Pakize Suda

‘Geliyorum karıcığım...’

30 Ekim 2003
Tamam, fuhuş falan ama kabul edin iyi buluş. ‘‘Yataklı, duşlu otobüs genelev.’’

Kim demiş ‘‘Bizden mucit çıkmaz’’ diye?

Çıktı işte.

Fakat sizin aranızdan da ‘‘Buluş dediğin insanlığa yararlı olacak’’ diyerek itiraz edenler çıkacaktır şimdi.

İnsanlık için bundan daha yararlısı var mıdır, sorarım size?

Hem gidiyor, hem uçuyorsunuz. Zaten bunu akıl eden de T.K. adında biri. Her müşteri bindiğinde ‘‘T.K. bilmemkaç sefer sayılı otobüsümüz uçuşa hazır’’ diye anons yapıyordu büyük ihtimalle.

Hayat hızlandı arkadaşlar. İnsanoğlu vaktin nakit olduğunu anladı. Yok öyle dedelerimizin zamanındaki gibi kürekleri aheste çekmek falan...

Aynı anda iki iş birden göreceksiniz. Televizyon seyrederken çekirdek de yiyeceksiniz mesela.

İşte Mucide Hanım T.K.'nın akıl ettiği gibi hem gidecek hem sevişeceksiniz.

Trafik her daim tıkalı İstanbul'da. Beşiktaş Ortaköy arası 1.5 saat sürüyor, ki bilmeyenler için hemen belirteyim 1 duraktır arası.

Diyeceğim, adam işten çıkıp ‘‘İki tek atayım, üstüne bir de zamparalık yapayım’’ dese evine varması gece yarısını bulur.

Mucide Hanım oturup düşünmüş taşınmış, erkek kısmının işini kolaylaştırmış. ‘‘Hizmette sınır yok’’ lafının bu kadar ‘‘cuk’’ oturduğu bir duruma rastlamadım bugüne kadar.

***

Adamı her türlü beladan kurtarıyor aynı zamanda.

Mesela yolculardan birini tam o esnada değerli eşi cepten aradı diyelim...

‘‘Yoldayım, geliyorum karıcığım’’ dese yalan mı?

İki kere doğru hem de. Yemin etse başı ağrımaz.

‘‘Tanıdık gördü’’ derdi de yok. ‘‘Zırt’’ diye geçip giden otobüsün içinde kim görecek? Zaten perde var her yanında.

Yalnız duş işini nasıl halletmişler onu anlayamadım. Su nereden geliyor nereye gidiyordu? Bilmiyorum, belki polis, otobüsün altından şar şor akıp duran sabunlu suyu görüp de uyanmıştır.

Polis deyince...

Buluş muluş bitti gitti tabii. Müteşebbissi baltalamayacaksınız halbuki.

***

Aslında bütün genelevler motorize olsa... Hurraaa bir sokağa doluşacağına adamlar, otobüs duraklarına dağılsalar...

Tarife de ona göre olur artık, ‘‘Üç durak kalıcam’’, ‘‘Beş durak kalıcam’’... Kızlara şöyle bir göz atıp inmek isteyen olursa, ‘‘indi bindi’’ parası alınır.

Hem bakarsınız eskisi kadar rağbet edilmeyen müessese canlanır biraz.

Fakat benim umudum yok pek. Değil mi ki o kesim bu kesim demeden, neredeyse bütün kadınların tabağa koyup gezdiresi var... Çok yakında, genelevleri ‘‘Nostalji 1’’, ‘‘Nostalji 2’’ şeklinde numaralandırmak gerekebilir.


MIŞ-MUŞ


ABD'de çapkın eşler için yardımcı internet sitesi varmış.

Bize gerekmez, bizde ‘‘arkadaş kıyağı’’ var.

*

Kış yüzünü göstermiş.

Dolayısıyla beylik laflar devri başladı; devam eder artık... ‘‘Yağmur yağdı böyle oldu’’, ‘‘Kar teslim aldı...’’

*

Gül, ‘‘ABD beceriksiz’’ demiş.

Neyse ki... Bir de becerikli olsa defteri dürülmedik memleket kalmayacak.
Yazının Devamını Oku

Deli kızın çeyizi

28 Ekim 2003
<B>KOYU </B>renk takım elbiseli adamlar ellerinde dosyalarla odalara girip çıkmış, koltuklara oturup kalkmışlardır. Çaylar içilmiştir.

Uzun uzun toplantılar yapılmıştır.

Neticede biri çıkıp ‘‘Ağaçları kumaşla kaplayalım’’ demiştir.

Ötekiler de ‘‘Hay aklınla bin yaşa!’’ demiş olmalılar ki İstanbul'un Beşiktaş İlçesi'ndeki bütün ağaçlar cumhuriyetin 80. yılı şerefine kumaşla kaplandı. Bir kırmızı, bir beyaz, bir kırmızı, bir beyaz...

‘‘Her bir ağacın her bir dalına da minik fiyonklar bağlayalım’’ diyen de aynı kişi mi bilmiyorum artık.

Her kimse tanışmak isterim hakikaten. Bu fikrin, evde kalmış, dolayısıyla sandığını açamamış, çeyizini serememiş geçkince bir bağyandan çıktığını tahmin ediyorum.

Ortalık hakikaten deli kızın çeyizine dönmüş durumda. Fiyonklara baktıkça ağlayayım mı güleyim mi kestiremiyorum.

Hayır bir minik bahçe süslenecektir, anlarım. Ama koskoca bir şehir söz konusu olan... Küçük bir kız çocuğunun saç tokası iriliğinde fiyonklara kadar inmek akıl kárı mıdır sorarım size?

* * *

Kimbilir kaç yüz bin metre kumaş dokundu bu iş için?

Kısmet işte... Geçen sene bu zamanlar dokumacıya ‘‘Cumhuriyetin 80. yılı senin için hayırlara vesile olacak’’ deselerdi öyle boş boş bakardı herhalde.

Hayır, gözüm yok, Allah herkese fazla fazla versin de ben hálá bu önemli gün için düşüne taşına bunu mu buldular, ona şaşmaktayım.

Bir de tam hangi saatlerde kalkıştılar kaplama işine?.. Akşamüzeri, trafiğin ‘‘arapsaçına döndüm’’ diye bağırdığı saatlerde. Şimdi önümüzde sökümü var bunların.

* * *

Hadi resmi kurumlardan bienallik işler çıkmasını beklemiyoruz zaten de... Ya Akmerkez'e ne demeli?

O da açılışının 10. yılı şerefine, o güzelim çağdaş cephesini anneannemin tığ işi sehpa örtüsü gibi bir şeyle kapladı.

Nerelerden ne teklifler toplamışlardır kimbilir, sonunda seçe seçe bunu seçmişler.

İzmir Fuarı'nda çeşitli ülkelerin ürünlerini teşhir ettikleri ‘‘pavyon’’ denilen mekánlar vardı bir zamanlar... Hálá vardır herhalde, çoktandır gitmedim. Şimdi Akmerkez'in kapısına ‘‘Birleşik Arap Emirlikleri Pavyonu’’ yazasım geliyor.

* * *

Hayır, estetikten yoksun olduğumuzu biliyordum da bunlar iyice tüy dikti.

Neticede, İstanbul İstanbul olalı böyle zevksizlik görmedi.

Aslında bize toptan estetik geni nakli lazım.


MIŞ-MUŞ


Öğle tatilinde estetik yaptıran varmış.

‘‘Fast food’’ kuşağının estetiği de böyle olur ancak.

Lady Di'nin 14 sevgilisi varmış.

Kadının iki bacağı üzerinde doğrulup oraya buraya yardıma koşması bir devletmiş meğer.

Vitaminli simit geliyormuş.

Hükümet, sebep olduğu durum için vatandaştan özür diliyor bir nevi.

Erbakan, ‘‘Bazı AKP'liler tımarhanelik’’ demiş.

Fakat tedavi için birer kapsül koltuk verildi kendilerine.
Yazının Devamını Oku

‘Uzatmalı Konak’

26 Ekim 2003
<B>ŞİMDİ </B>söyleyeceğim şey birçok kişiye saçma gelebilir. Fakat Asmalı Konak fanatikleri beni destekleyeceklerdir. Eminim bundan. Zira bu satırları kaleme alana kadar epey nabız tuttum. Asmalı Konak filmi yeniden çekilsin!

Evet, budur önerim.

Çünkü şu anda sinemalarda gösterimde olan filmin bildiğimiz Asmalı Konak'la adından başka bir benzerliği yok.

‘‘Bahar'la Seymen var’’ diyeceksiniz.

Hayır, yok efendim!

İsimleri Bahar ve Seymen olabilir. Ama film Özcan Deniz'le Nurgül Yeşilçay'ın rol aldığım bambaşka bir aşk filmi.

Asmalı Konak'sa, hani nerede ötekiler?

Benim için Bahar'la Seymen değildi ki Asmalı Konak...

Oradaki herkesti.

Başta mutfaktakiler...

Ben Sümbül Hanım'la Ali Bey'in aşklarının gidişatını da çok merak ediyordum.

Zeynep'le kocasını...

Dilara'yla Yaman'ı...

Seyhan'la saftirik karısını...

Ne oldu Dicle'nin İstanbul'a yerleşme hayallerine?

Öyle ortalıkta kaldı hepsi.

Tamam, hayat dediğimiz bu zaten... Akıp gidiyor. Öyle sonu falan yok hiçbir şeyin. Tamam da... ‘‘Dizinin son bölümü’’ demeyeceksiniz o zaman. İnsan herkesle ilgili sona benzer bir şeyler bekliyor haliyle.

Ama ‘‘Biz Asmalı Konak'tan bir aşk filmi çıkardık’’ diyorsanız, tamam. Zaten film kötü diyen yok, Asmalı Konak değil sadece.

O diziden Dilara'nın kızını (Zeliş miydi adı?) bile çekseniz tadı kaçardı. Kaçmış işte nitekim.

* * *

Ben şimdi dizinin gerçek son bölümünü istiyorum. Bahar'la Seymen'den ibaret son kesmedi beni.

Abdullah Oğuz'a duyurulur.

Evet, istiyorum, istiyoruz.

Ama TV için olacak... Belki sinemanın şartları diziden uzaklaşmak zorunda bırakıyordur sizi diye düşünüyorum zira.

Ev halkının rol aldığı deterjan reklamı bile daha çok ‘‘Asmalı Konak’’tı vallahi. Biraz daha uzun tutsalarmış bayağı tatmin edecekmiş insanı.

Neyse... ‘‘Uzatmalı Konak’’ oldu artık. Burada kesiyorum bu mezvuu. Bir daha da lafını etmem. Ama ‘‘yeni son’’u bekliyorum.

Ay, kesecekler vallahi beni Asmalı Konak bıkkınları.


MIŞ-MUŞ

İddialara göre Lady Di öldüğünde doktoruna áşıkmış.

Çıkan haberlere bakıyorum da... Yakında ‘‘Karaköy'deki genelevde çalışırdı’’ derlerse şaşmayacağım.

*

CHP kurultayında cuma namazı molası verilmiş.

Neyse, AKP gider de CHP gelirse yadırgamayacağız hiç olmazsa.

*

Burak Kut, ‘‘Hazır olun geliyorum’’ demiş.

O metalik sese karşı daha şimdiden pamukları hazırladım şahsen.

*

Uzmanlara göre porno, seksi öldürüyormuş.

Hiç şaşırmadım. O filmlerden sonra hangi erkek ‘‘Ben de erkeğim’’ diye icraata devam edebilir esas ona şaşarım.
Yazının Devamını Oku

Şanslı çocuk

25 Ekim 2003
Okan Bayülgen pingpong topuna döndü adeta.<br><br>Bir Cansu'da bir Deniz'de, bir Cansu'da bir Deniz'de... Tek fark kızlar göndermiyorlar karşı tarafa, o kendi gidip geliyor.

Medyaya da gün doğuyor tabii. Nerede her zaman böyle bolluk? Üç kişi, üçü de ünlü, bir garip ilişki. Daha ne olsun?

Fakat bendeniz şimdi tahmin ettiğiniz gibi Okan'a verip veriştirecek, kızları da onursuzlukla suçlayacak değilim.

Nedense bir anlayışlılık hali çöktü üzerime.

Allah hayırlara çıkarsın, Okan'ı anlıyorum.

O gidip gelişlerin zamparalıktan olmadığını biliyorum. Nereden bildiğimi bilmiyorum ama biliyorum işte.

Onun ‘‘Oh! Bir elim yağda bir elim balda’’ ruh hali içerisinde olmadığından eminim.

Çok üzüldüğünü tahmin ediyorum. Kendisini çok kötü hissettiğini...

Herkese olur.

Hayatının bir yerinde iki arada bir derede kalır insan. Gidemez, kalamaz, seçemez, karar veremez...

İki ayrı zamanda yaşanacak iki aşk çakışıverir bazen.

‘‘İnsan aynı anda iki kişiye áşık olur mu?’’ demeyin. Olur. Okan oldu işte.

İki sevgiliyi, hatta üçünü beşini idare eden, değişikliksever adamlardan olduğunu zannetmiyorum Okan'ın...

Tatlı mı tatsız mı olduğunu kendisinin de kestiremediği garip bir dönem yaşıyor.

Kadınların durumu çok zor. Ama en zoru Okan'ınki. Kadınlardan biri rest çeker de dönmemek üzere giderse, Okan ötekinden de ayrılır gibime geliyor.

Ama bilemem gider mi kadınlar. Pek zannetmiyorum. Onlar birbirleriyle savaşıyorlar şimdi. Bakmayın ara sıra ‘‘Bitti’’ dediklerine... Kesin bir mağlubiyet olmadan ııh.

Okan'da aşkın süresi dolana kadar bu böyle sürüp gidecektir.

İnanamıyorum bu dediklerime. Sağımdan kalktım herhalde bugün. Bu da Okan'a denk geldi. Şanslı çocuk.


Umut kadının ekmeği


Hálá kokusu burnumdadır Havilland kreminin.

Annem sürerdi. Ama öyle seyrek ki... Nedir, ne oluyor diye bakardık. Belli ki alır koyardı bir kenara, ara sıra hatırlardı.

O zaman kadınlar çıldırmamıştı daha. Tabiatla inatlaşmaya başlamamışlardı. Başa çıkabileceklerini bilmediklerinden belki... Yoksa kadın her zaman kadındır.

Zaten ortalıkta harika, kırışıksız, ışıltılı bir cilt vaat eden birileri de yoktu o zaman.

Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan meselesi gibi kışkırtan olmadığı için mi kadınlar sakin sakin oturdu, yoksa kadınlar henüz uyanmadığı için mi müteşebbisler krem işine girmemişlerdi bilmiyorum.

Ha, o zaman ithalat da yoktu tabii bu ölçüde. Herhalde sırf hayati ihtiyaçlar ithal ediliyordu. Kadının ışıltılı bir cilde sahip olmasının aslında ne hayati bir mesele olduğu anlaşılmamıştı demek henüz.

‘‘Ayrıca bu kadar etkili formülleri de anca keşfetti insanoğlu’’ diyeceksiniz.

Ben de lafı buraya getirecektim zaten.

Hakikaten etkili formüller var mı kızlar?

*

Biraz önce gazetelerin arasından reklam broşürlerini ayıklarken elime geçti bir tanesi...

‘‘Neden harika bir cildiniz olmasın?’’ diye soruyor.

Gerisini anlatamam, dilim dönmüyor zira. Ama bir dakika, bu bir yazı olduğuna göre bakarak aynısını aktarabilirim.

‘‘Neden Dramatically Different Moisturizing Lotion?’’

İngilizcem yok. Fakat tahminimce ‘‘Neden ortalıkta dramatik bir ciltle dolaşıyorsunuz?’’ diye soruyor.

Neden sahi?

Benim verecek bir cevabım yok şahsen.

‘‘Anneme çektiğimden’’ diyebilirim ancak. Çünkü benim de annem gibi senede iki ya da üç kere aklıma geliyor krem sürmek.

Heves edip alıyorum, altı ay sonra hatırlayıp elimi attığımda bir bakıyorum ki yağını kusmuş.

Ne kremler attım böyle. Almıyorum artık.

Benimki de ışıldamayıversin.

Yüzünün her santimetrekaresine ayrı bir tanesini sürenlerin cildi de gözümüzü almıyor yani ayrıca. Görmedik daha kimsede ışıltı mışıltı. Yani kremin sebep olduğu...

Ama umut sırf fakirin değil kadının da ekmeği. Dolayısıyla kremcilerin de ekmeği oluyor.

İnsanlık dayanışmayı gerektirir arkadaşlar!

Sürün sürebildiğiniz kadar.


MIŞ-MUŞ


Ülkemizde depresyona girme yaşı 2'ye inmiş.

İdrake bile gerek yok, bu topraklarda nefes alıyor olmak yeterli anlayacağınız.

Adalet Bakanlığı Danışmanı ‘‘Kimse bakire olmayan biriyle evlenmek istemez’’ demiş.

Sana danışanda kabahat.

Irak'ta Türk askerinin konuşlandırılması rafa kalkıyormuş.

Oh! Çok şükür. İş, kullanılmadan ‘‘raf ömrü’’nü doldurmaya kaldı şimdi.

Cem Boyner, ‘‘Ahali hálá tırsık’’ demiş.

Bir başbakan yapamadık şu Boyner'i ki hiç olmazsa konuşarak yüzümüzü güldürsün.

Baykal eleştirilere ‘‘CHP geleneğinde blok liste vardır’’ cevabını vermiş.

E, sol bir partiye de geleneklere bağlılık yakışır (!)
Yazının Devamını Oku

Suratlar mahkeme duvarı

23 Ekim 2003
<B>GÖZÜMÜZ </B>aydın, nur topu gibi bir krizimiz daha oldu. ‘‘Resepsiyon Krizi.’’

Hayır, bayramı seyranı az bir ülke olsak neyse... Ama zırt pırt resepsiyon gerekiyor.

Ben yine Nasreddin Hoca gibiyim.

‘‘Kimine eşli, kimine eşsiz davetiye olur mu?’’ diyor biri...

‘‘Haklısın’’ diyorum.

Sonra başka biri, ‘‘Hem de Cumhuriyet'in kuruluşunun kutlandığı bir günde türban olur mu?’’ diyor, ona da ‘‘Haklısın’’ diyorum.

Şu hayatta en zor şey herhangi bir konuda sabit bir fikre sahip olmak galiba. Yani bana öyle geliyor.

Tabii bunun konu hakkında derin bilgi sahibi olmamaktan kaynaklandığını biliyorum.

Laiklik nasıl elden gider?

AKP'nin gizli niyeti nedir?

Türban aslında ne anlama gelir?

Bu hususlarda araştırma, inceleme yapmış biri olsam, ‘‘Resepsiyona türbanlı eşler de katılmalı’’ diyene ‘‘Haklısın’’ diyemem herhalde kolay kolay.

Bendeki cahil rahatlığı. Elinin yanacağını bilmeyen çocuk ateşten korkar mı?

Ya da demokrasi hakkında ‘‘Halkın kendisini yönetmesidir’’den daha öte bir bilgim olsa, oturur ‘‘Türbanlı kadınların Çankaya'ya doluşma hakkı’’ üzerine ateşli bir yazı döşenirim.

Diyeceğim bu konuda bana güvenmeyin. Öyle çözüm falan bekliyorsanız...

***

Zaten benim esas yazmak istediğim şey resepsiyonların krizlere vesile olmasından ziyade, katılanların sıkıntıdan patlamasına neden olması hususu.

Resepsiyon deyince benim aklıma daima cumhurbaşkanıyla eşinin nikáh dairesindeki gelinle damat misali yan yana durup ha bire el sıkmaları geliyor.

Yok, yanlış benzetme yaptım. Orada yüzler güler hiç olmazsa. Bu daha çok cami avlusundaki taziye kabulüne benziyor.

Öyle acılı bir duruş...

Bir gönülsüzlük hali...

Her şey mecburen, mecburiyetten...

Coşkunun kırıntısı yok ki yüzlere yansısın.

Formalite icabı işte... Bilirsiniz...

Koruyup kollama işini iyi benimsedik de... Bir de sevseydik...

Eşimizin dostumuzun doğum gününü kutlarken coştuğumuzun onda biri kadar coşsak razıyım.

Ama nerede? Bütün suratlar mahkeme duvarı.


MIŞ-MUŞ


Ünlü model Naomi kaprisin dozunu kaçırmış.

E güzelliğin dozu kaçınca normaldir.

*

Derviş CHP'li milletvekillerine 4 sayfalık nasihat mektubu göndermiş.

Baykal 5 sayfalık mektubuna başlamıştır şimdi.

*

Erdoğan, ‘‘Eşsiz daveti milletin takdirine bırakıyorum’’ demiş.

Mazlum ola ola millet kendilerine medyun olacaktır; takdir bu.
Yazının Devamını Oku

Güldürmeyin insanı!

21 Ekim 2003
<B>NASIL </B>halledecek Türkiye bu meseleyi bilmiyorum. Hem hangi birini halletsin?

Meseleler Cumhuriyeti.

Hayır, uyum yasası kapsamına da girmiyor bu sözünü edeceğim husus. Yani AB'ye havale edelim desem, AB cibilliyete müdahaleye kadar vardırmadı işi. Maalesef diyeceğim. Keşke buna da çare olabilseler.

Bugünkü konuklarımız ‘‘ahlak adına saçmalayanlar’’.

Erkeklerin arasından çıkıyor daha çok. Günde on tane örneğini görüyor, okuyoruz.

Bakıyorsunuz adamın bir karısı sayısız sevgilisi varken kalkmış birinin ilişkisine müdahale ediyor.

Kendine bakma ádeti yok bizde. Olsa ha bire birbirimize ‘‘Dinime küfreden bari Müslüman olsa’’ deme ihtiyacı hisseder miydik?

Bilmiyorum başka milletlerin atalarının ‘‘Tencere dibin kara, seninki benden kara’’ demesi icap etmiş midir?

Hiç sanmıyorum.

Ama bizde icap etmiş işte.

* * *

En son Pınar Altuğ'u doladık parmağımıza. Sevgilisi olduğu söylenen adamla arkadaşlığının bitmesini sağlayamazsak uyku haram bize.

Kan davası gibi bir şey. Neticeye varmadan rahat edemeyeceğiz.

Tony'yi tehdit edenler bile varmış duyduğumuza göre...

‘‘Ahlaklı ol, almayalım paçanı aşağı’’ mı diyorlar, artık ne diyorlarsa...

Kimler bunlar diye bakıyorsunuz, ‘‘Karısının üzerine gül koklama rekortmeni’’ çıkıyor biri.

‘‘Erkeğin elinin kiri’’ diyecek olanlar çıkacaktır yine.

Bir kere bu işin kirle pasla bir ilgisi yoktur. Bu bir.

İkincisi, illa ‘‘kir’’ istiyorsanız, ‘‘Bu kabul kafaların kiridir’’ diyebiliriz.

Üçüncüsü, kadın da insandır. Haliyle sever, aldatır, bıkar, yanılır, yeniden sever, boşanır...

Dördüncüsü kimse sütten çıkmış ak kaşık değildir, hiç kimsenin bir diğerine laf söylemeye, müdahale etmeye yüzü yoktur. Hakkı da yoktur.

Beşincisi, Pınar Altuğ Tony'yle değil de kendileriyle beraber olsaydı bir sorun yoktu değil mi?

Her zaman, bütün ‘‘ahlaka davet’’lerin altında ‘‘Neden ben değilim?’’ hırsı yatıyor.

İşin içinde biz de varsak ne álá... Aksi halde ahlak elden gitti!

Güldürmeyin adamı! Hayır, gülmek iyi bir şeydir de böyle durumlarda ağzıyla gülemiyor insan.


MIŞ-MUŞ


Vekiller gezi sezonunu açmış.

Sırtımız yere gelmez artık.

Depresyonun ilacı alışverişmiş.

Kadın kısmının erkek kısmına duyurusudur!

İskender'i aşk acısı öldürmüş.

Büyük İskender'in Küçük İskender'e yenilişi.

Avrupa'nın en düşük asgari ücretini biz alıyormuşuz.

‘‘En’’leri kimseciklere bırakmayız; yeter ki devamında bir iyilik güzellik omasın.
Yazının Devamını Oku

Gitmedim işte...

19 Ekim 2003
<B>GİTMEDİM </B>işte Asmalı Konak'ın galasına. Öyle herkesten önce sonunu öğreneyim diye bir merakım yoktu. Eğer sırf sonuysa önemli olan, ha kendim görmüşüm ha birinden duymuşum...

Ama ben filmin kendisini merak ediyorum. Çünkü görüntülerin muhteşem, çekimin Amerikan filmlerini aratmayacak nitelikte olduğunu duydum.

Fakat 1700 kişinin davetli olduğu galada, herkese birer kere gözünü değdirse insan, tepe sersemi olur diye düşündüm; şimdi ortalık yatışsın diye bekliyorum, gidip keyifli keyifli seyredeceğim.

* * *

Bir yandan da seyretmiş kadar olduk. Baştan sona anlatanlar var. İnsan dayanamayıp okuyor.

Ama olsun. Farz edin ki bu bir romandı, sinemaya aktarıldı. Kitabı okumuş olmak filmi görmeye engel mi?

Değil.

Hatta tam tersine, her zaman daha çok seyirci bulmuştur bu tip filmler.

Gelelim filmin hikáyesine...

Siz de okumuşsunuzdur...

Zaten kanser olan Bahar, Amerika'da bir de başından vurulup komaya girer. Tam 1 sene çıkamaz.

Geçmiş günlerde mayın tarlasında tepeden tırnağa yanmış olan Seymen ise bu defa Amerika'da hafızasını kaybeder. O da tam 1 sene adını bile hatırlayamaz.

Şimdi ilk duyduğunda ‘‘A bu kadar da olmaz artık! Felaket felaket üstüne... Tam Türk filmi olmuş’’ diyesi geliyor insanın.

Ben de işte tam böyle diyordum ki yıllar önce yanılmıyorsam Mehmet Barlas'ın anlattığı yaşanmış bir hikáye geldi aklıma.

Adamın biri gecenin bir yarısında duyduğu bir tıkırtı üzerine yatağından fırlıyor. Uyku sersemi aynada gördüğü kendi suretini hırsız zannederek yumruğu sallıyor. Ve eli kesiliyor haliyle.

Sonra evde hırsız falan olmadığını anlayıp sakinleşiyorlar karı-koca. Bu arada kocasının eline, alkol döktüğü pamukla müdahale eden kadın, pamuğu tuvalete atıyor.

Adam hazır kalkmışken bir de defi hacette bulunayım diyor... E, uykusu da kaçtı ya, bir de sigara yakıyor ve kibriti tuvalete atıyor. Atmasıyla poposunun tutuşması bir oluyor.

Bu defa eşin müdahalesi yetmeyeceğinden bir ambulans çağırıyorlar.

Ambulans geliyor. Sedyeyi taşıyan görevliler ne olduğunu soruyorlar, adamın eşi durumu anlatıyor.

Görevlileri bir gülme tutuyor. Gülerken gülerken, eli yaralı, poposu yanık, sedyede yan yatmakta olan adamcağızı yere düşürüyorlar.

Ve ne oluyor dersiniz?

Adamın kolu kırılıyor.

Yarım saat önce sağ salim yatağında yatmakta olan birinin başına gelenlere bakar mısınız?

Ziyaretçilere ‘‘Sakın ne olduğunu sormayın, çok sinirleniyor’’ diye tembih etmiş karısı, hastanede yattıkları sürece.

Diyeceğim, dünyada olmayacak şey yok.

Hiçbir hikáyeyi abartılı bulmayın.


MIŞ-MUŞ

Yabancılar akın akın ülkemize tedavi olmaya geliyorlarmış.

Ölüme susadılar zahir.

*

Zayıflamış görünen Gülben Ergen, ‘‘Zayıflamadım, çöktüm’’ demiş.

Vallahi zayıflatma uzmanları kapar şimdi bu yöntemi... ‘‘Kaset Usulü Zayıflama.’’

*

Baykal, Derviş'e sitem etmiş.

Sitemle kalırsa iyi.
Yazının Devamını Oku

Uyuşamayanlar ülkesi

18 Ekim 2003
Derviş, <B>‘‘Uyuşamazsak CHP ile yollar ayrılır’’</B> demiş. İsmail Cem'le de uyuşamamışlar, yolları ayırmışlardı.

Ondan önce de Ecevit'le uyuşamamışlar, yine yolları ayırmışlardı.

Fakat bir şey diyemem Derviş'e.

Türkiye'de siyaset bu demektir çünkü.

‘‘Uyuşamamak, yolları ayırmak.’’

Türk Siyaset Tarihi bu tip örneklerle doludur. Liste yapmaya kalksam şimdi ‘‘Yazıdan kaytarıyor’’ dersiniz.

Bize, yani vatandaşa düşen de bunlara bakıp yutkunmaktır. Ziyafet sofrasında bekletilen aç adam gibi ‘‘az sonra’’nın hayalini kurmuşuzdur yıllardır. Uyuştular, uyuşacaklar...

Ama nafile.

Uyuşanını görmedi daha bu gözler.

Uma uma döndük muma.

Bakalım Derviş başka kimlerle uyuşamayacak?

Keza Baykal... Ki bu hususta geçmişi en kalabalık liderdir kendisi.

Burası uyuşamayıp yollarını ayıranların ülkesidir.

İki kişi çıkıp uyuşsa bir gün... Kıyamet vakti geldi çattı diye korkarım vallahi.


İki konuk dört şarkı


Siyasilere inat TV seyircisi uyum içerisinde çok şükür. Herkes aynı boktan programları seyrediyor.

Akşamları hiç hesaba katmıyorum. Artık program falan yok zira. Bir dizi sürüsü geçiyor ekrandan. Bir de spor. O kadar.

Gündüz programlarına taktım ben.

Bakıyorum reytinglere... Demek budur arzulanan. Aptal değil ya bu programcılar.

Sureti farklı sazı sözü birbirinin aynı sunucular...

Hem de kimi halkın bağrından kopmuş, kimi televizyondan yetişmiş, kimi orada burada şöhret olup televizyona sıçramış olmasına rağmen birbirinin aynı... Ne yapsınlar, amaç aynı olunca...

İki konuk dört şarkı... Ki kaçırdım diye üzülmeyin, kasetleri yeni çıktığından bir ay boyunca program program gezeceklerdir o konuklar.

Adına ‘‘seyirci’’ denen, minibüslere bindirilip getirilmiş ücretli şakşakçılar... Adeta mesai yapıyorlar stüdyoda.

Ben de televizyon programı yaptım, biliyorum; ‘‘Kaçta bitecek, biz buradan da falanca kanalın filanca programına yetişeceğiz’’ derdi, o sizin programa bayıldığından koşa koşa geldiğini zannettiğiniz ‘‘seyirci.’’

Üç beş telefon bağlantısı... Ki o bağlanan kadınların hep aynı kadınlar olmasını temenni ediyorum. Yoksa ‘‘Bu mudur kadın profili?’’ diye sormak lazım. Sırf sormakla da olmaz, yanısıra ağlamak da lazım.

Bir de ‘‘Tuzumuzu koyduk, domatesimizi doğradık’’ muhabbeti var tabii.

İşte budur.

‘‘E, daha ne olsun?’’ diyeceksiniz.

Haklısınız. Daha fazlası olunca seyredilmiyor zaten.

Alan razı veren razı.

Benim de kimseye bir şey dediğim yok.

Gereği budur, ne yapsınlar.

Peki nedir bu yazı?

Şudur:

Arada çırpınanlara üzülüyorum. Gerçekten iyi bir iş yapmak için çabalayanlara...

Ve diyorum ki, ‘‘Müslüman mahallesinde salyangoz satamazsınız.’’

Kabul edin rahatlayın.

TELEVİZYONA İYİ BİR ŞEY YAPILMAAAZ.

Ha yoksa reyting kaygınız, yapın. Ama ikisini birden göz önünde bulundurmaya kalkarsanız daha da ucube bir şey çıkıyor ortaya, haberiniz olsun.


MIŞ-MUŞ


Kahve çocuk sahibi olmayı kolaylaştırıyormuş.

Uyku kaçınca tabii...

Çinli bilim adamları 2 anneli 1 babalı embriyon yapmışlar.

Çin kalabalık ya... Bir çocuğa üç ebeveyn düşüyor.

Erkekler daha çok erkek çocuk istiyormuş.

Müsveddeyi temize çekmek arzusundandır.

Kadınların göbeği bu yıl da kapanmayacakmış.

Bu yıl da açız arkadaşlar.

Adalet Bakanı, ‘‘Banka hortumlayanların peşini bırakmayacağız’’ demiş.

Takdirlerinizi bildirmek için mi?

Özcan Deniz, ‘‘Radikal olma tribi geldi, soyundum’’ demiş.

Adamı öyle hale getirdik ki bundan sonra ne tribi gelse yeridir.

Bir firmaya beraber modellik yapan Tuğçe Kazaz'la Kenan Doğulu'nun anlaşma gereği 6 ay ayrılmaları yasakmış.

Bakın Garantici Kadınlar için nikáhtan daha sağlam bir yol bu.
Yazının Devamını Oku