White Lotus’un ikinci sezonunun Sicilya’daki Taormina’da geçmesi bal kaymak oldu, gitme isteğim daha çok kanatlandı.
Sonunda iki saatlik THY uçuşu sonrası kendimi Catania’da buldum ve ilk durağım olan Noto’dan başladım gezmeye. Şimdi buyurun Sicilya notlarına...
NOTO
Sicilya’nın en barok kenti Noto, aslında eskiden başka bir yerdeymiş.
1693’teki depremden sonra orijinal kent harabeye dönünce yakın mesafede kent yeniden yeniden inşa edilmiş ve bunun için hiçbir masraftan kaçınılmamış.
Sonuçta ortaya çıkan kent için şöyle deniliyor: “Sicilya ve İtalya’nın her yerinde binlerce sevimli eski şehir var. Ama hiçbiri Noto’dan daha sevimli değil”.
Bir şey daha: Sicilyalılar, Noto’daki insanları daha soylu buluyor.
“Çünkü” deniliyor, “Her şey ‘passeggiata’daki tavırla ilgili” (
Hatırlayalım; Atıf Yılmaz’ın o muhteşem filminde bir oyuncu (ki bu noktada Müjde Ar’a sevgiler saygılar), şampuan reklamında canlandırdığı orta sınıf aile mensubu kadının evrenine istemeden çakılıp kalıyor ve sonrasında kendi (parıltılı sandığı) dünyasına dönmek için çabalıyordu.
Çabaladıkça da hem kendi dünyasının hem de içine düştüğü “çizgili pijama” dünyasının berbat gerçeklerini görüyordu. Eşi Kadir Doğulu’nun bir mekânda çekilen görüntülerinin ortaya çıkmasıyla beraber Atagül de -dışarıdan bakınca elbet- benzer bir “iki farklı dünya” sıkışmasını yaşıyor.
İlk dünya belli; şimdiye kadar ikilinin demeç ve fotoğraflarla kazıya kazıya yansıttıkları şu dünya:
Çok âşık çift...
Çok uyumlu çift...
Çok mükemmel çift...
Röportajlarda bu durumu hep pekiştirdiler.
14 Mayıs seçimlerine kadar da böyle işte.
Şehrin her köşesinde bir organizasyon, bir yenilik, yetiş yetişebilirsen...
Çarşamba günü de öyleydi.
Nişantaşı’daki St. Regis’in altındaki lüks saat butiği Entropia ilk durak.
Çünkü Roger Dubuis saatlerinin CEO’su Nicola Andreatta, Türkiye lansmanını gerçekleştirmek üzere orada.
Nicola’nın üzerindeki baştan aşağı kırmızı takım elbiseyi görünce ilk düşündüğüm şey:
Özellikle ocak ve şubat aylarında burası en yüksek sezonunu yaşıyor.
Tulum’un popüler otelleri arasında öne çıkanlarından biri ise Nomade.
Burayı bu denli popüler kılan şey, hem sunduğu spiritüel yaşam tarzı hem de farklı konaklama seçeneklerine sahip oluşu.
Nomade’de hem ağaç evler hem de süit ve lüks çadırlar mevcut.
Ve ilginç sürpriz:
Nomade’in 2024’te Göcek’te açılması bekleniyor.
Görüşmeler, toplantılar başlamış bile.
Doğrusu heyecan verici bir hamle.
Sadece Edis için değil, Çeşme için de...
Malum, son yıllarda o eski kaliteli ve gastronomi odaklı havasından uzaklaşmıştı Çeşme.
En çok da Alaçatı.
Kavgalar, birbirinin aynısı fiks menülü mekânlar, eller havaya müzikler, o malum dizideki deyişle “kötü kalabalıklar, takma ruhlar”.
Bu nedenle Edis’in fikri yenilikçi ve şahane.
Hatta müzik stüdyosuyla plaj fikrini birleştirse daha da şahane olabilir.
◊ “Hadi Yine Gel Benim Ol” ile çıkış yapmanın üzerinden tam 8 yıl geçmiş. 8 yıl önceki Edis’le şimdiki Edis arasında elbette büyük değişimler vardır. Hangi değişimleri sevdin? Ve hangilerini sevemedin ya da uyum sağlayamadın?
- İlk röportajlarımdan birini seninle yapmıştım. Nişantaşı’nda bir restoranda oturmuştuk. 8 yıl önceki Edis’le aramda uçurumlar olduğunu düşünmüyorum. Çevrem değişmedi, yaşam biçimim aynı. Sadece iş açısından belki biraz daha olgunlaşmış, profesyonelleşmişimdir. Ben 4-5 yaşındaki Edis’i de net hatırlıyorum. Oradaki Edis de içimde hâlâ kuvvetli. Hatta hayaller kuran o çocuk, hâlâ sığındığım bir liman. Hayatım git gide yoğunlaştı, stresim katlanarak arttı. Çok çalışıyorum. Bazen sade günleri çok özlüyorum. Ama hayatımı seviyor muyum? Evet, çok seviyorum!
KÜÇÜK PRENS HÂLÂ İÇİMDE
◊ İlk çıktığın zaman üzerine kendiliğinden sinmiş “küçük prens” edası, yıllar içinde daha profesyonel bir ruha evrildi. Bu aynı zamanda masumiyeti kaybettiriyor mu? Ne dersin? Ya da yaş aldıkça masumiyetin tonu mu değişiyor?
- Küçük Prens içimde hâlâ. Her birimizin içinde böyle arketipler mevcut. Benim yansımalarım birkaç senede bir değişiyor. Tabii ki dışarıya gösterdiğim farklı farklı ‘Edis’ler var. Şarkılarım ve kliplerim benim oyunculuk alanım. Farklı karakterlere bürünmek keyifli... Orkestramızda her 4 ayda bir şarkı düzenlemeleri ve repertuvar yenilenir. Bir bakıma yeni bir ‘ben’ dönemi gelir. Yani demem o ki, evrilme hızını ve nereye evrildiğini kestirmek zor. Profesyonel bir ruhla beraber özümü kaybetmediğime inanıyorum. Onun dışında ben sıfatlara sığınan bir müzisyen değilim. Kendi halinde ve sayılı kişiye açık bir özel hayatım var. Disiplinli, yenilikçi ve sınırları çizilmiş bir iş hayatım var. Olabildiğim kadar masumum ama bana sorarsan normalim!
ERKEK ÇOCUKLARI
Bir yandan da bitkileri artık hemen her yerde başrol oyuncusu olarak görmek sevindirici.
Malum, son birkaç yıldır en çok konuşulan şeylerden biri “biyofilik tasarım”.
Bu anlayış sadece iç mekânda bolca bitki barındırmak anlamına gelmiyor.
Bundan daha fazlasını, doğada var olan her şeyi yaşadığımız alanların içine taşıyabilmeyi içeriyor.
Yani daha çok doğal aydınlatma ve havalandırma, daha çok doğal peyzaj, bol ahşap zemin.
Biyofilik tasarım denen şey özetle, iç mekânların dış mekânı taklit etmesi gerektiği fikrine dayanıyor.
Biyofilik tasarımın kaynağı ise biyolog Edward O. Wilson’ın biyofili felsefesi.
Onların hikâyelerini çok okuduk, dinledik.
Ama dünyayı tamamen yürüyerek turlayan, üstelik bunu yedi yıl boyunca sürdürmüş birinin hikâyesi nadir rastlanır bir durum.
İşte, Amerikalı Tom Turcich’in hikâyesi tam da bu kategoriden...
Tom’un yedi yıllık yürüyüşünü The Guardian’da Simon Hattenstone’un kaleminden okurken deyim yerindeyse önce ağzım açık kaldı, sonra da Tom’un azmine ve bitmeyen motivasyonuna hayran kaldım.
Tom, evinden uzakta olduğu yedi yılın yarısında günde ortalama 35 kilometre yürümüş. 38 ülke gezmiş ve pandemi dönemine denk geldiği için gidemediği Avustralya hariç her kıtayı geçmiş. Üstelik bu yürüyüş turunda bir noktadan sonra yalnız da değilmiş.
Yolculuğu sırasında rastladığı ve ismini Savannah koyduğu köpeğiyle birlikte gitmiş her yere. Tom’un dünyayı bu şekilde dolaşan onuncu kişi olduğu belirtiliyor.
Savannah ise bu turu yapan ilk köpek!