15 Şubat 2011
ESKİ tüfeklerden bir militan dost, CHP üzerine yaptığımız derin bir sohbetten sonra, bana guguk kuşunun öyküsünü anlatan bir metin göndereceğini söylemişti. Gönderdiği metin epeydir bilgisayarımda bekliyor. Birlikte okuyalım:
YUVADAN ATILAN YUMURTALAR
“Sovyetler Birliği dağılmadan önce diğer ülkelerin komünist partileri üyelerini Moskova Parti Okulu’na siyasi eğitim için gönderirlerdi ve komünist hareketin önde gelen isimleri oraya seminer ya da konferans vermek için giderdi. Anlatacağım olay ABD Komünist Partisi Başkanı Gus Hall’la ilgili.
Bu arada kısaca ABD KP tarihine göz attığımızda görürüz ki bu parti İkinci Dünya Savaşı sonrasında ağır bir likidasyon (tasfiye) geçirmiş ve sonra kendisini toparlaması uzun yıllar almıştır. Gus Hall çelik işçiliğinden gelme bir komünisttir, kendisi yaşamı boyunca ilkelerine sadık kalmaya özen göstermiş ve bu uğurda mücadele etmiştir. ABD gibi bir ülkede Komünist Partisi’nin saygınlığını korumanın her seyden önemli olduğunu düşünmüştür.
Gus Hall 70’li yılların sonunda Sovyetler’e gider ve Moskova Parti Okulu’nda bir konferans verir, ancak diğer partilerden farklı olarak ABD KP Moskova Parti Okulu’na eğitim için üye göndermez. Konferans sırasında bunun nedeni sorulur. Bu arada Gus Hall’un Sovyetler Birliği’ni savunmakla birlikte SSCB parti yönetimine ideolojik eleştirilerinin olduğu da bir sır değildir. Gus Hall soruya şöyle cevap verir: ‘Siz guguk kuşunu bilir misiniz? Bu kuş Macaristan’da yaşar ve en önemli özelliği yumurtlama döneminde diğer kuşların yuvasına gider, ana kuş yuvadan ayrıldığında onun yumurtalarını atar kendi yumurtalarını koyar.’
Senin CHP’nin tavizleri ile ilgili yazılarını okuyunca bu olayı hatırlamıştım.”
TESTİN ÖLÇÜSÜ BASİT: 6 OK
CHP kuruluşundan itibaren parti içi demokrasiyi en üst düzeyde uygulamış bir partidir. Tek parti dönemi CHP kongre tutanaklarını, parti meclisi tutanaklarını okuyanlar bunu çok iyi bilir. Konuşmaları okuyanlar, ister istemez, bu karşı devrimcilerin CHP’de ne işi var, diye düşünür.
Zamanı gelince bu zevat CHP’den ayrılmış ve Demokrat Parti’yi kurmuştur. Aynı sıkıntı Ortanın Solu döneminde de yaşandı. 2011’de de yaşanıyor, yaşanacak!
“Limonluk” metaforu yaparak 1950’den önce CHP’de yuvalanan karşı devrimci akımların öyküsünü birkaç kez yazmıştım. Karşı devrimci nereden çıktı, CHP’nin limonluğundan (yani folluğundan, kuş yuvasından) değil mi?
CHP yenilenme ve yenileşme programı çerçevesinde dışarıya açılıyorum derken, yanlış yumurtalardan yavru çıkarmamalı. Kuluçkaya yatmadan önce mutlaka yumurta testi yaptırmalı. Testin ölçüsü çok basit: 6 Ok testi! Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik, Devrimcilik! 6 Ok’un hiçbir okunun miadı dolmuş, eskimiş ve ölmüş değil. Bu altı ilkeyi sarmalayan iki ilke vardır ki bu iki ilke 6 Ok’un can suyudur: Tam Bağımsızlık ve Çağdaşlaşma! Çağdaşlaşma 6 Ok’u da kapsar. Çağdaşlaşma sayesinde altı ilke çağa uyum sağlar. Ancak altı ilke sil baştan yeniden yorumlanamaz.
Kim ki başta laiklik olmak üzere bu altı oku, “küreselleşme” ve “liberal demokrasi” adına, yeniden yorumlamak istemektedir, biliniz ki guguk kuşu yumurtasından çıkmıştır!
Yazının Devamını Oku 13 Şubat 2011
DEĞERLİ dostum Ali Erten, babası Muammer Erten’le ilgili “Topraktan Parlamentoya Muammer Erten” (Boyut Yayınları) adlı bir kitap gönderdi. Kitabı yayına CHP tarihi üzerine çalışmalar yapan Doç. Dr. Hakkı Uyar hazırlamış. Aktif politikayı 1973 yılında bıraktığı, Ortanın Solu’nun üzerine de ölü toprağı serpildiği için Muammer Erten’i biraz anımsamamız gerekiyor:
CUMHURİYET MUCİZESİ
Muammer Erten (1923-1994) Isparta’nın Atabey nahiyesinde doğdu. İlkokulu Atabey’de okudu. Orta 3’ten itibaren Cumhuriyet’in Anadolu çocukları için yarattığı Parasız Yatılı (Leyli Meccani) mucizesinden yararlandı. Tıpkı arkadaşı İslamköylü Süleyman Demirel gibi. Parasız yatılı sınavını kazanınca önce İstanbul Haydarpaşa Lisesi’ne verildi. Ancak bu lisenin müdürü taşralılardan hoşlanmadığı için kısa bir süre sonra Balıkesir Lisesi’ne gönderildi.
Muammer Erten, Ankara Hukuk Fakültesi’nde de Parasız Yatılı mucizesinden yararlanmıştır. Tıpkı İstanbul Teknik Üniversitesi’nde bu mucize sayesinde okuyan Süleyman Demirel gibi.
(Osmanlı döneminden Cumhuriyet’e 4194 ilkokul, 69 ortaokul, 13 lise, 20 öğretmen okulu, 17 sanat okulu, 1 Darülfünun, 6 yüksekokul ve birkaç meslek okulu miras kalmıştır. Prof. Dr. İrfan Erdoğan, Milli Eğitime Dair, Nobel Yayın Dağıtım, s. 4) Bu 18 liseden ikisi Haydarpaşa ve Balıkesir liseleri idi.
PEKİ NEDEN BIRAKTI?
Savcılık ve yargıçlık yaptı. 1958’de CHP’ye girerek politikaya atıldı. 1961 seçimlerinde Manisa’dan ilk kez milletvekili seçildi. Daha sonra iki dönem daha milletvekili seçildi. 25 Aralık 1963-20 Şubat 1965 tarihleri arasında, İsmet İnönü Hükümeti’nde Sanayi Bakanı oldu. CHP içindeki Ortanın Solu hareketinin 18. Kurultay’da yönetime gelmesi üzerine 1966-1969 yılları arasında parti genel sekreter yardımcılığı yaptı. 1973 yılında kendi isteği ile politikadan çekildi. Demek ki topu topu 15 yıl politikada kalmış.
Muammer Erten’in Sanayi Bakanlığı yaptığı kabinede, Bülent Ecevit Çalışma Bakanı, Ali İhsan Göğüş Turizm ve Tanıtma Bakanı ve Arif Hüdai Oral ise Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı idi. Gençler! Muammer Erten 1973 yılında politikayı neden bıraktı acaba?
AÇ AÇ YARIŞINA GİRME
Şimdi geldik bu yazıyı yazmama yol açan olaya (s. 154-155):
Günümüzün çok demokrat(!) milliyetçi-muhafazakâr sağcıları o dönemde TİP için “Moskova’ya Moskova’ya!” diye tepinir, CHP için de “Ortanın Solu Moskova Yolu!” diye bağırırlardı.
“Halkın değerleriyle barışma”ya meraklı Bülent Ecevit, 4 Mart 1967 günü, Konya’da bu iddialara cevap verirken “Ortanın Solu Hazreti Muhammed’in yolu!” demiş. Bunun üzerine Konya Cumhuriyet Savcılığı “Dini politikaya alet etmek”ten hakkında soruşturma açmış. Bunu öğrenen İnönü, Ecevit’e büyük bir öfkeyle şöyle çıkışmış:
“Sen nasıl böyle konuşursun. Sen bir adım attın, iki adım attın, onlarla kaç adıma kadar yarışabilirsin!?”
Yeni politika arayan CHP yöneticileri, iş ve atılımlarında, İnönü’nün bu cümlesini asla unutmamalı! Mazbut mahalle kızı, profesyonel dansöz ile “Aç! Aç!” yarışına girerse rezil olur!
Yazının Devamını Oku 12 Şubat 2011
DIŞ Dinamik (Emperyalizm) ile İç Dinamik (İrtica), Kahire’nin Tahrir Meydanı’nda Kemalizm’e karşı birleşti! Mısır’ın değişimci ve yenilikçi güçleri(!) Tahrir Meydanı’nda Kemalizm’e karşı başkaldırdı! Televizyon münazaracıları, Tahrir Meydanı tiyatro sahnesinde, gerçekte, Laik ve Demokratik Türkiye Cumhuriyeti tartışılıyor. Ben kestirmeden söyleyeyim: Dış ve iç dinamiklere karşı Türkiye Cumhuriyeti bir gün gerçekten laik ve demokratik olabilir, ama Mısır’da böyle bir dönüşüm asla ol(a)maz. Neden olamayacağını birkaç gündür anlatıyorum.
ANTİEMPERYALİST Mİ?
Sol kaçkınları ve Selefî İslamcılar, Kemalizm ile Mübarek rejimi arasında (sefilce) paralellik, özdeşlik kuruyorlar. Aynı anda, laik, antiemperyalist, çağının çağdaşı ve tam bağımsızlıkçı olmadan Kemalist olmak mümkün mü? Mümkün değil! Biri bile eksik olmamalı. Arap halkının Anglo-Sakson, Anglo-Amerikan ve Hıristiyan düşmanlığının antiemperyalizm ile ne ilişkisi var? Mısır rejimleri herhangi bir dönemde laik ya da tam bağımsızlıkçı oldu mu? Üçüncü Dünyacı Nâsır bile İngiltere, Fransa ve ABD’ye karşı bağımsızlığını Sovyetler Birliği’ne ipotek etmemiş miydi?
Utanmazlık bu kadarla kalmıyor: Türk Silahlı Kuvvetleri ile Mısır Silahlı Kuvvetleri karşılaştırılıyor, özdeşleştiriliyor. İki silahlı kuvvetler de himayeci ve vesayetçi imiş! Bunun doğru olduğunu kabul edip sorumuzu soralım: Neyi himaye ediyorlar, kime vasilik ediyorlar?
Türkiye ile ilgili olanına bir sol kaçkını, bir Selefi İslamcı şöyle cevap verir:
“TSK, anayasanın değişmez maddelerini himaye ediyor; laik düzene vasilik yapıyor!”
Kime karşı yapıyor bunları iç (irtica) ve dış (emperyalizm) güçlere karşı. Cumhuriyet’i koruyor. Mısır ordusu, sadece, dikta rejimini korudu, koruyor. Türk ordusu Kemalist bir ordu. Mısır ordusu ise tepeden tırnağa antikemalist!
BOP HALA MASADAYMIŞ
Bizdeki irtica ve emperyalizmin, Mısır ve Tahrir Meydanı üzerinden giderek, tek amacı var: Türkiye’de AKP iktidarının ılımlı İslam politika ve rejimini meşrulaştırmak, sağlamlaştırmak; türlü fitne, fesat ve desise ile bu rejimi yüzde 42’ye kabul ettirmek.
AKP iktidarının (sözde) ılımlı İslam takımının teknik direktörü, CIA’nın eski Türkiye sorumlusu ve CIA’nın eski başkan yardımcısı Graham E. Fuller neden şu günler ülkemizde gündemde? “İslamsız Dünya” adlı kitabının Tahrir Meydanı günlerinde yayınlanmış olması basit bir rastlantı mı, yoksa Ilımlı İslam fitne ve fesadının oluşturucu bir parçası mı?
Şenay Yıldız’ın Graham E. Fuller ile yaptığı söyleşinin Akşam Gazetesi’nde (7-8 Şubat 2011) yayınlanması planlı mı, reyting kaygısı ile mi, yoksa naif bir rastlantı mı?
Graham E. Fuller’e göre: Ortadoğu’da Türkiye’nin liderliğinde yeni bir çağ başlamış; ABD’nin 21’inci yüzyılın Amerikan yüzyılı olacağı hayali çökmüş; aralarında Türkiye’nin de olduğu başka aktörler sahneye çıkmış! CIA’nın, Beyaz Saray’ın, Pentagon’un izni olmadan bunları söylemeye kim cesaret edebilir? Ve gözdağı veriyor: “BOP, bir Amerikan ideali ve hâlâ masada duruyor!” Tahrir Meydanı’ndan, BOP mu, yoksa demokrasi mi çıkacak?
Bu ideale göre BOP bölgesinde Ilımlı İslam egemen olacak. Bu programın gerçekleşmesi için, Türkiye’de Kemalist laik zihniyetin (idealin) mutlaka ezilmesi gerek. Yoksa ABD Müslüman Kardeşler’i denetim altında tutamaz! Durum bundan ibarettir!
Yazının Devamını Oku 11 Şubat 2011
MEKKE-Medine’den Bağdat’a, Bağdat’tan Endülüs’e, Endülüs’ten Fas’a Arap tarihini bilmeyeceksin; klasik ve çağdaş Arap edebiyatından ve şiirinden haberin olmayacak; hayatının herhangi bir gününde entarili bir Arap’la ya da Arap aydınıyla çağdaşlığı ve laikliği konuşmuş ve tartışmış olmayacaksın, ama Mısır ve Tunus hakkında konuş baba konuşacaksın! Bu sadece üç tarafı denizlerle çevrili, Doğu ve Batı arasında stratejik medeniyet köprüsü(!) durumuna sahip Türkiye’de olur. Televizyona çıkarsın, gazetelerde yazı yazarsın. İşkembe-i kübradan! Ambargosu, sansürü, cezası yok! Tersine, ödülü var!
* * *
9 Şubat Çarşamba günkü yazımda adını vermeden andığım, Müslüman Kardeşler örgütünün liderlerinden Dr. Aşraf Abdelgaffar ile yapılan bir söyleşi yayınlandı. Akşam Gazetesi’nde (Şenay Yıldız, 9.02.11). Mısır konusunda işkembe-i kübradan atanlar bu söyleşiyi okuyunca apışıp kalmıştır.
Tahrir Meydanı’nda toplananlar laiklik yandaşıymış! Hadi canım sen de!
Tahrir Meydanı’nda toplananlar Türkiye modeli (ya da benzeri) bir rejim istiyormuş! Hadi canım sen de!
Şenay Yıldız soruyor: Mısır’ın laik bir yapıya kavuşması konusunda ne düşünüyorsunuz?
Dr.Aşraf Abdelgaffar cevap veriyor: Mısır, en başından beri, Mübarek rejimi döneminde bile anayasal olarak laik bir devlet değildi. Bu bizim kültürümüz.
Özdemir İnce, 9 Şubat yazısında ne yazmış?: “İslam, Türkler için, içine Şamanizm ve hurafe karışmış bir dindir, sadece bir dindir. İslam, Araplar için, önce bir uygarlık ve kültürdür, konuşulan ve yazılan bir dildir, tarihtir, gündelik hayattır yani her şeydir. Bu İslam’ın içinde İslam öncesine ait yerel inançlar ve hurafeler de kaynamaktadır.
Bu nedenle, bizimkiler, eşitlikten, özgürlükten söz eden (üniversite öğretim üyesi) bir Arap feminist kadının laiklikten hiç söz etmemesine hep şaşırırlar.”
* * *
Yani: Müslüman Kardeşler’in katkısı olsun olmasın, Mısır’ın yeni anayasasında “Mısır cumhuriyeti demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” diye bir madde olmayacak.
Dr. Aşraf Abdelgaffar bunu söylüyor. Tıpkı benim yıllardır yazıp söylediğim gibi.
Ancak Dr. Aşraf Abdelgaffar’ın yöneticilerinden biri olduğu Müslüman Kardeşler hakkında söyledikleri doğru değil!
Dr. Abdelgaffar, örgütlerinin hiçbir şekilde “radikal” olmadığını ileri sürüyor. Anlaşılan söyleşiyi yapan Şenay Yıldız Müslüman Kardeşler örgütünü gerektiği kadar bile tanımıyor. Dr. Abdelgaffar Mısır halkının (dolayısıyla kendilerinin) şiddetten yana olmadığını belirttikten sonra “Biz barışçıl insanlarız ve barışçıl şekilde rejimi değiştirmeye çalışıyoruz” diyor.
Yönetimi değiştirmek başka, rejimi değiştirmek başka. Dr. Abdelgaffar Mısır’ın mevcut rejimini İslami yönetim-rejimine dönüştürmek istediklerini söylemek istiyor. Türkiye’den ihraç (ithal) edilecek ABD patentli Ilımlı İslam’ı elinin tersiyle fırlatıp atıyor.
Şenay Yıldız, muhatabına nasıl bir rejim kurmak istediklerini sorsaydı, benim yazdıklarımı cevap olarak alırdı. Ortada bir örnek var ise, o, AKP’nin Müslüman Kardeşler’in peşinden gittiğidir.
Yazının Devamını Oku 9 Şubat 2011
KAÇ kez yazdım! Bir kez daha yazacağım: İslam, Türkler için, içine Şamanizm ve hurafe karışmış bir dindir, sadece bir dindir. İslam, Araplar için, önce bir uygarlık ve kültürdür, konuşulan ve yazılan bir dildir, tarihtir, gündelik hayattır yani her şeydir. Bu İslam’ın içinde İslam öncesine ait yerel inançlar ve hurafeler de kaynamaktadır.
Bu nedenle, bizimkiler, eşitlikten, özgürlükten söz eden (üniversite öğretim üyesi) bir Arap feminist kadının laiklikten hiç söz etmemesine hep şaşırırlar.
Bir Türk, ateist ya da İslam karşıtı olmadan, İslami çevrimin dışında kalabilir. Zaten kalmaktadır. Bu durumun, Türk’ün “Etrak-ı bi-idrak” olmasıyla herhangi bir ilişkisi yoktur. Ama bir ateist Arap bile İslami çevrimin (kürenin, ekolojinin) içinde yaşar ve bundan asla rahatsız olmaz. Aslında kurtulamaz!
LAİK ARAP BULMAK
Bu nedenle, devrimci, ihtilalci, cumhuriyetçi, demokrat, feminist, komünist Arap’a sık sık rastlayabilirsiniz, ama laik bir Arap bulabilmek için pertavsız kullanmanız gerekir. Efendim, mesele bundan ibarettir!
Türkiye’den kimse Mısır’a devrimci ve laik bir rejim ihraç edemez ama laik olmayan Türkler Mısır’dan Selefilik, Müslüman Kardeşlercilik ithal edebilir. Zaten etmiştir. Bu ithal mama ile beslenmiş olan bebeler, şimdi, Türkiye Cumhuriyeti’nin iktidar koltuklarında oturmaktadır. Kimse bilir-bilmez konuşmasın! Türkiye’de, YÖK’ün bir türlü diploma eşitlemesini beceremediği kaç el-Ezher mezunu vardır acaba? Bu insanlar neden el-Ezher’e gitmiştir?
Bizim İslamcı ve eyyamcı basına bakarsanız, Tahrir Meydanı’nı dolduran isyancılar başlarına Recep Tayyip Erdoğan kılığında bir devlet kuşunun konmasını beklemektedir. Bir bayan televizyon spikerinin İstanbul’da bulunan (neden acaba?) Müslüman Kardeşler yüksek sorumlularından birine “Erdoğan gibi bir lider mi bekliyorsunuz?” diye sorduğuna bile tanık olduk. Sorunun yanıtını iki gün önce Mısır büyükelçisi verdi: “Türkiye bize örnek olamaz!”
ATATÜRK VARSA GÖNDERİN
İşin aslına bakarsanız, hiçbir aklı başında Arap, R.T. Erdoğan gibi bir “reis” istemez ama R.T. Erdoğan’ın Davoslar’da “One minute” çekmesini bir din kardeşi olarak bekler.
Mısırlılarla yakın ilişkisi bulunan bir okur bana, “Mısırlı ve diğer Arap arkadaşlarım ne diyor biliyor musunuz?” diye sorduktan sonra kendisi cevap veriyor bu soruya: “Bizde Tayyip Erdoğan gibisi çok var, laflarına karnımız tok. Eğer sizde Atatürk gibisi varsa yardıma onu yollayın!”
Bu mesajı gönderenler, Atatürk’ü “kâfir” sayan Müslüman Kardeşler değil. Onlar Türkiye’ye benzemek istemiyorlar, Türkiye’nin tamamının kendilerine benzemesini bekliyorlar.
TURİST OLMAK YETMEZ
Başta televizyon ekranında oturup münazara yöneten genç hanımlar olmak üzere, kimileri insan beyninin bilgi salgılayan bir salgı bezi olduğunu sanıyorlar. Mağrip’ten Maşrık’a Araplar hakkında konuşmak için, turist olarak o coğrafyada bulunmak yetmez. Dün adını verdiğim kitapla birlikte Faik Bulut’un (Cumhuriyet Kitap) kitaplarını, Tunuslu Abdelwahab Meddeb’in İslam’ın Hastalığı’nı (Metis), Selin Çağlayan’ın “Müslüman Kardeşler’den Yeni Osmanlılara İslamcılık”ını hemen okumak gerek. Sonra da sıkı bir araştırma yapıp başka kitaplar bulmak. Dikkat! 29.12.10 tarihli yazımın adı “Mısır Türkiye’nin Geleceğidir! idi.
Yazının Devamını Oku 8 Şubat 2011
MÜSLÜMAN Kar-deşler’in Mısır’da Türkiye’nin rejiminin benzeri bir yönetim tarzı istediğine dair bir tevatür dolaşıyor ortalıkta. Laiklik denen o büyük engelle birlikte bunun mümkün olduğunu ve olacağını sanmıyorum. Ancak onların istediği rejim AKP hükümetininkine benzer bir rejim olabilir. O da AKP rejiminin görünen değil görünmeyen yüzüdür.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Başbakanı da aralarında olmak üzere günümüz AKP’sinin bütün ileri gelenleri, Hasan el-Benna ve Seyyid Kutup gibi Müslüman Kardeşler önder ve kuramcılarının rahle-i tedrisinden geçmiştir. 1970’li yıllarda bu iki önderin kitaplarını hatmetmişlerdir. Şimdi bile ezberden tekrarlayabilirler!
Başbakan Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde Müslüman Kardeşler liderlerini ağırlamış (Cumhuriyet, 04.12.03), ilk başbakanlığı döneminde MK’ya gösterdiği yakın ilgi dolayısıyla Mübarek yönetimini epeyce kızdırmıştı.
ATATÜRK’E İYİ BAKMAZLAR
Hasan el-Benna ile Seyyid Kutup’un kitaplarının Türkçe çevirilerini bulmak mümkündür ama Müslüman Kardeşler’in ne ve kim olduğunu konu edinmiş kitap hemen hemen yok gibidir. Ben bir tek kitap biliyorum: Yrd. Doç. Dr. A. Vehbi Ecer, ‘Tarihte ve Günümüzde İhvan Ül-Müslimin Örgütü’, Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri, 1992-2000.
Müslüman Kardeşler’in, Atatürk’e ve devrimci cumhuriyete sempati duyduğunu söylemek mümkün değil. Dr. A. Vehbi Ecer, adını verdiğimi kitabında bu konuda şunları yazıyor: “Çağdaşlaşmayı ve batılılaşmayı Hıristiyanlaşmak ve Müslüman olmaktan çıkmak olarak gören Müslüman Kardeşler (MK), Türk kurtuluş hareketini olduğu kadar Atatürk’ün kurduğu laik, demokratik ve milli devletin mahiyetini de anlamaktan mahrumdur. Hasan el-Benna ‘İslamın emrini hükümran kılıp ictimai nizamın tatbikini istedikten sonra ‘Bu hüküm yerine gelmedikçe, insanlar Allah’ın hükmüyle hükmetmedikçe herkes günahkârdır’ demekte; Seyyid Kutup ise buna razı olmayarak ‘kâfirdir’ hükmünü vermektedir. Bu sebeple, ‘Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir’ ilkesine ve bu ilkenin sahibi Atatürk’e iyi gözle bakmamaları tabiidir. Hasan el-Benna Türkiye’yi tamamen Batı medeniyeti (zihniyeti) altında kalan ülkeler grubunda sayar. Atatürk’ün inkılap hareketini ve 1924 yılında hilafeti kaldırmasını dinden insanları uzaklaştırma hareketi olarak görür. Hatta Atatürk hakkında ‘Türkiye’de İslam’ı yıkan insan’ tabirini kullanacak kadar insafsız ifadeler kullanırlar.” (s. 92-93) Yazar, sayfanın altında aralarında el-Benna da olmak üzere kaynaklarını açıklar.
HEP MISIR ETKİLEMİŞ
Müslüman Kardeşler’in ikinci önder ve kuramcısı Seyyid Kutup, İslam şeriatının egemen olduğu tek bir Müslüman devleti düşünmektedir: “Meydanda tek hizip (topluluk, grup) vardır, o da Allah’ın hizbidir. Bunun sayısı hiçbir zaman artmaz. Meydanda tek nizam vardır, o da İslam nizamıdır. Geriye kalanların topu cahiliyet nizamıdır. Meydanda tek şeriat vardır, o da Allah’ın şeriatı!” (s. 99)
Tarih boyunca hep Mısır Türkiye’yi etkilemiş ve bunun tersi hiç görülmemiştir. Bu nedenle Müslüman Kardeşler Türkiye’den etkilenmez, tam tersine Türkiye’yi etkiler. Zaten etkilemekte, etkilemekteydi. Mısır laik ve demokratik bir cumhuriyet istemiyor. Onun gönlünde yatan (nasıl olacak ise) adil, merhametli ve açık elli bir Selefi Despot!
Yazının Devamını Oku 6 Şubat 2011
DÜNKÜ yazımda söz vermiştim: Acem Keykâvus’un kaleme alıp, Sultan II. Murad Han’ın buyruğu ile Mercimek Ahmed tarafından Türkçeye çevirilen Kâbusname’nin 15. maddesini aktaracağım. “Cinsi münasebette yararlısı ve zararlısı hangisidir onu beyan eder” adlı bölümü birlikte okuyacağız. Keykâvus yazmış, Mercimek Ahmed Türkçeye çevirmiş olsa da, padişah buyruğu üzerine güzel dilimize çevrilmiş olduğu için, kitabın yayıncısı Sultan II. Murad Han sayılır. Sultan’ın torunları olan bizler, onun cinsel ilişki konusundaki buyruklarını dikkatlice okumak zorundayız ki okuyalım:
SICAK HAMAMDA VE SOĞUKTA CİMA ETME
“Şöyle bilmiş ol ey oğul, cima etmek (cinsel ilişki) dünyanın lezzetlerinden bir ulu lezzettir, ama onun lezzetine aldanıp kendini çok verme, tâ ki vücudun güçten düşmesin. Eğer kendini yenemezsen bari sevdiğinle cima etme, tâ ki sevgi yapısı çatlamasın. Çünkü sevgi sıcak bir nesnedir ve cima soğuk bir harekettir, kuşkusuz bu soğuk o sıcağı bozar. Kısacası eğer sevdiğinle yatmakta da yenemezsen kendini, bari sarhoşken cima etme, çünkü her cimada bir lezzet fark edilir dimağda, ama dimağ şarabın etkisiyle dolu olursa, ne cima ettiğini bilir kişi ve ne de cimanın lezzetini.”
“Ama büsbütün çaresiz olunca, hiç değilse mahmurken cima etmek daha iyidir, sefasından haberdar olursun; o da arada bir gerek. Kişi buldukça bunamamak gerek, yani ele geçtikçe iş buymuş dememek gerek. Çünkü her ele geçtikçe cima etmek hayvanların işidir, hayvanlar vakitli vakitsiz bilmezler, ne vakit eline geçerse yapmaya başlarlar. Öyleyse insan olan vaktini gözlemeli, tâ ki hayvanla onun arasında fark olsun, bilinsin ki bu insandır ve o hayvandır.”
“Ondan sonra, eğilimin iki tarafa, yani kul ve cariye olan hizmetkârlarından birine olmasın, tâ ki ikisinden biri sana düşman olmaya. Üstelik ikisini eşit olarak gözetirsen, hem kulun hem de cariyenin hizmetinden iki türlü sefa kazanırsın.”
“Çok cima etmenin zararı var, dedim, az etmenin de zararı var. O halde her şeyin ortası hoştur, o da iştiha ile; yani aşırı istekle (olursa) hoştur. Ama ister aşırı isteğin olsun, ister olmasın, elbette sıcak hamamda, sıcak günde ve çok soğukta cima etme, çok zararlıdır, hele yaşlılık deminde olursa. Oysa ilk baharda gayet hoştur cima etmek ve tabiata uygundur. Çünkü ilk baharın tabiatı ılıktır. Bahar havası ılık olunca, çeşmelerde ve pınarlarda su çok olur, âlemde hoşluk ve rahatlık artar. Ne zaman ki evren böyle olur (âlem-i kübrada) sular artarsa, bizim de vücudumuzda, ki tenimiz âlem-i sugrâdır, kan artar ve kandan şehvet artar, işte şehvetin arttığı vakit cima safalı olur ve zararsız olur. Görmez misin ki damarda kan fazla olursa kan aldırmak yararlıdır, ama damar boş olursa ve (kişi) kan aldırırsa zararı dokunur. Öyleyse belde meni olmazsa cimanın ne yararı vardır?”
UYGUN ŞARAP VE YEMEKLE ÇOĞALAN KANI DURDUR
“Sonra kan aldırmak istersen çok sıcakta ve çok soğukta kan aldırma. Eğer kan çoğalıp artarsa kanı durdurmak ardınca ol, uygun şaraplarla ve yemeklerle. Ağırlaşıncaya kadar yeme, yani usanıncaya kadar cima etme vesselâm.”
¡ ¡ ¡
II. Sultan Murad Han, ne iyi etmiş de “Kâbusname”yi dilimize çevirtmiş. Ama sanmam ki Bülent Arınç okumuş olsun! Lakin Kuran’ın Türkçe mealini mutlaka okumuştur. Zamanenin “seks” dediği şu güzelim cima konusunda ne buyuruyor Kutsal Kitab?
Yazının Devamını Oku 5 Şubat 2011
TRT’den sorumlu Devlet Bakanı Bülent Arınç güzel konuşuyor da kitap okumayı seviyor mu acaba? Sevse de sevmese de ortak geçmişimizle ilgili bir kitap var, adı Kâbusname (Tercüman, 1001 Temel Eser), bu kitabı okumasını salık vereceğim. Atalarımızın geleneği, yaşama ve düşünce tarzı ne imiş, iyice anımsar ya da öğrenir. Emir Unsurü’l-Maâli Keykâvus’un 1082 yılında kaleme aldığı kitabı, Sultan II. Murad’ın buyruğu ile Mercimek Ahmed 1431-1432 yıllarında güzel Türkçemize çevirmişti. İlyasoğlu Mercimek Ahmed çeviri serüvenini şöyle anlatıyor:
BU KİTAP ÇIPLAKTIR
“Esirgeyen ve Bağışlayan Tanrı’nın Adıyla! Âlemlerin yaratıcısı olan Tanrı’ya şükürler olsun, salât ve selâm yarattıklarının en ulusu Muhammed’e, soyuna ve arkadaşlarına olsun.
Şöyle bilmek gerekir ki, insanlar arasında Tanrı’nın yarattıklarının en güçsüzü olan ben Mercimek Ahmet ibn İlyas -Tanrı ikisini de bağışlasın- bir gün Filibe yolunda padişahın hizmetine vardım, baktım ki cihanın sultanı, zamanın galibi, sultan soyundan Sultan Murad Han -Tanrı mülkünü daim, Devletini ebedi eylesin- elinde bir kitap tutar. Bu hakir hasta gönüllü, o âlicenap padişaha, ‘Bu ne kitabıdır?’ diye sordum. O tatlı sözüyle ‘Kâbusname’dir diye cevap verdi ve dedi ki, ‘Hoş kitaptır, içinde çok yararlı şeyler ve öğütler vardır, ama Fars dilincedir. Bir kişi Türkçeye çevirmiş, ama anlaşılır gibi değil, açık söylememiş, bundan dolayı hikâyesinden tat bulamayız. Ama bir kimse olsa, bu kitabı açık ve anlaşılır bir biçimde çevirse, tâ ki anlamından gönüller haz alsa.’ İşte bu hakir gayret gösterdim, ‘Buyurursanız ben çevireyim’ deyince, o temiz görüşlü padişah, ‘Senin ne haddine’ demedi, ‘Hemen çevir’ diye buyurdu.
İşte ben hakir de çalıştım, gerçi bu kadar gücüm yoktu, ama onun himmetinin bereketiyle Kâbusname’yi Türkçeye çevirdim. Şöyle ki bir sözü aralayıp geçmedim. Aklımın erdiğince kimi anlaşılması güç sözleri de basit olarak açıkladım, tâ ki düşünerek okuyanlar anlamından haz alsınlar ve bu güçsüzü hayır dua ile ansınlar.
Geldik imdi, gerçi bu kitap güzel yüzlü bir delikanlıdır, ama süsü yoktur, üryandır, yani çıplaktır, öyleyse onu donatıp bezemek gerekir, ne ile, bu cihan padişahını överek ve ululayarak, çünkü onun özü âlemin ölü cismine ruhtur, sözü yüreğin merhemidir, vücudu ise âlem halkına fetihlerin hazinesidir.”
AVRATLA NASIL GEÇİNMELİ?
Mercimek Ahmed bu önsözü, kendisinin de söylediği gibi, “İslam’ın Padişahı, Dinin ve Dünyanın Yardımcısı Sultan Soyundan Sultan Murad Han ibni Muhammed Han” için yazdığı bir “övgü” ile tamamlıyor.
28 Ocak günü yayınlanan “Kafa Çekmek Üzerine” başlıklı yazımda, padişahın huzurunda şarap içme adabıyla ilgili bölümden alıntı yapmıştım. Kitabın başlangıcında Allah ve Peygamber, Din ve İman, Baba ve Ana Hakkı ile ilgisi bölümler var. Bu bölümlerin dışında “Yemek terbiyesi, konuk ağırlamak, hamama gitmek, kul ve cariye almak ve satmak, kulun ve cariyenin iyisi ve kötüsü nicedir, nasıl avrat almalı ve avratla nasıl geçinmeli” konularını ele alan bölümler var. Yarın “Cinsi münasebette yararlısı ve zararlısı hangisidir” başlıklı bölüm.
Yazının Devamını Oku