İncelenmemiş hayat, bayatlar bence de.
Dün sordum, “Bugün ne öğrendin” diye... “İguanaların suda nefeslerini yarım saat tutabildiğini” dedi.
Sonra pat diye bana sordu: Bugün sen benden ne öğrendin...
Kalakaldım, bugün ne öğrendin dese, düşünür bulurdum bir şey ama ‘benden’i de koydu araya.
Aslına bakarsanız son 7 yıldır, en çok şeyi ondan ve onunla öğreniyorum o yüzden de zorlanmadım.
Çok sevdim bu soruyu.
Dedim ki, “Ormanda başka yollara sapmaktan korkmamayı öğrendim bugün senden.”
“İçten referanslı” ve “dıştan referanslı” diye.
Genellikle, insanları öyle kasap gibi ikiye üçe ayırıp düşünmeyi sevmem ama bu hoşuma gitti.
Etrafımdakilerin net bir şekilde, bu ikisinden birine ait olup olmadığını ayırt edebildim.
Dıştan referanslılar, başkalarının hakkında ne düşündüğünü hayatının merkezine koyanlar.
Başkalarının gözündeki imajları onlar için en önemli şey.
Başkalarının onları beğenip beğenmemesi tek kriter.
Nasıl görünüyorum, yaptığım bu hareket ‘dışarıdan’ nasıl algılanıyor?
Dıştan yanmalı diyorum ben bu insanlara.
Gerçekten de altın bir rüzgara benziyordu. Biz ona kısaca “Misha” demeye karar verdik.
Kısa zamanda, sanki hep evdeymiş gibi tanıdık geldi.
Hatta ilk gördüğüm an bile tanıdık geldi. Olur ya. Sanki eski hayatımda kızımmış gibi.
Ve işte böylece ilk kez bir köpeğim oldu benim.
Ankara’da hayvanlardan uzak bir evde büyüdüm. Her görülen örümcek, böcek ve sineğin kafasına terlik patlatılan bir evde.
Hayvanlara uzaktan bakıp yakından kaçarak. Kedi tırmalar, arı sokar, köpek ısırır.
Tüylü bir şeye elimi değsem, gidip yıkardım çünkü belki mikrop kapardım.
Dünya zaten zor nefes alıyordu. Hakkından gelmiştik.
Bunların hepsi peş peşe ve hep beraber oldu. Şaştık kaldık.
Evlerimize kapandık çoğunlukla. Çocuklar okula gitmedi. Parka gitmedi. Arkadaşsız kaldı.
Biz de annemizi babamızı göremedik uzun zaman.
Bir süre sonra alıştık, daha fazla dizi izledik, daha fazla yemek pişirdik, daha fazla telefona baktık, kedi aldık eve.
Ne kadar süreceğini bilmezken, aşı geldi.
Bir kısım ben hemen olurum dedi, bir kısım ben bakarım etkilerine öyle olurum dedi.
Hormonlar yetmiyormuş gibi, bir de üstüne zorbalık gördük.
Ne yaparsan yap giydiklerin yanlış, söylediklerin saçma, yüzün çirkin.
Bu senenin en iyi albümü listelerinde baş sırada olan, çok da sevdiğim, Fiona Apple’in “Fetch the Bolt Cutters” (Cıvata Kesiciyi Getirin) albümünde bir şarkı, ortaokul üçte başına gelen bir şeyi, aslında bir cümleyi anlatıyor.
Şarkının adı, Shameika.
Şarkının nakaratında söyle diyor: Shameika bende potansiyel olduğunu söyledi...
Fiona Apple, okulda öğle yemeğinde havalı kızların yanına oturmayı isteyince, kızlar onunla dalga geçiyor.
O sırada Shameika bunu görüyor ve ona moral vermek için, “sende potansiyel var” diyor. Hepsi bu.
Bir reklam ve bir klip çekiyorduk aynı anda. Serdar’la çok şey çektik ama yönetmenim olduğu ilk reklamım bu olacak.
Onun heyecanı da vardı. Korkular heyecanları dansa kaldırıyordu kalbimde.
Korona zamanlarında bu kadar kalabalık, kapalı bir ortama maskesiz girmek çok zordu benim için. Alışık değilim.
Bir yıldır hiç konser vermedim.
Kapalı hiçbir alışveriş merkezine, restorana girmedim.
Onun yerine ormanlara, kuş seslerine, yağmurdaki su birikintilerine daldım.
Sanki dünyanın sonu gelmiş ve biz de elimizdekilerle yaşamalıyız gibi bir ruh halindeydim.
Artık aşı umuduyla geçiyor o hal tabii. Kötü de değildi, kendi içinde onun da berrak bir suyu vardı.
Aklıma şarkılar, fikirler, anlatacak, yazacak şeyler geliyor birdenbire.
Sanki yazın bir kertenkele gibi güneşlenip, kuruyorum da sonbaharla birlikte bereketli yağmurlar başlıyor.
Bu sabah uyandığımda, kulaklarımda çalan yeni bir şarkı, karnımda yarın ve öbür gün Serdar’la çekeceğimiz reklamın heyecanı, kalbimde sürpriz bir müzikale, hayaller hakkında şarkı yazma işinin heyecanı birleşti.
Çalışmak, yapabildiğini yapmak ne güzel şeymiş.
Koronayla başlayan ve yazın tüm hızıyla devam eden ‘donup bakakalma’ sürecim yerini kımıltılara bıraktı.
Hani bazen başka yoldan gelirken eve, fark etmediğin şeyler görürsün ya, onun gibi oluyor bazen bu süreç.
Hayat devamlılığı başka yollara saparak sürdüğü için, ne bileyim evde kalarak, bir yere gidemeyerek, maskesiz dolaşmayarak, sevdiklerini kollayarak...
“Kesecek misiniz?” diyorlar “Yok” diyoruz, “Verecek misiniz?” diyorlar “Yok” diyoruz.
Onları yemek artık benim için yan komşuyu yemek kadar delice bir fikir zaten.
Bu aralar, ‘amaçsız aktiviteler’ hakkında düşünüyorum.
İngilizcesi ‘idle’ olan bu kelime çok ilgimi çekmeye başladı.
Başıboş, eylemsiz, atıl demek.
Hani her yaptığımızın bir amacı ve nihayeti var ya, bunun yok.
Hiçbir şeye katkısı yok, bir şeye doğru gitmiyor, sonunda bir şey olmayacak şeyler...
Konuyu koyuna bağlayacağım.