Uzun tatil dönemleri aynı zamanda bitmeyen çemkirme günleri demek.
Sürekli şu lafları duyacaksınız, hazır olun:
* Havalimanı tıklım tıklımdı, kavimler göçü başlamış, çok bunaldım!
* Biletler pahalı ama uçaklarda yer yok, zar zor yer buldum, kim alıyor bu biletleri?
* Mekanlar pek dolu değil, insanlar nerede?
* Bu mekan insan kaynıyor, n’olur başka yere gidelim!
Kalabalık davetli grubunun önce havuz başında daha sonra galeri alanı içerisinde açılan Zaaf adlı restoranda yapılan yemekle ağırlandığı gecede en çok dikkat çekenleri ve konuşulanları sıralıyorum...
Hem Toskana stili inşa edilmiş, beş ayrı kota oturan taş evlere hayran olundu hem de galeri alanlarına. O zaman hemen bir bilgi geçeyim: Yalıkavak Marina’ya bakan tepenin yamacında yer alan Pilevneli Galeri, 6.5 dönümlük arazi içinde yer alan yedi bağımsız yapıdan oluşuyor.
Bahçede en çok ilgi gören sanat eseri bir mezar taşıydı! Önce “Aa mezar taşı var” diye şaşıranlar oldu, sonra üzerinde yazan yazıyı okununca bunun bir eser olduğunun farkına varıdı. Esra Gülmen’e ait olan mezar taşı eserinin üzerinde şu yazıyordu:
“What people will think? (İnsanlar ne düşünecek)”
Kısacası o şarkı, piyasa tabiriyle “tutmuştur”.
Yıllar önce bir dost, Sezen Aksu’nun “Beni Unutma” şarkısı için şöyle demişti, “Benim bulaşık şarkım o”. “Nasıl yani?” deyince şöyle açıklamıştı.
Bulaşık yıkamak onun için hem anlamsız bir rutin hem de bir meditasyon, arınma gibi bir şeydi.
“Beni Unutma”nın sözlerinde de şöyle der ya:
“Bir gün daha yaşandı ve bitti, küçük sevinçleri ve küçük kederleriyle, herhangi bir gündü çok önemli değildi, seni düşündüğüm birkaç andan başka”.
Büyük ihtimalle bulaşık esnasında bu şarkıyı dinlerken düşündüğü biri vardı, eskilerden kalan.
Hiçbir zaman bahsetmediği. Onu anımsayıp hem mutlu oluyor hem de hüzünleniyordu. Bile isteye.
Öyle bunaltıcı bir hava var ki, kış gelsin diye yazsam şimdi, tüm fanatik yazcılar üzerime Eda Taşpınar’ın güneş yağını boca edebilir, “Cayır cayır yan” diyerek...
Bu kabusu hayal ettiğim sırada Beşiktaş’taydım ve bir adet Tsunami tabelası görüyorum.
Meğer bunlardan şehrin tüm kıyı bölgelerine yeni konulmuş.
Aklımda ise tek bir kitap var, New Yorklu mimar Vanesa Keith’ın “2100: A Dystopian Utopia” (Bir Distopya Ütopyası).
Şimdi 2100 yılında olduğunuzu hayal edin.
Her yer dört derece daha sıcak. Süper fırtına dalgaları artık sıradan.Tüm kıyı şehirlerini düzenli bir şekilde vuruyor.
Dünyanın orta şeridi ise kuraklık, orman yangınları ve çölleşmeye maruz kalmış.
En son yine bir “Aysun Kayacı ne hale gelmiş” haberinin öznesi oldu Kayacı.
Dubai’de çekilmiş bir fotoğrafla.
Gelinlik denemesi yapan bir kadının Aysun Kayacı olduğu söyleniyordu.
Oysa fotoğraftaki kadın Kayacı değildi, bir süre sonra gerçek anlaşıldı.
Buna rağmen öyle bir heyecan dalgası vardı ki, inanılmaz.
Hani arada bir “Michael Jackson ölmedi yaşıyor, işte kanıtı” diye ona çok benzeyen insanların fotoğraflar çekilir ve dolaşıma çıkar.
Kayacı’nın başına gelen de o hesap.
“İki tane düğüne gidiyorum, ama ikincisi kimindi unuttum, annem Bodrum’da, o biliyor” dedi.
Hiç sormadığım bu ayrıntıya maruz kaldıktan sonra düşündüm:
Yılın o mevsimi geldi, düğün mevsimi yani.
Herkes düğünlere katılmak için hevesle oradan oraya koşturuyor.
Kadınlar için durum daha zor sanki.
Çünkü onlar için düğüne giyilecek elbise bile başlı başına mesele.
Bu konunun ekonomisi var. Herkes elbise kiralıyor.
Hatta sörfe merakından dolayı hiç bilmediği halde dalga sörfü bile yapıyordu.
Ailesiyle Kerpe’den Bodrum’a taşınınca hayatı değişti.
Önce Yalıkavak’ta bir barda çalışmaya başladı.
Gündüzleri de Gündoğan koyuna gelip İngiliz sörfçülerle takıldı.
21 yaşında ise Sail Loft’u açtı. Ev tipi müzik setiyle kaset çalarak partiler yapıyordu.
Kısa sürede Sail Loft gündüz sörf okulu, gece ise Bodrum’un dört bir yanından gelenlerin eğlendiği ikonik bir bara dönüştü.
Arda Önen’den bahsediyorum. Sosyal hayatın şu sıra yıldızı parlayan isimlerinden biri Arda.
EN LEZİZ
◊ Malva: Susona Bodrum LXR Hotels&Resorts içinde yer alan Malva’nın iddiası şu: Bodrum Yarımadası ve Gökova Körfezi’ndeki küçük üreticileri dolaşarak taze ve özgün yemek malzemeleri almak. Bu malzemeler sayesinde menüyü her hafta güncellemek...
Şef Gökhan Sınmaz’ın tasarladığı Malva menüsünden aslan balığı tavsiye.
◊ Trattoria il Mandarino:
Restoranın yaratıcısı İtalyan bir babayla İranlı bir annenin kızı olan Melina Di Cristina. FSM Köprüsü’nü Japonlarla beraber yapan İtalyan ekipte yer alan babasının işi dolayısıyla 1988’de ailesiyle İstanbul’a taşınmış. O gün bugündür İstanbullu. Melina, “Burası tam bir İtalyan lokantası” diye tarif ediyor Trattoria il Mandarino’yu. Babaannesinin tariflerine uygun hazırlanan yemekler arasında en çok ilgi gören gorgonzola peynirli gnocchi. Tadına bakan bu tabaktan tekrar istiyor.
◊ Azur: İstanbul Yeniköy’ün popüler deniz mahsulleri restoranı Azur’un Yalıkavak şubesi geçen yaz açılmıştı. Bu yaz ise Murat Türkili küratörlüğünde bir yenilenme sürecinden geçti. Menü ise şef Mert Şeran danışmanlığında hazırlanıyor. Japon ve Peru mutfaklarının lezzetlerini birleştiren “Nikkei” stili tabaklar özellikle favorim.
◊ Naru: Mekanın iki ortağı Özgür Arıkan ve Çağlar Kanzık’ı yeme-içme tutkunları Dereköy Lokantası vesilesiyle tanıdı. Peki Naru’nun Dereköy Lokantası’ndan farkı ne? İşte iki ortağın yanıtı: “En büyük fark plajının olması. Naru ve Dereköy’ün mutfakları/menüleri birbirine göz kırpsa da, Naru’da geniş bir kokteyl menüsü ve deniz mahsulü ağırlıklı bir mutfak var.”