Özdemir İnce

Avrupa Birliği ve batan Yunanistan

13 Ocak 2010
GÜNGÖR Uras 17 Aralık 2009 tarihli Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan yazısında doğruyu söylüyordu:<br><br>“Borcu büyüdü diye Yunanistan’a bir şey olmaz. Başbakan Yorgo Papandreu Yunan halkını sıkıntıya sokacak tedbirler alamaz. Alsa da uygulayamaz.

Avrupa Birliği’nin ‘Babaları’ Yunanların kalbini kıramazlar. Yunanistan’ı rahatlatmak için bir yerlerden para bulurlar.

Biz ‘Girelim mi girmeyelim mi’ diyerek oyalanırken, Yunanistan birliğe üye oldu. 1981 yılından bu yana Birlik’ten net 85 milyar Euro (yaklaşık 125 milyar dolar) katkı aldı. 11 milyon nüfus için bu katkı çok önemlidir. Kişi başına 7.700 Euro düşüyor.”

* * *

1978 ile 1990 arasında her yıl en az iki kez Yunanistan’a gittim. Yannis Ritsos hayattaydı ve benim dünyamdaki Yunanistan, Yannis Ritsos’un koruyucu kanatları altındaydı. Yunanistan’a yirminci yüzyılın en büyük şairlerinden biri olan Yannis Ritsos’u görmek ve yazdığım şiirleri ona göstermek, şiir ve edebiyat konularında bana yaptığı nasihatleri dinlemek için gidiyordum. Ona “Baba ve hocam” derdim. Onun manevi, “şiir” oğluydum!

Bana özellikle yazın belli bir tarihte Samos Adası’nın, Karlovassi kasabasında randevu verirdi. Biz, Ülker ve ben, randevudan bir ay önce yola çıkar ve bütün kara Yunanistan’ını ve adaları dolaşırdık.

Bu gezi ve sohbetleri anı şeklinde kaleme almadım. Bazı yazılarım Ritsos’tan (İoanna Kuçuradi ve Herkül Milas sayesinde) çevirdiğim şiir kitaplarının başında yer almaktadır.

* * *

Bu süre içinde ve daha sonra, Avrupa Birliği’ne giren Bulgaristan, Portekiz ve İspanya’ya gittim, bu üç ülkede Yunanistan’da tanık olduğum kibrin benzerini görmedim.

Yazının Devamını Oku

‘Avrupa’da hüsran artıyor!’

12 Ocak 2010
ÖNCE Milli Şef İnönü’nün ve CHP’nin tir tir titrediği, daha sonra da Celal Bayar’ın her yıl “Bu kış komünizm gelecek!” dediği şey gerçekleşseydi, yani Türkiye komünist olup Varşova Paktı’na girseydi, şimdi çoktan Avrupa Birliği’ne alınmıştı. Türkiye’nin en önemli kusuru(!) Soğuk Savaş dönemini NATO’nun kucağında geçirmesi, vatan sathına “Komünizmle Mücadele Dernekleri” döşemesidir.

Söylediklerim bir tür fal ya da anakronik bir komplo teorisi değil. Örnekleri aşağıda:

Avrupa Birliği Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti gibi eski demirperde (komünist blok) ülkelerini yangından mal kaçırırcasına neden nikâh altına aldı? Sayalım bu ülkeleri: Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Macaristan, Letonya, Litvanya, Polonya, Romanya ve Slovenya. Toplam 9 ülke! Yakında Hırvatistan da üye olacak. Oldu mu 10 üye?

Ardından Sırbistan, Arnavutluk, Bosna-Hersek ve Makedonya gelecek ve eski komünist blok ülkeleri bir-iki eksiğiyle Avrupa Birliği’nin nikâhına gidecek. Geriye Ukrayna ile Belorusya kalacak.

ÇİN SEDDİ!

Amaç Avrupa Birliği’nin çekirdeği ile Rusya arasına geniş bir Çin Seddi kurmak. Bir tampon bölge! Eğer böyle olmasaydı hiçbir bakımdan AB normlarına uymayan bu memleketleri neden bünyesine katsındı?! Bunları AB üyeliğine alan zihniyet eski Varşova Paktı üyesi, demirperde ülkesi Türkiye’yi hayda hayda alırdı üyeliğine!

“Kahrolsun komünizm”ciler tarihin bu ironisi hakkında ne düşünüyorlar acaba?

Avrupa Birliği için demokrasi âşığı olmaktan çok eski komünist olmak önemli!

Siz bir avuç nomenklotura (elit kesim) artıklarına bakmayın, adını verdiğim ülkelerin insanları kapitalizme transfer olmaktan, Avrupa Birliği’ne girmekten köpekler gibi pişman.

Yazının Devamını Oku

A la mort subite

10 Ocak 2010
GEÇEN yılın mayıs ayından bu yana güya bu yazıyı yazacağım, yazacaktım. Kısmet bugüne imiş.

* * *

Paris’teki mahallem Montparnasse’ın Edgar Quinet Meydanı’ndaki kahveleri anlattığım yazımdan (Özgür Edebiyat Dergisi, Ocak-Şubat 2010 sayısı) küçük bir bölümü aktarıyorum:

[Birkaç yıl önce köpek gibi siyerek Montparnasse’ta alan işaretlerimi yeniden koydum. Ama bir süre sonra fark ettim ki egemenlik alanımın tamamını kullanmıyorum. Dôme ve Coupole kahvelerine adım atmıyorum. Ama kahvenin yanındaki, (1965’ten bu yana müşterisi olduğum) Dôme tütüncüsüne günde en az bir kez uğruyor, pipolara, pipo tütünlerine, purolara bakıyorum. Kokuyu içime çekiyorum. Dükkânın yeni patronu Vietnamlı ile mahallenin eski günlerini konuşuyorum. Dükkânın eski sahibi ile çok eski dost idik. Ben içeri girdiğim zaman “İşte zenginlerin en fakiri, fakirlerin en zengini” derdi. Çünkü bir şey satın alırken iyisini ve en ucuzunu arardım. Bir pipo için asla 500 Euro ver(e)mem. Ama dün satın aldığım, el yapımı Korsika piposuna 110 Euro tosladım.

Dışarı çıkar çıkmaz üzerinde “20 Cigars Mehari’s Brazil” ve “Fumer tue” (Sigara öldürür) yazan paketi açıp bir sigar yakıyorum, on-on beş adımdan sonra Delambre Sokağı’da dönüyorum. Uçmayı, ötmeyi ve havlamayı öğrendiğim sokak. Yüz metre sonra Edgar Quinet Meydanı. Meydandaki bütün kahveler (Café de la Place, Café Odésa, La Liberté) teraslarının önüne ve yanına naylon tente germişler (eskiden cam olurdu) sigaracılar burada oturuyor. Sigara içilmeyen ana mekânda neredeyse kimseler yok.] (“Ne Var Ne Yok I”).

TEMEL ATILIYOR

Paris’e de, İstanbul’a da, tütün düşmanı her yere de tıpkı Brüksel’deki “A la mort subite” benzeri sigara içmeye izinli kahveler gerekiyor. Özgürlük bireysel bir kavramdır. Özgürlükte eşitlik yoktur. Herkes kapsayabileceği kadar özgürdür. İnsani olmayan katı eşitlik ise özgürlüğü ortadan kaldırır.

Sigara içmeyenler sigara içenlerle bir arada olmak istemiyorlarsa, bunu anlarım. Onların bulundukları yerde sigara içmem. Ancak sigara içme yasağı bütün kahve, lokanta gibi seçimlik mekânların hepsine uygulanırsa, işte buna katlanamam. Amsterdam havaalanındaki Cafe Amsterdam’daki “Sigara içilir” mahzenini de kabul edemem. Onur kırıcı bulurum.

Sigara içmeyenler bu seçimlerinde ne kadar özgür iseler, içenler de tek tek özgürdürler. Şu anda Türkiye’de uygulanan yasak, Anadolu’da giderek yaygınlaşan içki yasağıyla birleşince, geleceğin İslamcı faşizm projesinin uygulamalarına hazır bir kitlenin temellerini atıyor.

Yazının Devamını Oku

Ritsos’un prostat ameliyatı ve sigara

9 Ocak 2010
DAHA önce herhangi bir yerde yazdım mı, herhangi bir kitabıma girdi mi, anımsamıyorum. Ama sigara içenlerin Nazi temerküz kamplarına kapatılmak, tehcir edilmek, mecburi iskâna tabi tutulmak istendiği şu günlerde anlatırsam biraz ferahlayacağım:

YANNİS RİTSOS

Büyük Yunan şairi Yannis Ritsos, Albaylar Cuntası zamanında önce gene hapse gönderilmiş, bir süre sonra uluslararası baskının etkisiyle Samos (Sisam) Adası’ndaki Karlovassi kasabasındaki yazlık evinde göz hapsine alınmıştı. Karısı Falitsa kasabada doktorluk yapıyordu. 1960’ların sonunda Ritsos’un ünü dünyaya yayılmıştı. Theodorakis’in bestelerinin üçte ikisinin sözleri Yannis Ritsos’un şiirleriydi. Dünyanın dört bir yanından davetler ve ödüller alıyor ama Yunanistan dışına çıkmak istemiyordu. Yunanistan dışına çıkmasına izin veren cunta geri dönmesine izin vermeyebilirdi. Bundan korkuyordu.

KULÜP’E BENZERDİ

Yannis Ritsos’un gençliğinden beri bir akciğer sorunu vardı. Başka hastalıkları da vardı ve en önemlisi prostat idi. Kanser miydi, bilmiyorum, bana “prostat” demişti.

Bana anlattığına göre prostatın iyice azdığı bir gün Sisam’dan alınıp helikopterle Atina’ya mevcutlu olarak götürülmüş, bir hastaneye yatırılıp kapıya nöbetçiler dikilmiş.

Hepsi Ritsos hayranı olan doktorlar onun ameliyatına karar vermişler. Ritsos:

“Ameliyat sırasında sigara içmeme izin verirseniz ameliyat olurum”

Yazının Devamını Oku

Ertuğrul Özkök’e dair

8 Ocak 2010
ERTUĞRUL Özkök’ün gidişi ve Enis Berberoğlu’nun gelişi hakkında bir şey yazmayı düşünmüyordum. Ertuğrul Özkök benim kardeşim kadar yakınım.

Kendisi hakkında ne düşündüğümü en az otuz yıldır bilir. Enis Berberoğlu da kendisi hakkında ne düşündüğümü yıllardır bilir, biliyor. Kendisine  “Hoş geldin!” derken bunları bir kez daha söyledim.

39 BİN 369

Bu yazıyı yazmama sıkı ve sıkıcı değişimci İsmet Berkan’ın şu cümlesi neden oldu:

“Bana göre en büyük hatası, özellikle son on yılda Türkiye’deki değişimi okumakta zorlanması, değişim denen şeyin kendisine ilk kez dışsal baskı olarak yansımasına izin vermesi oldu. Özkök uzun süreden beri savunmada, hücumda değil. Ve savunduğu da eski zamanlar, eski kavramlar, eski düzen.” (Radikal, 2 Ocak 2010)

Bu cümleyi yazan ve “Türkiye’deki değişim”i çok iyi okuduğunu sanan İsmet Berkan’ın yönettiği Radikal Gazetesi’nin tirajı 27 Aralık 2009-3 Ocak 2010 tarihleri arasında 39 bin 369 idi. Sıralamadaki yeri 25’incilik. Bu konuda daha fazla bir şey yazmak gerekmez!

NELER YAPTI

Ertuğrul Özkök’ün son on yılda değişimi okuyup değerlendirmediği iddiasına karşı onun yönetiminde Hürriyet Gazetesi’nin neler yaptığını bir görelim:

1.

Yazının Devamını Oku

Orhan Pamuk’un zırvaları

6 Ocak 2010
EN eski arkadaşlarımdan, Can Yayınları’nın kurucusu rahmetli Erdal Öz’e danışmanlık yaparken Orhan Pamuk’un “Cevdet Bey ve Oğulları”nı yayınlamasını desteklemiştim.

 

Bu destek çok önemliydi, çünkü kaldırıma düşmüş ve işportada bile satılamayan bu kitabı yayınlamak konusunda kararsızdı Erdal.

 

Daha sonra, Orhan Pamuk’un “Kara Kitap”ı, “Beyaz Kale” ve öteki kitapları yayınlanırken Can Yayınları’nda editördüm. Orhan Pamuk hakkında yabancı basında çıkan olumlu yazıları çevirip Erdal’a getirirdim, Erdal’da benim odamdaki makineden basına faksla gönderirdi. Ancak olumsuz yazıların hiçbirini, doğal olarak göremezdik, getirmezdi. Ama ben bilirdim!

‘MASUMİYET’ PARASI

Orhan Pamuk iyice palazlanınca telif ücretini yüzde 25’e çıkartmak istedi. Erdal gene kararsızdı. Kendisine Orhan Pamuk’la anlaşmamasını, onu yayınlayarak yayınevini mahkûm ettiğini, oysa ona verilen aynı parayla yılda en az 20-25 yazar yayınlayabileceğimizi, böylece ondan doğacak boşluğu doldurabileceğimizi söyledim. Erdal Öz, Orhan Pamuk’a istediği parayı vermedi. O da daha önceden anlaştığı İletişim Yayınları’na geçti.

Hatırlarsınız,

Yazının Devamını Oku

TEDA’nın bozuk terazisi

5 Ocak 2010
SİZE bir soru: Nobel Edebiyat Ödülü kazanmış bir yazarın ödülü aldığı yıl ve daha sonra İsveç’te devlet yardımı ile yayınlandığını hiç duydunuz mu?

Duymadınızsa duyun:

Yazarın Adı: Orhan Pamuk! Kitabın adı: Cevdet Bey ve Oğulları; Masumiyet Müzesi. Yayınevinin adı: Norstedts. Çevirmen: Mats Müllern.

* * *

TEDA Türk Kültür, Sanat ve Edebiyatı ile İlgili Eserlerin Türkçe Dışındaki Dillerde Yayımlanmasına Destek Projesi’dir.

TEDA, Türk kültür, sanat ve edebiyatının klasik ve çağdaş eserlerinin ilgili ülkelerin tanınmış yayınevlerince Türkçe dışındaki dillere çevrilmesi, o dilin konuşulduğu ülke veya ülkelerde yayınlanması, tanıtılması ve pazarlanması esasına dayalı özünde bir “çeviri ve yayım” destek projesidir.


Yazının Devamını Oku

Demek ki neymiş?..

3 Ocak 2010
ZEYTİNYAĞI gibi hep suyun üzerine çıktığı ve dün tükürdüğünü bugün yalamayı alışkanlık haline getirdiği için muhteremin adını vermeyeceğim.

Sadece bir ibretlik cümlesini alıntılayacağım: “Öcalan yol ayrımında: Ya bölünme ya uzlaşma! Yeni partinin nasıl olacağını tahmin etmek pek zor değil. Ortada iki seçenek var. Ya tam anlamıyla bir ‘PKK’nın sesi’ ve ‘Öcalan’ın temsilcisi’ olarak karşımıza çıkacak bir parti ile karşılaşacağız ve DTP’yi mumla arayacağız veya HADEP örneğindeki gibi, bambaşka bir yaklaşımla, karşımızda bir Türkiye partisi bulacağız. Öcalan’ın yapacağı bu seçim, PKK ve Kürt sorununun bir bölünmeye mi, yoksa bir uzlaşıya mı gideceğini ortaya koyacak.” (16.12.09)

* * *

AKP iktidarının sinsi politikasının Türkiye’yi etnik bölünmeye ve İslamcı irticaya götüreceğini öngörenlere, bu öngörüden ürkenlere karşı “paranoya” silahını kalleşçe kullanıyordu, kullanıyorlardı. “Daha fazla demokrasi Türkiye’yi bölmez! Bu hastalıklı kafaların, vehimli ruhların paranoyasıdır!” diyordu, diyorlardı.

Şimdi kalkmış kendisi, kendileri bölünmeden söz ediyor, söz ediyorlar. Hem de hiç mi hiç utanmadan! Zavallı günebakan, rüzgârgülü gazete yazıcılığı!

* * *

Kaç kez yazdım: Türkiye Kürtleri’nin durumu ne Wilson’un, ne Lenin’in, ne de Birleşmiş Milletler’in “Ulusların kendi kaderini tayin hakkı” bağlamına girer. Ama Kürtler, karatahtanın üzerindeki bütün yazıları silip özerklik, federasyon ya da bağımsızlık isteyebilirler. Ama bu isteğin jest ve mimiklerle ya da tercüman aracılığıyla değil, birkaç dilde aynı anda ve harbi ifade edilmesi gerekir.

Bu nedenle “Daha fazla demokrasi”, “Anadilde öğretim”, “Özerk yerel yönetim” gibi soyut talepler tercüme edildikleri zaman somutlaşırlar: Özerklik; federasyon ya da konfederasyon; bağımsızlık (ayrılık)!

* * *

Yazının Devamını Oku