Bu proje nasıl ortaya çıktı?
Taşımalı eğitimdeki servis şoförlerine trafik güvenliği, ilkyardım ve iletişim eğitimleri vererek başlanılan bir proje. Odağında çocuklar var. Çocukların güvenliği ve sağlığı bizim için çok önemli. Eğer onları trafik ve yol güvenliği konusunda eğitebilirsek, gerek trafik kazalarına, gerek servis ve taşıma sorunlarına çözüm üretebilir, toplum güvenliğine katkı sağlayabiliriz. Bunun için Jandarma Genel Müdürlüğü, Ulaştırma Bakanlığı, Michelin ve TÜVTÜRK’ten yardım alıyoruz. Taşımalı servis şoförlerini eğitiyoruz ve öğrencilere de trafik eğitimi veriyoruz. Velilere de ulaşmaya çalışıyoruz. Şimdiye dek 48 bin servis şoförüne ve 25 bin 500 öğrenciye ulaştık.
Projenin temel amacı nedir?
Türkiye’nin 81 ilinde çocuklar taşımalı eğitim sistemiyle okula gidiyor. Yani servis şoförleri, 1 milyon 270 bin 798 çocuğun güvenliğinden sorumlu. Bu nedenle önce servis şoförlerini eğitmek gerekiyor. Bunu gerçekleştirmek için birçok ilde yüzlerce sürücüyle görüşmeler gerçekleştirdik; trafik psikologları, iletişimciler ve sağlıkçılardan oluşan uzman ekiple birlikte araştırmalar yaptık. Hem servis şoförlerine hem de öğrencilere eğitimler vermeye başladık. Eğitimler sonunda hem şoförlerin hem de çocukların bilgi düzeyindeki olumlu değişimi gözlemledik. Şu an eğitime katılanların trafik bilgisinde %25’e varan bir iyileşme var.
Neler yanlış biliniyor peki?
Servis şoförleri çocuklarla iletişim kurmakta çok zorluk çekiyor. Onlarla nasıl iletişim kuracaklarını bilmiyorlar. Çocukların yaramazlıklarından şikâyet ediyorlar. Hatta bazıları çocuklarla çok yüz göz olabiliyor, onlara lakaplar takabiliyorlar. Bu eğitimlerde çocuklara lakap takmamaları gerektiğini öğreniyorlar meselâ… Küfürlü ve bağırarak konuşmama konusunda farkındalık kazanıyorlar. Serviste hiçbir şekilde cep telefonuyla konuşmamaları gerektiğini, emniyet kemeri takmaları gerektiğini, arabada seyir halindeyken camı açıp yoldan geçen kimseye laf atmamaları ve sinirlenmemeleri gerektiği vs. gibi Türkiye’de çok sık tekrarlanan yanlışlar konusunda farkındalık kazanıyorlar. Yani servis şoförlerine, çocuklara her davranışlarıyla rol model oldukları hatırlatılıyor.
Çocukların tırnak yeme alışkanlıklarının altında ne gibi sebepler var?
Tırnak yeme stres azaltıcı bir hareket olarak veya tırnağın kendisi ya da derideki düzensizliklerden rahatsız olmayla başlar. Bu davranışı yapan çocukların önemli bir kısmı davranışı otomatik olarak yapmaya devam ederler. Boş kaldıklarında, stresli durumlarda veya sıkıldıklarında ya da elleri ile tırnak çevresindeki düzensizlikleri yoklamaları ile davranış başlar. Her ekonomik durumdaki, her zekâ düzeyindeki çocukta ortaya çıkabilir. Hafif olgularda, bir kere alışkanlık haline geldikten sonra mutlaka çocukta bir psikolojik soruna eşlik etmesi de gerekmez. Fakat altında psikolojik sorunların olduğu durumlar da söz konusu olabilir. En çok 10-18 yaşları arasında görülür ve kızlarda daha fazladır. Olguların önemli bir kısmında yaşla davranış azalsa da ömür boyu devam edebilir.
Eğer bir çocuk tırnak yiyorsa, bu davranış nasıl bıraktırılabilir?
Bu davranışı bıraktırmak için ‘alışkanlık geri çevirme teknikleri’nin kullanılması gerekir. Öncelikle davranışı devam ettiren ‘aşırı ilgi’ ve ‘uyarma’ gibi sosyal pekiştiricileri ortadan kaldırmak gerekir. Bununla birlikte, davranışın ortaya çıktığı zamanların ayrıntılı bir şekilde belirlenmesi için liste tutulmalı ve çocuğun bu davranışın bilincine varması sağlanmalı. Daha sonra tırnak yemenin yoğun olduğu durumlarda bu davranışı engelleyecek, ellerini cebine sokma gibi alternatif hareketler oluşturulmalı ve çocuğa kontrolüyle ilgili geri bildirim uygun bir şekilde verilmeli.
Nasıl?
Bir kere kesinlikle çocuğa “Tırnağını yeme!” vb. uyarılarda bulunulmamalı. Çünkü bu durum davranışı istemeden pekiştirebilir. Önemli olan davranışa farkındalığı arttırmak ve alternatif hareketi bulabilmektir. Çocukla bir konuşma yapılmalı ve ona “Tırnaklarını yediğinin farkında mısın?” diye sorularak çocuğun farkındalığı sağlanmalı. Bunun sağlık açısından iyi bir davranış olmadığı vurgulanmalı ve çocuğa alternatif bir davranış önerilmeli. “Böyle durumlarda ellerini ceplerine sokabilirsin” vb. bir söz ile çocuk yönlendirilebilir. Çocuk bu davranışın yanlışlığına ikna edilebilirse, zamanla kendiliğinden bırakacaktır.
Çocuklar bu davranışı yaşıtlarından taklit edebilir mi? Taklit durumunda, anne babalar konuyu nasıl ele almalı?
Oyuncu Emre Turanlı’nın proje önderi olduğu bu çalışmada pek çok çocuk sinema ile tanışıyor, kamera önünü ve kamera arkasını görüyor, film çekilirken verilen emeği, fikri, ekip ruhunu ve gösterim heyecanını yaşıyor. Belki bu başlangıç onların geleceği için büyük bir adım olur ve aralarından Türk Sineması'na yön veren oyuncular, yönetmenler, senaristler çıkar…
Bu yıl Üsküdar Şemsipaşa İlkokulu’ndaki geleceğin sinemacıları, Türkiye'de en çok izlenen filmlerin afişlerini hazırladılar. Kendi bakış açılarıyla birbirinden farklı filmleri yeniden yorumladılar. Çocukları ve Emre Turanlı’yı tebrik ediyorum. İşte çocukların hazırladıkları afişlerden bazıları…
Kitap fikri nasıl ortaya çıktı?
Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması verilerine göre ülkemizde 0-5 yaş arasında yüzde 21, 6-18 yaş arasında ise her yüz çocuktan 22’si şişman. Yüzde 74,2’si fiziksel aktiviteden yoksun. Yani beslenme sorunları en çok çocukları etkiliyor. Türkiye Çocukluk Çağı Şişmanlık Araştırmasına göre ise çocukların yüzde 14’ü fazla kilolu, yüzde 8’i ise şişman. Dolayısıyla çocukları bu konularda bilinçlendirmek toplumsal bir zorunluluk. Biz de ‘Yemekte Denge’ projemiz kapsamında dengeli beslenmeyi bir hikâye kurgusu içinde anlatmak istedik. Kitabı, Ayşe Şule Bilgiç’in kurucusu olduğu Düşyeri Çizgi Film ve Canlandırma Stüdyosu ekibi hazırladı.
Bu kitapla çocuklara ne söylemek istiyorsunuz?
Çocuklara “Dengeli bir şekilde sağlıklı olan her şeyi yiyebilirsin. Tek yapman gereken, dengeyi nasıl kuracağını öğrenmek” demek istiyoruz. Kitapta, besin çeşitliliği, besinlerin hangi gruplarda yer aldıkları ve ne fayda sağladıklarına dair bilgiler yer alıyor. Milli Eğitim Bakanlığı Temel Eğitim Genel Müdürlüğü ile birlikte yürüttüğümüz proje kapsamında kitabımız çocuklarla ücretsiz olarak buluşuyor.
Çocuk ve obezite konusuna ülkemizdeki yaklaşım ezberlerden ibaret. Vakıf olarak sizin bu konuya yaklaşımınız nasıl? Neleri değiştirmek istiyorsunuz?
Biz bu projemizle çocuklara işin özünü öğretiyoruz öncelikle. Besinler nelerdir, ne işe yararlar, yemezsen ne olur, yersen ne olur gibi… Bunu yaparken de didaktik bir dilden kaçınıyoruz. Çocukların anlayacağı ve sıkılmayacağı bir anlatımı önemsiyoruz. Temel hedefimiz çocuklarda dengeli beslenme ve sağlıklı yaşam alışkanlığı geliştirebilmek… Projemiz bugüne kadar çocuklarımızın yeme alışkanlıklarını olumlu yönde değiştirdi, ulaştığımız çocukların beslenme alışkanlıklarında olumlu değişiklikler sağladı. Hiç karnabahar sevmeyen çocukların karnabahar yediğini, hiç spor yapmayan çocukların spor yapmaya başladığını gördük. Sağlıklı beslenme konusunda farkındalıkları arttı ki, bu çok önemli.
'Dostluk için Futbol', Rusya'nın dünyanın birçok ülkesinden çocuğu 'dostluk' için buluşturduğu büyük bir organizasyon. Geçen yıl St. Petersburg şehrinde 64 ülke çocuğu buluşmuştu. Bu yıl ise tam 211 ülkeden çocuk el ele verecek ve hep bir ağızdan “Dünyayı değiştiriyorum” diyecek. 'Çocuk futbolcular' futbol takımları oluşturup dostluk için futbol oynayacak, 'çocuk gazeteciler' de organizasyonla ilgili her gün haberler, analizler ve röportajlar yapacak. Çocuk gazetecilerin yazıları organizasyonun günlük gazetesinde yayımlanacak. Bu, dünyanın her yerinden çocukların içinde bulunmak için can attıkları bir organizasyon.
Organizasyonun Türkiye ayağında 'çocuk gazeteci' bu yıl Hürriyet Çocuk tarafından seçildi. Doğa Koleji öğrencisi Eda Çelik, İngilizce bilgisi, sosyallik, dışa dönüklük ve girişkenlikle bizi etkilemeyi başardı ve bu yıl hem Türkiye'yi hem de Hürriyet Gazetesi'ni Moskova'da temsil etmeye hak kazandı. Eda aynı zamanda organizasyonun Türkiye ayağındaki faaliyetleri de yakından takip edecek ve konuyla ilgili haberler yapacak. Biz de onunla birlikte hem Türkiye'de organizasyonlarda hem de Moskova'da yer alacağız.
HER HAREKETLİ ÇOCUK 'HİPERAKTİF' MİDİR?
Toplumda hareketli ve hatta yaramaz çocukların 'hiperaktif' olduğuna dair bir genel kanı var. Oysaki her hareketli çocuk 'hiperaktif' değil. Peki, bu durum nasıl anlaşılır, anne babalar ne yapmalıdır? Prof. Dr. Tayfun Uzbay açıklıyor.
<iframe src='http://www.hurriyet.com.tr/video/embed/?vid=40773591&resizable=1&autostart=scroll&playsinline=true&v_utm_source=haber_detay' width='580' height='326' frameborder='0' scrolling='no' allowfullscreen></iframe>
HADİ ANNE GİDELİM
Anne-babalar neden çocuğuna küser?
- Her türlü ilişkide, sadece geçici bir etkiye sahip olan ‘küsme’ ve ‘barışma’ döngüsünü genellikle tahammülü az, çocuğun ruhuna uygun yaklaşım becerileri zayıf ebeveynlerde görüyoruz. Anne, baba veya çocuk ego durumundaysa ‘çocukla çocuk olmak’ tarzında bir iletişim örüntüsü içinde birbirlerini hırpalayabiliyorlar. Halbuki anne ve babanın çocuğuna karşı üstlendiği rol, onun davranışlarında çok belirleyicidir. Dolayısıyla her yaşta çocuğun hataları ve zorluklarına karşı daha kontrollü, öngörülü ve akılcı olunmalı. Yetişkin tarzı bir sistem kurup kalıcı öğrenmeyi sağlayan bir eğitim benimsenmeli. Anne ve baba, çocuğuyla eşit değildir.
Sabır ve sevgiyle zenginleştirilen iletişim
Çocuğa küsmek doğru bir yaklaşım mıdır?
- Hayır! Küsmek, bir şeye kırılıp iletişimden kendini çekmektir. Küstüğünüzde artık olanların ve hislerinizin sorumluluğunu karşıya atmışsınız demektir. Bundan sonrasıyla o baş edecektir ve durumu toparlayıp size yeniden iyi hissettirmelidir. Ancak çocuk, böyle bir baş etme becerisine sahip değildir. Çocuk, büyüme ve öğrenme sürecinde bir bilmezlikten geçer. Anne-babası da ona rehberlik etmelidir. Sabır ve anlayışla sürdürülen bu rehberlikte küsmeye yer yoktur. Anne-baba ve çocuk dilinde ‘küsmek’ sakıncalı kelimedir. Çünkü ruhsal gelişimde istediğimiz şey, çocuğun hatalarına rağmen sürdürülüp sabır ve sevgiyle zenginleştirilen bir iletişimdir. Çocuk “Bazı şeyleri yanlış ya da eksik yapsam da annem ve babam tarafından sabır ve sevgiyle desteklenecek kadar değerliyim” algısına sahip olmalıdır.
Bu bir ‘cezalandırma’ yöntemi olabilir mi?
211 ÜLKE YÜZLERCE ÇOCUK
2013 yılından bu yana düzenlenen organizasyona bu yıl 211 ülke ve bölgeden yüzlerce ‘çocuk gazeteci’ ve ‘çocuk futbolcu’ katılacak. Rusların ‘9 değer’ adını verdiği dostluk, eşitlik, adalet, sağlık, barış, özveri, zafer, gelenek ve onur değerleri etrafında bir araya gelecek olan çocuklar hep bir ağızdan “Dünyayı değiştiriyorum” diyecek.
HÜRRİYET ÇOCUK MUHABİRİ OLMAK İSTEYENLER PARMAK KALDIRSIN
Ana etkinlikleri Rusya’nın başkenti Moskova’da 8-15 Haziran tarihleri arasında gerçekleşecek olan ‘Dostluk için Futbol’ organizasyonunda futbolcu çocuklar her gün futbol oynayacak, gazeteci çocuklar da bir hafta boyunca her gün gazete çıkaracak. Farklı ülkelerden gelen yaşıtlarıyla röportajlar yapacak, karşılaşmalar hakkında analizler yazacak, haber yapacak. Ayrıca Lujniki Stadı’nda 2018 Dünya Kupası açılış maçını da izleyecek. Tüm masraflar ise organizasyon tarafından karşılanacak. Ayrıca çocukların güvenliği de üst düzeyde sağlanacak.
2005 DOĞUMLU OLANLAR KATILABİLİR
211 ülkeden çocukların katılacağı organizasyonda bu yıl Türkiye’yi ve Hürriyet Gazetesi’ni temsil edecek çocuk gazeteciyi seçiyoruz. Yarışmaya 2005 yılının Nisan-Aralık ayları arasında doğmuş tüm çocuklar katılabilir. Çocuklar ‘Dostluk, eşitlik ve futbol’ konularını içeren İngilizce bir haber yazıp hck@hurriyet.com.tr adresine gönderebilirler. Bu organizasyonda en azından anlaşacak kadar İngilizce bilmeleri isteniyor. Haydi, tüm çocuklara haber verin. Son başvuru tarihi 18 Mart Pazar.
KATILIM KOŞULLARI
Velilerin her fırsatta çocuğunun sınıfına girmesi doğru mu?
Çocuğun okula gitmesi, onun artık ailesinden ayrı olarak, farklı bir sosyal ortama dâhil olduğu bir süreci ifade eder. Bu, çocuğun bireysel gelişiminin bir parçasıdır ve tek başına o ortama uyum sağlaması çok önemlidir. Çünkü çocuğun bağımsızlığını kazanacağı en önemli sosyal ortamı okuldur. Son yıllarda özellikle çocuğu ilkokulda okuyan velilerin okul kurallarını ihlal edercesine sınıfa girdiğine tanık oluyoruz. Bu pek çok açıdan sakıncalıdır.
Nasıl?
Okul ortamındaki otorite figürü öğretmendir, veli değil. Sınıfın sorumluluğu da öğretmendedir. Eğer veli, her fırsatta çocuğunun sınıfına girip işleyişe müdahale ederse hem kendi çocuğunun hem de diğer çocukların psikolojik, sosyal ve ahlaki gelişimlerini olumsuz yönde etkiler. Üstelik çocuğun sınıfını ve öğretmenini benimsemesini, onlara güvenmesini ve kendini o sınıfa, yani o sosyal guruba ait hissetmesini de sabote etmiş olur. Hatta çocuğun sınıfta karşılaştığı sorunlar karşısında kendi başına karar vermesini, toplumsal kurallara uymasını, annesi veya babası olmadan karşılaştığı sorunu çözme becerisi geliştirmesini engeller.
Böyle bir durumda çocuk kendini nasıl hisseder?
Eğer sınıfta bir sorun olduysa ve anne veya baba ‘sorun çözücü’ olarak sınıfa müdahale edebiliyorsa çocuk, kendini arkadaşlarının yanında yetersiz, bir yetişkin tarafından korunmaya muhtaç hisseder. Hatta durum biraz daha ileri gidebilir ve çocukla “bebek, beceriksiz, anne kuzusu, vb.” şeklinde dalga geçilerek sağlıklı arkadaşlık ilişkisi kurmasına da engel oluşturur. Bunun yanı sıra, diğer çocukların da kendilerini yalnız, desteksiz hissetmesine, velisi sınıfa giren arkadaşlarına ayrıcalık tanındığı için ona karşı kızgınlık duymalarına ve kendilerini haksızlığa uğramış hissetmelerine; bu nedenle de öğretmenlerine ve okullarına güvenmemelerine de neden olabilir. Çok istisnai, özel durumlar dışında ve sınıf öğretmeniyle okul PDR servisinin önerisi olmadan bir velinin çocuğunun sınıfına girmesi doğru değil.