Peki, çocuk bir istismar yaşadıysa ne yapmak gerekir?
• Her yaş grubu kendi yaşına uygun, yaşadığı istismarı ifade eder. Anne babaların görevi bunu dikkatlice dinlemek, anlattığı için ona teşekkür etmek ve yaşadığınız bölgeye en yakın Çocuk İzlem Merkezleri vb. kurumlara başvurarak çocuğunuzun en uygun desteği almasına yardım etmektir.
• Çocuğun anlattıklarını tekrar tekrar anlattırmak, yanında üzülüp perişan olmak veya anlattıkları çok normalmiş gibi davranmak ya da önemsememek, kızmak, inanmamak, suçlamak, tehdit etmek, anlatmaya zorlamak ona daha çok zarar verir.
• Soğukkanlı, sakin ve şefkatle yaklaşın. O an ihtiyacı olan tek şey budur! Ebeveynler olarak yapacağınız en güzel tedavide sevgi ve şefkatinizi vermektir. Ona sıklıkla “Bu senin hatan değil, bu senin suçun değil. Ne olmuş olursa olsun seni çok seviyorum. Sana bunu yapan kişinin suçu!” deyin.
• Bu konuda uzman olmadığınızın farkındalığıyla, olayın öyküsünü, çocukta neler kaldığını ve nasıl onarılacağını ya da cezayı bu konuda çalışan uzmanlara bırakın.
• Onun güven alanını sağlayın. Güvende olduğunu hissettirin. İstismarı yapan yetişkinle aynı ortama sokmayın ya da yüzleştirme gibi şeyleri asla yapmayın. Yaşadıklarını sadece ilgili kişi ve kurumlara aktarın.
• Çocuk izin vermiş, onayı varmış gibi suçlamaları kabul etmeyin, hatta zihninizden bile geçirmeyin. Çocuklar bu tip durumları oyun zannedebilir ve oyuna katılabilir. Yani bunun nedeni onay değil, oyun çağında bir çocuk ya da ergen olduğundandır. Bilişsel, duygusal ve bedensel gelişimi cinsel deneyime onay verecek seviyede değildir. Çocuğu korumak ona cinsel obje olarak bakmamak, sınır çizmek yetişkinin yapması gerekendir.
Dijital yurttaşlık nedir?
Özlem Öz (Google): İnternet aracılığıyla dünyanın dört bir yanından insan birbirine bağlanır. Böylece çevrimiçi bir topluluk oluşur. Bu topluluğun da herkesin uyması gereken kuralları vardır. İşte bu kurallar da dijital yurttaşlığı oluşturur. Bizler sanal dünyada konuştuğumuz kişilerin gerçek olduğunu unutuyoruz. Hâlbuki internette herkes gerçek. İnternet ortamındaki insanlarla ilişki kurulurken nelere dikkat edilmelidir, bunun kuralı nedir, nasıl olmalıdır vb. bilgileri çocuklara öğretmek istiyoruz. Bu nedenle de TEGV’le işbirliği yaptık ve ‘Algo Dijital’ projesini hazırladık.
Nasıl bir proje Algo Dijital?
Aslı Sevinç Daver (TEGV): Algo dijital çocuklarımıza, oyunlar üzerinden algoritmik düşünme kazanımı vermeyi hedefleyen bir web platformu. Eğlenceli karakterler ve hikâyelerle çocukların; hem dijital beceriler kazanmasına hem de hayatın her alanında faydalanacakları düşünsel kazanımları elde etmesine yardımcı olmayı amaçlıyor. Çocukların analitik düşünmesini sağlamak, geleceğin dili olan kodlama, programlama, dijital okuryazarlık, dijital yurttaşlık gibi konularda farkındalık kazandırmak ve internette nasıl güvende olacaklarını göstermek. İnternet, teknolojinin kalbinde! Bu nedenle bütün iletişim araçları içinde büyük bir bağ oluşturuyor. Gelecekte interneti bütün teknolojik araçların içinde göreceğiz. Buzdolabından evlerin kapılarına kadar her şey internete bağlı olacak gelecekte. Dolayısıyla internet de geleceğin insanlarının hayatının odak noktasında olacak. Biz de bu proje ile hem ‘internet yurttaşlığını’ çocuklara öğretmeyi hem de çocukların internet bağlantılı teknolojik icatları hayal etmelerini istedik.
Gökçe Elif Baykal (Koç Üniversitesi-Araştırmacı): Algo dijital aslında bir programlama dili. Bu yüzyılda doğan çocuklara ‘dijital yerliler’ deniyor. Bu çocuklar ‘dijital yurttaşlık’ bilgilerini öğrenmek zorundalar. Hakları neler? Becerileri neler? Ne geliştirebilirler? Bunları bilmek zorundalar. Özellikle bilim, teknoloji, matematik, mühendislik ve sanat (STEM+A) alanlarındaki becerilerini geliştirmek durumundalar. Biz Algo Dijital projesiyle bunu hayata geçiriyoruz. Projeye katılan çocuklara problem çözme, sıralı düşünme, soyutlama, mekânsal ve uzamsal düşünme becerileri kazanıyor. Çocuğun iki ve üç boyutlu ortamda kendini nasıl algılayabildiğini sorguluyoruz ve çözüm önerileri üretmeye çalışıyoruz.
İnsanlar neden internette, gerçekte olduğu gibi değiller?
Nisan Su Tablacı (TEGV):
Kitabı okuyanlar ne gibi içerikler bulacak?
İsmail Sarı: İstifa edip dünyayı gezenleri, çocuğuyla gezenleri, arkadaşıyla veya aşkıyla gezenleri, yalnız gezenleri bulacak. “Hafta sonu dünya nasıl gezilir” sorusunun yanıtını bulacak. Seyahatte neye ihtiyaç olur, neye olmaz, nasıl hazırlanılmalı, yanına neler almalı, nerelere gidilmeli ve ne kadar para harcamalı gibi soruların yanıtlarını bulacak. Bisikletle dünyayı gezenden ucuz uçak biletiyle gezene, motosikletle gezenden otostopla gezenlere kadar her türlü hikâye var kitapta.
Serkan Ocak: Kitabı kategorilere ayırdık ve 50 gezginden en heyecanlı dünya turu rotalarını yazdık. İstifa edip gezenler var, yalnız gezenler var, çalışarak veya okuyarak gezenler var. Okuyarak gezenlerin hikâyeleri oldukça ilginç. Meselâ aldığı 400 TL’lik burs ile yurtdışına çıkmış ve şehir şehir gezmiş bir arkadaşımızın hikâyesi var.
Yücel Sönmez: Kitap yıl içinde parça parça gözlerimizin önünde oluştu. Her hikâyede kendim için de ilham verecek bir bakış açısı, bir yöntem ya da seyahat arzusu oluştuğunu gördüm ve hissettim. Kitapla ilgili aslında yaptığım iş editörlüğü gibi görünse de birçok gezginle birlikte yaptıkları o seyahatlere ben de çıktım, deneyimledim, ders çıkardım.
Bir üniversite öğrencisi burs parasıyla dünyayı nasıl gezer ki?
Serkan Ocak: Burs parasıyla dedimse de tamamen burs parasıyla değil aslında. Gittiği yerlerde en ucuz yerleri bulup, oralarda günlük küçük işler yapıp para kazanarak geziyorlar. Herkes gezginler için “Bunların tuzu kuru paraları var gezerler tabii” gibi önyargılarda bulunuyorlar. Oysaki bu doğru değil. Bu bir yol. Bir hedef… İsteyince paraya pula bakmıyor. Öncelikle heyecan lazım. Kitapta yer verdiğimiz 50 gezginin de ortak noktası heyecan! Tabii ki tekne kiralayıp dünya turu yapan da var, şirket sahibi olan da… Ama kitabı okuyanlar anlayacaklar ki, biletini alıp beş parasız kalanlar da var, bisikletle dünya turu yapanlar da. Yani herkesin tuzu kuru değil. Yalnızca heyecanları büyük…
İsmail Sarı:
Hürriyet Çocuk Kulübü jürisinin seçtiği en iyi 3 gazetenin sahibi ödül olarak tablet bilgisayar ve kitap seti kazandı. Ödüllerin hepsi Dinozor Çocuk'tan. Çocukların hazırladığı bu gazeteler, düş dünyalarının zenginliğini ve dünyayı algılama biçimlerini ortaya koyuyor. İşte kazanan gazeteler ve ödülleri...
Zeynep Ceren Cengiz'in hazırladığı 'Teleskop Gazetesi' farklı tasarımı, gelecekçi bakış açısı ve haber tasarım uyumuyla birincilik ödülüne layık bulundu. Ödül: iPad Air 2 - 16 GB ve kitap seti.
İnci Saracık'ın hazırladığı 'Evrensel Sanat Gazetesi-Müzikal' mizanpaj, tasarım ve orijinal fikir uygulamasıyla ikincilik ödülüne layık bulundu. Ödül: Samsung Galaxy TAB E ve kitap seti.
Muhammed Ferit Avcı'nın hazırladığı 'Işık Hızında Teknoloji' gazetesi, sosyal medya ve teknolojiye bakış açısı, teknolojiyi yansıtma biçimi ve özgün tasarımıyla üçüncülük ödülüne layık bulundu. Ödül: Samsung Galaxy T113 ve kitap seti.
Masal Müzesi fikri nasıl ortaya çıktı?
Dünyada çocuğun tarihi çok yeni. Çocuk kavramının ilk ortaya çıkışı bile Sanayi Devrimi’ne denk geliyor. Biz ‘çocuk’ kavramını doktorlara borçluyuz. Doktorlar 1800’lü yıllarda koruyucu aşıları bulmuşlar. Koruyucu aşılar bulunmadan önce çocuk yaşayacağı bile belli olmayan, büyüklerin dünyasında yaşayan bir canlıydı. Bu aşılar ortaya çıkınca gözler çocuğa çevrildi. Çocuk mobilyaları, çocuk odası, çocuk oyuncakları ondan sonra zenginleşti. Ne zaman ki çocuk kalıcı oldu, çocuğun gelişimine, psikolojik dünyasına da ondan sonra değer verilmeye başlandı. Oyuncaklar çeşitlendi, masallar gelişti. Büyükler için yazılan kitaplar sadeleşip çocuklar için kısaltılmaya başlandı.
Çocuk üzerine kurulan müzeler ise İkinci Dünya Savaşından sonra ortaya çıktı. Çünkü insanlık çok önemli bir şeyi fark etti. Bir dönemi anlatan her türlü obje var, ama oyuncak yok! Elbiseler korunuyor, takılar çekmecede itinayla gizleniyor, resimler asılıyor, mobilyalar cilalanıyor. Peki, ya oyuncaklar? Oyuncaklar ya kırılıyor ya da çocuk büyüyünce çöpe atılıyor… Oysaki tarihe ait en önemli obje oyuncak! İşte insanlık son 50-60 yılda bunu keşfediyor. Böylece ilk oyuncak müzeleri ortaya çıkıyor. Daha sonra oyun müzeleri kuruluyor. Bir de masal müzeleri… Bunların hepsi çocuk dünyasını belgeleyen müzeler. Bizim ülkemizde ise böyle müzeler yoktu. Ben 2005 yılında İstanbul Oyuncak Müzesi’ni kurdum. Sonra Ataşehir’de Düştepe Oyun Müzesi’ni kurdum. Kartal Belediye Başkanı Altınok Öz çok sevdiğim bir dostumdur. Bir sohbet esnasında ona Masal Müzesi fikrimi açıkladım. Kartal’ın Yakacık Mahallesi’ndeki bir masal evini andıran şirin yeri o bize sağladı ve Türkiye’nin Masal Müzesi’ni kurduk. Artık İstanbul’da bir Oyuncak Müzesi, bir Oyun Müzesi bir de Masal Müzesi var.
Müzeyi tasarlarken nelere dikkat ettiniz?
Buraya gelen ziyaretçilerin birer kitap kurdu gibi, masal kitaplarının arasında bir kitaptan öteki kitaba gezmelerini istedim. Bu yüzden sahne tasarım sanatçısı Ayhan Doğan’a müzeyi bir kitaplığın içinde gezer gibi tasarlamasını söyledim. Müzedeki bütün sergileme alanlarının hepsi kitap şeklinde. Malum günümüzde anne babalar, çocukların kitap okumadığından bilgisayar oyunu oynadığından çok şikâyetçi. Burada çocuklar kitapların o zengin hayal dünyasını hissetsinler, müzeyi gezip evlerine döndükten sonra da kütüphanelerine sahip çıksınlar, kitaplarının da tıpkı oyuncakları gibi sevilecek bir obje olduğunu hissetsinler istedim.
Burada bir de Hans Christian Andersen heykeli var…
Bir çocuk neden yalan söyleme ihtiyacı duyar?
Aslında böyle bir ihtiyaç duymaz. 2 yaş civarındaki çocuklar ‘mış gibi’ davranırlar ve olmayan şeyleri olmuş gibi gösterebilirler. Biz yetişkinler bunu bir yalan gibi algılasak da bu yalan söylemek değildir, aslında onların gelişmekte olan hayal dünyalarıyla ilgili gelişimsel bir durumdur. Çocukların yalan söylemesi konusu çok daha başka sebeplerden kaynaklanır. Kendilerine rol model aldıkları yetişkinleri yani anne babalarını örnek alarak yalan söylerler. Özellikle 3-6 yaş özdeşim döneminde anne babasını kendine doğrudan model alan çocuk ona yalan söyleyen anne babası gibi yalana başvurabilir. Örneğin kahvaltıdan sonra seninle parka gideceğiz deyip gitmeyen ve gitmeme sebebini çocuğuna onun gelişim düzeyine uygun bir dille açıklamayan anne veya baba gibi. Çocuğun gözünde böyle bir davranış öncelikle anne ya da babaya karşı güvenin sarsılmasına sebep olabilecektir. Oysaki çocuk için temel güven duygusunun oluşmaya başladığı bebeklik döneminden itibaren en güvenilir kişiler anne babasıdır. Dolayısıyla çocuk için anne babasına güven duyması için ona verilen sözlerin tutulması ve asla yalan söylenmemesi gerekir.
Peki, çocuk eğer olumsuz bir tavır sergiliyorsa?
Eğer bir anne baba, çocuğunun olumsuz bir tavrından hoşlanmıyorsa ve ona bunu açıklamak yerine aşırı tepkiler veriyorsa, çocuk bunu gizlemek için yine yalana başvurabilir. Özellikle 2 yaş döneminde anne ve baba, çocuğun ısrarlı isteklerini yalan söyleyerek engellemeye çalışıyorsa, çocuk yalanı iyi bir şeymiş gibi algılayabilir.
Sizce yalan söylemek çocuklar için bir zekâ göstergesi mi?
Yalan söyleyen çocukların daha zeki çocuklar olduğu ya da yalanın bir zekâ göstergesi olarak algılanması doğru değil. Çocuklarla ilgili yapılan araştırmalar, onların gelişimleri veya davranışlarına yönelik olarak farklı sonuçlar doğurabilir. Ancak bu durum, çocukların olağan gelişim sürecinde kabul edilen doğruları değiştirmez. Dolayısıyla yalanı bir zekâ göstergesi olarak kabul etmek bizi gerçeğe götürmez. Halk arasında da dikkat eksikliği veya hiperaktivite bozukluğu olan çocuklar için toplumda “çok zeki olduğu için yerinde duramıyor” veya “çok yaramaz, çok akıllı da ondan” gibi yorumlar yapılabiliyor. Hâlbuki yanlıştır ve bu durum gerçekte müdahale edilmesi gereken bir bozukluktur. Çok hareketli yerinde duramayan dürtüsel davranışlar sergileyen çocukların bu davranışlarını çok zeki oldukları için sergilemezler. Gelişimsel olarak akranlarından daha ileri durumdaki çocukların problem çözme becerileri, sebep sonuç ilişkileri kurmaları, farklı durumlar karşısında farklı çözüm önerileri sunmaları olağan özelliklerdir. Ailesi tarafından uygun ortamlarda doğru ve sağlıklı iletişim kurularak güven ortamında büyüyen çocuklarda bu gibi gelişimsel farklılıklar görülmesi de olağandır. Karşılıklı güven, saygı ve koşulsuz sevgi ortamında büyüyen çocuklar yalana başvurmazlar.
Anne babalara önerileriniz neler?
Son zamanlarda Nasrettin Hoca ile ilgili çok fazla kitap çıkmaya başladı. Yazarlar neden bu konulara peşi sıra değinme ihtiyacı hissediyor sizce?
Nasrettin Hoca’yı fıkra kahramanı olarak hepimiz tanıyoruz; oysaki o sadece bundan ibaret değil. Bir düşün insanı ve yaşam filozofu olarak onu tüm yönleriyle keşfetmemiz gerektiği kanaatindeyim. Kuşkusuz böyle düşünen sadece ben değilim. Sanırım yayın dünyasında Nasrettin Hoca’ya gösterilen ilginin gerisinde bu düşünce vardır. Okurun ilgisi de verilen emekleri boşa çıkarmayarak yeni kitapların basılmasını teşvik ediyor olmalı. Kültürümüzün bu değerli insanı ona kulak verenleri her seferinde güldürmüş ama güldürürken de düşündürmüş. Bence hakkında çıkan kitapların sayısındaki artış sevindirici. Elimizdeki hazineye sahip çıkıp onu çocuklarımızla buluşturuyoruz. Ne kadar güzel… Ben de onun yaşam karşısındaki filozofça duruşunu edebiyatla buluşturmak istedim ve çocuklarımız için Nasrettin Hoca’yı konu edinen bir roman yazdım. Amacım onun bilgeliğini edebiyatla buluşturmaktı. Bu büyük insanın hayata bakışını, sorunlara yaklaşımındaki ustalığını, düğümleri gülümseyerek çözme becerisini genç okurlara aktarmaya çalıştım.
Nasrettin Hoca’nın Sürpriz Misafiri kitabında neler var peki?
Bu, Gel zaman Git Zaman serisindeki kitapların ilki. Mahallenin meraklı çocuğu Timur bir gizemin peşine düşüyor. Mahalleye yeni taşınan Mucit Muzo’nun icatları da ona bu konuda yardımcı oluyor. Çözümü ararken bol sürprizli bir yolda ilerlemesi gerekiyor Timur’un. Genç okur onun maceralarına ortak olurken, Nasrettin Hoca’yı da daha yakından tanıyor. Nasrettin Hoca’nın sorunları kaba kuvvetle değil, akıl yolu ile çözdüğünü bir kez de edebiyat kurgusu içinde görüyor çocuklar.
Çocuk kitaplarını nasıl değerlendirmek lazım?
Öncelikle pek çok yazar gibi beni de endişelendiren bir konuya değinmek istiyorum: Son zamanlarda birileri çıktı ve kuşkusuz iyi niyetle çocuk kitaplarını pedagoglar denetlemeli, dedi. İnce eleyip sık dokumak elbette gerekli ama edebiyatın dışında konumlanmış bir otoriteye yetki vermek kesinlikle doğru değil. Öncelikle ebeveyn olarak biz de çocuklarımızın kitaplarını okuyacağız. Bunun yanında bir de çocuklarımıza eleştirel okumayı öğretirsek sansür heveslilerinin yorulmalarına gerek kalmaz. İyi edebiyatın ölçüsü, çocuğu yakalayabilmesi, yani onu yarattığı dünyaya çekebilmesi ve bunu edebi bir dille yapabilmesidir. Kurgu, imla, üslup, düzgün bir Türkçe hepsi çok önemli. Bunlar bir araya gelince iyi kitabı kolayca tanırız zaten. Bir ya da bir kaçı eksik olduğunda da kötü kitap hemen belli eder kendini.
Karne alan çocuklara ve velilere önerileriniz neler?
Notlar önemlidir ancak çaba daha önemlidir. Notlar önemsiz demek değerlendirme önemsiz anlamına gelebilir ki bu doğru değildir. Eğer bir çocuk kötü notlar alıyorsa, bu durumun nedenleri objektif bir gözle değerlendirilmelidir. Olası nedenler belirlendikten sonra çocuğun da katılımı ile çözüm yöntemleri üzerinde durulmalıdır. Çözüm yöntemi seçildikten sonra yöntemin başarısını değerlendirecek ölçütler belirlenir ve gerekli düzenlemeler yapılır. Sorunu yok saymak çocuğa yardımcı olmayacaktır. Eğer başarı ölçütleri doğru belirlenirse çocuğun da çalışma motivasyonu artacaktır.
Yarıyıl tatilinde çocuklara ödev verilmeli mi?
Yarıyıl tatilinde ödev verilmesi faydalı olabilir. Birçok öğrenci bu dönemde daha az stresli bir şekilde eksiklerini tamamlama fırsatı bulabilir. Eksiklerini tamamlayan çocuklar ikinci yarıyıla daha istekli ve hazır şekilde başlayabilirler. Ödevin niteliği ve ağırlığı önemlidir. Aşırı fazla, çocuğun dinlenmesine imkân vermeyecek ödevler yapıcı olmayacaktır. İdeali, her bir öğrencinin eksikliklerine veya ilgilerine karşılık gelecek, kişiselleştirilmiş bir çalışma ve ödev programı olmasıdır.
Çocuğun dersleri kötüyse ne söylenmeli?
Aşırı eleştirel, aşağılayıcı, tehdit edici tepkiler, çocuğa küsmek gibi davranışlar yapıcı değildir. Yapılması gereken, ilk önce çocuğun başarı beklentisini, başarı tanımını öğrenmektir. Daha sonra buna ulaşılamamışsa bunun nedenleri incelenmelidir. Daha önce başarılı olup ders başarısı düşen bir çocukla dersleri her zaman kötü giden bir çocuğa aynı programı, değerlendirmeyi veya yorumu yapmak doğru olmayacaktır. Ailelerin yapması gereken, çocuklarının desteğe ihtiyacı olup olmadığını, bu desteğin nasıl verilebileceğini çocukla beraber sakin bir şekilde değerlendirmektir. Çocuğun ailesinin ona olan sevgisinin karşılıksız olduğunu her zaman hissetmesi gerektiği unutulmamalıdır.