Ömür Kurt

Türkân Şoray anlatıyor…

10 Ağustos 2017
Türkân Şoray’ın köşe yazarı olduğunu biliyor muydunuz? Peki, ya hayranlarıyla uzun uzun mektuplaştığını? Birçoğuna fotoğraf imzalayıp yolladığını, bazılarının evine konuk olduğunu, tüm samimiyetiyle yazdığını çizdiğini… Dünyada kaç kişiye ‘Sultan’ unvanı layık bulunmuştur ki? Türkân Sultan sadece Türkiye’de değil, dünyada da tektir. Üstelik bu unvanı ona halk vermiştir. Sultanlığa tümüyle karşı olanlar bile Türkân Şoray’ın sultanlığında hemfikir. Peki, onu böylesine yüceleştiren nedir? Ercan Akarsu’nun yazdığı “Bir Nesil Türkân Şoray’la Mektuplaştı” kitabı bize Sultan ve 70’lerin Türkiye’si hakkında fikir veriyor.

Anadolu’nun her yöresinden, her yaştan ve her düşünceden insandan aldığı yüzlerce mektubu geceler boyu okuyup, onlara Foto Roman Dergisindeki köşesinden yanıtlar yazmış Türkân Şoray. Onun yazılarını okuyunca bir kez daha hayran oluyor insan! Kullandığı dil, seçtiği sözcükler, yaşadıklarını ifade ediş biçimi, hayranlarıyla iletişimi, samimiyeti muhteşem. 10 yılda 511 bin mektup almış, okumuş ve Foto Roman Dergisi aracılığıyla yanıtlamış.

Bu yanıtlarında küçük hayranlarına bir ‘abla’ gibi tavsiyeler veriyor, büyük hayranlarıyla bir 'kız kardeş' gibi dertleşiyor, bu kitabın her sayfasında karşımıza yepyeni bir Türkân Şoray çıkıyor. 1974 yılında yayımlanan bir yazısında “Bu köşede size sinemadan daha yakınım” diyor sinemanın Sultanı! Halkı ile iletişim kuruyor… Bu yanıtları okuyunca insan “Bir Sultan işte tam da böyle olmalı!” diyor. Halkıyla konuşmalı, dertleşmeli, dinlemeli…

Türkân Şoray’a hayranları öyle şeyler soruyor ki, bazılarını şimdiki ünlülerin yanıtlaması çok güç! Ancak o, hepsini de bütün samimiyetiyle yanıtlıyor… İşte ona gelen mektuplardan birinde, hayranının sordukları ve Sultan’ın o sorulara verdiği yanıtlar:

1 – Rüçhan Bey ile gerçekten evlenmek istiyor musunuz? Veya bu mümkün değil mi? Bir başka nokta, buna yoksa lüzum görmüyor musunuz?
2 – Zayıflamak için gayret sarf eder misiniz? Çünkü aşırı hayranınız olarak sizi fazla kilolarınızı atmış görmek isterim.

Yazının Devamını Oku

Çocuğunuza bağırmayın, onu azarlamayın

5 Ağustos 2017
Çocuğa bağırmak ve onu yüksek sesle azarlamak, çocuğun benliğinde sarsıcı yaralar açıyor. Hele hele bu olay başkalarının yanında gerçekleşiyorsa çocuk içine kapanıyor ve gelecekte sinik bir karaktere bile dönüşebiliyor. Konuyu Psikiyatrist Dr. Sabri Yurdakul ile konuştuk.

Anne-babalar, çocuklarına neden bağırıyor?

Birçok anne-baba, çocuklarının yaptıklarına engel olamamanın çaresizliğini yaşıyor. Sabırlarının taştığı anlarda birden patlıyorlar. Çoğu ebeveyn de anne-babadan öyle gördüğü için çocuğuna bağırıyor. Kişisel yaşamdaki sorunlarla baş edemedikleri zamanlarda çocuklarına bağıran anne-baba sayısı da bir hayli fazla!

Çocuğa bağırmak nelere sebep olur?

Bir kere çocuk, bağırmanın sebebini anlayamaz. Yani nedeni değil, sonucu görür! Korkar, özgüven eksikliği duyar, sinik bir karakter haline gelebilir. Özellikle gelecekte kendi çocuğuna bağıran bir ebeveyn haline dönüşebilir. Sürekli bağırdığımız zaman ise bizimle yüzgöz olan, artık hiçbir dediğimize tepki vermeyen, bildiğini okuyan çocuklar olurlar. Çocuklara arkadaşlarının gözleri önünde bağırmak, onları yüksek sesle azarlamak çok onur kırıcıdır. Çocuk, küçük düştüğünü hisseder, utanır, siner, kendini ezik hisseder. O anda sesi çıkmaz, ama içindeki kırgınlık çok uzun yıllar boyunca devam eder. Arkadaşının o anı hep hatırladığını düşünür ve sürekli bir eziklik hisseder. Bu nedenle kesinlikle çocuklara bağırılmamalı. Rahatsız olunan konu, sakince açıklanmalıdır. Şu kesinlikle unutulmamalı: Çocuklarla konuşmanın en iyi zamanı olay bitip geçtikten sonra sakin sakin konuşmaktır. Bu bizi öfke ile büyük tepki vermekten de koruyacaktır. Sakin sakin yaptığını konuşmak, neden böyle davrandığını anlamaya çalışmak çok daha etkili olacaktır. Onları dinleyip neyin neden hoşumuza gitmediğini açıklarsak bizi daha fazla dinleyecektir.

Peki, anne-babalar kendilerini nasıl kontrol edecek?

Genellikle bağıran anne babalar iş bağırma noktasına gelene kadar sabreden, sonra bağırarak tepki veren anne babalardır. Bunun yerine iş bağırma noktasına gelmeden önce uyarmak, devam ederse buna sakince engel olmak gerekir. Engel olmanın da en iyi yolu o anda dikkatlerini başka noktaya çekmek ve kızdığımız konudan uzaklaştırmaktır. Böyle yaptığımızda bağırmak zorunda kalmayız. En sinirli anımızda bile bağırarak tepki vermeyi bırakırsak ortada bağırılacak bir şey de kalmayacaktır. Onları ikaz etmek, devamını engellemek sonucunda çocuklarımız da bunu öğreneceklerdir. Anne-baba olarak öfkemizi kontrol etmeyi öğrenmeliyiz. Çocuğumuzla daha sağlıklı bir iletişim kurmalıyız. Bağırma bir iletişim hatası olduğu için bunu mümkün olduğu kadar sağlıklı iletişime çevirmeliyiz. Biz bilemiyor olabiliriz, ama bir psikologdan veya pedagogdan yardım almak işe yarar.

Yazının Devamını Oku

Tuvalet eğitimi zamanı

29 Temmuz 2017
Anne-babaların en zorlandığı konulardan biri tuvalet eğitimi. Doğru öğretildiği düşünülse bile bazen çocuk isteksiz davranabiliyor, anlamak istemiyor, nazlanabiliyor. Peki ne yapmalı? Çocuk ve ergen psikiyatrisi uzmanı Prof. Dr. Özgür Öner’le konuştuk.

Tuvalet eğitimine ne zaman başlanır?
Genelde iki yaş civarında ama bütün çocuklar bu eğitime aynı anda hazır olmaz. Anne-baba, çocuğunu başkalarıyla kıyaslamamalı. Ayrıca çocuk hazır değilse kesinlikle başlanmamalı, çünkü o zaman süreç çok uzar ve eziyetli hale gelir.

Çocuk buna ne zaman hazır olur?
Tuvalet ihtiyacı olduğunu ifade edebiliyorsa, bezini iki saat veya daha uzun süre kuru tutabiliyorsa, lazımlığa gidip oturup kalkıyorsa, bezini çıkarıyor veya pantolonunu indirip kaldırabiliyorsa hazır demektir. Tuvalet eğitimi için, çocuğun yaşına ve zamanına da uygunsa, yaz ayları idealdir.

Eğitim sürecinde nasıl bir yol izlenmeli?

• Eğitim 3-6 ay sürer. Sürecin birkaç günde bitmesi beklenmemeli, sabırlı olunmalı.

Yazının Devamını Oku

Pika sendromu tehlikesi yayılıyor

22 Temmuz 2017
Yapılan araştırmalara göre Türkiye’deki çocukların yüzde 51’i çamur, toprak, sabun, pil, kireç gibi yabancı maddeleri yiyor. Bu tür davranışlarda bulunan çocukların birçoğuna ‘pika sendromu’ teşhisi konuluyor. Hayli şaşırtıcı bir hastalık olan pika sendromuna dair her şeyi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Ersin Sarı ile konuştuk.

Çocuklar neden çamur, sabun, pil gibi şeyleri yiyor?

Bu bir tür hastalık aslında. ‘Pika sendromu’ olarak adlandırılıyor. Yabancı nesne yeme alışkanlığı olarak tanımlanıyor. Vücudun demir, bakır ve çinko gibi temel elementlerden eksik kalması sonucunda, kişinin gıda maddeleri dışında yabancı maddeleri yeme davranışıyla ortaya çıkıyor. Yani temelinde vücuttaki element eksiklikleri yatıyor. Fakat fizyolojik etkenlerin yanı sıra psikolojik etkenler de büyük rol oynar. Huzursuz bir aile ortamında bulunan, sevgiden yoksun olan ve güven problemi yaşayan çocuklarda bu hastalık daha sık görülür. 

Peki, nelere sebep olur?

Çocuklar keşfetmek ister. Bu yüzden birçok nesneyi deneme ve ağzına götürme dürtüsü hissederler. Ancak pika sendromlu çocuklar sürekli besin olmayan yabancı maddeleri yerler ve yabancı maddeleri yeme dürtüsünü engelleyemezler. Bu maddelerin özellikle kurşun içeren boyalar ve toprak olması çocuğun sağlığını tehdit eder. Çocukta kurşun zehirlenmesi var ise şiddetli karın ağrıları, ishal, kusma, kol ve bacaklarda güçsüzlük veya felç ve nöbetler ortaya çıkabilir.  Kurşun içermeyen diğer yabancı nesneler de çocukta karın ağrısına ve kusmaya neden olabilir. Bağırsak tıkanması pika sendromunun bir sonucu olarak ortaya çıkabilir.

Anne babalar ne yapmalı?

Doktor kontrolünde bir teşhis konulması çok önemli. Vücutta demir, bakır gibi mineral eksikliği söz konusu ise buna uygun ilaç tedavisi başlatılmalı ve doğal gıdalarla da beslenme takviyesi yapılmalı. Demir eksikliği tespit edilmesi durumunda; karaciğer, yumurta, kuru baklagiller, kırmızı et, pekmez, yeşil yapraklı sebzeler bolca tüketilmeli ve çinko eksiği için ise; kuru baklagiller, tam buğday unu ve deniz ürünleri tercih edilmeli. Psikolojik nedenlere bağlı gelişen pika sendromu içinse mutlaka bir pedagogdan destek alınmalıdır. Pika tedavisinde terapiye de yer verilmeli. Psikolojik olarak uygulanan bu terapi sonucunda başarılı bir sonuç elde etmek oldukça kolaydır. Özellikle de oyun terapisi çocuklarda hastalığı yenme konusunda oldukça başarılıdır.

Yazının Devamını Oku

'Blogger annelik' bir meslek mi?

19 Temmuz 2017
Geçtiğimiz günlerde hem uzmanlara hem de blogger annelere sorular sorarak Hürriyet Cumartesi ekinde “Blogger anneler teşhirci mi?” başlığı ile yayımlamıştım. Yazıya bu başlığı koymamın sebebi, blogger annelere sürekli olarak bu suçlamanın yapılmasıydı. Yazı birçok kesimden olumlu, ama blogger’lar çevresinden bazı olumsuz tepkilerle karşılandı. Hâlbuki yazı oldukça tarafsız olma iddiasındaydı. Bu nedenle de sadece uzmanlara değil, blogger annelere de sorular sormuştuk. Amacımız onların görüşlerine de yer vermekti.

Blogger anneler beni “Bizim yanıtlarımızı kesmişsiniz” diye eleştirdi. Oysaki gazete sayfasının belli bir sınırı var ve anlamı değiştirmeden kesebileceğimizi de kendilerine bildirmiştik. Üstelik sadece onların görüşlerini değil, uzman görüşlerini de kısalttık. Yoksa sayfalar dolusu olurdu. Nitekim birazdan okuyacağınız yanıtlar 7 sayfayı buldu. O röportajı yaparken blogger annelere de 7’şer soru sorup hepsini yanıtlamalarını istedik ve her birinden bir yanıt kullandık. Çünkü söyledikleri birbirilerini tamamlıyordu ve aynı yanıtları tekrar tekrar vermek yazıda bütünlüğü bozacaktı.

Bugün ise blogger annelerin sorularıma verdiği yanıtların tamamını uzman görüşlerine yer vermeden yayımlıyorum. Uzman görüşlerini merak edenler de bir önceki yazıma buraya tıklayarak ulaşabilir. İşte blogger annelerin, sorularıma verdiği uzun yanıtlar:

1. Blogger annelerin çocuklarını deşifre ettiği söyleniyor. Sizce doğru mu bu?

Hassas Anne: Deşifre etmek bence çok yanlış bir kelime. Günümüzde annelerin yüzde 99’u çocuklarının fotoğraf ve videolarını Facebook ve Instagram’da paylaşıyor. Onlar çocuklarını deşifre etmiş mi oluyorlar? Cevap tabii ki hayır! İnternette milyonlarca çocuk fotoğrafı var zaten, bizimkilerin gizlenmesine gerek olduğunu düşünmüyorum.

Melinasmom: ‘Deşifre’ yerine çok daha farklı bir kelime kullanabiliriz diye düşünüyorum, örneğin 'paylaşmak' gibi. Çünkü deşifre gizli kalan bir şeyi açığa çıkarıyormuşuz gibi bir algı yaratıyor ve biz böyle bir şey yapmıyoruz. Çoğu insan gibi günlük yaşamımızda hoşumuza giden ve bizi takip edenlerin hoşuna gideceğini düşündüğümüz çocuk veya kendi fotoğraflarımızı değil, 'an'ı paylaşıyoruz.

Saadet Algan: Bu söyleme kesinlikle katılmıyorum, tabii ben sadece kendi adıma konuşuyorum, ama bu söylem sadece ve sadece bizim üzerimizden reyting yapma derdinde olan ve asla iyi niyetli olduğuna inanmadığım birkaç kişinin kayda bile alınmayacak mantıksızlıktaki söylemleri... Benim sevdiğim ve takip ettiğim hiçbir blogger'ın paylaşımı çocuklarını deşifre, istismar etmek amaçlı değil. Blogger olmak ne demek? Bunu düşünmek lazım bence öncelikle. Bireysel olarak kendim veya çocuklarla ilgili yaşadığım doğru veya yanlış tüm tecrübeleri, kullandıklarımı, yaşadığımız hastalıkları, başımıza gelen iyi veya kötü olayları yazmaktan ,paylaşmayı sevmekten, yazarken mutlu olmaktan, keyif alan bir insanlarız. Hepsi bu kadar. Ben açıkçası, insanları iki sebepten takip ediyorum; birinci sebep arkadaşım oldukları için, ikinci sebep ise paylaşımlarından yeni şeyler öğrenebildiğim, bana farklı yollar gösteren kişiler benim için caziptir. Takip etmek istemediğim bloga girip okumam, sosyal medyada medeniyet ve saygı çerçevesinde sadece takibi bırakırım o kadar, farklı şekilde tepki verenlerin niyetinin başka ve niteliksiz olduğunu düşünüyorum.

Ollaluna: Son dönemlerde belirli bir kesimin bilinçli bir şekilde acımasız bir üslupla biz blogger annelere çocuklarını 'deşifre', 'teşhir' ve 'istismar' ettiği yönünde talihsiz suçlamaları mevcut. Teknolojinin bu denli gelişip yayılması elbette günümüzde sosyal medya kullanımını arttırdı. Bu artık hayatın kabul edilmesi gereken bir gerçeği. Biz anneler de aktif olarak sosyal medyayı kullanıyor, diğer annelerle annelik, kadınlık, insanlık üzerine dayanışmada, fikir alışverişinde bulunuyoruz. Bizlerin hayat akışında çocuklarımız önemli bir bölümünü kapsıyor. Dolayısıyla sosyal medyada çocuklarımıza ait fotoğrafların olması da son derece olağan bir durum. İnsanın annelik itibarını ve onurunu zedeleyen bu suçlamaları anlayamıyorum. Çocuğumun çocuk dünyasına ait paylaşımlarım nasıl bu şekilde adlandırılır? Ailesiyle gezerken, parkta oynarken, evde aktivite yaparken çekilen o görüntülerden bahsediyoruz. Lütfen vicdanlı olalım; bu şekilde değerlendirilmesi çok adaletsizce.

Milkandmom:

Yazının Devamını Oku

Rusya’da dostluk kazandı

18 Temmuz 2017
Rusya çok akıllıca bir iş yaptı. 64 ülkeden çocukları ülkesine topladı ve harika bir organizasyona imza attı. Dünyanın değişik ülkelerinden gelen onlarca çocuk futbolcu ve çocuk gazeteciler için ‘Dostluk için futbol’ organizasyonu düzenlendi. Hürriyet Çocuk Kulübü de organizasyonu takip etmesi için Rusya’da davet edildi ve ben de bu vesile ile Rusya’ya gittim.

5 yıldır düzenlenen ‘Dostluk için futbol’ organizasyonunun tüm maddi giderleri Rus petrol şirketi Gazprom tarafından karşılanıyor. Rusya, çocuklar üzerinden dünyaya önemli bir mesaj veriyor: “Geleceği değiştireceğiz!” Buraya dikkat! "Değiştirmek istiyoruz" veya "Geleceği değiştireceğimize inanıyoruz" demiyor. "Değiştireceğiz!" diyor. Bu kadar kararlı olmalarının bir amacı var. Bu kadar sorunun yüklü olduğu dünyada çocuklara '9 değer'i benimsetiyorlar. O değerler de dostluk, eşitlik, adalet, sağlık, barış, özveri, zafer, gelenek ve onur! Bu değerler, dünyayı değiştirir.

‘Dostluk için Futbol’ organizasyonu, Rusya'nın tarihi şehri St. Petersburg'da gerçekleşti. Otelden yemeğe, şehir turundan futbol karşılaşmalarına kadar her şey ince ince hesaplanmıştı. Çocuklar için sağlık ekipleri de hazır bulunduruldu, güvenlik önlemleri de en üst seviyede tutuldu. Hatta yemeklerde Türkler için ‘helâl menü’ bile hazırlanmıştı. Akşam yemeklerinde Türklere ait masalar çoktan hazırdı. Bu kadar saygılı olmaları da ayrıca takdire şayandı.

Organizasyonun Türk oyuncusu, 'Yavru Kartal' lakaplı Abdülmecid Dönmez, ‘Dostluk için Futbol’ şampiyonasında ekibiyle birlikte ikincilik madalyası kazandı. 8 karma takım arasında düzenlenen turnuvada Abdülmecid, Almanya, Brezilya, Letonya, Litvanya, Suriye, Tanzanya ve Türkmenistan’dan gelen yaşıtlarıyla birlikte mor renkli takımın forması altında mücadele etti. Abdülmecid'i çalıştıran Beşiktaşlı Mesut Kır da ekiple olan iletişimi ve içtenliğiyle Türkiye'yi mükemmel temsil etti.

Abdülmecid son derece kibar bir çocuk. Futbolun iyi bir temsilcisi. Geleceği çok parlak. Herkesle selamlaşıyor, şakalaşıyor, dostluk ilişkileri kuruyor. Futbolun iyi yüzü onda ve diğer çocuklarda kendini başarıyla gösteriyor. Eğer 9 değeri içtenlikle benimserse hem Türkiye’de hem de dünyada saygın bir yer edinebilir.

SADECE ERKEK FUTBOLCULAR DEĞİL KIZ FUTBOLCULAR DA VAR

‘Dostluk için Futbol’ uluslararası sosyal bir çocuk programı ve 2013 yılından bu yana Gazprom tarafından yürütülüyor. Program, farklı uyruklara ve fiziksel kabiliyetlere sahip kız ve erkek çocuklarını bir araya getiriyor. Takımlarda sadece erkek futbolcular yok, kız futbolcular da var. Onlar da top peşinde koşturuyor, gol atıyor, kendi kalelerini koruyorlar. Müthiş bir eşitlik ve dayanışma örneği sergiliyorlar. Görülmeye değer!

Yazının Devamını Oku

Çocuklara kötü örnek oluyorsun Metin Hara!

17 Temmuz 2017
Metin Hara’nın Adriana Lima ile yaşadığı ‘aşk’ herkesin ilgisini çekti. Ama benim asıl ilgimi çeken Hara’nın hırsları ve sözcüklerindeki ‘aşağılama’ içeren kısımlardı. Bu anlamda Ayşe Arman’ın Metin Hara ile yaptığı röportaj onu birçok açıdan anlamamızı sağladı.

Bir ‘yaşam gurusu’ olarak ortaya çıkan bu kişinin uluslararası hayallerini apaçık gözler önüne seren röportajda benim için dikkat çekici 3 şey vardı:

1- Metin Hara, sevgilisi olduğu Adriana Lima hakkında konuşurken sürekli olarak ‘kadın’ diye sesleniyor. Ona ‘Sevgilim’ demiyor; ‘Adriana’ demiyor 'Canım, aşkım' veya ‘Adriana Hanım’ vb. demiyor. ‘Kadın’ diyor. Peki, hangi kadın? İnsan sevdiğine böyle mi hitap etmeli?

2- Kendi ülkesini küçümseyen biri Metin Hara! Örneğin Ayşe Arman’ın “Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada haberleriniz çıkıyor…” sorusuna “Tabii ki öyle olacak. Çünkü kadın, bütün dünyada tanınan biri, sadece üçüncü dünya ülkesinde haber olacak halimiz yok” diye yanıt veriyor. “Üçüncü dünya ülkesi” dediği bizim ülkemiz! Yani Türkiye Cumhuriyeti! Kendi ülkesini ‘küçümseyen’ biri ‘büyük’ olabilir mi?

3- Birleşmiş Milletler sevdalısı biri Metin Hara! Röportajda şöyle diyor: “Ben daha Birleşmiş Milletler’de seminer vereceğim. Bütün dünyanın Paulo Coelho’su olacağım. Binlerce insanın hayatını değiştireceğim. Her sene hedefime biraz daha yaklaşıyorum.” Bilmiyor ki Irak’tan Afganistan’a, Libya’dan Suriye’ye kadar birçok kanlı savaş kararlarının alındığı yer orası! Irak’ta kitle imha silahı olduğu yalanı ilk olarak orada ortaya atılıp, milyonlarca insanın ölmesine ve Irak'ın işgaline zemin hazırlanmıştı. Sonra ABD eski Başkanı Bush 2004 yılındaki bir toplantıda “O kitle imha silahları nerede? Belki de bu masanın altındadır” diyerek her şeyin düzmece olduğunu dünya âleme ilan etmişti. Malum, Irak’ta kitle imha silahı olduğu yalanının dayanağı Iraklı kimyager Refid Ahmet Elvan el Cenabi de “Bana yalan söyleyerek Irak rejimini devirme şansı verilmişti” demişti. Şimdi herkes onu lanetle anıyor. Unutulmasın! Arap Baharı mümessilleri de BM konuşmacısıydı. Diktatörlere karşı ayaklanmışlardı AB+D'den 'yardım' bekliyorlardı; şimdi oralar da kan coğrafyası! Metin Hara da Birleşmiş Milletler’de konuşma yapmanın onu nelere bulaştıracağını bir düşünse iyi olur. Belki de çoktan düşünmüştür!

Umarım çocuklar ve gençler tanımıyordur Metin Hara’yı. Çünkü herkes için çok kötü bir örnek kendisi…

Yazının Devamını Oku

Çocuğunuza 'Senin için saçımı süpürge ettim' demeyin

15 Temmuz 2017
Ebeveynlerin çocuklarla iletişim kurarken yaptıkları hataların başında, onları kendi çocuklukları ile kıyaslamak geliyor. Anne babanın çocuğa sık sık kendi fedakârlıklarını hatırlatması, ona nasihat vermesi ve onu eleştirmesi çocuğa birçok açıdan zarar veriyor. Sebeplerini Çocuk Gelişimi Uzmanı Doç. Dr. Arzu Yükselen ile konuştuk.

Çocuklarla konuşurken neden sürekli şart koşuyoruz?

Çocukla iletişim kurarken birçok hata yapıyoruz. Çocukların üzerine ağır yükler yüklüyoruz. Sözgelimi, çocuğun bir davranışı hoşumuza gitmediğinde “Senin için saçımı süpürge ettim” veya “Senin için nelere katlandım” gibi sözler söylüyoruz. Anne veya baba, sıkıştığında, çocuğa kızdığında, ona karşı ne kadar fedakâr olduğunu böyle ifade ediyor. Oysaki bu tür cümleler çok suçlayıcı ve yanlış. Sağlıklı anne baba ve çocuk ilişkisi kayıtsız şartsız, koşulsuz sevgiye dayanmalıdır.

Peki, bu tür yaklaşımlar neye sebep olur?

Çocukların büyüme ve gelişmesinde anne babaların emeği göz ardı edilemez. Ancak çocukların dünyaya gelme nedenlerinin anne babalarının tercihi olduğu da unutulmamalı. Dolayısıyla çocuklarının bakımı ve büyütülmesi anne babaların sorumluluğudur, anne baba olmanın getirdiği bir gerekliliktir. Bu aşamada ancak bir yetişkinin desteği ve ilgisiyle büyüyebilecek olan çocuğun bu ilgi ve şefkati görmemesi onun gelişiminde önemli sorunlara yol açabilir.

Çocuk kendini nasıl hisseder?

“Seni ben büyüttüm, ne zorluklar çektim” şeklinde suçlayıcı eleştirilere maruz kalan çocuk anne babası tarafından istenmediğini, bulunduğu evde fazlalık olduğunu en önemlisi de sevilmediğini düşünebilir. Anne babası tarafından sevilmediğini düşünen bir çocuk kendisini önemsiz, değersiz görür ve başkalarının da kendisini değersiz gördüğünü düşünmekten kendini alamaz. Bu çocukların diğer çocuklarla veya yetişkinlerle güven sevgi ve saygıya dayalı iletişim kurmaları güçtür, çünkü bu çocukların ayrıca benlik saygıları ve özgüvenleri de zarar görmüştür.

Ne yapmalı?

Yazının Devamını Oku