EN İYİ KONSEPT:
Yazz Collective... Fethiye’deki salaş balıkçı Osman’ın Yeri, bu yaz başında Yazz Collective adıyla açıldı. Yapımcı Timur Savcı ve ortağı Mehmet Can Uzun’un sahibi olduğu Yazz’a sadece denizden ulaşım vardı. Mimari tasarımını Fahrettin Aykut’un üstlendiği, mutfağın başında ise Mustafa Otar’ın olduğu mekan, yaz boyu en çok konuşulanlar arasındaydı.
EN YENİ TREND:
Plaj Yakalılar... Ofise hâlâ dönmemiş olanlar ya da işi uzaktan çalışmaya müsait olanlar soluğu şehir dışında alıp yazlık yerlerde fahiş fiyatlara ev kiraladı. Ellerinde bilgisayar, üzerlerinde flip flop terlik ve şort kombinasyonuyla her yerden çalıştılar, en çok özenilen grup oldular.
EN ‘OLMAZSA OLMAZ ŞEY’:
Sanata mutlaka yer vermek... Mandarin Oriental Bodrum’da Pilevneli Galeri, Kaplankaya’da The Pill, Yalıkavak Elements’te ise Arton Galeri pop-up sergileme alanları açtı. Sevil Dolmacı Art Gallery ise Bodrum Loft açık alanda heykel sergisi yaptı.
EN EĞLENCELİ YAZLIK MEKAN:
Wu Yalıkavak.
“Sen de mi? Aynen, ben de pozitifim.”
Herkes birbiriyle “Senin semptomlar nasıl? Nasıl geçiyor?” konuşmaları yapıyor.
Test olup evde gün sayanlar, uçağa binebilmek için test olmayıp yılbaşını Alaçatı ya da Bodrum’da geçirecek olan “ayaklı pozitiflere” kıl oluyor.
Karantina günleri hesaplanıyor, “Aa az kalmış seninki” deniliyor.
Şöyle handikaplar yaşayanlar da var:
Aynı arkadaş grubundan 5 kişi geçen haftalarda aynı anda pozitif olmuş.
Ama karantina günleri tam da bugün doluyor. İçlerinden biri soruyor: “Ya hepiniz negatife dönmüş olursanız ve ben hâlâ pozitifsem ne yapacağım?”
Kısacası yılın son gününe malum virüs damgasını vurdu diyebiliriz.
Begüm Kıroğlu mücevher markası Begüm Khan’da alışılmadık takılar tasarlıyor.
Çünkü Begüm’ün takılarında kaplumbağalar, böcekler ve sinekler başrolde!
“Benim çalıştığım hayvanlar klasik güzellik anlayışına pek uymuyor. Onlar beni daha çekiyor” diye açıklıyor Begüm bu durumu...
Markasını 10 yıl önce Şangay’da kurmuş Begüm.
Oraya gidiş nedeni ise Doğu kültürlerine karşı duyduğu merak ve ilgi.
Şanghay’da Çin kültürü üzerine master yaparken çalışmaya da başlamış.
HER ŞEYİN NEDENİ KOL DÜĞMELERİ!
Mücevher tasarımı işine girmesi ise
Çünkü simitli polemikte ilk söylediği laflar çok slogandı, haliyle herkes sazan gibi üstüne atladı.
Şimdi Avşar’ın o lafların üzerine kalkıp “Benim simit yeme meseleme gelince, yerim ya da yemem. Kendim kazandım, hâlâ da kazanıyorum. Bunun hesabını size vermeyeceğim” diye serzenişte bulunması fena halde dramatik ve sıkıcı.
Elbette kimse onun ne kadar kazandığını sorgulamıyor.
Feci bağlamdan kopuk, uzay boşluğunda açıklamalar bunlar...
Bu simitli hadisede golü atan ise pek sevgili Deniz Seki oldu.
Deniz, Hülya Avşar’ı desteklemek isterken durumu abarttı ve onu eleştiren herkesi ısıracağını söyledi.
Ah Deniz, ısırmak da nedir şimdi?
İstanbul’un sosyal hayatında aralık başından bu yana hız kesmeyen davetler, yemekler ve etkinliklerde son virajdayız.
Haftaya pek bir şey kalmaz, her şey normal seyrine döner, eve kapanır “Emily in Paris”in şaşkın maceralarını izleriz artık.
Zaten herkes patır patır hasta. Sosyal hayatın seyri “Squid Game”deki cam köprü oyunu gibi, ya düşüyor ya da yoluna devam ediyorsun.
Neyse, hafta başı Wu Bomonti’de pek hoş bir yemek vardı.
Dijital sanat platformu Shopi go Art’ın birinci yıl yemeği.
Genç sanatçıların eserlerini erişilebilir fiyatlarla satan,
dahası yeni sanatçıların önünü açan sanat platformunun yemeğinde en sevdiğim şey
İlk soru: Bu devam dizisine, yani “And Just Like That”e gerek var mıydı?
“Sex And the City” (SATC) bildiğimiz o eski bölümleriyle hafızalarımızda kalsa daha iyi değil miydi?
Yalan değil, pandeminin o ilk karantina günlerinde eski bölümleri arada bir izliyordum ve çoğu sahneyi bilmeme rağmen yine de dizi hâlâ eğlenceli geliyordu.
Ve gelelim “Gerek var mıydı?” sorusunun yanıtına:
Yeni dizinin ilk iki bölümünü izledikten sonra kararımı verdim, pek de gerek yokmuş!
Bu ikonik karakterler 30’larında, 40’larında kalsa daha iyiymiş.
Çünkü o karakterler dünyaya yeni bir şey sunuyordu.
Trendeyken bildiğim tek şey şuydu: Odunpazarı Modern Müze’de (kısa adıyla OMM), 31 sanatçıyı bir araya getiren yeni ve büyük bir sergi var. Ben de o serginin açılış davetine gidiyorum.
Her şey, sergi açılışından sonra sanatçılar ve İstanbul’dan gelen davetlileri (mesela Şebnem-Celal Çapa, Emir Yargıcı ve Mustafa Taviloğlu) bir araya getiren OMM INN restorandaki yemeğe girmemle beraber değişti.
Ortam küçük bir gazinoya dönüştürülmüştü.
Eski usullerle yeniler bir aradaydı: Mekana sürekli sis veriliyor, masalar sis içinde yüzüyordu.
Bir yandan da duvarlara yansıtılan projektörlerde 2021 versiyon bir zenne en kıvrak göbek hünerlerini sergiliyordu.
Daha bunlar başlangıçtı tabii.
İlerleyen saatlerde bir grup müzisyen sahneye çıktı ve ortam bir anda ateşlendi.
Kollar iki yana doğru açıldı, göbekler atılmaya başlandı ve sergi yemeği bir anda
Çok hoşuma gidiyor ve tabii kestanelerden bir tanesini çaktırmadan alıp mideye indiriyorum.
Bu arada Pandeli tıklım tıklım. Kalabalığın çoğunluğu yabancı turist.
Benim orada bulunmamın nedeni ise “lokum tadımı”.
Lokum da tıpkı soba üzerindeki kestane gibi unuttuğum şeylerden...
Neyse ki eski tip bir lokumun tadımı değil bu.
Pandeli’nin yeni nesil lokum markası Marsel’le beraber çıkardığı “Bazaar Lokum”un tadımı.
Önce Selim Cenkel’in kurduğu Marsel’den bahsetmeliyim.