Arkadaşmışız gibi mesajlaşıyoruz bazılarıyla.
Çünkü uygulama üzerinden taksi çağırdığınız anda hemen saçma sapan sorular soruyorlar.
Nereye gidiyoruz?
Geleceğim ama önce şu büfede bir Ayvalık tosu yemem lazım.
Karşıya geçecekseniz şu yoldan gitsek olur mu?
Taksimetreyi açmayacağım bilginiz olsun.
Bakın çok net bıktık...
◊ Ne güzel bir görüntü bu, boydan boya Türk bayrakları var etrafta. Nereden geldi aklınıza?
- Bu cadde İstiklal mücadelesinin ismini taşıyor. 1 ay önce hazırlıklarına başladık, bugün de İstiklal’i boydan boya Türk bayraklarıyla donattık. İnsan görünce duygulanıyor. Sabah 07:00’de geldim, üç-beş kez bir yukarı gittim bir aşağıya.
◊ Beyoğlu’nda bulduğunuz her yeri sanat galerisi ya da kütüphane yapıyorsunuz, neden?
- Diyorlar ki, “Otoparka ihtiyaç var.” Diyorum ki, “Kütüphane yapacağım.” Bir yerin boş kalmasında belediyenin de payı vardır, vatandaşın da ama çocukların yoktur. Onlara bedel ödetmem. O yüzden boş bulduğum her yerde okul, sanat galerisi, kütüphane ya da spor sahası yapacağım.
Sonra da “Benim müzik listelerine güvenim kalmadı” diye eklemiş.
Ben öyle sesler tanıyorum ki, işinde saygı görmeyi hak eden öyle isimler biliyorum ki...
Maalesef pes ediyor çoğu ya da pes etmek zorunda bırakılıyorlar.
Önceden “İyi şarkı yolunu buluyor” diyordum, şimdi onu da diyemiyorum. Bir standart kalmadı ki! Kime göre “iyi şarkı” mesela?
Artık iyi şarkının yanında iyi reklam, iyi dostlar, sinirlenmeyecek sağlam bir bünye, çirkinlikleri görüp aldırış etmeyecek kapı gibi yürek falan lazım.
O listelere de çok güvenmeyin, haklı Simge.
Yani son şarkısındaki ‘kollarınsa cezaevi ben yatarım’ sözlerinden, klipteki kelepçe sahnelerinden falan bahsediyor.
Bu işe inanan var mı acaba?
Her şarkı sözü çekim yasasını tetikleseydi, her klip evrene mesaj gönderseydi yanmıştık yahu. Ne yapacağız yani!
Yarın başımıza gelir diye şarkı sözü mü yazmayalım?
Çektiğimiz videolara, attığımız fotoğraflara falan ‘evrene ne mesaj gidiyor acaba’ diye dikkat mi edelim?
Sen inan çekim yasasına, inanma demiyorum...
Ettiğini elbet buluyorsun bak onu da kabul ediyorum.
Kuruçeşme Arena’da yer yoktu.
Belli ki çok özlenmişler...
Hayranları bekledikleri uzun kuyruklardan kurtulup yerlerine oturur oturmaz başladılar İzel-Çelik-Ercan tezahüratı yapmaya.
Çok az konsere giderim, gittiğimde de böyle tutkulu sahnelere bayılırım.
Vakti gelince perde açıldı ve...
∆ 90’larımız...
Hep...
◊ Sana ne...
◊ Bana ne...
◊ Kime ne dedim...
Asla sahne şovlarına itiraz etmedim...
Hep...
◊ Devam...
Açelya Akkoyun’un yanına yanaşıyor, kaldırıyor telefonu ve fotoğraf çekiyor.
Nasıl bir fotoğraf çektirme arzusu varsa hanımefendinin, etraftaki bakışlara da aldırmıyor, Açelya’nın uyarılarına da...
Bir de profesyonel trol olduğu için kendisi ona göre davranıyor içeride.
Takmış göğsüne Civan Canova’nın fotoğrafını, sanki çok üzgünmüş, perişan olmuş gibi sızmış içeriye.
Hiç şaşırmadım.
Böyle tiplerle dolu değil mi etrafımız zaten?
Cenazeye ünlü görmek için giden büyük bir kitle yok mu?
Final dediğime bakmayın, bu kaçıncı final inanın bilmiyorum.
Dizinin asıl finali 2010’da yayınlanmıştı çünkü.
Üzerinden 12 yıl geçmiş.
Dile kolay yahu.
Hiçbir diziye nasip olmayacak bir hikâye, “Aşk-ı Memnu” hikayesi. Bittikten sonra bile tekrarları reyting rekorları kırdı, final bölümü için günler öncesinden duyurular yapıldı, insanlar ekran başına kilitlendi. İddia ediyorum yarın akşam da aynısı olacak.
◊ Arkadaşlar toplaşacak ekran başına geçecek.
◊ Cipsler, çerezler alınacak final bölümü izlenecek.