Sonra “Bandıra bandıra ye beni hiç doyamazsın tadıma”.
Yonca Evcimik’in bu şarkılarını zamanında pek sevmiş, eğlenmiştik.
Ama önceki gün çıkardığı “Ayıp Şeyler” şarkısıyla herkesi dumur diyarlarında darmaduman etti ve ışık hızıyla soğuttu kendisinden.
Her şeyden önce modaya uyup rap yapmaya kalkışmış Evcimik.
Ama Ezhel’e özenip bolca ‘auto-tone’lanmış sesi öyle kulak tırmalar bir seviyeye gelmiş ki, ikinci kez şarkıyı dinlemek zaten pek mümkün değil. Hadi bunlar tolere edilebilir demode haller.
Peki kadına şiddetin karşısında olacağım diye yapılmış bu zoraki mesaj kaygılı şarkının, bir noktadan sonra kadınlara öfke kusan şu cinsiyetçi sözlerine ne demeliyiz?
“ÇIKACAK ADIN...”
“Sen kadınsın zekisin, ama bazen gerçekten aşırı cinssin
Biliyorum elde değil, hepimiz yapıyoruz, yapmaya da devam edeceğiz gibi.
Ama artık o sohbetleri kısa kesip (çünkü hep aynı cümleleri kurup duruyoruz) başka şeyler konuşuyorum karşımda kim varsa. Yeni şarkıları, dizileri, videoları, kitapları...
Kimse tam odaklanamıyor bunlara, orası da ayrı.
Yine de şu anda en çok ihtiyacımız olan şey bunlar diye düşünüyorum. Mesela yeni bir tekli çıktı bugünlerde.
Hollandalı grup Altın Gün’ün yeni albümleri “Yol”dan çıkardıkları “Ordunun Dereleri” adlı çalışma.
Özellikle videosunu izleyin, pek şahane bir zaman tüneli.
Grup üyeleri 70’ler kıyafetleriyle, eski bir Mercedes sürekli yolda...
Bizim sokağın önü. Tam evden çıkmışım. Birisi adres arıyor. Sağa bakıyor, sola bakıyor. Arada telefonla birini arıyor ama açan yok. Sonunda bana sordu, “X apartmanın girişi nereden, bu sokaktan değil mi?” diye. Tam ben söyledim, aradığı kişi telefonu açtı ve tabii konuşulanlara kulak misafiri oldum. Meğer konuştuğum kişi denetime gelmiş. Telefonla aranan kişinin ise çevresinden biri pozitif çıkmış. Onun testi negatif çıkmış ama tedbir amaçlı kendisini yine de karantinaya alması istenmiş. Denetime gelen, “Sadece pencereye çıkıp el sallasanız yeterli. Evde olup olmadığınızı görmek için geldim” dedi kibar kibar. Sonra semptomu olup olmadığını sordu ve uzaktan uzağa yapılan görüşme sona erdi. Denetimlerin gayet titiz bir şekilde yapıldığını görmüş oldum böylece.
AVM’lerin yeme-içme katlarındaki kalabalık
AVM içindeki restoran ve kafeler de genelge kapsamında 10.00-20.00 saatleri arasında sadece paket servisine ya da “gel-al” hizmetine açık.
Ama sanırım AVM’lerin yeme-içme katları durumu yanlış anladı.
O katlarda her restoranın kullandığı ortak masa ve sandalyeler vardır.
Lokantadan paketini alan oralara oturup yemeğini yemeye başlayınca ortaya yine kalabalık görüntüler çıktı.
Hafta sonu o görüntüler dolaştı sosyal medyada.
◊ BİR EVLEN-BOŞAN ÇİFTİ OLARAK SILA VE HAZER
Doğruya doğru, artık günümüzde hızlıca evlenip aynı hızda boşanmayı seven kadınlar ve erkekler var.
Fitness gibi bir şey diye düşünüyorum; her gün yaptıkça bağımlı oluyorsun.
Serotonine ve “daha da iyi olabilirim” haline, hallenmesine.
Evlenmek ve boşanmak da öyle. Taraflar önce “Evlenince iyi olacağım”a bağlanıyor, çok geçmeden “Boşanırsam daha iyi olacağım”a.
Sıla ve Hazer çifti de o hesap.
Oysa uzun süre sevgili kal değil mi?
Koşturarak nikâh memuruna gitme, bir dur, nefes al. Serotonini dizginle.
YOKSA FEDAKARLIK SONUÇSUZ KALACAK
* (TURYİD Başkanı ve Frankie’nin sahibi Kaya Demirer)
Mekan sahipleri isyan etmekte haklı. Ama ben bilim kurulunun bu eksik kalan kararlarını kamunun daha da sertleştireceğini düşünüyor ve doğru buluyorum.
Sokağa çıkma kısıtlamalarının hafta sonu yasaklara dönmesinin ve hatta hafta içi de akşamları 22.00-07.00 arası yasakların uygulanmasının hızlı sonuç almak için mutlaka uygulanması gerektiğini düşünüyorum.
Aksi takdirde süreç uzayacak. İşte o zaman koca bir sektörün fedakârlığı sonuçsuz kalacak. Bu durumu yaşamamalıyız.
Bu ikinci kapanma farklı bir formatta olacak diye düşünüyorum. Şöyle:
Sert önlemler alınırsa rakamlar daha kontrol edilebilir seviyeye geldiği anda yeniden hizmete gireriz. Zira ne bizim ne çalışanlarımızın ne de devletin bu yükü daha fazla taşıyacak gücü var. Ama bu aşamadan sonra hem müşteriler hem de işletmeler bu ikinci kapanmadan gereken dersleri çıkarmazsa ve “Çok özledik” edasıyla Covid’i hiçe sayarlarsa, o zaman işte çok hızlı ve ani kararlarla tekrar kapanmalar gelebilir.
Aşının yaygın uygulanma dönemine, yaz sıcaklarına, açık hava dönemlerine kadar aç-kapa sistemiyle çılgın bir vaziyette ruh ve ekonomik sağlığımızı kaybederiz!
Tarlabaşı’ndan geçerken gördüğümüz, ofis/ev/mağaza projesi.
Bir bakıma Tarlabaşı’nın bakımsız yüzünü dönüştürme projesinin diğer adı.
Bu nedenle Step İstanbul’a giderken bir merakım da Taksim 360’ın Tarlabaşı’na nasıl iliştirildiğini görmekti.
Tarlabaşı’ndan aşağı doğru yürümeye başladığımda gördüğüm ilk şey şu oldu:
Tarlabaşı’nın önemli bir kısmı hâlâ eski Tarlabaşı.
Buranın simgesi perukçular mesela. Sıra sıra, rengarenk duruyor dükkânları.
Hatta perukçular çeşitlilik anlamında coşmuş.
Sanırım kostümlü organizasyon düzenleyenler nedeniyle.
Set dediğim, dört duvar, yani ev.
Sezon dediğim de karantina, şu sıra başladı başlamak üzere olan, mart-nisan-mayıs aylarında yaşananların ikinci versiyonu.
Kimisi çoktan kapanmıştı zaten. Kimselerle görüşmedi.
Kimisi sonuna kadar direndi, gezip tozayım dedi.
Kimisi orta yolu buldu, azıcık gezdi azıcık kapandı.
Ama mart-nisan aylarındaki vaziyetten çok daha farklı hallerdeyiz tabii:
Marketten alınanları harala gürele yıkama olayı bitti.
◊ Ünlü bir işletmeci söyledi, “Saat 21.00’e rezervasyon yaptıran var. Diyoruz ki, bir saat sonra kapatacağız, isterseniz gelmeyin. Olsun diyorlar ve gerçekten de bir saatliğine geliyorlar. Özellikle hafta sonu bu durum daha da çok yaşanıyor.”
◊ 22.00 uygulaması sonrası mekanlardaki hareketlenme -özellikle hafta sonları- 18.00 gibi başlıyor.
Bazı mekanlar yurtdışındaki gibi yapmaya başlamış. Masaları iki saatliğine bir gruba, iki saat geçtikten sonra başka bir gruba rezerve ediyorlar.
◊ Erken eğlenceye alışmak da bir mesele. Hafta sonu saat 18.00 gibi gittiğim mekanda son ses müzik vardı. Müzikteki bu yeni normale henüz alışamadım.