Birini, bir şeyi çok sevmekle başladığını biliyorum çünkü başarı hikâyelerinin.
Ve o yolda ilerlerken feda edilenlerin, tökezlemelerin de çok fazla olduğunu.
Yani aslında her büyük başarıda kazanılan kadar kaybedilenlerin de olduğunu.
Hasan Can Kaya, kendi yaşamından çok şey barındırdığını düşündüğüm “Çok Aşk” filminde sinemaya gönül vermiş bir gencin, genç bir senaryo yazarının, bir sinemacının zorluklarla dolu hikâyesini anlatıyor.
İçinde hem komedi hem de dram barındıran bu tutku dolu hikâye bir korsan film tezgahının başında başlıyor, dört tarafı sorunlu çekirdek ailenin içinde evriliyor, dönemin ekonomik sıkıntılarına, yolsuzluklarına göz atıp, acımasız, vizyonsuz yapımcılara ayna tutarken en önemlisi de büyük bir aşkın içinden geçiyor.
Çok detay, çok komedi var “Çok Aşk”ın içinde ama ben özellikle dramını etkileyici ve çarpıcı buldum. Sürprizleri bozmamak için detaylara girmiyorum, sinemada izlemenizi tavsiye edip son bir notla bu yazıyı bitirmek istiyorum.
Oyunculukların hepsine şapka çıkarmakla birlikte Uğur Yücel’in döktürdüğü bir filme şahit olacağınızı söylemem gerek.
11 yıl önce gittiği Amerika’dan Türkiye’ye dönen Didem Uzel, New York’taki fare gerçeğini çarpıcı bir cümle ile şöyle anlattı:
“Özellikle New York’ta metro ve yaşam alanları çok zor durumda. Fareler boyut değiştirmiş ve kocaman olmuş. Kedisi olmayan şehrin faresi de bol olur.” İstanbul’un köpekleri, kedileri ne kadar meşhursa, New York’un da fareleri o kadar meşhur. Hadi bir düşünün, hangisini tercih edersiniz?
‘Çok Aşk’ geliyor
Hasan Can’ın Konuşanlar’ı için davetiye isteyen büyük kalabalığa şimdi de gala davetiyesi isteyenler eklendi.
Evet, yanlış duymadınız, herkes bu akşam yapılacak ‘Çok Aşk’ filmi galası için kuyruğa girmiş durumda.
Buradan da şunu çıkarabiliriz sanırım, Hasan Can’ın bu cuma vizyona girecek olan filmi de aynı talk show’u gibi çok izlenecek.
Alarmı kapatıp uykuya devam edin
Bilmeyerek de olsa doğrusunu yapıyormuşum, alarmı ertelemek ve biraz daha uyumak hiç de kötü değilmiş.
Bir tarlada başlayan hayallerin sonunda şehir şehir gezen bir adamın öğrenilecek çok şey barındıran yaşam hikâyesini anlatıyor “Tarladan Turneye” kitabı.
18 Ekim 1981’de Balıkesir’in küçük bir ilçesinde çiftçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen İbrahim Koç’un menajerlik hayalleri tütün tarlasında başlıyor.
Önce mısır sömeklerinden kendine mikrofon yapıyor. Sonra teker teker çıkıyor merdivenleri. Menajerlik ve organizasyon dünyasının en sevilen, sayılan kişileri arasına giriyor.
Çalışkanlığı, samimiyeti, güzel kalbi, pozitif yaklaşımları ve dürüstlüğü ile gönlümüze taht kuruyor.
“İmkansızdı herkese göre ama imkansız yoktu bence” diyor İbrahim ve kitabını hayallerine inanan tek kadına, annesine ithaf ediyor.
İbrahim’in kitabının bir gün senaryoya alınarak beyazperdeye de taşınmasını çok isterim. Hayalinde bu varsa onun da olacağına eminim.
“Tarladan Turneye” internet üzerinden siparişe açıldı bile. Pazartesi gününden itibaren de kitapçılarda satışta olacak.
Letonya Milli Marşı çalınırken bizim tribünlerden ıslık sesleri geldi.
Çok garipsedim ve utandım.
Islıklayanlara soruyorum, bizim Milli Marşımızı ıslıklasalar ne hissederdiniz?
Hatırlatayım bir kez daha.. Milli Marş okunurken ıslık çalınmaz!
Bu arada Euro 2024 vizesi alan A Milli Futbol takımımızı gönülden tebrik ediyorum.
Daha nice başarılara, hep birlikte, alkışlarla.
Aşkı da acısını da vermesin
Hasan Can Kaya’nın, 27 Ekim’de vizyona girecek olan “Çok Aşk” adlı filmini dört gözle bekliyorum. Gerçekten bu yıl en merak ettiğim iş bu olabilir. Beklerken Hasan Can’ın Hakan Gence’ye verdiği röportajdan şu cümleye denk geldim: “Aşk acısı çektim, tavsiye etmiyorum. Bir daha çekmek istemem. Filmlerdeki gibi eğlenceli değil.”
AKM’de buluştum kendisiyle.
İstanbul-Ankara arası mekik dokurken, evini Ankara’ya taşımaya karar vermiş.
Çok yoğun olduklarını ve bazen gece yarılarına kadar çalıştıklarını söyledi.
Heyecanla anlattığı ve dinlerken benim de en az onun kadar heyecanlandığım pek çok proje oldu.
Sürprizleri bozmamak adına zamanı gelince burada sizlerle paylaşacağım.
Ancak şu kadarını söyleyebilirim; özellikle bir tanesi var ki, ulus olarak göğsümüzü hayli kabartacak.
Afişler canlandı
Tamer Karadağlı’nın görevde olduğu bu 2 ay içinde yaptığı en büyük değişikliklerden biri, tiyatroların afişleri konusunda oldu. Devlet Tiyatroları sosyal medya hesaplarına girince değişimi söz de göreceksiniz.
Sinemalar, restoranlar, evler, trenler, metrolar, toplu taşıma araçları.
Hatta uçaklar da.
Bu da demek oluyor ki tahtakuruları dünyanın kalanına da taşınmaya başladı bile.
Olimpiyatların bile tehlikeye düşebileceği söyleniyor.
Ve yine devreye en yakın dostlarımız olan köpekler girmek üzere.
Fransa, trenleri ve Paris metrosunu tahtakuruları için taraması özel köpekleri görevlendireceğini açıkladı.
En son 1950’lerde şehirde ciddi sorun yaratan tahtakurularının Paris’i yeniden istila etmesi Fransa’nın turizmine de ciddi bir darbe vuracak gibi duruyor.
Yatak böcekleri
Sosyal medya hesabından öyle paylaşımlar yapıyor ki ağzım açık kalıyor.
Aklımıza bile gelmeyecek detaylar hukuk çerçevesinde başımıza ne işler açabilir öğrenmiş oluyoruz.
Buyurun son iki paylaşımı.
“Kadının eşiyle evlenmekten pişman olduğunu ve eski sevgilisiyle evlenmiş olsaydı daha mutlu olacağını söylemesi boşanma sebebidir.” (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi; 2016/10455 E, 2018/1521 K.)
Demek ki neymiş konuşurken dikkat etmemiz gerekiyormuş.
Ya da tam tersi ayrılmak istiyorsak zaten bol bol böyle cümleler kurabiliriz.
Ispanaktaki demir oranının sandığımız kadar yüksek olmadığı, bir sıfır hatasına kurban gittiğimizi yıllar sonra öğrendik.
Bir efsane işte böyle yıkıldı.Yine buna benzer bir durumla karşı karşıyayız.
Ozon tabakasının delinmesiyle birlikte güneş ışınlarından uzak durmamız gerektiğini öğrendik yıllar içinde. Nicole Kidman gibi yaz kış bembeyaz olalım diye gölgede bile 50 faktörlü güneş kremlerini, şapkaları eksik etmedik.
Güneşe, hiç çıkmadık, hep kaçtık. Evet, güneşlenmeyi abartmak gerçekten de cilt kanserine davetiye çıkarıyor.
Ama son araştırmaların sonuçlarına göre biz güneşten bu kadar uzak durarak birçok faydayı da kaçırıyormuşuz.
Güçlü kemikler ve dişler için D vitamini depolamayı bir kenara koyalım, güneş ışığı diğer yandan ömrü de uzatıyormuş.
Bir yanda cilt kanseri riski, diğer yanda hayata eklenen ekstra zaman.
Bu ikisini dengelemenin mümkün olduğunu söylüyor bilim insanları.