İfakat Yavuz, 15 Aralık 1933 tarihinde Trabzon’un Vakfıkebir ilçesine bağlı Gökçe köyünde 7 çocuklu bir ailenin kızı olarak dünyaya geldi. Çocukluğunun ve ilk gençlik yıllarının geçtiği köyünden aklında; derin yeşil ormanlar, sarp dağlar, sis, yağmur ve güneşin dışında bir okul resmi kaldı. İfakat Hanım belleğinde canlılığını hiç yitirmeyen bu resmin hikayesini şöyle anlatıyor:
Fotoğraf: Selçuk Şamiloğlu
OKUL İNŞAATINA KUM TAŞIDIM
“Toplam 60 yıldan fazla çalıştım. Hastanelerde olduğu kadar evlere gidip baktığım hastalarım da oldu. Onlardan hayatı öğrendim. Hiç boş durmadım, kitap, roman, tarih okudum. Biriktirdiğim tüm parayı kapısından hiç giremediğim okullar için harcadım, sahip olduğum her şeyi eğitime bağışladım. Köyüme okul yapılırken henüz küçük bir çocuktum. Hayalim bu okulun açılması ve arkadaşlarımla birlikte sınıflarda, sıralarda oturmak öğretmenlerden ders dinlemekti. İşte bu hevesle küçücük bir kızken köyümün okulunun inşaatına sırtımda kum taşıdım. Ama o okula kız olduğum için beni göndermediler. Bu içimde bir uhde olarak kaldı. Okul çağlarımda, bir kalem, bir silgi bana nasip olmadı. İşte bu yüzden şimdi çocuklar ama özellikle de kız çocukları mutlaka okusun istiyorum.”
‘KIZIM’ DİYE BENİ OKUTMADILAR
İfakat Yavuz inşaatına sırtında kum taşıdığı okula giden çocuklara imrenerek büyüdü.16 yaşında geçirdiği ağır romatizma hastalığı nedeniyle üç ay hastanede yattı. O dönem kendisine destek veren hemşirelerden çok etkilenerek, bu mesleği yapmayı kafasına koydu.
İyileştikten sonra köyüne dönen Yavuz, okula giden erkek çocuklarını yanına çağırıp, “Ben okulunuz için dereden sırtımda kum taşıdım, siz de benim için mektup yazacaksınız” dedi. Böylece İstanbul’da hemşire olan halasının kızı ile mektuplaşmaya başladı. Daha sonra mektuplaştığı kuzenini ziyaret etmek için gemiyle İstanbul’a gelen İfakat Yavuz, bir daha da geri dönmedi. 19 yaşında okuma yazmayı kendi kendine öğrendikten sonra ilk ve ortaokulu dışarıdan bitirdi. İlk olarak Zeynep Kamil Hastanesi’nde hastabakıcılık yaptı. Ama aklı hemşirelikteydi. Zeynep Kamil’den sonra geçtiği İstanbul Samatya Hastanesi’nde yine hastabakıcı olarak çalışırken hemşire kuzeninin desteğiyle Şişli Terakki Yatılı Hemşirelik Okulu’na başladı.
Hemşirelik yıllarında...
AÇEV için ilk adım, 1980’li yıllarda Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, Prof. Dr. Diane Sunar ve Prof. Dr. Sevda Bekman tarafından yürütülen bir araştırma projesi ile atıldı. Söz konusu araştırma, o yıllarda Türkiye’de çocukların sadece yüzde 7’sinin okul öncesi eğitim olanaklarından yararlandığını ortaya koyuyordu. Bu son derece yetersiz rakamla yola çıkılarak alternatif bir okul öncesi eğitim modeli olan Anne Çocuk Eğitim Programı (AÇEP) geliştirildi ve ilk uygulamalara başlandı. Elde edilen başarılı sonuçlar ışığında, kurucu başkan Ayşen Özyeğin’in önderliğinde Anne Çocuk Eğitim Vakfı kuruldu ve o günden itibaren okul öncesi eğitimin önemi konusunda başta anneler olmak üzere babalara da eğitim verilip, kamuoyu aydınlatılıyor. Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer’in de okul öncesinde hedefini yüzde 100 olarak belirtmesi ile bu konuda çeyrek asırdan fazla zaman harcayan, hatta “7 Çok Geç” kampanyası ile hafızalara kazınan AÇEV’in kapısını çaldım. Yeni Genel Müdür Senem Başyurt ile projelerini konuştuk:
Senem Başyurt
ÇOCUKLARIN İYİLİK HALİ...
“Biz 28 yıldır çocukların iyilik hali üzerinde çalışıyoruz. Yani çocukların güvende olması için hem çocukları hem de onların en yakın çevresindeki anne ve babaları destekliyoruz. Yılbaşına yaklaşırken ‘Okuyan Bir Gelecek’ adlı bir projemiz var. Çocuklarla okuma atölyeleri yapıyoruz. Küçük yaştakiler anneleri babalarıyla birlikte geliyor, daha büyükler için okullarda çalışma yapıyoruz. Anne babalara kitap okumanın önemini aktarıyor, etkinlikler düzenliyoruz. Daha sonra da okullarda birer kütüphane, minik birer okuma alanı oluşturmayı hedefliyoruz. Çocukların da buralardan kitap alarak bu alışkanlığı devam ettirmesi önemli. Bu projeyi bu senenin başında daha fazla çocuğa ulaşması için dijital platformlara da taşıdık. Cem Yılmaz, Beren Saat, Selçuk Yöntem, Yekta Kopan gibi sanatçılar çocuklarımıza kitap okudu. Fazıl Say projemizin çok büyük bir destekçisi oldu.
Ünlü isimler, AÇEV için dijital ortamda çocuklara kitap okuyor.
EN GÜZEL HEDİYE KİTAP
Bu projede anne babalara, çocuklarına nasıl kitap okuyabilecekleri ve sonrasında o kitapla ilgili neler yapabilecekleri anlatılıyor. Mesela yeni öğrendikleri kelimeler neler, okuma sonrasında ne tür bir aktivite yapılabilir, nasıl bir oyun çıkarılabilir... Bunları da göstermeyi hedefliyoruz. Platform üzerinden anne babalar eğer arzu ederlerse bu kitapları kendi çocukları için satın alabiliyorlar. Ama bu projenin en büyük katkısı gelen kişilerin bağışlarıyla bizim ihtiyaç sahibi çocuklara gönderdiğimiz kitap setleri. Bir set hazırladık, sadece kitap yok içinde. Bilim dergisi, boya kalemi, resim defteri var. Bunları ihtiyaç sahibi olarak belirlediğimiz çocuklara ulaştırıyoruz. Bugüne kadar 7 bin çocuğa kitap ulaştırmış durumdayız. Sadece kitapları göndermekle de kalmıyoruz. Bizim gönüllü eğitimcilerimiz bu aileleri arıyorlar. Kitapları gerçekten kullanmaları yönünde motive ediyor ve nasıl bir gelişim gösterdiklerine yönelik takip ediyorlar. Çünkü bir yandan şunu da gördük pandemi döneminde, özellikle belli bir kesim için çocuklarla ilgili materyal yok evin içinde. Çocuklar evin içinde ve normal olarak belki dış dünyada, mahallenin oyun parkında, başka bir yerde oynayabilecekken bundan da yoksun kaldılar. Ev içinde de kullanabilecekleri materyal son derece sınırlı. Tabii ki anlaşılabilir nedenlerle ailenin önceliği çok farklı noktalarda oldu. O yüzden biz onları desteklemenin çok kritik olduğunu gördük. Genelde köy öğretmenleriyle çalışıyoruz. Öğrencilerinin küçük kardeşleri için talepte bulunuyorlar. Yerel STK’larla çalışıyoruz. Bizi bu şekilde yönlendirme yapan belediyeler arıyor. Bir kitimizin bedeli 200 lira.
Doğma büyüme Diyarbakırlı olan Pir Servan Tutşi’nin annesi Tarım İlçe Müdürlüğü’nde, babası ise Devlet Su İşleri Müdürlüğü’nde memur olarak görev yapıyor. 19 yaşındaki Pir Servan’ın kabul aldığı Brown Üniversitesi’ni tercih etmesinin en önemli nedeni ise üniversitenin ‘Open Curriculum’ müfredatı, yani öğrenciye istediği bölümde okuyabilme imkanı vermesi oldu.
‘ERKEN KABUL’LE GİRDİ
Amerikan üniversitelerinin başarılı bulduğu ve kaçırmak istemediği öğrencileri ‘erken kabul’ sistemine dahil ettiği bu dönemde okula kabul edildiğini öğrenen Tutşi, farklı lider üniversitelerde de aynı koşullarla okuyabilecekken neden Brown Üniversitesi’ni seçtiğini şöyle anlattı: “Ekonomi okumak istiyorum. Brown Üniversitesi’ni seçmemin en büyük sebebi tam kafamdaki müfredata sahip olmasıydı. Çünkü ekonomi okurken, bir yandan da matematik, bilgisayar bilimleri, felsefe ve edebiyat, özellikle Yunan edebiyatı ile ilgili dersler de almak istiyorum. Lise hayatım boyunca, beni bu sürece hazırlayan bir dizi etkinliklerde bulundum. Robotik, Model Birleşmiş Milletler konferansları, makale yarışmaları bunlardan sadece birkaçı.
‘ÇOK ÜMİTLİ DEĞİLDİM’
Yurt dışına hazırlanma düşüncem aslında vardı ama çok ümitli değildim. Geçen sene, üst sınıftan arkadaşlarımız olan Seyit, Nehir ve Dicle Ezgi’nin Harvard ve Brown’a kabul almaları cesaretimi arttırdı. Ne yapmam gerektiğini artık biliyordum. Uluslararası sınavlara girecek, araştırma yapacak ve çok daha yoğun okuyacaktım. Uzun süren, çok yoğun bu süreç boyunca, sınav sonuçlarımın iyi olması, katıldığım yarışmalardan ödüller almam beni daha da motive etti. Bu işi doğru yaptığımı anladım. Çünkü ilgimi çeken alanların peşinden koşmak, dersleri ve bilgiyi nerede kullanmam gerektiğini öğretti bana. Mesela, şu an burslu kabul aldığım bir araştırma programında Cambridge ve Harvard çıkışlı hocalardan dersler alıyorum ve projemin danışmanı ile düzenli olarak görüşüyorum. Ayrıca, asıl ilgi alanım ekonomi ama ben ekonomiyi; matematik, felsefe ve edebiyatı da işin içine katarak anlamaya çalışıyorum. Mesela aldığım Felsefe Gümüş Madalyası için yazımı yazarken konuya her açıdan yaklaşmaya çalıştım.”
AKADEMİSYEN OLMAK İSTİYORUM
Pir Servan’ın hedefi ekonomi okuyup, akademisyen olmak: “Brown’a gideceğim için çok mutluyum. Akademisyen olmak, ekonomi alanında kendimi geliştirmek istiyorum. Ekonomi disiplinlerarası bilim ve yaklaşım, ele aldığı konular hepimizin hayatına dokunabilecek konular. Türkiye’nin içinde bulunduğu durumdan etkilendim, ekonomiyi tercih ettim.
Z kuşağının özel yapısı, onu takip eden alfa kuşağının da artık okul çağına gelmiş olması ve pandemi koşullarının neden olduğu sosyal kayıplar ebeveyn ve öğretmenlerin işini epey zorlaştırıyor. Çocuğun otoriterleşmesi karşısında neler yapılması gerektiğini Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Bölümü öğretim üyesi, eğitim psikoloğu Prof. Dr. Zeynep Kızıltepe’ye sordum. Asıl merak ettiğim soru ise şuydu: “Acaba hem anne baba hem de öğretmenler olarak çağımızın koşulları gereği çocuğun giderek belirginleşen otoritesi karşısında onun eğitim öğretimi sürecinde bazen kantarın topuzunu kaçırıyor muyuz?” Bakın Prof. Dr. Zeynep Kızıltepe neler anlattı:
SINIRLARI İYİ ÇİZİN
“Artık ailede herkes çalışıyor. Evden sabah çıkılıp, akşam dönülüyor. Ancak, anne babalar biraz da suçluluk duygusundan olsa gerek, ‘Zaten çocuğu bırakıp gidiyorum’ diye düşünerek çocukları fazlaca özgür bırakıp, şımartabiliyorlar. Ne kadar yoğun olursanız olun çocuklara zaman ayırın. Ancak bunun kaliteli bir zaman olması gerekiyor. Çocuğunuzla zaman geçirirken bir gözünüz telefonda olmasın. Günümüz çocuklarının algıları çok açık ve akıllılar da. ‘Nasılsa anne babam ne istersem yapar’ diye düşünebiliyorlar. Tabii ki çocuğun istediği ufak tefek şeylerde onlara fırsat tanımalı, fakat bunun sınırını iyi çizmek gerekiyor. Hiçbir anne baba ‘Çocuğumu şımartayım’ diye yola çıkmıyor. Ancak vakitleri olmuyor, büyük koşturma içindeler, çocuğun o nedenle her dediğini yapabiliyorlar. Oysa çocuğun her istediğini yapmak başka bir açıdan da istenen bir davranış değil çünkü bu durum onu bir birey olarak yetiştirmeye mani oluyor. Özgüvenli yetişmeleri için çocukların isteklerinin bir süzgeçten geçirilmesi, yapılıyorsa da yapılmıyorsa da nedeninin niçininin anlatılması doğrudur.
EVDE DEMOKRASİ ŞART
Evde mutlak otorite hiç kimseye verilmemeli. Babanın otoriter olduğu ailelerde de çocuklar mutlu yetişmiyor. Evde herkesin eşit söz hakkı olduğu gibi çocuğun da olmalı. Mutlaka onları dinlemeli, fikirlerini sormalı. Hiçbir zaman cesaretleri kırılmamalı. Ailede demokrasi olursa, sınıfta da memlekette de demokrasi olur. Her çocuğun mutlaka değeri var, herhangi bir karar alınırken ona fikrini sormalı, o da özgürce fikrini söylemeli. Ama bilmeli ki annesinin, babasının ve varsa kardeşinin de fikirleri var. Ve o fikirlerden bir ya da birkaçı seçilecek ya da çoğunluğun fikri kabul edilecek. Anne babaya güvenmeleri gerekiyor. Örneğin, küçük yaşta elbise seçimini çocuğa bırakabilirsiniz, ama kış günü yazlık elbise seçiyorsa, onun ince olabileceğini ve üşütebileceğini de anlatmak gerekiyor. Yani istediği şeyin neden yapılmadığı çocuğa net şekilde anlatılmalı. Ama sadece istiyor diye çocuğun her istediği yapılıyorsa, o zaman çok fazla ‘haddini bilmeyen insan’ yetiştiriliyor demektir.”
BÜYÜYÜNCE KORUNAKSIZ YETİŞKİNLER OLACAKLAR
110 BİN SÖZLEŞMELİ, 750 BİN KADROLU
750 bin kadrolu, 110 bin sözleşmeli öğretmen ile okul müdür ve müdür yardımcılarından oluşan 90 bin yöneticinin gözü kulağı önümüzdeki günlerde TBMM’de olacak. Bu kanunda öncelikle öğretmenliğin bir kariyer mesleği olduğu öne çıkarılırken, mesleki gelişim ve özlük hakları destekleniyor.
YÜKSEK LİSANS VE DOKTORA SINAVDAN MUAF
Kanunda yüksek lisans yapanların uzmanlık, doktora yapanların da başöğretmenlik sınavından muaf tutulması planlanarak, akademik kariyer yapmaları destekleniyor. Kanun çıktıktan sonra ilgili yönetmelik değişecek ve kariyer düzenlemesi yenilenecek.
ADAYLIK SINAVI KALKIYOR
Öğretmenler bu kanunla tüm memurların adaylık sürecinden ayrıştırılıyor. Şu anda öğretmenlik için performans değerlendirme süreci bulunuyor. Yani aday öğretmenlerin 60 iş günü okula devam mecburiyeti var. Adaylık kaldırma sınavına girip geçtikten sonra da uzun ve zor bir süreç onları bekliyor.
Öğretmen olmak için üniversite sınavında milyonlarca adayı eleyip, bir üniversiteye yerleşen ve sonra burayı bitirip, KPSS ve mülakat engellerini aştıktan sonra atanan öğretmenlerin bu süreci yeni kanunla daha rahat hale getiriliyor. Kanunla, AKS (Adaylık Kaldırma Sınavı) kalkıyor. Onun yerine öğretmenleri mesleğe ya da çalıştığı kuruma hazırlayan, hem oryantasyon hem de mesleki gelişim içeren bir süreç tanımlanıyor. Yani bu süreç eleme amaçlı değil de gelişimi destek amaçlı kullanılacak.
Eğitim kurumları pandemiye rağmen öğrencilerini eğitim öğretim hayatının içinde tutmaya çalışsa da bu dönem her yaş grubu için farklı zorluklar barındırıyor. Yükseköğretim çağındaki öğrencilere baktığımızda pandeminin neden olduğu eğitim öğretimden yararlanma mahrumiyetinin ilk ve ortaöğretime kıyasla daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü ilk ve ortaöğretim kurumları zaman zaman açılıp kapandı ama bu süre boyunca üniversitelerin tamamı kampüslerinin kapısını tamamen kapatmak zorunda kaldı. Bu da başta üniversitelerdeki uluslararası hareketlilik olmak üzere yükseköğretimde birçok alanı olumsuz etkiledi. Şu anda üniversitelerin büyük bölümü pandemi sürecini yüz yüzenin yanı sıra uzaktan eğitimle, yani hibrit yöntemlerle devam ettiriyor. Yükseköğretimin en önemli unsuru uluslararası etkileşim ise ne yazık ki hâlâ tam anlamıyla uygulanamıyor. Öğrenci ve öğretim üyesi değişimi yapılamıyor.
YÖK RAPOR HAZIRLADI
İşte bu koşullar ışığında Yükseköğretim Kurulu (YÖK) önceki gün 193 üniversiteye ait izleme ve değerlendirme raporunu açıkladı. Üniversitelere ait 2018, 2019 ve 2020 yılı raporları karşılaştırıldığında 2020 yılında bazı verilerde COVID-19 salgının etkisiyle kaçınılmaz düşüşler göze çarpsa da genel olarak yükseliş görülüyor.
4 temel alandaki 43 göstergede üniversitelerin değerlendirildiği “Üniversite İzleme ve Değerlendirme Çalışması” üniversitelerin yürüttüğü faaliyetleri ele alıyor. Söz konusu çalışma oluşturulurken göstergeler, eğitim ve öğretim, araştırma ve geliştirme, proje ve yayın, uluslararasılaşma ile topluma hizmet ve sosyal sorumluluk temel alan başlıkları altında toplandı.
İSTEYEN HERKES İÇİN ÜCRETSİZ
* “Tüm çocukların okul öncesi eğitime erişimini sağlamak zorundayız. Hedef 5 yaş için yüzde 100. Zorunlu olmayacak ama isteyen herkesin hiçbir ücret vermeden gidebileceği okulları hazır edeceğiz.
* 3 bin yeni anaokulu, 40 bin ana sınıfı yapacağız. Bu konuda İstanbul’un dezavantajlı bölgelerine ağırlık verilecek, halen 157 anaokulu var, 1000 yeni okul yapılacak.
* Son 20 yıl içinde 5 yaşın okullaşmasına ağırlık verilmiş. 5 yaşta yüzde 78 olan okullaşma oranını yüzde 100’e, 4 yaşta yüzde 35 olan okullaşma oranını yüde 70’e, 3 yaşta yüzde 14 olan okullaşma oranını yüzde 50’ye çıkarmayı hedefliyoruz.
* 2022 sonunda 1000 anaokulumuz olacak. Dezavantajlı bölgelere ve Doğu Anadolu Bölgesi’ne ağırlık vereceğiz.
TATİL ÖNCESİ 521 SINIFA KARANTİNA
* Ara tatil öncesinde 521 sınıf karantinadaydı. En büyük avantajımız öğretmenlerimizin aşılı olması. İkinci doz aşı olup antikor oluşturanların oranı yüzde 92. Öğretmenlerimiz örnek teşkil ettiler.
* Birinci öncelik okulları yüz yüze eğitime açık tutabilmek. Okulların öğrenme dışında anlamlar taşıdığı salgınla ilk defa görüldü çünkü mağduriyetler oluştu. Okullar, toplumdaki eşitsizliklerin ortadan kalktığı yerlerdir.
Aslında, uzun zamandan beri aileler ve öğrenciler, eğitimde sürekli değişiklik yapılmasından bıkmıştı. Her yeni bakan ile eğitim sisteminde değişiklik yapılması artık sıradan bir hal almıştı. Özellikle sınav sistemindeki değişiklikler herkesi yormuştu. Dolayısıyla, yeni Milli Eğitim Bakanı’nın eğitimde reform ve köklü değişiklikler yerine, eğitimde kaliteyi sürekli arttırarak fırsat eşitliğini güçlendirmeye odaklanması oldukça sevindirici. Gerçekten yıllardan beri eğitim sistemimizin en önemli sorunu da eğitimde fırsat eşitliği konusundaki sıkıntılar oldu. Bir başka deyişle, okullar arası başarı farklarının bir türlü azaltılamaması hep konuşuldu. Bu farkların özellikle bölgeler arasında çok daha fazla görünür olması dikkat çekti. Bu nedenle, bu farkları azaltmaya yönelik yapılacak iyileştirmeler, eğitim sisteminin çok daha kaliteli olmasını sağlayacak.
OKUL ÖNCESİNDE ORAN ARTACAK
Bakan Özer’in vurguladığı konulardan ikisi özellikle çok önemli. Birincisi, okul öncesi eğitimde okullaşma oranlarını yükseltmek. Artık, gelişmiş ülkeler eğitimde fırsat eşitliğini sağlamak için okul öncesi eğitimde okullaşma oranlarını yüzde 100’e çıkarmaya çalışıyorlar. Bu ne demek? Bu, gelir seviyesi ne olursa olsun aynı yaş grubundaki tüm çocukların okul öncesi eğitime erişebilmesi demek. Böylece, okul öncesi eğitime erişimdeki eşitsizlikler ortadan kalkacak ve çocuklar ilkokula başladıklarında hazır oluşlarında önemli bir fark olmayacak. Aksi takdirde başlangıçtaki fark sürekli büyüyecek ve eğitimin ilerleyen kademelerinde okullar arası başarı farkları olarak önümüze çıkacak. Bir diğer konu ise okullar arası imkân farklılıklarını azaltmak. Şu anda en önemli sorun da bu. Her kademeden tüm okullar aynı imkânlara, aynı altyapıya sahip değil. Bu nedenle bu farkları azaltmak için yapılacak yatırımlar eğitimin kalitesini yükselteceği gibi okulları da imkânları bakımından eşitleyecek demek.
MESLEKİ EĞİTİMDE 1000 OKUL PROJESİ
Bakan Özer, ‘Mesleki eğitimde 1000 okul’ projesini tamamladıklarını dile getirdi. Bu projeyle meslek liseleri arasında imkân bakımından en dezavantajlı olan 1000 okulu seçtiklerini belirten Özer şunları söyledi: “Bir yıl gibi kısa sürede bu projeyle 1000 okula 1 milyar TL’lik yatırım yaptık. Okullarımızı öncelikle bakımdan geçirdik. Fiziki eksikliklerini giderdik. Diğer taraftan 1000 okula 1000 kütüphane, 1000 fizik-kimya-biyoloji laboratuvarı kurduk. Bine yakın yeni atölye ve laboratuvarlar hazırladık, mevcutlarını güncelledik. Öğrenci ve öğretmenlerimize ve okul yöneticilerimize kapsamlı eğitimler düzenledik.” Bakan Özer, bu deneyimi şimdi tüm okullara yaygınlaştırmak istediklerinin altını çiziyor. Elbette, bu sorunun kısa vadede tamamen çözülmesi zor. Ancak, Milli Eğitim Bakanlığı’nın bunu odak noktası yapması çok önemli. Çocukların okullarında aynı imkânlara sahip olabilmeleri çok değerli. Öte yandan ‘Kütüphanesiz Okul Kalmayacak’ projesi de yapılabilirse önemli bir adım daha atılmış olacak. Bakanlık tüm okullarda bir taraftan mevcut kütüphaneleri zenginleştirmeye çalışırken diğer taraftan kütüphanesi olmayan okullara da yeni kütüphaneler kurmayı planlıyor. Projenin tanıtımı Emine Erdoğan tarafından yapıldı. Hedef çok büyük. İki ayda bu proje tamamlanacak. Yani, 2021 yılının sonunda kütüphanesiz okul kalmayacak. Bu gerçekleşirse işte o zaman önemli bir reform yapılır.
İKİNCİ TATİL 24 OCAK’TA
Yarıyıl tatili, 24 Ocak 2022 Pazartesi başlayıp 4 Şubat 2022 Cuma tamamlanacak.