Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu (YİBGK) üç kez toplandı ve ticaretle uğraşan milyonlarca kişiyi ilgilendiren kritik bir karara imza attı.
Yargıtay, Borçlar Kanunu değişikliğini yorumladı ve “Bono, çek, poliçe gibi kambiyo senetleri imzalanırken kefaletteki gibi eşin rızasının aranmasına gerek yok” şeklinde içtihat oluşturdu. Yargı mercilerinin beklediği bu karar bakın nasıl alındı...
MAHKEMELER FARKLI KARAR VERDİ
Borçlar Kanunu’nu değişikliği ile “kelafette” eş rızası zorunlu hale getirilmişti. Bu düzenleme sonrası bankalardan kredi kullanmak isteyen şirket ortakları eşlerinin yazılı iznini bankaya sunmak zorunda kalmıştı. Bono ve çek gibi kambiyo senetlerinde de eş rızası aranınca ticaretle uğraşan eşi ev hanımı veya başka sektörde çalışan milyonlarca kişi olumsuz etkilenmişti. Bu konudaki davalarda bazı mahkemeler, bono, çek ve kambiyo senetlerinde eş rızasının aranmasına karar verirken, diğerleri eş rızasının sadece “kefillikte” aranacağına hükmetmişi.
KEFALETTE ARANIR ‘AVAL’DA ARANMAZ
CUMHURBAŞKANI Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı 100 günlük eylem planındaki “adil bir nafaka ödeme sistemi kurulması” hedefi için hükümet harekete geçti ve formül aranıyor.
Adalet Bakanlığı ile Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Ankara’da geçen hafta ‘Nafaka Çalıştayı’ düzenledi. Ancak toplantıda Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 175. maddesine göre “süresiz” olan “yoksulluk nafakası” değişikliği konusunda görüş birliği sağlanamadı. Nafakaya 1-5 yıl arasında süre sınırı getirilmesi ile düzenlemenin “kazanılmış hak olduğu” ve kaldırılmasının kadını mağdur edeceği görüşü çatıştı.
KOCAYA SOSYAL DEVLET ROLÜ
Çalıştaya katılan Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Başkanı Ömer Uğur Gençcan’a bu sorunu ve çözüm önerilerini sordum. Bakın nasıl değerlendirdi:
“Bir gün evli kalan bir eşe süresiz olarak nafaka bağlanmasının akla ve vicdana sığar bir tarafı yoktur. Kanunun öngördüğü istisnai koşullar gerçekleşmedikçe bu nafakanın süresiz devamı öngörülmüştür. Adını bile unuttuğunuz eşinize (kadın ya da erkek eş) yıllar boyu hem de artan miktarlarda nafaka ödemek zorunda kalmak sosyal devletin işlevini boşanan eşe yüklemekten başka anlam taşımayacaktır.
Yoksulluk nafakasının adı bile sorundur. Bir eşin desteğe olan gereksinimini ‘yoksulluk’ kavramı ile ifade etmek o eş için itici ve bir o kadar da inciticidir. Adlandırma konusuna daha şefkatle ve daha insancıl yaklaşılmalıdır. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Adalet Bakanlığı’ndan yoksulluk nafakasının ‘destek nafakası’ olarak adlandırılması talebim vardır.
İKİSİ DE GÜVENİ SARSTIYSA...
Diğer bir sorun da destek nafakasının bağlanacağı eşin, boşanmaya sebebiyet veren vakıalarda ‘eşit kusurlu’ olmasına rağmen süresiz nafakaya hak kazanmasıdır, olacak şey değildir. Düşünün, ikimiz de güven sarsıcı davranışta bulunduk, ben sana süresiz nafaka vereceğim. Boşanma hukukunun sistematiğinde ‘az kusurlu ya da kusursuz eşe’ iltifat edilmektedir. Eşin maddi ve manevi tazminatı hak edebilmesi için ‘az kusurlu ya da kusursuz’ olması gerektiğine göre destek/yoksulluk nafakası için de aynı statüde olması gerekir.
YARGI-MEDYA 2. KEZ BULUŞTU
Bu buluşmalardan ilki, 6 Temmuz 2016’da Erzurum’da, ikincisi 4 Ekim’de Adana’da yapıldı. Bu buluşmaya 28 yıllık gazeteci ve yargı haberlerine 20 yılını vermiş bir muhabir olarak ben de davetliydim. Adana’daki buluşmaya, Adalet Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanı Ertuğrul Çekin, Bölge Adliyesi Başsavcısı Sabri Beytorun, Adana Cumhuriyet Başsavcısı Ömer Faruk Yurdagül, Adalet Bakanlığı Basın Müşaviri Tacettin Ural, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Abdülrezak Altun, Çukurova Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Dursun Ali Demirboğa, Anadolu Ajansı Bölge Müdürü Kemal Firik, basın sözcüleri, yerel medyadan gazeteci meslektaşlarımız katıldı.
HASSAS DENGE GÖZETİLMELİ
Adana Cumhuriyet Başsavcısı Yurdagül, aileden gazeteci olduğunu vurgulayarak, “Yargı organlarının idari nitelikteki faaliyetlerinin duyurulmasında ve haber konusu yapılmasında, gerek teoride gerekse de pratikte önemli bir engel bulunmamaktadır. Ancak dava konusu olan ve aynı zamanda haber değeri bulunan hususların basın ve kamuoyuyla paylaşılmasında, hassas bir dengenin gözetilmesi gerekmektedir” dedi.
HABERİN KAYNAĞI ÖNEMLİ
Adalet Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanı Ertuğrul Çekin ise “Bu çalışmanın amacı özetle, kamuoyuna doğru ve sağlıklı bilgi akışının hızlı biçimde sağlanmasıdır. Bu süreçte yargı bağımsızlığı ve masumiyet karinesi gibi ilkelerin de gözetileceği şüphesizdir. Medya organlarımızın doğru haber yapılabilmesi için, haberin kaynağı büyük önem arz etmektedir. Bu noktada, basın sözcülüğü ve medya iletişim büroları büyük önem taşımaktadır” değerlendirmesini yaptı.
1) Karayollarında hız sınırını belirten işaretler konulmuş mu?
2) Radar uyarı işareti var mı?
3) Hata payı kabul edilebilecek tolerans hız sınırı içinde 1-2 km/sa’lik bir farkla mı ceza kesilmiş?
Ceza bu kriterlere aykırı ise 15 gün içinde trafik mahkemesi tarafından iptal edilebilir...
ANKARA İncek, Doğukent Bulvarı’ndaki gibi hız sınırını “82 kilometre” gösteren dev trafik işaretlerine kanıp kıyıda köşedeki “50 km radar uygulaması” yazan levhalara dikkat etmezseniz yandınız. 80’le gittiğiniz, hız sınırına uyduğunuzu sandığınız bulvarda “50 kilometre hız sınırını yüzde 30’dan fazla aştınız” diye 488 lira trafik cezası kesilebilir...
Benim de başıma geldi ve bu cezayı ödedim. Son bir aydır sayıları artan ve “Hız cezalarına itiraz yolu nedir” diye soran okurlarım için konuyu Ankara Barosu Tüketici Hakları Kurulu Saymanı ve Sincan Kaymakamlığı Tüketici Hakem Heyeti üyesi avukat Buğcan Çankaya’ya sordum. Bakın bu soruları nasıl yanıtladı...
YÜZDE 30 AŞANA 488 TL CEZA
“2018 yılı itibariyle hız sınırlarını yüzde 10’dan yüzde 30’a (30 dahil) kadar aşan sürücülere 235 TL, hız sınırını yüzde 30’dan fazla aşılması halinde 488 TL idari para cezası veriliyor. Yasal ödeme süresi içinde ödenirse dörtte biri tahsil edilmiyor. Azami hız sınırını yüzde 10 aşan sürücülere ise tolerans gösterilip ceza tutanağı düzenlenmiyor. Radar ve lazer tabanlı hız ölçüm sistemleri, 2-3 km/saat hata payı içerdiğinden cezası düzenlenen sürücünün gerçekteki hızı ile radar ölçümü sonucunda ortaya çıkan hızı eşit olmayabilir. Bu hata payları ölçüm yapılan yer, ölçüm yapılan cihaz, çevresel faktörler gibi nedenlerle oluşmaktadır.
DAVA ve soruşturmaların tamamlanacağı sürelerin önceden ilan edilmesini öngören ‘Yargıda Hedef Süre’ uygulaması, 3 Eylül itibarıyla açılan davaları kapsıyor. Hedef süreler, 1 Ocak 2019’dan itibaren taraflara bildirilecek. Bu tarihe kadar olan 4 aylık sürede ise uygulama izlenecek, gerektiğinde teknik düzenlemeler yapılacak. Artık vatandaş davasının ne zaman biteceğini bilecek.
YÜZDE 74 AZALDI AMA
1 Ocak’ta iş uyuşmazlıklarında zorunlu arabuluculuk uygulamasıyla iş davalarının yüzde 74 azalmasına rağmen hâlâ işsiz okurum Bünyamin Yılmaz gibi davaları beş yıldır süren mağdur vatandaşlar var. Bakın Yılmaz’ın, davasına dönük serzenişi şöyle:
“Benim iş davam 24 Ağustos 2013’te açıldı. Bir yıl sonra 7 Mayıs 2014’te ilk duruşmaya gittik. Basit bir dava olmasına rağmen üç-dört ay arayla 10 duruşma yapıldı. Mahkeme, 23 Kasım 2016’da karara çıktı. Gerekçeli karar yaklaşık iki yıl sonra, 4 Ocak 2018’de yazıldı. 6 Mart’ta davam istinafa gitti ve bekliyor. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunabilir miyim? İş davasında beş yıllık yargılama süresi makul mü?”
AYM MAKUL BULMUYOR
Okurum, karar kesinleşip iç hukuk yolları tükendikten sonra AYM’ye adil yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunarak tazminat talep edebilir. AYM’nin tarafı az, karmaşık olmayan bu tip davalarda beş yıllık yargılama süresini “makul” görmeyen ve tazminata hükmeden çok sayıda örnek kararı var. Yılmaz gibi davaları yıllarca süren okurlarıma yanıtım da AYM’ye iç hukuk yolları tüketildikten sonra bireysel başvuru yoluna gitmeleri.
ARAÇ DEĞER KAYBI
Maketten ya da inşaatı süren bir projeden konut alırken dikkat. Çünkü şirketten tapuyu alsanız bile mağdur olabilirsiniz.
“Ön ödemeli konut satış” sözleşmesi ile daire alırken nelere dikkat edilmesi gerektiği ve bir mağduriyet halinde neler yapılabileceğini avukat Tahsin Adak Zeyrek’e sordum. Okurlarımdan gelen soruları aydınlatacak şekilde sorularım ve Zeyrek’in yanıtları şöyle:
KUŞKUCU YAKLAŞIN ARAŞTIRIN
Ön ödemeli satış sözleşmesiyle daire alırken nelere dikkat edilmeli?
Projeyi yapan şirketin köklü, tecrübeli ve isim sahibi bir şirket olup olmadığına bakın. Adı duyulmamış, ilk defa proje yapan şirketlere karşı mesafeli durulması sizi olası mağduriyetlerden korur. Cazip fiyat sunan projeleri bir fırsat olarak görmek yerine kuşkucu yaklaşın, araştırmadan sözleşme imzalamayın.
Sigorta şirketinin ödememesi halinde ise merkezi İstanbul’da bulunan Sigorta Tahkim Komisyonu’na başvuru yolu da var.
Sigorta hukuku avukatı İbrahim Buğrahan Yazıcı’ya milyonları ilgilendiren, sürücülerin çoğunun bilmediği bu konuyu sordum. Bakın hangi değerlendirmeleri yaptı:
DEĞER KAYBI NE DEMEK?
“Araç kaza geçirdiğinde ikinci el bedeli düşmekte, daha zor ve ucuza satılmaktadır. Bu sebeple araçtaki değer düşüklüğü kadar değer kaybı alabilmek vatandaşların mağduriyetinin önlenmesi açısından önemli. Değer kaybı, araçlarda trafik kazası neticesinde oluşan hasar sonrası aracın piyasa rayiç bedelindeki azalmayı ifade etmektedir. Gerek online platformlarda gerekse ikinci el satan yerlerde aracın hasarsız olması veyahut hangi bölgeden ne kadar hasarlı olduğu hususları 2. el piyasa değerlerini doğrudan etkileyen faktörlerdir.
KUSURSUZLUK ŞARTI
Trafikte her kaza yapan araçta değer kaybı oluşmamaktadır. Değer kaybının oluşması için ilk koşul kaza yapan aracın meydana gelen kazada kusursuz olması veyahut tam kusurlu olmamasıdır. Kusursuz olması durumunda araç sahibi meydana gelen değer kaybının tamamını alabilmekte, tam kusurlu olmaması durumunda meydana gelen değer kaybını kusursuz olduğu oranda alabilmektedir. Bu önkoşulla birlikte değer kaybının oluşumunda aracın kilometresi, hasarsız 2. el rayiç bedeli, hasarın hangi parçalarda olduğu vb hususlar değer kaybı miktarının belirlenmesinde önemlidir.
ANAYASA Mahkemesi’nin (AYM) Türk vatandaşı eşinden olan kızını, Fransa’ya iade kararı uygulanmadığı için 4 yaşından 8 yaşına kadar hiç göremeyen Fransız vatandaşı babaya dönük ihlâl ve 34 bin liralık “hasret tazminatı” kararı bu konudaki mevzuatı yeniden gündeme getirdi.
Çocuk teslimi ve çocukla ebeveyn arasında “şahsi ilişki” kurulması, 1932 tarihli İcra ve İflas Kanunu’nun 24. maddesindeki “taşınır teslimi” hükümlerine göre yerine getiriliyor. Çocuk “taşınır mal” gibi icra müdürünce polis eşliğinde alınıp velayeti elinde bulunduran ebeveyne teslim ediliyor. 10 yaşındaki Yağmur’un gözyaşları üzerine Adalet ile Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler bakanlıkları harekete geçti. İcradan çocuk teslimi ayıbı muhtemelen ekimdeki yeni yasama yılında mevzuattan ayıklanacak.
Çocuk tesliminin icra sisteminden çıkarılması tartışılırken icra müdürüne uluslararası çocuk teslimine ilişkin mahkeme kararlarını süresiz erteleme yetkisi tanındığı ortaya çıktı. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi eski üyesi avukat Mustafa Ateş, “Mahkemece verilen bir kararın icra müdürünce uzman raporuna dayalı süresiz ertelenmesi hukuken kabul edilemez. Bu mevzuat tümüyle elden geçirilmeli” dedi. Ateş, AYM kararı ve uluslararası çocuk kaçırma mevzuatını bakın nasıl değerlendirdi:
TÜRKİYE SÖZLEŞMEYİ İMZALADI
“Velayet hakkı ihlâl edilerek sözleşmeye taraf bir ülkeden diğer bir taraf ülkeye götürülen veya alıkonulan çocuğun mutat (yaşanılan yer) meskeninin bulunduğu ülkeye iadesine veya şahsi ilişki kurma hakkının kullanılmasına dair 25 Ekim 1980 tarihli Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Sözleşme TBMM’ce kabul edilerek iç hukuk halini aldı. 2007’de 5717 sayılı Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Yön ve Kapsamına Dair Kanun kabul edildi.
Çocukların mutat meskene iadesi iki aşamalıdır. İlk aşama çocuğun iadesine ilişkin dava açılıp karar alınmasıdır. İkinci aşama ise kararın infazı, o çocuğun mutat meskenine fiilen iadesidir. Devlet belirlediği merkezî makam (Adalet Bakanlığı kanalıyla Cumhuriyet başsavcılıkları) aracılığı ile dava açmakta ve davayı takip etmektedir. Ancak devlet infaz aşamasında özellikle çocuğun bulunması konusunda velayet hakkını ihlâl edilen kişiye destek olmakta çekingen davranmakta, kamu gücünü kullanarak çocuğun bulunması ve mahkeme kararının yerine getirilmesi konusunda yeterli desteği vermemektedir. Bu durum mahkeme kararının infazını güçleştirmektedir. AYM’nin ihlâl kararının gerekçesi davanın uzun sürmesinden daha çok kararın infazının yapılamamasına dayanmaktadır.
SÜPER YETKİ KALKSIN
22. maddede ise ilamın yerine getirilmesinin çocuğun fiziksel ve duygusal yönden gelişimini ağır bir tehlike altında bırakacağının uzman tarafından tespit edilmesi durumunda icra müdürünce talep üzerine veya re’sen söz konusu tehlike ortadan kalkıncaya kadar icranın ertelenmesi düzenleniyor. Bu durum kesinleşen kararların infazının önünde ciddi bir engeldir.