Mandalina kalmadı otel verelim

ASLINDA insan, sanıldığının aksine, yaşadığı şehri pek de iyi tanımıyor galiba.

Nasıl olsa elimin altında diye ertelediğinden midir gezip görmeyi... Tıpkı yakınlarımızla aramızdaki kopukluk gibi. Hani anlamayı, dinlemeyi, hatta sevmeyi hep sonraya bırakır, sığ bir ilişki sürdürür dururuz ya...

İstanbul'u, oradan buradan tatilini geçirmeye gelenler kadar bile tanımadığımı fark ettim ev ararken.

Oturduğum, çalıştığım yer, bir de dadandığım birkaç mekán ve onların arasındaki güzergáh... Bildiğim bu. Gerisi adeta Avustralya. Ki ben sokakta yaşayan biriyimdir. Ama işte avarelik etmeye bile bildiğim yerlere gidiyorum nedense. Bir gün de misal Florya'ya yolum düşse ya öyle aylak aylak gezerken...

Hele karşı yaka...

Kardeşimin dirseği çürüdü. ‘‘Kanlıca'dayız’’ diyorum telefondakine, ‘‘Çengelköy'deyiz’’ diyor dürtüp.

‘‘Bir ev gördüm Kandilli'de...’’ diye başlıyorum anlatmaya. ‘‘Beylerbeyi'nde’’ diye düzeltiyor yine dürtüp.

Ama buna rağmen çok kötü durumda değilim bana göre. İki durak şaşıyorum en fazla. Emirgán'ı karşıya taşımadım ya...

Bu anlattığım kadarını da yapmayabilirdim aslında ama tepe sersemi oldum bugünlerde. Bir gün içinde 32 emlakçıyla buluşmaktan...

‘‘Siz hangi emlakçılardansınız?’’ diye sorduğum direksiyondaki beyefendi, benim ‘‘Arabadan Sorumlu Devlet Bakanı’’ Fatih çıktı. (Katiyen şoför demem.) Araba da benim arabaymış.

E, semtleri şaşırmam normaldir değil mi?

***

Ama İzmir'imi artık hakikaten tanımıyorum.

Zira insan doğup büyüdüğü şehre orada bıraktığı yakınlarını görmeye gidiyor daha çok. Kişiler, şehrin önüne geçiyor hasret giderme sırasında. E, günler de kısıtlı olunca... Nerede ne değişiklik olmuş, neresi yıkılmış, neresi yapılmış göremeden dönülüp geliniyor.

Benim de ziyaretlerim annemi bir görüp gelme şeklinde oluyordu çoğunlukla. Fakat bu sefer hiç değilse İzmir'imin Balçova'sının İnciraltı'sını görme ve tanıma fırsatını buldum. Son halini yani.

İnanmayacaksınız ama buraya kadar okuduklarınız güzergáhtı. Esas konuya şimdi geliyorum. Fakat aynı zamanda sona doğru geldiğimin de farkındayım, bir girip çıkacağım.

***

Çocukluğumun İnciraltı'sı...

Mandalina bahçeleri...

Atların denizde yıkanması...

Bir de kaçamak yapma arzusuyla yanıp tutuşan fakat bir o kadar da görülmekten korkan beyefendilerin mesai saatleri dahilinde şehirden kaçıp sevgilileriyle iki kadeh parlattıkları salaş balıkçılar.

Sahi, şehir merkezine uzak balıkçıların kaderidir bu. Boğaz da öyleydi bir zamanlar. Aileden ziyade sevgililerle gidilirdi.

Uzatmayayım, Tokat'tan yola çıkıp, Bursa-Afyon-İzmit üzerinden İzmir'e gelmiş olan Hüseyin Özdilek -evet meşhur Özdilek havluları- İnciraltı'na 5 yıldızlı bir otel yapmış bu sefer de. Crowne Plaza Oteli. Adam yatırım canavarı, ne diyeyim.

Geçtiğimiz hafta sonu bir grup gazeteci gayri resmi açılışa davetliydik. Resmi açılışı daha sonra bakanlara yaptıracaklar elbet. Bizi, kanımca bakanlara mahcup olmamak için, bir eksik gedik var mı bakalım diye çağırdılar.

İyice baktım ben. Yok eksiği falan. Pek güzel olmuş.

Mandalina bahçelerini göremedim yalnız. Ama doğaldır herhalde. 21. yüzyılı bağ bahçeyle idrak etmek olmayacak belli ki. Ne kadar yırtınırsak yırtınalım.

İleride ne yer, ne içeriz, onu da ben düşünecek değilim. İmar planlarını çıkaranlar düşünsün.


MIŞ-MUŞ


Erkek nesli tükenecekmiş.

Yeryüzü için bir kayıp olmaz.

*

Burçların aslı astarı yokmuş.

Bunu yapmayacaktınız işte! Toplu intiharlar yaşanabilir vallahi.

*

Kavun sinirleri yatıştırıyormuş.

Tabii ki yanında peynir ve rakıyla.
Yazarın Tüm Yazıları