Galataport’ta açılan The Peninsula’da.
Deprem felaketi nedeniyle şubat ortası kapılarını sessiz sedasız açan The Peninsula’yı keşfe çıktığımda şaşkındım. Çünkü üç ayrı binadan oluştuğunu bilmiyordum.
Yeni yapılan balo salonu, 1910 tarihli Çinili Han ve eski Karaköy Yolcu Salonu. Bu üç bina arasında bağlantılar yapılmış.
Birinden diğerine geçebiliyorsunuz.
Dahası, üç binanın önünde tarihi yarımada ve denize bakan geniş alanlar var.
En cool’umuz bile gecenin ilerleyen dakikalarında artık dayanamaz ve bar sahnesindeki şarkıcıya istek şarkısını iletir ya, “N’olur bu şarkıyı söyleyin, çok seviyorum” diye.
Bu istek de ona benziyordu. Gel gör ki, okuru tabii ki kıracak değilim.
O yüzden bugün “özlenen” bir sosyal hayat yazısı yazmaya çalışacağım, ama nasıl?
Çünkü epeydir akşamları sosyal hayata çok fazla karışmıyorum.
Karıştığım anda da sıkılıyor, eve kaçıyorum.
Varsa yoksa akşamüstü.
Hatta bazen gündüz.
Çünkü arkadaş grubum “gündüzcü” olmaya başladı.
Yeni arkadaşlıklara alan mı açarsınız, yoksa olayları akışa bırakıp kafanıza göre mi takılırsınız?
Geçen hafta kendimi böyle bir masada buldum ve aynen şöyle oldu:
Daha beşinci dakikaya gelmeden karşımda oturan kişiye dair her şeyi biliyordum.
Evinde et tütsüleme makinesi olduğunu bile!
Hayır, ona dair hiçbir şeyi merak etmemiş ve soru dahi sormamıştım.
Ama hiç soru sormadan tüm hayatını ballandırarak anlatanlar vardır ya, işte o kategorinin şampiyonuydu kendisi.
Derken pek şahane bir gelişme oldu. “Her şeyini anlatan profil” bir ara kalkıp tuvalete gitti.
Bu alanda en popüler araçlar OpenAI tarafından geliştirilen DALL·E 2 ve Midjourney.
İsteyen herkes bu araçlara üye olup çok gerçekçi ya da fantastik görüntüler elde edebiliyor.
Daha profesyonel olanlar da var.
Trump’ın tutuklandığını gösteren ‘deepfake’ fotoğrafları görmüşsünüzdür.
Yapay zekâ ile yapılan bu fotoğrafların gerçekçiliği inanılmazdı.
İşin bir de sinema boyutu var.
The Guardian’da yer alan bir yazıda yapay zekânın yakın gelecekte sinemaya olan etkileri ele alınmış.
Otelin üçüncü katındaki iki odayı kapatıp küçük ve şık bir Japon restoranına dönüştürmüşler.
Muzaffer Yıldırım’ın oğlu Can Yıldırım ilgileniyormuş her şeyle.
Restoranın tüm kreatif tarafı ona aitmiş.
Sankai’den sonra aşağıya, Bebek Otel’in barına indik.
Burada cuma geceleri DJ Emir çalıyor.
Kendisini ilk kez Kürkçü Dükkânı’nda keşfetmiştim.
Bebek Otel’den sonra soluğu Next Door’da aldık.
Yeni bir şeyler duymuyorduk.
Ve nihayet Edis’le Aleyna Tilki aynı gün yeni şarkılarını yayınladı.
Hani eski dönemlerde “küçük Emrah”lar filan vardı.
Aleyna Tilki’nin yeni şarkısı “Başıma Belasın”ı da sanki “küçük Aleyna” seslendirmiş gibi.
Öyle fena arabesk tonlamalarla...
Ama şarkı direkt tutar.
Çünkü kulakların aşina olduğu bir melodiye sahip.
Edis’in şarkısını dinlerken ise
Ya siz şu cümleyi kuracaksınız ya da bir başkasından mutlaka duyacaksınız:
“Burası çok çoluk çocuk, çok ergen.”
Üstelik bu cümle sadece 30 ya da 40’larındakiler tarafından değil, gayet 20’lerini yaşayanlar tarafından bile dillendiriliyor.
Çünkü mekânlar çoktandır 16-18 yaş aralığına yelken açtı.
Dolayısıyla bu yaş aralığındaki kalabalığı gören söylene söylene mekândan kaçıyor.
Başka hiçbir metropolün gece hayatında bu kadar kuşak çatışması yaşanmamıştır herhalde.
Özellikle ajans toplantılarında bu tanım sıkça cümle içinde kullanılır, altı çizilir, göklere çıkarılır ama çoğu zaman da altı çizili bir şekilde havada, yani teoride bırakılır.
Oysa kişiselleştirilmiş deneyim noktasına doğru kendiliğinden geldik, geliyoruz.
En popüler misal:
3 milyon takipçili Şeyma Subaşı Instagram hesabında ücretli aboneliği ilk başlatanlardan biri oldu.
Aylık 84 liraya (sayfasında 60,99 lira yazıyor ama ücret almaya gelindiğinde 84 lira) Şeyma’nın abonelere özel sunduğu içeriklere ulaşabiliyorsunuz.
Dahası var. Şeyma’nın abonelere sunduğu özel sohbet odası, mesajlaşma olanağı, vesaire...
Zaten “kişiselleştirme” denilen şey burada başlıyor ya: Kendinizi özel, önemli hissetmek.