Özdemir İnce

Devletle anlaşmışlar

24 Ağustos 2010
TÜRKİYE’nin siyasal söyleminde (discours) iyi şeyleri hükümetler, kötü işleri ise Devlet yapar. “Devlet” imgesi Osmanlı’dan kalmadır. Padişah ve onun devleti vardır. Hükümet yoktur.

Azerbaycan yolunda “kritik” açıklamalar yapan Cumhurbaşkanı Gül, “Devlet terörle masaya oturmaz, pazarlık yapmaz ama kurumları vardır. Devlet organları ne yapacağını bilir” demişti. Ayrıca, devletin terörle masaya oturmayacağını belirten Cumhurbaşkanı Gül, “Terörü bitirmek için devlet her yöntemi dener. Her yöntem denince bu hem silahlı mücadeledir hem de siyasi, diplomatik metotlar bunun içindedir” diye açıklamada bulunmuştu.

Bütün uygar ülkelerde olduğu gibi, söylemde (discours) “devlet”in yerini “hükümet” aldığı zaman bu memlekete demokrasi de uğrayacaktır. Doğrudur, masaya hükümet oturur.

ATEŞKES İSTEYEN HÜKÜMET

Anlatmak istediğimi bir benzetme yoluyla açıklayacağım: Devlet = Kamyon; Hükümet = Şoför! Şoför, şoför mahalline binip kontak anahtarıyla çalıştırmazsa kamyon sittinsene lök gibi yerinde durur. Şoför-hükümet olmaz ise kamyon-devlet kendi kendine hiçbir şey yapamaz! Somut bir örnek var, onu açıklamaya çalışalım. PKK terör örgütünün lider kadrosundan Murat Karayılan, PKK’nın 13 Ağustos’ta açıkladığı ‘eylem yapmama’ kararının Devlet ile Öcalan arasındaki temas sonucu alındığını öne sürmüş. Murat Karayılan’ın açıklaması şöyle:

“Devlet, önderliğimizle (Öcalan) geliştirdiği diyalog temelinde ateşkes talebinde bulundu. Kendisi devletten gelen istemi dikkate alarak barışa bir şans tanınması için hareketimize mesaj gönderdi.” (Akşam, 19 Ağustos 2010)

Murat Karayılan “Devlet” kavramını yanlış kullanıyor. Kamyon-devlet kimseyle görüşemez.

Devlet kurumları (MİT başta olmak üzere özel görevliler) hükümetin talimatı ve izni ile Öcalan ile görüşebilir. Görüşmüştür

Dolayısı ile Öcalan’dan ateşkes talebinde bulunan devlet değil hükümettir. Daha doğrusu AKP hükümetidir. Demek ki Başbakan’ın hükümeti PKK’dan ateşkes talebinde bulunmuş, Öcalan da barışa bir kez daha şans tanınması için çetesine haber uçurmuş ve bunun üzerine PKK 13 Ağustos’tan itibaren eylemsizlik kararı almış.

GENELLİKLE YALANLANIR

BDP de referandumda “Evet” demek için 5 koşul öne sürüyor: “Operasyonlar dursun, baraj insin, tutuklular bırakılsın, Anayasa değişsin, müzakere başlasın.”
BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “Hükümet ciddi adımlar atarsa müzakere süreci başlar, biz de Anayasa’yı destekleriz” demiş. (Radikal, 19 Ağustos 2010)

Selahattin Demirtaş, kavramı ve terminolojiyi doğru kullanarak “Hükümet” diyor.

Başbakan’ın şaşkınlık içinde tanık olduğumuz demeçleri ve davranışları, AKP’nin PKK ile temasa geçmesi olasılığını akla getiriyor. Murat Karayılan, hükümetin kendileriyle temasa geçtiğini söylüyor. Bu iddia hükümet tarafından yalanlanabilir ve yalanlandı. Zaten genellikle böyle yapılır. Ama bu, AKP hükümeti ile PKK’nın referandum konusunda işbirliği yaptığı kuşkusunu ortadan kaldırmayı başaramaz.
Yazının Devamını Oku

Türkiye’nin temelleri

22 Ağustos 2010
AZERBAYCAN yolunda “kritik” açıklamalar yapan Cumhurbaşkanı Gül, “Devlet terörle masaya oturmaz, pazarlık yapmaz ama kurumları vardır. Devlet organları ne yapacağını bilir” demiş.

Ayrıca, devletin terörle masaya oturmayacağını belirten Cumhurbaşkanı Gül, “Terörü bitirmek için devlet her yöntemi dener. Her yöntem denince bu hem silahlı mücadeledir, hem de siyasi, diplomatik metotlar bunun içindedir” diye açıklamada bulunmuş.
DERSİM DERSLERİ
Dersim isyanı (1937-1939) sırasında döneminin tek parti hükümeti anlaşılan günümüz hükümetinden daha açık görüşlü ve demokratik idi. İsyandan önce aşiret reisleri, şeyhler, derebeyleri ile görüşen devlet yetkilileri onlara yol yapımının, okul açmanın, karakol kurmanın toplumsal yararlarını anlattılar. Ama onlar “Bize mektep yapmayın, yol yapmayın, karakol kurmayın, yaptıklarınızı da yıkın!” diyerek isyan ettiler. Çünkü ellerinde bulundurdukları yerel iktidarın Cumhuriyet’in eline geçmesini istemiyorlardı.
Dersim ayaklanmasının bastırılmasından sonra, halkın son zamanlara kadar, CHP’ye oy vermesinin, Cumhuriyet’e sadık kalmasının tek nedeni işte budur. Çünkü halk Dersim’in başına yağan bombanın kimin iktidarını sona erdirip kimi özgürleştireceğini çok iyi biliyordu.
Dersim’e 1937-1939 arasında gelen huzur, PKK’nın saldırılarına kadar sürdü.
Yapılan büyük vaatlere karşın AKP politikasına teslim olmadı. Dersim’den çıkartılacak büyük dersler var ama ders almasını bilene.
* * *

Yazının Devamını Oku

Men dakka dukka!

21 Ağustos 2010
SELO Zem adlı bir okurdan Fatih Altaylı, Yiğit Bulut, Oktay Ekşi ve bana gönderilmiş bir e-posta aldım. Okur neden dördümüzü seçti? Bilemem. Belki başkalarına da gönderdi daha sonra. Ben kendi adıma bu mesajdan bir yazı çıkartacağım.

Mesajın metni şu: Platon’un (MÖ: 429-347) “Devlet”inden:

“Devrimler, birikmiş birçok kötülüklerin sonucudur. En sonunda demokrasi gelir. Demokrasinin esas prensibi halkın egemenliğidir. Ama milletin kendini yönetecekleri iyi seçebilmesi için yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması şarttır. EĞER BU SAĞLANMAZSA DEMOKRASİ, OTOKRASİYE GEÇEBİLİR.”

Eh, o halde: “OTOKRASİYE HAYIR!” TESELLLİSİZ GERÇEK

Platon (Eflatun) böyle bir şey söylemiş midir? Devlet’i tarayıp araştıracak değilim. İsterse Platon söylememiş olsun. Doğru söze ne denir?

Demokrasinin “Demokrasi” olabilmesi için elit nitelikli yöneticiler ile yetişkin ve iyi eğitim görmüş seçmen gerekiyor. Ara da bulasın, nerede var?

Yönetici elitler, elit niteliklerinden yoksun sıradan insanlar ise, seçmen de iyi eğitim görmemiş yetersiz insanlardan oluşan bir yığışım ise, ortaya doruklardan uçurumlara doğru yuvarlanan bir ülke çıkar.

Bu gerçek ortada iken “Bu millet 60 yıldır CHP’ye (ya da sola) oy vermiyor!” iddiası çırçıplak ortada kalır. Ama tesellisi olmayan bir gerçek bu!

ÇALARLAR KAPINI

Bir ülke düşünün ki Başbakan’ı referandumu kazanmak için önünü arkasını düşünmeden “Dersim’in başına İnönü bomba yağdırdı!” diye meydanlarda konuşmaktadır.

Ve böylece Cumhuriyet’in meşruiyetinin temellerini sarsmaktadır.

Bu Başbakan’a “PKK’yı yok etmek için sen neden Tunceli ormanlarını yaktırmaktasın?” sorusu sorulmaz mı?

“Sen neden Irak’ın kuzeyine karadan ve havadan akınlar yaptırmakta ve dağı-taşı bombalattırmaktasın?” diye sorulmaz mı?

1937’de Dersim’in tepesine elle atılan birkaç bomba ile 2010 teknolojisinin bombaları, sesten hızlı uçakları ve helikopterleri arasında karşılaştırma yapılmaz mı?
Başbakan’ın bir bakanı olan Egemen Bağış Bey ise “Hayır diyenin vatan sevgisiyle sıkıntısı vardır!” demiş.

Biri çıkıp “Tam tersine ‘Evet’ diyenler gerçek hainler, gerçek vatan satıcılarıdır!” dese ne olacak?

Ülkenin entelektüel düzenini ve düzeyini iktidarın zihinsel kapasitesi ve konuşma düzeyi belirler. Muhalefet hata yapıp hiza ve istikametine iktidardan bakarsa vay haline, vay halimize! O ülkeyi kaostan ve yıkılıştan hiçbir mucize kurtaramaz.

Eskiler “Men Dakka Dukka!” demişler ki “Çalma başkasının kapısını çalarlar kapını” demektir ve “Eden bulur!” anlamına gelir. 
Yazının Devamını Oku

Ava giden avlandı!

20 Ağustos 2010
BİLÂL N. Şimşir’in “Kürtçülük II” (Bilgi Yayınları) kitabından aktarıyorum: “Genelkurmay’ın emri ile Türk Hava Kuvvetleri’ne mensup uçakların 3 Mayıs 1937 günü Keçikesen köyünü bombalamasıyla isyana karşı genel askeri harekât başlamış oldu. 4 Mayıs’ta Cumhurbaşkanı Atatürk’ün başkanlık ettiği ve Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ın da katıldığı Bakanlar Kurulu toplantısında Dersim ayaklanmasına ilişkin tedbirler karşılaştırıldı ve uygulamaya koyuldu.” (s. 398)

DERSİM KADROSU

Dersim isyanının başlaması ve bastırılması arasında cumhuriyet devletini yönetenler:

Mustafa Kemal Atatürk: Cumhurbaşkanı

Başbakan: İsmet İnönü (1 Kasım 1937’ye kadar)

Başbakan: Celal Bayar (1 Kasım 1937-25 Ocak 1939)

İktisat Bakanı: Celal Bayar (1932-1937)

İçişleri Bakanı: Şükrü Kaya (İnönü ve Bayar hükümetlerinde)

Genelkurmay Başkanı: Mareşal Fevzi Çakmak

SIRADAN ÖĞRENCİLER


Dersim isyanının bastırılmasının yetkili ve sorumluları yukarıdadır. Buna dönemin Bakanlar Kurulu üyeleri ile TBMM üyelerinin tamamı eklenir. Ve sorumluluk eklene eklene yana ve aşağı doğru gider.

Demek ki Dersim’in başına bomba yağdıran, Başbakan Erdoğan’ın iddia ettiği gibi, sadece İsmet İnönü münafığı(!) değil, yukarıdaki kadrodur. Mustafa Kemal Atatürk + Mareşal Fevzi Çakmak + İsmet İnönü + Celal Bayar + Şükrü Kaya + Bakanlar Kurulu + TBMM +?

Bir başbakana bu kadar cehalet yakışmaz, yakışmamalı.

Ancak Yılmaz Özdil’in yazdığına göre (Hürriyet, 15 Ağustos 2010) ileri gelenleri arasında üniversiteye giriş sınavlarında ilk 10’a, ilk 100’e, ilk 1000’e giremeyen bir kadrodan daha fazla tarih bilgisi ve bilinci beklenemez.

Dersim’i İsmet İnönü’nün bombaladığını ileri süren Başbakan üniversiteye 106 binler arasında girmiş. Belki de 106 bin 999’uncu olmuş.

Bir ülkenin yönetici elitlerini(!) bu denli sıradan öğrenciler oluşturmuş ise vay halimize. Yönetmek için “halk çocuğu olmak” yetmez. Elit halk çocuğu olmak gerekir!

KARALAMA RUHSUZLUĞU


Öyle bir elit(!) ki kendi çıkarları için tarihsel gerçekleri tersine çevirebiliyor, kendi tarihini karalama ruhsuzluğunu göze alabiliyor. Bu kafayla, Yunanların gözüne girebilmek için, I ve II. İnönü savaşlarını kazanan komutanı, Sakarya Meydan Savaşı’nı kazanan komutanı, Kurtuluş Savaşı’nı yapan ve kazanan komutanları,
Cumhuriyet’i kuranları suçlayabilirler.

Yıllar önce, bütün halkların birbirine benzediğini; Fransız kasap, Alman bakkal, İngiliz şoför, İtalyan çiftçinin, Türk meslektaşlarından farklı olmadığını yazmış ve bütün farkın elitler arasındaki düzey farkından doğduğunu eklemiştim. Günümüzün iktidarının elitleri bu savımı doğrulamaktadır. Uygar ülkelerin elitleri kendi tarihlerini saptırmaz, tarih yapanlarını da suçlamaz!
Yazının Devamını Oku

AKP’nin imam hatip politikası

18 Ağustos 2010
AKP’nin en büyük amacının Galatasaray Lisesi’ni imam hatip lisesine dönüştürmek olduğunu söylersem, sakın abarttığımı sanmayın. Bu iş çoktan başladı. 10.08.10 tarihli Akşam Gazetesi’nde Ercan Öztürk’ün haberi:

“İstanbul Selimpaşa’da 700 öğrencinin eğitim gördüğü tek genel lise olan Selimpaşa Lisesi, imam hatip lisesine (İHL) dönüştürüldü. Selimpaşa Lisesi’ne yeni kayıtlar alınmazken 2010-2011 eğitim-öğretim döneminde sadece İHL için kayıtlar alınmaya başladı... Silivri Milli Eğitim Müdürlüğü’nün aldığı karar doğrultusunda önümüzdeki eğitim-öğretim yılında Selimpaşa Lisesi’nde 10-11-12 sınıf öğrencileri ile aynı binada yan yana eğitim görecek.”

ANAYASAL SUÇ


İmam hatipler üzerine yazdığım zaman iktidar partisinin dişleri zonklamaya başlıyor. Elinden gelse beni bir kaşık suda boğacak! Belirtileri, işaretleri var, biliyorum!

Türkiye’nin en önemli sorununun, Kıbrıs-Ermeni-Kürtçü sorunlarından çok daha önemli sorununun “imam hatip sorunu” olduğunu anlaması gerekenler hâlâ anlamış değiller.

Bağıra bağıra yazıyorum buraya: Selimpaşa Lisesi’nin İHL’ye dönüştürülmesi hem bir anayasal suç, hem de Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na aykırı olduğu için Anayasa’nın 174. maddesi tarafından korunan Devrim Yasaları’na göre suçtur.

İmam hatip aşkı uğruna şimdiye kadar binlerce kez Anayasa ve yasa ihlal edildi, ancak böylesi görülmedi: Yasal genel lise ile yasadışı bir İHL ortakyaşar (sembiyozis) hale getirildi.

Bir genel lise ile bir İHL’nin aynı çatı altında bulunması tam anlamıyla bir skandaldır.

Böyle bir şeye şimdiye kadar cüret edilmemişti. Bu bir denemedir. Tutarsa arkası gelecek. 2011-2012 ders yılında karma sınıflar bile açılabilir.

BİRLİĞE AĞIR SALDIRI


Belki ilk kez oluyor: Öğrenci velileri okulun İHL’ye dönüşmemesi için imza toplamış. İmzaları Milli Eğitim Müdürlüğü’ne teslim eden veliler, “Gençler birbirine karşı bir tatsızlık yapabilir” uyarısında bulunmuşlar.

Silivri Milli Eğitim Müdürü Halis İşler, konuya ilişkin olarak şunları söylemiş:

“Bakanlıktan talimat geldi, biz de uyguladık. Şimdi kademeli olarak buraya İHL’li öğrencileri alacağız. Üç yıl sonra burası tamamen İHL olarak hizmet verecek.”
Bir kez daha hatırlatmayı görev biliyorum: Böylesine bir davranış ülkenin “birlik ve bütünlüğü”ne yönelik çok ağır bir saldırıdır. Toplumun eğitim ve öğretim birlik ve bütünlüğü, Cumhuriyet’in toprak bütünlüğü kadar önemlidir. Zaten, Tevhid-i Tedrisat Kanunu bu bütünlüğü kurmak ve korumak için çıkartılmıştı.

Bu gerçeği bilmeyenler, iki türlü polis, iki türlü savcı, iki türlü yargıç, iki türlü vali, iki türlü kaymakam nasıl olur, mahkemeler nasıl birbiriyle çelişkili kararlar verir, diye şaşırıyorlar. Şaşırmak tam anlamıyla bir saçmalık: Birbiriyle çelişen karar veren ve uygulama yapan kamu hizmetlilerinin mezun olduğu liseleri araştırın, karşınıza Genel Lise ile İHL çıkacaktır.

Bu ikilik yüzünden Türkiye ikiye bölünmüştür. Bunun sonu çöküş ve yıkılıştır!
Yazının Devamını Oku

Hangi 12 Eylül?

17 Ağustos 2010
12 MART ve 12 Eylül ile hesaplaşmak isteyenler ilkin koruyucu kalkan AKP ile hesaplaşmak zorundadır. 12 Mart ile 12 Eylül’den beslenen AKP bu iki felaketle hesaplaşmak niyetinde değil, hesaplaşamaz. Hesaplaşırsa kendi varoluş neden ve dayanaklarını ifşa etmiş olur. Hesaplaşmak başka, intikam peşinde olmak başka. Bunu bilelim.

AKP 28 Şubat’tan intikam almak ister ama hesaplaşmak umurunda bile değil.

AKP hiçbir şeyle hesaplaşmayı göze alamaz. Çünkü hesaplaşma çuvalın tersine çevrilmesi anlamına gelir. Bunu kesinlikle göze alamaz. “Karanlık geçmiş” ve “kirli çamaşır” meselesi!

AKP, Cumhuriyet ile keşke hesaplaşsa. Göze alamaz bunu! O ancak intikam alır, intikam almak ister!

Referandum, Cumhuriyet’ten intikam alma girişimidir!

CUMHURİYET’TEN ÖÇ GÜNÜ


Evet! 12 Eylül referandumu, 12 Eylül darbesiyle, Askeri Vesayet ile hesaplaşma günü değil, Cumhuriyet’ten öç alma günüdür!

Bu, AKP için de böyledir, İslamcılar ile tarikat ve cemaatler için de böyledir; “Ana rahmine haklı düşmüş” 12 Mart ve 12 Eylül kalıntıları, eski “acilci” yeni “sağsolcu”lar için de böyledir. Demokrasi ve insan hakları da hak getire! Sadece oltaya takılan yem!

12 Mart ve 12 Eylül’ü alkışlayanlar; devrimcileri gammazlayıp ihbar edenler; iki dönemde işkence görenlere “OH!” çekenler; işkence görenlere “Ama onlar komünist!” deyip gerdan kırarak işkenceleri ve işkencecileri mazur gösterenler; 1980-2002 arasında ağızlarına 12 Eylül’e karşı tek cümle almayan münafıklar, hep birlikte, Referandum üzerinden ve bahanesiyle Cumhuriyet’ten intikam alacaklar!

Statükoyu değiştirmek istermiş gibi yapıp gerçekte statükoyu koruyan AKP ile işbirliği yapanlara veyl! Yazıklar olsun! Statüko sadece TSK vesayeti(!) ve bürokrasi despotizmi değildir. Çünkü, bürokrasi statükocu ve despot ise bu, AKP’nin kurduğu kendi bürokrasisi!

TSK ise ihanete uğramış, tuzağa düşmüş, kanadı kırık, pençesi dökülmüş bir kartal.

İKİYÜZLÜLERİN EVET TARZI

Büyük statüko vardır: Sermaye/emek ilişkisinin üzerine oturduğu statüko!

Bir de küçük statüko vardır: Anayasa + Seçim Kanunu + Partiler Kanunu + Seçim barajı üzerine oturan statüko.

Sünni mezhebinin ve onun tarikat ve cemaatlerinin yarattığı statükoyu da unutmayalım!

Görülmekte olan davalar, TSK vesayetini yıkmak için değil, Büyük ve Küçük statükoları korumak için açılmıştır. Siyasallaşan adalet mekanizması da statükonun parçasıdır.

Referandumu boykot etmeye niyetlenenlere gelince: Boykot statükoyu sürdürür ve onu güçlendirir. İdris Küçükömer’in safsatasında ileri sürüldüğü gibi
Türkiye’de “Sağ solda, sol sağda” değildir.

Evet, evettir, hayır da hayır. Evet statükoya evettir! Hayır statükoya hayır!
 
Boykot ise içinden pazarlıklı ikiyüzlülerin “Evet” deme tarzı!
Yazının Devamını Oku

Başbakan’ın tarih bilinci

15 Ağustos 2010
BAŞBAKAN, referandum mitinglerinde, bir zamanlar CHP’nin, Dersim’in (yani Tunceli’nin) başına bomba yağdırdığını tekrarlıyor. Amacı ne? İkinci Cumhuriyetçiler, yandan çarklı demokratçılar, sağsolcular ve zehir zemberek liberaller gibi tarihimizle yüzleşmek mi istiyor? Tarihle yüzleşmek isteyen Osmanlı’yla başlar!
Başlamak için sağlam bir tarih bilinci gerekir. Bu tarih bilincinin, Cumhuriyet’in ayağına bukağı, başına bela olan her şeyin Osmanlı’dan miras kaldığını bilmesi de gerekir. Osmanlı-Dersim ilişkisi can ciğer kuzu sarması mı idi?
ÇİÇEK Mİ VERECEKTİLER!
Başbakan, aslına bakarsanız, Dersim simgesi üzerinden giderek, Cumhuriyet dönemi Kürt isyanlarının türlü şekilde ezilmesinden hükümet partisi olarak CHP’yi sorumlu tutmakta ve günümüz Tuncelililerinden, referandumda “Evet!” oyu vererek, geçmişin intikamını CHP’den almalarını istemektedir.
Başbakan’ın bu tarih bilinci, dolaylı yoldan, ilk dönem (1923-1939) Cumhuriyet rejimini suçlamaktadır. Buna 1922 tarihli Koçgiri isyanının bastırılmasını da ekleyebiliriz.
Demek ki, bu bilince göre, dönemin Kürtçülük isyanlarına karşı yürüttükleri siyasetten dolayı İsmet İnönü ve Atatürk suçludur.
“CHP Dersim’in başına bomba yağdırdı” cümlesi, tek başına, yalıtılmış bir cümle de değildir. A’sından Z’sine bir dönemin tamamını suçlamaktadır.
Başbakan işine geldiği zaman, halkı acıtan bir işi hükümet partisi AKP’nin değil “devlet”in yaptığını söyler. CHP yerine AKP olsaydı, ne yapacaktı, isyancılara çiçek mi verecekti?
CHP politikasını eleştirdiğine göre, demek ki çiçek verecekti!
Şimdi, “Teyzemin bıyığı olsaydı dayım olurdu!” varsayımını bir yana bırakalım. Günümüze dönelim. Başbakan, meydanlarda, demokratik açılım sürecinden aldığı hız ve ilhamla, CHP’nin Dersim’in başına bomba yağdırdığını söylüyor. Amaç oy devşirmek için değil de tarihle yüzleşmek ise Başbakan’ın yapması gereken çok önemli şeyler var:
ÖCALAN’DAN ÖZÜR DİLE!
Başbakan’ın sadece bombalamadan söz etmesi yetmez. Dersimlilerden, yani günümüz Tuncelililerinden, hükümet ve devlet adına resmen özür dilemek zorundadır. Bu da yetmez aynı şeyi bütün Cumhuriyet dönemi için de yapmalıdır. Özel yasa çıkarmalıdır!
Bu da yetmez, Başbakan ve hükümeti, Seyyid Rıza, Şeyh Said gibi Kürtçü hareketlerin cezalandırılan bütün liderlerinin itibarlarını yasa ile iade etmelidir.
Bu da yetmez: Başbakan ilerde CHP’nin durumuna düşmemek için, tez elden PKK ile uzlaşmalı, genel af çıkarmalı, PKK ve Abdullah Öcalan’dan da özür dilemelidir!
Kusura bakılmasın, ben kuru deriden bal çıkarmıyorum. Bir edebiyatçı, yazınsal söylem ve edebiyat kuramı üzerine kitaplar yazmış bir yazar olarak, Başbakan’ın bir cümlesinin anlamını ve onun uzantılarını açıklıyorum. Dilin intikamı, başka intikamlara hiç benzemez! Ava çıkan avcıyı fena avlar!
Yazının Devamını Oku

Nankörlük sanatı

14 Ağustos 2010
NANKÖR (nân-kör), “Gördüğü iyiliği unutan; tuz, ekmek hakkı bilmeyen” demektir. Halkımız, “nankör”e “namkör” der. Annem de kızdığı zaman “Namkör” derdi. Nankörlük öyle kolay bir sanat değildir: Bu sanatta temayüz etmek için bellek, vicdan ve ar yeteneklerinden uzak olmak, uzak durmak gerekir. Yoksa her insanda bellek yeteneği, vicdan erdemi ve ar duygusu bulunur, vardır.
Bu nankörlük sanatı alanında Türkiye sağcıları ile hiç kimse yarışamaz.
Başbakan’ın sık sık tekrarladığı “CHP taş üstüne taş koymamıştır!” iddiası nankörlüğün en üstün ve doğurgan örneği sayılabilir.
CHP OLMASAYDI OLMAZLARDI
“CHP taş üstüne taş koymamıştır!” geleneksel cümlesini Adnan Menderes’ten başlayarak Türk sağının bütün mümtaz simaları söylemiştir.
Acaba öyle mi?
Adnan Menderes CHP saflarında bir lise (kolej) mezunu iken, parti içinde ilerlemesini sağlamak için CHP liderliği onu yeni açılan Hukuk Mektebi’ne yazdırmış ve mezun ettirmiştir. Daha sonra sağın birinci ve ikinci sınıf liderleri olacak olan zevat da milletvekili iken bu olanağı kullanmıştır.
Parasız yatılı olanağı olmasaydı, muhterem ve muhteşem Süleyman Demirel, Celal Bayar’ın deyişiyle “Su mühendisi” olamaz ve Çoban Sülü olarak kalırdı.
Pek emin değilim ama Erbakan Hoca da bu olanaktan bir şekilde yararlanmıştır. Parasız yatılı olanağından yararlanan muhteremlerin kimler olduğu Afyon, Erzurum, Erzincan ve Adana liselerinin arşivlerinde yer almaktadır.
Zamanımızın Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da Cumhuriyet’in nimetlerinden bol bol yararlanmıştır. Bunlar taş üstüne konulmuş taşlar değil midir?
ALT YAPI OLMASAYDI OLMAZDI
Sağcılar, Medeni Kanun’u, 1923-1945 arasında çıkarılan çağdaş kanunları hesaba almazlar, deftere yazmazlar. Akılları fikirleri ekonomik kalkınmadadır. Doğrudur!
Ama Türkiye’nin 1923-1939 arasındaki kalkınma hızı, 1950-2010 arasında ulaşılan kalkınma hızından çok daha fazladır. Demiryolları, iplik ve dokuma fabrikaları, şeker ve çimento fabrikaları CHP’nin eserleridir. Türk ağır sanayisinin anası olan Karabük Demir Çelik Fabrikası’nın temeli 3 Nisan 1937’de atılmıştır. Cumhuriyet kurulduğunda kişi başına düşen milli gelir 43 dolar iken 1939’da 90 dolara çıkmıştır. İmalat sanayisinin GSMH’deki payı 1929’da yüzde 9 iken 1939’da yüzde 17’ye yükselmiştir. Demokrat Parti’nin 1950’den sonra başlattığı savruk ve hesapsız kalkınma, CHP’nin kurduğu ve yarattığı altyapı olmasaydı havada kalırdı. 1960’tan sonra gerçekleşen ekonomik kalkınma da Planlama’nın eseridir.
NANKÖRLÜK ERDEMSİZLİKTİR
CHP’nin kurduğu Cumhuriyet olmasaydı, Pakistan, Afganistan, Yemen ve öteki İslam ülkelerinden bir parmak ileri gidemezdik. Nankörlük erdemsizliktir, fazilet yoksunluğudur. Nankör adama güvenilmez!
Yazının Devamını Oku