraltı'sını görme ve tanıma fırsatını buldum. Son halini yani.
İnanmayacaksınız ama buraya kadar okuduklarınız güzergáhtı. Esas konuya şimdi geliyorum. Fakat aynı zamanda sona doğru geldiğimin de farkındayım, bir girip çıkacağım.
***
Çocukluğumun İnciraltı'sı...
Mandalina bahçeleri...
Atların denizde yıkanması...
Bir de kaçamak yapma arzusuyla yanıp tutuşan fakat bir o kadar da görülmekten korkan beyefendilerin mesai saatleri dahilinde şehirden kaçıp sevgilileriyle iki kadeh parlattıkları salaş balıkçılar.
Sahi, şehir merkezine uzak balıkçıların kaderidir bu. Boğaz da öyleydi bir zamanlar. Aileden ziyade sevgililerle gidilirdi.
Uzatmayayım, Tokat'tan yola çıkıp, Bursa-Afyon-İzmit üzerinden İzmir'e gelmiş olan Hüseyin Özdilek -evet meşhur Özdilek havluları- İnciraltı'na 5 yıldızlı bir otel yapmış bu sefer de. Crowne Plaza Oteli. Adam yatırım canavarı, ne diyeyim.
Geçtiğimiz hafta sonu bir grup gazeteci gayri resmi açılışa davetliydik. Resmi açılışı daha sonra bakanlara yaptıracaklar elbet. Bizi, kanımca bakanlara mahcup olmamak için, bir eksik gedik var mı bakalım diye çağırdılar.
İyice baktım ben. Yok eksiği falan. Pek güzel olmuş.
Mandalina bahçelerini göremedim yalnız. Ama doğaldır herhalde. 21. yüzyılı bağ bahçeyle idrak etmek olmayacak belli ki. Ne kadar yırtınırsak yırtınalım.
İleride ne yer, ne içeriz, onu da ben düşünecek değilim. İmar planlarını çıkaranlar düşünsün.
MIŞ-MUŞ
Erkek nesli tükenecekmiş.
Yeryüzü için bir kayıp olmaz.
*
Burçların aslı astarı yokmuş.
Bunu yapmayacaktınız işte! Toplu intiharlar yaşanabilir vallahi.
*
Kavun sinirleri yatıştırıyormuş.
Tabii ki yanında peynir ve rakıyla.
Yazının Devamını Oku 17 Ağustos 2003
<B>VALLAHİ </B>çok komiksiniz. 16 Ağustos'ta gevşek, 17 Ağustos'ta gergin oluşunuz... Sonra 18 Ağustos'ta tekrar gevşeyişiniz...
Kanaatinizce deprem 17 Ağustos'a abone oldu, öyle mi?
Arkadaşlar, tamam ‘‘Ağustosun 17'si sırasını savdı’’ diye bir şey yok ama öteki 364 günden farklı ekstra bir tehlike de arz etmiyor.
Her 17 Ağustos'u sokakta geçirenler olduğunu duyuyorum. Ve bu potansiyele rağmen hálá mizah konusunda dünyada bir numara olamayışımıza şaşıyorum.
Neyse...
Madem illaki anacaksınız şu depremi... Yıldönümü fanatikleri olarak... Hep beraber analım bari.
Mum söndürüp pasta kesecek halimiz yok elbet, dört yılda geldiğimiz noktaya bakacağız.
* * *
Ben şahsen şu anda 16 Ağustos 1999'da neredeysem yine oradayım.
Ne oturduğum apartman elden geçti ne bir şey. Bir yerlerde bir düdükle bir fener duruyor, hepsi o.
Hani bazı hallerde mücadelenin gereksiz olduğunu görürsünüz de pes eder, vazgeçersiniz ya... İstanbul'un depreme hazırlıklı hale getirilebilmesinin bir masaldan ibaret olduğunu düşünüyorum. Hazırlık Japonlar gibi binalar dikilirken, şehirler kurulurken yapılır ancak.
Sanki fay yeni peydahlandı da...
Önce çürük yap, sonra güçlendir.
Deprem kuşağındaki ülkeler içerisinde bu prensipte olan yegáne ülke bizimkidir herhalde.
400 bin yapı varmış elden geçecek. Kim, hangi parayla, nasıl bir birlik ve beraberlikle gerçekleştirecek bu işi, çok merak ediyorum.
Deprem profesörü bile oturduğu binayı güçlendirmeye muvaffak olamamış dört senede. Kat Malikleri Yasası yüzünden. Hoş, güçlendirse ne olacak, insanın kaç saati evde geçiyor.
Dere yataklarının üzerine mahalleler kurulmasına göz yumulacak, sonra habire hazırlık yapılıp yasa çıkartılacak, dernek kurulacak. Yazılacak, çizilecek, yazışılacak. Deprem, binaları değil ama dosyaları görse korkacak bizden.
Olasılıklar, veriler, bilmemneye ilişkin yöntemler, ilke ve esaslar, yasa ve yönetmelikler, analizler, projeler...
Memleketini yakından tanıyan biri olarak bunları duydum mu anlıyorum ki ortada bir şey yok. Kuru gürültüden başka.
* * *
Fakat yine de Büyükşehir Belediyesi'ni yabana atmamak lazım.
Seyyar mutfaklar, su taşıyacak tankerler, kurtarma ekipleri, yangına karşı eylem planları, mezarlıklar... Sıkı çalışıyor doğrusu.
Buna karşılık bizim vatandaş olarak yapacağımız şey, bu hizmetlerde görev alacak kişilerin depremden sağ salim kurtulmalarına duacı olmak.
Bilmiyorum, belki de Büyükşehir Belediyesi onları korunaklı özel binalara oturtmuş bekletiyor.
* * *
Diyeceğim, bize bir mucize lazım. O da beklenen depremin hiçbir zaman olmaması.
MIŞ-MUŞ
ABD ile bahar havası yaşıyormuşuz.
Demek geçici iyilik.
AKP'de sakallı kalmamış.
Sakal bırakan yağcıların durumu ne olacak?
Reuters'e göre 2012'de AB üyesi olabilirmişiz.
AB ipin ucuna bağlanmış kemik gibi, habire ilerliyor.
AKP iktidarı sonrası göreve getirilen bir müdür, don parasını bile devlete ödetmiş.
Adam sağır mı ki devletin parasının deniz olduğu kulağına gelmemiş olsun.
Alanya SSK'da çalışan 20 kişinin öğle yemeği 138 km. uzaklıktaki Antalya'dan geliyormuş.
Alanya'da ‘‘zıkkımın kökü’’ yoksa ne yapsınlar?
Yazının Devamını Oku 16 Ağustos 2003
Vay vay vay!<br><br>Korktum ben açıkçası. Estetik cerrahinin geldiği noktadan... Gerçi geç kaldım korkmakta. Hanidir yüzünün yerine yüz konan kaçakları falan duyarız. E, cinsiyet değiştirme deseniz, keza...
Bu sözünü ettiğim, beni şaşkınlıktan ürküntüye götüren mesela aslında cinsiyet değişikliğinden daha zor değil. Erkekten kadın yapan tıp, kadından ‘‘daha iyi bir kadın’’ı haydi haydi becerir.
Zaten beni şaşırtan doktorların mahareti değil. Taleplerin sınırsızlığı.
‘‘Yok artık!’’ demiştim duyunca.
Efendim, söylemesi ayıp, vajina ve çevresinin estetiği diye bir şey varmış. Herkes olup duruyormuş.
*
Aslında ben bunu yıllar önce duymuştum. Bir ünlü için ‘‘yaptırmış’’ derlerdi. Ama ben inanmazdım. Çünkü bu estetik konusunda anlatılanlar bilim - kurgu hikayeler gibidir. Neredeyse ‘‘Duydunuz mu, falanca iki göğsünün yanına iki tane koydurmuş’’a kadar varır.
Gerçi neden olmasın... Kadınlar arası rekabette işe yarayabilir. Fakat yine de pek itibar etmem söylenenlere.
Ama bu vajina estetiği gerçekmiş.
Ben ‘‘Yok devenin başı!’’ diyedurayım birtakım kadınlar çoktan tadilattan geçmişler. Nice evlilik kurtulmuş bu sayede.
*
Kadınlar için hayat gittikçe zorlaşıyor, farkında mısınız?
Pilavın kıvamını tutturmak yeterdi eskiden. Şimdi bedeni lapa yapmamak var.
Hayır, olmasa çaresi, ‘‘Elle gelen düğün bayram’’ deyip oturursunuz. Fakat el akın akın restorasyona koşuyorsa bir mecburiyet doğuyor haliyle.
Keşke duyurmasa mıydım diye düşünüyorum şimdi. Bilmiyorum, dünyadan bihaber oturup duranların başına iş mi açtım. Yoksa henüz kurtulmamış yuvaların kurtulmasına bir katkıda mı bulunmuş oluyorum. Belki de hepiniz çoktan biliyorsunuz da en son benim kulağıma geldi.
*
Kenara para ayırmak lazım. Yarın daha neler icat eder bu estetik cerrahlar bilinmez. Geri kalmayalım.
Çok merak ediyorum... Nereden fışkıracak bakalım bu ‘‘yaşlılık.’’ Şimdilik başını gösterdiği delik tıkanıyor.
Doğayla savaşımız hayırlı olsun. Zaten oldu bile galiba.
Not: Detayları merak edenler olabilir. Tıpta ayıp olmamasına rağmen anlatamam. Doğumların ve yılların getirdiği deformasyonlar halloluyormuş, bu kadarını söyleyebilirim sadece.
Kış kokusu
İsterse dışarısı 45 derece olsun.
‘‘İndirim’’i gördüm mü vitrinlerde, şurada burada, içime bir sıkıntı düşer.
Kış sıkıntısı.
Eskiden ‘‘indirim’’ dendi mi bilirdik ki hakikaten kışın eli kulağındadır. Yani sıkıntısının çökmesiyle, kendisinin çıkıp gelmesi üç aşağı beş yukarı aynı günlere denk gelirdi.
Gittikçe yaz ortasına çekmeye başladılar. Hatta neredeyse yazla beraber indirim de başlayacak.
‘‘Salak mısın?’’ diyeceksiniz, ‘‘Daha iyi ya, ucuz ucuz al, giy.’’
Hayır arkadaşlar. Para her şey değildir. Psikolojim daha önemli benim. Pahalı pahalı alayım ama yazı içime sindireyim. Ne bu böyle, Demokles'in kılıcı gibi... ‘‘Önümüz kış ha!’’
*
Hadi bunu görmezden geleyim. Piyasanın selameti açısından gereklidir. Peki izinlerin kullanılıp tüketilmiş olmasına ne demeli?
Etrafımda henüz tatile çıkmamış bir tek kişi kalmadı. Yazlıklarına gidenler göçmen kuşlar misali dönmeye başladılar.
Ne demek bu?
Yaz bitti.
Peynir gibi birini gördüm mü mal bulmuş Mağribi gibi oluyorum.
‘‘Daha tatile gitmedin değil mi?’’
Bu, şu anlama geliyor:
‘‘Yaz daha devam ediyor değil mi?’’
Fakat heyhat.
Ya güneş düşmanı çıkıyor sorumun muhatabı, ya tatil mefhumundan habersiz.
*
Zaten hiçbiri olmasa gazetelerin kahrolası turizm sayfaları var.
‘‘Son fırsat’’ demiyorlar mı...
Neredeyse üstüne para verecek hale geldi mi tur şirketleri, anlıyorum ki bitti.
Ve bu sene de geldi çattı işte o günler.
Bakıyorum, can havliyle öyle ucuzlatmışlar ki... Hani evde oturmak daha pahalıya mal olacak. Evin bir haftalık domates, salatalık ihtiyacıyla Mısır'a gidip gelebiliyorsunuz.
Fakat ne olursa olsun...
‘‘Vallahi animasyon bile yok’’ diye altına not düşseler de beni neşelendiremezler.
Kış kokusu geldi bir kere burnuma.
Şimdi ben dört gözle kış başındaki ‘‘indirim’’ i bekliyorum.
MIŞ-MUŞ
Mehmetçik Irak'ta üçüncü güç olacakmış.
Hayır! Türk askeri üçüncü olamaz!
Kahve Turka, çiklet Turka ve dondurma Turka geliyormuş.
Yerli Malı Haftası.
Parkinson ilacı kumarı sevdiriyormuş.
Yan etkiler de tuhaflaştı.
Izgara et ve salatadan oluşan diyet sağlıksız çıkmış.
Kadın kısmı eşekten düşmüşe dönecek.
Kadınlar için cinsel uyarıcı iğne çıkmış.
Çok şükür, belden aşağı tıp kadını da hatırladı.
Bilal Erdoğan'ın kayınvalidesi ‘‘Kızımı başbakan oğluna değil, Harvard’lıya verdim’’ demiş.
Bu lafa karşılık bir laf edeceğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Şapka çıkarırım ancak.
Yazının Devamını Oku 14 Ağustos 2003
<B>HAYIR,</B> başlığa aldanmayın, düğünü yazmayacağım.<br> Bir enteresanlığı yoktu zira. Her şey beklendiği gibiydi.
Kalabalık ve İslami şıklık (!) olacağını bilmiyor muyduk?
Ha, bir tek gelinin Berlusconi'nin elinden elini çekmesi vardı sürpriz olarak.
Berlusconi durumu değerlendirirken ‘‘Biliyorum ki burada kadınlar yanaklarından öpülmez’’ demiş.
İmajımız bu.
İyi midir kötü müdür ben karar veremedim, siz verin.
Hükümete sorarsanız iyidir herhalde. ‘‘İmajı hallettik, gerisi çorap söküğü gibi gelir’’ diyorlardır.
Bir de demiş ki Berlusconi, ‘‘Benimki saygı hareketi’’.
Fakat gelin hanım istemedi saygı maygı, çekti elini.
Ben bunu ‘‘Aman efendim, ben küçücük bir kız çocuğuyum, ne saygısı... Öptürmem vallahi’’ şeklinde yorumlamak istiyorum. Öteki türlüsü büsbütün sinirimi oynatıyor zira. Kendimi korumaya aldım.
***
Ben esas düğüne değil, gerdeğe takmış bulunuyorum.
Koskoca Başbakan'la eşi çocuklarını bir otele gönderememişler de Üsküdar'daki evlerinde yatırmışlar.
Emine Hanım, Recep Tayyip Bey'le paylaştıkları yatağı gelin yatağı olarak hazırlamıştır herhalde.
Fırfırlar, danteller falan...
Altınları yastığa iğnelemiş de olabilir.
Ailecek oğullarının sünnetinde kalmışlar gibime geliyor. Emine Hanım saat başı kapıyı aralayıp oğlunun sıhhat ve afiyetiyle ilgilenmiş bile olabilir.
Yanıldığımı sanmıyorum yatak konusunda. O muhteşem törenden sonra Bilal kızı alıp ‘‘Gel sana posterlerimi göstereyim’’ diye bekár odasına götürmemiştir herhalde. Evin en görkemli odası olan ebeveyn odası uygun görülmüştür.
***
Ayol ben ilk gittiğim evde tuvalete bile giremem. Kaldı ki gerdeğe gireceğim. Ertesi gün ‘‘yarılsa da dibine girsem’’ arzu ve beklentisiyle gözümü yerden alamam.
Kızcağız daha 17 yaşında. Yüzü yırtılmamış, ar damarı çatlamamış. Kimbilir ne utanıp sıkılmıştır kaynanasının yatağında dönenirken.
Sabah kalkınca ne yaptı acaba?
Ben olsam hiçbir şey olmamış intibaını vermek için çarşafı ütüler mum gibi yapardım. Ya da çantama sokuşturur balayına giderken yolda çöpe atardım.
Allah dağına göre kar veriyor. Bunun içindir ki nasip etmedi bana gerdek falan. Utandırmadı beni kaynanamdan şundan bundan.
MIŞ - MUŞ
Erdoğan'ın oğlunun düğünü ülke ekonomisi açısından çok iyi olmuş.
İki kızını da evlendirirse artık bizi top yıkamaz.
*
İsmail Cem'in birlik çağrısını Ecevit hızla reddetmiş.
Yegáne hızlı olduğu husus bu.
*
Biyonik insana az kalmış.
Kadınların dudaklarıyla memelerinden başlandı.
*
Artık yolun yarısı 50 yaşmış.
Fakat ikinci yarıyı tamamlayan yok, o başka.
*
Kibariye, ‘‘Müslüm Gürses benden korktu’’ demiş.
Muhterem Hanım, ‘‘O benden başka kimseden korkmaz’’ diyebilir şimdi.
Yazının Devamını Oku 12 Ağustos 2003
<B>HAKİKATEN </B>şükür.<br><br>Ayrım kalktı. Veya hiç yoktu da biz yeni fark ettik. Orasını tam olarak anlayamadım.
Anladığım bütün kadınlara kız oğlan kız muammelesi yapılacağı.
70 yaşında olun isterseniz...
‘‘Bu adam beni evlenme vaadiyle kandırdı’’ dediniz mi kanun yakasına yapışıyor. Alıp götürüyor yani. Yok, gitmek istemiyorsa acilen evlenmesi gerekiyor sizinle.
Elbet evlenmeyi seçecektir. Gerçi aramızda hapis yatmayı tercih ettirecek kadınlar yok değil ama netice olarak kanun ‘‘evlilik’’ diye tutturmama vaadiyle erkeği kandırmakta olanlar dahil, bütün kadınların emrinde.
***
Fakat yine de kolay değil tabii. Adamın sizi alenen kandırması gerekiyor.
‘‘Herkesin göreceği şekilde.’’
Erkek habire ‘‘Evde oturalım, televizyon seyredelim’’ diyorsa iyi niyetinden şüphe edeceksiniz. Ve kolunuza takıp insan içine çıkarma gayreti içinde olacaksınız. Budur yapacağınız şey.
Ünlü arkadaşlarıma gelince...
Sevgilinizi bir gün kapana kıstırma niyetindeyseniz, basına karşı ‘‘Halamın oğlu’’, ‘‘Sadece arkadaşız’’, ‘‘Aramızdaki iş ilişkisi’’ gibi ayaklara yatmayacaksınız. İlelebet iş arkadaşınız olarak kalır, görürsünüz gününüzü.
Şaka bir yana, adalet varmış meğer memleketimde.
Kadının kendisiymiş meğer korunan. Sırf kızlık zarı değil.
Nasıl şükretmeyeyim...
***
Fakat bir yandan da erkekler için üzülmüyor değilim.
Neden?
Zira erkek denen insan cinsinin tam orta yerinden ikiye ayrılmasına ramak kaldı. Bir parçası doğanın, bir parçası kanunun elinde kalacak. Yakındır. Öyle bir çekiştirilme hali yani.
Şimdi bu fukaralar zırt pırt kanunun pençesindeler.
‘‘Kızlığını bozdun.’’
‘‘Zorla alıkoydun.’’
‘‘Evlenme vaadiyle kandırdın.’’
‘‘Taciz ettin.’’
‘‘Tecavüz ettin.’’
Elini cebinde biraz uzun tutsa garibim, suç olacak. Gerçi olsun...
Fakat bir yandan da doğa diyor ki... Doğa dediğim şeytan olabilir. Her neyse... Diyor ki ‘‘Aklın penisinde olsun!’’
Tam ‘‘iki arada bir derede kalma’’ hali.
Maymun oldular vallahi adamcağızlar.
Hayır, kafaları kızacak, topluca dönüş yapacaklar diye korkuyorum.
Cemil İpekçi'yi duydunuz... İki kadın asabını bozunca kendi cinsiyle ilgilenmeye başlamış.
Sevgili erkeklerimizin mücadele ruhlarını kaybetmemeleri dileğiyle yazıma son verirken Cemil İpekçi'yi cesaretinden, açık yürekliliğinden ve doğruculuğundan dolayı kutluyorum. Pek sık rastlamıyoruz da kendini olduğu gibi sunanlara...
MIŞ-MUŞ
Erdoğan'ın oğlunun nikáhı 5 şahitle gerçekleşmiş.
‘‘İsraf haram’’ derler bir de...
*
Türk çocukları kitap okumuyormuş.
Türk büyüğü olunca okurlar(!)
*
Kenan Evren, ‘‘Asker yönetmez, fikrini söyler’’ demiş.
Marmaris'in sıcağı olgunlaştırdı paşamı.
*
Özcan Deniz, ‘‘Beraber değiliz’’ dediği sevgilisini alnından öpmüş.
Biliyorum, biraz karışık bir cümle oldu ama n'apiim durum bu.
Yazının Devamını Oku 10 Ağustos 2003
<B>ZAHİR </B>muhtarlar da <B>‘‘Her köye bir tuvalet’’ </B>projesinin önemini kavrayamadılar benim gibi. Hadi benimki normal... Köyde yaşamışlığım olmadığından, her evin bahçede de olsa bir tuvaletinin olduğunu zannetmekteyim.
E, köy yerinde umumi tuvaletin ne gereği var? Sıkışan evine gider. En uzak mesafe 50 adım.
Ha, kimsenin evinde tuvalet yoksa... O zaman da bir tanesi kime yeter?
Kuyruğumuz azdı da ‘‘Köyde tuvalet kuyruğu’’ olsun bir de öyle mi? Her sabah...
Fakat dedim ya...
Ben nereden bileyim. Ama muhtar dediğiniz köyün içinden biri. Hem Özel İdare durduğu yerde neden icat etsin böyle bir proje?
Şurada 40 kişiyiz, birbirimizi biliriz. Yoktur öyle Japonlar gibi gerekli gereksiz kafa patlatma huyumuz. Demek ihtiyaç hasıl oldu. Yumurta kapıya geldi.
Buna rağmen 66 muhtardan 47'si ‘‘Başlatmayın şimdi tuvaletinizden...’’ demiş.
Yok, direkt olarak Özel İdare'ye böyle başlayan bir dilekçe yazmamışlar tabii. Dolaylı yoldan bildirmişler düşüncelerini. Dağıtılan çimentoyla demiri satıp parasını hayat kadınlarına yedirmişler.
Olsun.
Yine de boşa gitmemiş paralar. Hayatın sillesini yemiş üç beş kadıncağız sebeplenmiş. Sevaptır.
Köy halkı da bugüne kadar bağırsağında bekletmiyordu herhalde atığını. Nereye koyveriyor idiyse bu zamana kadar oraya koymuştur yine.
Zaten yedikleri paranın 2-3 katına aldıkları çimentoyla demiri götürmeye başlamışlar köylerine. Darısı büyük yiyicilerin başına.
* * *
Fakat ne olursa olsun...
Seviyorum ben yurdum insanını.
Yaşayamam öyle İskandinav ülkelerinde falan.
İdeal sistemler, sütten çıkmış ak kaşık misali insanlar bozar beni. Hele ciddiyeti hiç çekemem.
Renklilik isterim.
İsterim ki bir gün Talimhane'de giderken, bir polis otosundan, ‘‘Bilmemkaç sağa çek!’’, ‘‘Ticari, durma ilerle!’’ diye bağıran polis kardeşimin, arada ‘‘Travesti bekleme yapma!’’ diye seslendiğini de duyayım. Ve dürümcünün önünden geçerken devam etsin bağırmaya... ‘‘Memura iki dürüm!’’
İsterim ki emlakçının biri beni yetkilisi ve sorumlusu olduğu evlerden birine götürsün, apartman görevlisi, ‘‘Ooo ev tutulalı on gün oldu’’ desin. Emlakçının fonksiyon kaybına uğrayışını seyredeyim.
İsterim ki yaban ellerde emekli maaşı almaktayken vefat eden babalarının başparmağını kesip dipfirize koyan evlatlar olduğunu duyayım. Okuma yazması olmadığı için evraklara parmak basan babalarının maaşını, parmak deforme olup da elin adamı durumu çakıncaya kadar almaya devam etsinler.
İsterim ki 25 yaşındaki eşini boşayıp ‘‘nasıl olsa ölecek, bari maaşı kalsın’’ diye 80 yaşındaki babasıyla evlendiren oğullar olsun.
İsterim ki yerde yaralı yatan arkadaşına defalarca, ‘‘Okşan kalk’’ diye yalvaran travesti kardeşim sonunda, ‘‘Kız Selahattin Abi kalksana!’’ diye bağırsın.
İsterim işte böyle türlü türlü şeyler...
E, bütün bunları görmek, duymak başka hiçbir memlekette kısmet olmaz insana.
MIŞ-MUŞ
Yanan orman alanları yeşillendirilecekmiş.
Ki ileriki kuşaklar yangınsız kalmasın.
*
ABD'li matematikçi cebir yöntemleri kullanarak evliliğin sonunu hesaplıyormuş.
Ya arada işlem hatası yaparsa?
Yazının Devamını Oku 9 Ağustos 2003
Her şey fıkralardaki gibi gelişiyor. ‘‘Hani bunun deniz manzarası?’’ diyorsunuz, bir iskemle getirip üstüne çıkarıyor sizi emlakçı.
‘‘Ve denizi görüyorsunuz’’ demek isterdim ama, hayır. Kışı bekleyeceksiniz ki ağaçlar yapraklarını döksün.
Peki ya dökmezse... Yaz kış yapraklı olan ağaçlar yok mu?
Ben de hiç tanımam, bilmem ki bunları, çok sevmeme rağmen. Yoldan geçen birine soruyorum, ‘‘Beyefendi, affedersiniz şu ağaç kışın yaprağını döker mi?’’
Adam öyle bakıyor yüzüme. Cevap yok. Belki de tanıyor beni.
Koşa koşa karısına gidip ‘‘Senin okuduğun o kadın boş bir evin balkonundan gelen geçene seslenip abuk sabuk sorular soruyordu’’ diyor.
*
Evet, yine ev arıyorum.
Ama bu, taşınacağım anlamına gelmiyor tabii. Sadece olağan kişisel mevsimlerimden birini yaşıyorum. Her sene bu aylar ev ararım ben. Sonra mevsim geçer, otururum oturduğum yerde.
Taşınmaya kalkışmamla taşınmaktan vazgeçmemin nedeni aynı.
Tebdili mekán durumu.
Önce tebdili mekánda ferahlık olduğunu düşünüyorum, sonra tebdili mekánda depozit, peşinat, komisyon, kamyon, hamal, badana, boya, tamirat, yorgunluk vs.
Esas neden Rex tabii. O kaybolduktan sonra küstüğüm kapı önüyle, sokakla, hatta muhitle bir türlü barışamadım. Uyumak gerekmese gireceğim yok eve, o gün bugündür.
Fakat bir yandan da bir ev sahibim var... Nesli tükenmiş bir beyefendi. Sırf onunla bağımı koparmamak için taşınmıyorum evden. Gerçi senede bir kere, kontrat zamanı görüşüyoruz ama olsun.
Neredeyse diyeceğim ki, ‘‘Falanca yerde bir ev beğendim, gelin şunu satın alın da ben yine sizin kiracınız olayım.’’
Anlayacağınız koltuklarla beraber ev sahibimi de götürmek istiyorum gideceğim yere.
Hele şimdi ev ararken karşıma çıkanları görünce...
Biri demiş ki emlakçıya... ‘‘Ooo kimbilir ne partiler verir evde.’’
Tabii tabii. Hatta eve tesisat kurdurur, yırtmaçlı tuvaletimi giyer, konser de veririm.
*
İnsan her vesileyle çeşitli tecrübeler ediniyor. Mesela bu arada dürüstlüğün bazı durumlarda işe yaramadığını öğrenme fırsatı buldum. Sanki daha önceden hiçbir durumda işe yaramadığını bilmezmişim gibi. Neyse...
Ev sahibinin biriyle buluştuk, o saate kadar top 10 listemin en başında bulunan ev hızla inişe geçti.
Adamcağız dürüsttü zira.
Evin, benim asla göremeyeceğim, bilemeyeceğim ne kadar kusuru varsa bir bir saydı.
Ve ‘‘Hırsız da girdi o eve’’ diyerek son darbeyi vurdu.
Yanlış anlamayın, evi vermeme numaraları değil. Aksine çok memnun talip olmamdan. Fakat dedim ya, adam dürüst.
Fakat ben zorluklarla mücadeleyi severim. Her ne kadar alt sıralara düştü dediysem de gittikçe kışkırtıyor beni o ev. Bakarsınız inadına tutarım. Kime inat acaba? Temel'in sülalesinden de değilim ama...
Bu durumda az önce okuduklarınıza aldırmayın. Yani dürüstlük hakkında dediklerime... Tam tersine bir netice de verebilecek yani...
Kısaca ‘‘dürüstlük muallakta’’ diyebiliriz.
*
Siz siz olun bir evin durumunu apartman sakinlerinden öğrenmeye kalkışmayın.
Müstakbel komşunuz olacağını düşündüğünüz kişi aslında rakibiniz olabilir.
Bu da geldi başıma.
Meğer kapısını çaldığım adamın, birkaç aya kadar oturduğu daireyi boşaltması gerekiyormuş. Niyeti benim sorduğum daireye taşınmakmış.
Bunları o söylemedi tabii. O sadece ‘‘Ev yaramaz’’ dedi. ‘‘Isınmaz, akar, kokar...’’
*
Hayatı tanımanın yolları arasında ‘‘ev aramak’’ çok önemli bir yer tutuyor. Bunu anladım.
Çıkın, ev arayın bazen. Üşeniyorsanız ben size anlatırım ara sıra. Hatta sık sık.
Ender Düğüncü
Hayrola?
Bitti mi?
İyiydik ya.
Aman her şeyin tadı kaçtı vallahi. İşte düğünlerin bile...
Nerdeee 40 gün 40 gece sürmeler...
Şimdi 7 günde kesiyorlar. Toplumu keser mi kesmez mi diye düşünen yok.
Kesmedi nitekim beni.
İsterdim doğrusu, mutluluklarına tanık olmayan tek mekán kalmasın İstanbul'da. Oysa bir Reina, bir Kuruçeşme Divan, bir Yeniköy Şamsa, bir Zeyrekhane... Arada bir de Halas Yatı'yla Boğaz'da yalı... O kadar.
Hakikaten nedir bu durum?
Düğün manyağı yaptılar insanları.
Kulağıma geldi... Her akşam Çırağan Sarayı'nın önünde otobüslere bindirilmeye alışan dünyaca ünlü konuklar son düğünün ertesi günü de hazırlanıp inmişler kapıya.
‘‘Düğün mafiş’’ denilince arbede çıkmış. Prenslerden biri, Muhammed Bin'lerden birinin kaşını patlatmış.
Benim kanımca, annesi evlenen kızdan bizar olmuştu.
Annemden biliyorum. Bizden bunaldığında ‘‘Bir alan çıksa, deve keseceğim’’ derdi.
Ah anacığım!
Bir deveyle çırak çıkaracaktın bizi. Zaten onu da kestirmeyecektik kıyamadığımızdan...
Ender Düğüncü de ne anne ama... Kızlarının kızı gibi duruyor.
Fakat ileriyi görememiş zamanında. Doğurmasaydı o üç kızı, şimdi ‘‘25 yaşındayım’’ diyebilirdi. Lakin insanlar en büyük kızın yaşının üzerine koyuyorlar en az 18 seneyi... İşte tıbbın aciz kaldığı durum bu.
İlelebet ‘‘Gencim’’ demek istiyorsanız doğurmayacaksınız. Ha, çocuk diye deliriyorsanız, menopoza doğru yapacaksınız bu işi.
MIŞ-MUŞ
Cola Turka'nın da sahtesini yapmışlar.E, yapma sahtesini, yaparlar sahteni.
Obezite SALGIN HASTALIKmış.Zayıflama işini de devlete ihale edeceğiz anlaşılan.
Gül, ‘‘Irak'a huzur için gideriz’’ demiş.Huyumuzdur, Kıbrıs'a da barış için gitmiştik.
Kemal Derviş CHP'de ikinci adam oluyormuş.Gidişi kesin demektir.
Kalp ölümünde kadınlar öndeymiş.Yarışta kazana kazana bir bunu kazandık.
Yazının Devamını Oku