Hatta Tinder’dan vazgeçmediğini, hemen ertesi gün kendine uygun profili aramaya devam ettiğini de...
Bu bitmeyen aşk arayışı inancı ve sarsılmaz romantizm bana hiç samimi gelmiyor.
Çünkü günümüzde “aşk arıyorum” diye mızmızlanılan şey bir vitrin arayışı sonuçta.
Birer vitrin mankeni arıyoruz.
Belgeseldeki sahne ismiyle Simon Leviev de bu zaafı gayet iyi biliyormuş, tepe tepe kullanmış işte.
Kendine şık ve pahalı bir vitrin oluşturmuş.
Formülü de hayli basit ve baştan aşağı görgüsüz:
Özel jette şampanyalı yolculuklar, baştan aşağı marka kıyafetler, bornozla dolaşılan lüks otel süitleri, tüm menünün ısmarlandığı restoranlar ve tabii localı partiler...
Eski bir röportajında söylüyor, onun derdi sadece şuymuş:
“İstanbul’da şık ve pahalı olmadan da kaliteli ve keyifli olabilecek bir mekan yaratmak.”
Tamamen bu hevesle yola çıkmış.
Çıktığı yolda gelinen nokta ise bir yeme-içme markası için hayli güçlü.
Öyle güçlü ki, Lucca’nın başına açıldığı günden bu yana, dile kolay tam 18 yıl olmuş, türlü türlü olumsuz olay gelse de marka yoluna hep devam etti.
Tam da mekan önünde meydana gelen son kurşunlu hadise de onlardan biriydi.
Benim hep gözlemlediğim şey şu:
Bu sadece bir “Bizim zamanımızda her şey çok güzeldi” kederlenmesi değil.
10 yıl öncesi bile daha iyiydi.
Tamam, pandemi etkisini ve menü fiyatlarındaki büyük artışları da katmalıyız işin içine. Yine de tüm bunlar İstanbul sosyal hayatında son dönem gelişen zevksizliğe yol açmamalıydı.
Zevksiz; çünkü sosyal hayatta gördüğümüz insanlar çok daha fazla kaba ve saygısız olmaya başladı.
Zevksiz; çünkü “param var, her şeyi yapabilirim” diyen şımarık bir kesim var.
Mekanlara sırf bu yüzden geliyor, bu tavırlarıyla da terör estiriyorlar.
Soybaş “Müşteriye süre sınırı olur mu?” başlıklı o yazısında şöyle diyordu: “Haliyle konu tartışmaya açıldı. Müşteri değil, misafirimizsiniz diyenler kadar restoran adabı hatırlatması yapanlar, hatta artan maliyetlere işaret edenler de var...”
Nişantaşı’ndaki kafenin uygulaması sevimsiz görünüyor ama o klişe ağzı kullanırsak, “O kafe yalnız değil, dünyada örnekleri var”.
En iyi uygulama ise aslında şu:
Belli saatler arasında rezervasyon uygulaması yapmak.
Londra ve New York gibi metropollerin restoranlarında “Saat 19.00 ile 21.00 şu masa sizin, sonra kalkmak zorundasınız” derler mesela.
Saat 21.00’den sonra o masayı başkasına verirler.
O dönem bitti ama yine de o şarkılar unutulmadı.
Derken pandemiyle birlikte Bartu ile Melikşah’ın canlı yayınlarının gediklisi oldu Ortaç.
Peşi sıra da ilginç çıkışlar yapmaya başladı.
Sık sık sosyal medyadan bu çıkışların yer aldığı videolar paylaştı.
Son olarak yine garip bir açıklama daha yapmış:
“Baba olmak için artık çok geç. Halbuki kaç tane çocuğum olacaktı.
Hep kürtaj oldular. Kaç tane... İstemediler, gençlerdi. Onlar da haklı bir şey diyemiyorum. Aralarında tanıdığınız isimler de var.”
Baba olamayışına üzülmesi, bu kadar detaya inmesini gerektirmiyor Ortaç’ın.
İlk duyduğumda “Tam Deniz’lik!” demiştim.
Çünkü hayatı geldiği gibi yaşayanlardan Deniz. Hesap kitap yapmadan.
Yine de tabii 10 gün içinde tanışıp evlenmek hâlâ bir çılgınlık, bir delilik olarak görülüyor.
“Tamam çok âşık olmuşlardır ama...” diye başlayan cümleleri, haberi ilk duyduğumuz kafe masasında çoğu kişiden aynı anda duydum.
Hep bir “ama” sığınağımız var.
“Ama evlenmeleri şart mıydı?”
“Ama biraz daha tanısalardı birbirlerini.”
Koşuyolu’ndaki Alan Kadıköy isimli komplekste açılan “20. Yüzyılın 20 Modern Türk Sanatçısı” sergisinden sonra şimdi de Ataşehir’de yeni medya ve dijital sanat müzesi
X Media Art Museum, kısa adıyla XMAM, hafta sonu kapılarını açıyor.
Müzenin ilk işi ise uluslararası pek çok ödülün sahibi Ouchhh stüdyonun “Leonardo Da Vinci: Yapay Zeka Işığın Bilgeliği” adlı sergi.
Leonardo Da Vinci’nin çizimleriyle başlayan sergide veri tabanı olarak sanatçının icatları, makine çizimleri ve eskizleri kullanılıyor.
Sanat tarihi verileri ve Leonardo Da Vinci’nin bilgilerinin yapay zekaya öğretilmesiyle elde edilen işler ise 15 milyar fırça darbesiyle tüm mekanda yer alacak.
Gittiği şehir ya da kasabalarda bir süre yaşamış, hatta restoranlarında çalışmıştı.
Tam bir “göçmen şef” deneyimi yaşamıştı yani.
Uzun bir aradan sonra Melih’le tekrar bir araya geldiğimizde bu kez karşımda d.ream grubunun 9 markasından sorumlu bir mutfak koordinatörü var.
Kısacası Melih bir süredir sadece şef değil, yönetici şef.
“Şu an baktığım 9 restoran var. Elbette hepsine girip yemek yapmıyorum. Ama haftanın 6 günü mutlaka bir ya da iki restoranımın mutfağında oluyorum” diyor Melih.
Baktığı restoranların mutfak hikâyesini tamamen kendisi oluşturuyormuş.
“Hâlâ mevsimsel bir restoran işletiyormuş gibi tüm restoranlarımın menülerini değiştiriyorum” diyor.
“DÜNYADA HERKES