Çocukların uyku arkadaşları neden önemli?
Uyku arkadaşları çocuklar için çok önemlidir ve mutlaka her çocuğun bir uyku arkadaşı vardır. Onunla uyumak, onunla vakit geçirmek çocuğa kendini iyi ve güvende hissettirir. O oyuncağı kendisinin bir parçası gibi görür çocuk. Meselâ onunla daha kolay bir şekilde uykuya dalıyor, onunla beraber seyahat ediyorsa kendini daha rahat ve evdeymiş gibi hissediyor, yabancılık çekmiyor. Bu nedenle böyle bir objeyi çocuktan esirgememek gerekiyor.
Neden yıkanmamalı peki?
Birçok anne bunun farkında olmayabiliyor, ama çok önemli bir konu bu. Hiçbir şekilde onu çocuğa sormadan yıkamamak, “Bu çok eskidi, yırtıldı” diye atmamak gerekir. Çünkü o zaman çocuğun en iyi arkadaşı bir anda yok olur. Bu da onun güven duygusunu zedeler. Çocuğun uyku objesi çok eski bir bez bebek olabiliyor ve anne “Bu çok eskimiş, atayım” diyebiliyor veya “Ben bunu bir yıkayayım” diyor. Çocuk bir bakıyor ve bebeğini ona sormadan birinin yıkadığını görüyor. Üstelik ona sormadan! Perişan olabiliyor. O kirli de olsa, rengi solmuş olsa da çocuk ona başkasının dokunmasını istemiyor.
Çocuklar uyku objelerini ne zaman seçiyor?
Bazı bebekler böyle bir objeyi 9 aylıkken, bazıları 10 aylıkken seçebiliyor ama mutlaka kendisi karar veriyor. Bu nedenle, böyle durumlarda mutlaka çocuğa sorarak hareket etmek gerekiyor. Anne babalar farkında değil, ama çocukların uyku objeleri onların da hayatını kolaylaştırıyor. Sözgelimi eğer bir çocuk tatile veya başka bir yere götürülecekse mutlaka yanında beraber uyuduğu oyuncağı da götürülmeli. Böylece çocuğun kendini ev ortamında hissettiğini ve oraya daha kolay uyum sağladığını görecekler.
Herkes çocukların kitap okumadığından yakınıyor. Çocuklar neden kitap okumayı sevmiyor?
Çocuk kitapları editörü olduğum için herkes bana “Aaaa ne kadar da eğlenceli bir alan” diyebiliyor. Evet, eğlenceli ama çocuk kitapları ‘eğlence işi’ değil. Yetişkin kitaplarına ne kadar değer ve önem atfediyorsak, çocuk kitaplarına da aynı önemi atfetmemiz gerekiyor. Çünkü kitapta önemli olan edebi değeridir. Eğer biz çocukların kitap sevmesini istiyorsak, onlara iyi edebiyat vermeliyiz. Kitap okumak, aldığın hazdan sonra gelişir. Eğer sen bir sanat eserinden keyif alıyorsan, bir film izlemekten zevk alıyorsan, okuduğundan da zevk alırsın. Okuduğundan zevk alırsan kitap okumayı seversin.
Çocuk kitaplarının eğitici ve öğretici olması isteniyor. Oysaki çocuk kitapları da edebi bir türdür. Nasıl yaklaşılmalı çocuk kitaplarına?
Türk ve dünya çocuk edebiyatı, çocuklara bir şeyler öğretme temeline dayanıyor aslında. Bu ilk başta dindi. Kiliseler çocuk kitabı basıyordu. Sonra gelişti. Ancak çocuk kitabı dediğimizde akla hâlâ ‘çocuklara bir şey öğretmek’ geliyor. Oysaki çocuk zaten annesinden bir şey öğreniyor, öğretmeninden öğreniyor, babasından dedesinden öğreniyor. Herkes çocuklara bir şeyler öğretmeye çalışıyor. Neden kitaplara da öğretici bir dil koyuyoruz ki? Buna gerek yok. Zaten ders kitabı var, öğretmeni var, okulu var. Çocuk kitabı alanı, onun zevk alma ve hayal gücünü geliştirme alanı olmalı. Dolayısıyla bir şey öğretmek zorunda değil. Çünkü bir şey öğreten aslında edebiyat olmuyor. Eğer bir kitap, anlatırken içselleştirirse edebiyat olur.
Günümüz çocuk kitaplarının resim ve içerik bütününe baktığımızda çeşitli sorunlar olduğunu görüyoruz. Sadece yazılar değil, bazı resimler de çocuklara uygun değil. Nasıl olmalı?
Çocuk kitaplarının ticari bir yanı var Türkiye’de. Bu nedenle de pek geliştirilmiyor. Eğer birileri çıkıp da “Çocuk kitaplarını psikologlar denetlesin” diyorsa, burada çok ciddi bir sorun var demektir. Bağımsız bir zemin oluşturulmalı hâlbuki... Meselâ İsveç’te bu var. İsveç’te çocuk kitaplarıyla ilgilenen, araştırmalar yapan bir dernek var. Bizim eksiğimiz bu Türkiye’de. Bir dernek kurulabilir, o dernek raporlar yazılabilir; ama denetleyen bir birim kurma fikir yanlıştır, yasakçıdır, sansürcüdür. Bağımsız bir dernek olsa ve o dernek raporlar çıkarsa “Bu iyi illüstrasyondur” dese, “Bu çocuklar için iyi değildir” derse… Piyasada kötü bir kitap dolaşıyorsa, alıp bu kitabı incelese ve bu kitap hakkında raporlar yazsa...
Proje fikri nasıl ortaya çıktı?
İhtiyaçtan ortaya çıkan bir fikir aslında… Biliyorsun benim iki tane çocuğum var. Onları bir etkinliğe götürdüğümde, onlar içeride eğlenirken benim de arkadaşlarımla oturup sohbet edeceğim, biraz dinlenebileceğim bir ortamı hiçbir zaman bulamadım. Birçok yerde ya anne-babalar çok fazla düşünülmüş ya da çocuklar… Mesela çocuğu etkinliğe götürüyorsunuz, siz buz gibi bir yerde etkinliğin bitmesini bekliyorsunuz. İşte burada çok büyük bir yanlış var. Çocuk önemsendiğinde yetişkin önemsenmiyor. Oysaki sadece çocuklar değil, ebeveynler de düşünülmeli. Bu büyük bir ihtiyaç! Yani çocuklar kaliteli vakit geçirirken anne babanın da oturup dinlenebileceği, yemeğini yiyebileceği veya arkadaşlarıyla sohbet edebileceği, hatta kitap okuyabileceği ve aynı zamanda çocuğunu görebileceği bir alan istedik. Bu çok önemliydi.
Fenerbahçe ile nasıl bir araya geldiniz?
Bizim böyle bir fikrimiz vardı ama henüz bunu sağlayacak bir ortam oluşmamıştı. Bir gün Aziz Yıldırım beni aradı. “Ben statta çocuklar için bir şey yapmak istiyorum, ne yapabiliriz?” dedi. Ben de çok heyecanlandım ve bu projeyi anlattım. O da beni Fenerium ekibiyle bir araya getirdi. Fikrimi anlattım. “Nasıl yani, stadın içinde tiyatro mu olacak?” dediler. Ben de “Neden olmasın?” dedim. Bir etkinlik alanı tasarladık, projeyi hazırladık ve başladık.
Etkinlik alanını hazırlarken nelere dikkat ettiniz?
STEM+A (Bilim, teknoloji, mühendislik, matematik ve sanat) düşünce yapısını burada uyguluyoruz. Bu beş disiplinle çocuğu ne kadar erken yaşta tanıştırırsak çocuk yeni yüzyılın becerilerine o kadar kolay uyumlanan bir birey haline gelir. Ancak bu disiplinlerde matematiği matematik gibi veya mühendisliği mühendislik gibi öğretmekten yana değiliz. Bunların hepsi aslında birbirinin içine geçmiştir çünkü. Biz de bu atölyede hepsini bir arada buluşturan atölyeler yaparak çocuklara bu disiplinleri yaşatıyoruz. Bir kâğıda yazarak, “Hız şudur, matematik budur” vb. diye dayatmak yerine bizzat hayatın içinde öğreneceği şekilde fark ettirmek istiyoruz. Bunu da çocuğu eğlendirerek yapmaya çalışıyoruz.
1- Havai fişek, su ve ışık gösterilerine gidin: Çocuklar havai fişekleri ve hareketli su oyunlarını çok severler. Yeni yıl akşamında dışarı çıkıp bu tür gösterileri izlemek sadece çocukları değil sizi de çok eğlendirecek. İstanbul, İzmir, Ankara, Antalya, Eskişehir’de havai fişek gösterileri olacak. Kaçırmayın.
2- Yeni yıl kurabiyeleri ya da pastası yapın: Yeni yılı evde geçirecek olanlar kutlamalara gündüzden başlasın. Çocuklarınızla birlikte yapacağınız yeni yıl kurabiyeleri ve pastaları onları hem çok eğlendirecek hem de ince motor becerilerini ve el göz koordinasyonunu geliştirecek.
3- Film izleyin: Yeni yıl akşamı izleyeceğiniz bir filmi önceden belirleyip ailece keyifli vakit geçirebilirsiniz. Hem yeni yıl temalı, eğlenceli hem de çocukların duygusal, sosyal gelişimine katkı sağlayacak Kutup Ekspresi, Hediye Operasyonu gibi filmleri izleyebilirsiniz.
Çizginin Çizgisi kitabının nasıl bir hikâyesi var?
Bu kitap çocuklara karikatürde görsel okumayı öğretiyor. Karikatürde kullanılan metaforların, imgelerin, mecazların kullanılma şeklinin ne anlam ifade ettiğini de anlatıyor. Yani aslında bir tür ‘karikatür okumayı öğrenme’ kitabı diyebiliriz.
Karikatür okumak neden önemli?
Karikatür seven ve karikatürü içselleştiren insanlar hayata eleştirel bakabilen ve eleştiri kabul edebilen insanlardır. Bu nedenle karikatür, insanların algısının gelişmesine büyük yarar sağlar. Bu algının çocuklukta oluşması ve gelişmesi geleceğimiz için çok önemli. Yani bir insan, yazıdan arındırılmış bir karikatüre baktığında oradaki metaforların ne anlama geldiğini çözebilmeli. Bu çok önemli.
Çocuklara karikatür sevgisini kazandırmak için neler yapılmalı peki?
Her çocuk resim çizmekten hoşlanır. Onun bu sevgisi zaman içinde ya gelişir ya da körelir. Önemli olan anne babanın ve çevrenin desteğidir. Desteklenen insan gelişir. Eğer bir çocuğun karikatüre, resme, mizaha yeteneği varsa, onun önünden kalemi kâğıdı eksik etmemeliyiz.
Anne babalara tavsiyeleriniz neler?
Çekmece nasıl bir proje?
Drama Eğitmeni İbrahim Zeki Karabulut: Bizim okulumuz bir kooperatif okulu ve temelinde imece kültürü var. Biz, özümüze bakarak, insanlarımızın el birliğiyle iş tamamlama kültüründen ilham alıyoruz. Çekmece, aslında ÇEK-imece! ÇEK okullarının imece anlayışını göstermek adına böyle bir isim koymayı tercih ettik. Bursa’da iki köye sürdürülebilir atölyeler kurduk. Böylece çocukları ve köylüleri o merkezde buluşturuyoruz. Çocuklarla birlikte üretiyoruz, paylaşıyoruz ve öğreniyoruz. Bunu yaparken elimizdeki eğitim olanaklarını da paylaşıyoruz, köy çocuklarıyla şehir çocuklarını buluşturmayı da başarıyoruz.
Nasıl yapıyorsunuz bunu?
Bursa yakınlarında üç köy belirledik. Bu köylere atölyeler kurduk. İş içinde eğitimi, sürdürülebilir olarak hayata geçirmeye başladık. Okulda eğitim veren öğretmenler ve okulumuzdaki öğrencilerle birlikte düzenli olarak o köylere gidiyoruz ve sürdürülebilir atölyeler yapıyoruz. Drama çalışmaları, müzik çalışmaları, resim atölyeleri, oyun atölyeleri, ekme biçme faaliyetleri, yapı işleri, mekân düzenleme ve daha pek çok şey… Tamamen gönüllülükle yürütülen projeler bunlar. Hiçbir şekilde maddi beklentisi yok. Geleneksel kermesler düzenleyerek eksiği gediği tamamlıyoruz. Örneğin köylere kütüphaneler kurduk, o mekânları boyadık, düzenledik. Ancak bu kütüphaneleri, atölyeleri oraya yapıp ayrılmadık. Kendi kendimize “Çekmece projesini gerçekleştirdiğimiz köylerde en az üç sene kalacağız. Ancak bunu yaparken orada sadece biz olmayacağız, köylüler de bizimle beraber proje yapacaklar ve onlar da bu projeyi isteyecekler.”
İstiyorlar mı peki?
Evet. Hem de çok istiyorlar. Çünkü şehirli çocuklarla köy çocuklarını bir noktada buluşturuyoruz.
Projenin fikri nasıl çıktı?
Taylan Kümeli: Bundan 10 yıl önce Kanada’da çocukların aldığı beslenme eğitiminin onlarda bir davranış değişikliği yarattığını görünce çok etkilendim. Bizim ülkemizde de olabilir mi, diye düşünürken Engin Şenel ile bir araya geldik ve ‘Super Kids in the Kitchen’ projesini hayata geçirdik. Ancak projeyi İngiltere’de başlattık. Daha sonra da ülkemize getirdik.
Nasıl oldu bu?
Engin Şenel: Ben uzun zamandır İngiltere’de yaşıyorum. Taylan Hanım projeden söz edince Londra’da başlayalım, dedik. Çünkü sadece Türkiye’deki insanlar değil, yurt dışında da bir sürü insan yanlış besleniyor. Bunu Türkiye ile sınırlandırmamak lazım. Dünyada da bir önlem alınmalı.
Taylan Kümeli: Bugün baktığımızda Türkiye’de yavaş yavaş yanlış beslenmenin sonuçlarını obezitenin artışıyla çok net görüyoruz. Bu nedenle Türkiye’de olması kaçınılmazdı projenin.
Çocuklar ne öğreniyorlar burada?
Taylan Kümeli:
Nesin Vakfı’nın temel öyküsü nedir?Nesin Vakfı, bütün hayatı boyunca kendini halkına karşı borçlu hissetmiş bir adamın, yani Aziz Nesin’in hikâyesidir. 1972 yılında kurulmuştur ve o tarihten bu güne binlerce çocuk yetiştirmiştir. Şu anda da burada 42 çocuğumuz var.
Kimsesiz çocuklar da kalıyor mu vakıfta?Kimsesiz çocuklar yok. Kimsesiz çocuklar devlet güvencesi altında. Bizim vakfa aldığımız çocukların mutlaka yasal bir vasisi var. Aileden aldığımız bir kabul güvencesiyle bakıyoruz çocuklara. Ancak temel kıstasımız ailelerin ekonomik durumlarının yetersiz olması ve çocukların okumak istemesi. Genel olarak 0-10 yaş gurubundan çocukları vakfımıza alabiliyoruz. Sonrasında da üniversiteyi bitirip işlerini ellerine alana kadar onlara maddi manevi desteğimizi sürdürüyoruz.
Vakıfta nasıl faaliyetler var?Vakfımızın hemen yanına bir tarım alanı kurduk. Oyun alanları, kümesler, seramik atölyeleri var. Çocuklar burada doğa içinde ekerek, biçerek, hayvan besleyerek öğreniyor. Bu çok önemli! Oysaki günümüzün insanı çocuklara karşı aşırı korumacı. Evet, bir tehlikeye karşı korumak doğru ama onların kendi kendine başarmasını engelleyecek derecede korumacı davranarak çocukları korumuş olmuyoruz. Hayat öyle değil. Her an yanlarında olamayız. Mevcut akademik eğitimin yanında bir de hayata dair eğitim almalı çocuklar! Çocuk ileride bir kurumun başına da geçecek olsa hayata en dipten başlamalı. Bir çocuk sökük dikebilmeli, eksiği gediği görebilmeli, düzeltebilmeli. En tepeyi de hedeflese, en derini bilebilmeli. Ayrıca siz onu şirkete genel müdür olarak tasarlarsınız ama o terzi olmayı tercih eder. Anne baba, çocuğun tercihine de karışmamalı. Yeteneklerini görebilmeli.
Çocukların yaratıcılığı nasıl artar peki?Çocukların yaratıcılığı çok ileride aslında! Ancak bizler o yaratıcılığı yok ediyoruz. Çünkü bir sisteme tâbi tutuyoruz ve kendi istediğini değil, bizim istediğimizi yapmasını istiyoruz. Örneğin anaokulu çok önemlidir, ama bizde anaokulu da ‘sürekli faaliyet alanı’ olarak görülüyor. Mesela çocuğun daha anaokulundayken yazı yazması isteniyor. Hayır! Anaokulunda sürekli faaliyet halinde olunmamalı! Çocuklar yaratıcılığının zirvede olduğu bu zamanda yetişkinlerin yönlendirmeleriyle değil, içlerinden geldiği gibi üretmeli. Yönlendirme olunca “Benim yaptığım iyi değil” diye düşünüyor çünkü çocuk… Bir araştırma 2 yaşındaki çocukların %98 oranında yaratıcı olduğunu söylüyor. Peki, üniversiteye geldiğinde bu oran neden felaket bir hal alıyor? Çünkü çocukları rahat bırakmıyoruz. Okullar velilere göre yapılıyor, çocuklara göre değil! Özellikle de anaokulları...
Neden?Yaratıcılığı ya körüklersiniz ya da öldürürsünüz. Meselâ çocuğa bir timsah resmi verilir ve çocuk boyama yapar. Ben buna ‘çocuk işçi çalıştırmak’ diyorum. Boyama kitapları sınırları belli, mükemmel çizilmiş kitaplar. Bu kitaplarla çocuklara “Ben harika bir timsah resmi yaptım sen de içini boya! Ama sakın taşırma!” deniyor. İşte dehşet verici bir tutum! Yaratıcılığı öldüren temel şeylerden biri! Bir ülkede eğitim sistemini çökertmek istiyorsanız anaokulunda boyama yaptıracaksınız. Bu nedenle nerede bir boyama kitabı görürseniz onu hemen imha edin! Çünkü çocuktan sadece onu boyaması isteniyor, yaratıcı olması istenmiyor. Hâlbuki o çocuk zaten olağanüstü bir timsah veya kuş yapabilir. Asıl önemli olan sizin onun yaptığını beğenmeniz değil, onun kendi yaptığını beğenmiş olması.
Ne yapılmalı peki?Anaokulunda verilmesi gereken tek şey sanat eğitimi. Sanat, çocuğa özgür bir alan yaratacaktır. Eğer bunu denersek Türkiye’deki eğitimde artışı görürüz.
Nesin Vakfı’na katkı sağlamak isteyenler için neler söylersiniz?