Paylaş
Bir reklam ve bir klip çekiyorduk aynı anda. Serdar’la çok şey çektik ama yönetmenim olduğu ilk reklamım bu olacak.
Onun heyecanı da vardı. Korkular heyecanları dansa kaldırıyordu kalbimde.
Korona zamanlarında bu kadar kalabalık, kapalı bir ortama maskesiz girmek çok zordu benim için. Alışık değilim.
Bir yıldır hiç konser vermedim.
Kapalı hiçbir alışveriş merkezine, restorana girmedim.
Onun yerine ormanlara, kuş seslerine, yağmurdaki su birikintilerine daldım.
Sanki dünyanın sonu gelmiş ve biz de elimizdekilerle yaşamalıyız gibi bir ruh halindeydim.
Artık aşı umuduyla geçiyor o hal tabii. Kötü de değildi, kendi içinde onun da berrak bir suyu vardı.
Kısacası, yarı gönüllü, yarı mecburi bir karantinadaydım.
Bu hafta, Nil Karaibrahimgil hanımefendi teşrif ettiler.
Hoş gelmiş, sefalar getirmiş. Onu o kadar özlemişim ki.
Evden çıkmadan önce bir beş dakika yalnız kalıp meditasyon yaptım.
Kendi kendine konuşmalı bir meditasyon.
Dedim ki, “Bak Nil, korona korkularının bu güzel iki günü berbat etmesine izin verme. Çok şükür her şey yolunda. Çok sevdiğin, çok yetenekli bir ekiple, çok eğlenceli bir şey çekeceksin. Şarkı çok güzel. Kıymetini bil bu zamanların. Eğlenmene bak sen. Endişeyi kapı dışarı et. En azından bu iki gün. İşlerinin akışına gir ve teslim ol.”
Ve yaptım da bunu. Karavanda harikalar diyarında gibiydik.
Zamana karşı yarışırken, sanki çocuk halim çıktı içimden, oyuna daldı.
Ben de kendime verdiğim sözü sonuna kadar tuttum.
Bu iş bana kapılar, bacalar açtı.
Enerjimi bir yanardağ gibi dışarı akıtmamı ve kim olduğumu hatırlamamı sağladı.
Nil’iz, Aylin’iz, Mustafa’yız.
Sonra geliyor sevgilim, sonra geliyor Nil Hanım, sonra geliyor anne.
Benim asıl karakterim Nil. Karaibrahimgil’siz sade Nil.
Ben ona bakarım, onu kollarım.
O iyi mi, oyun mu istiyor, şefkat mi bekliyor, yara mı sarıyor ona bakarım.
Bunu yapmayı yeni öğrendim.
Yeni bir sıralama yaptım hayatımda. Onu en öne koydum.
O iyiyse, diğerleri de iyi.
O üzgünse diğerlerinin de boynu bükülüyor. Can suyu onda. Güneşi o alacak ilk.
Bu iş en çok ona iyi geldi. Çıkıp oynamak, şarkı söyleyip dans etmek istiyordu.
Denemeler yapmayı, cesur olmayı özlemişti.
Yaptı hepsini. Gördüm onu. Kahkahasını duydum.
Tost yerken ellerini tuttuğu ısıtıcının orada, gözlerinin içine baktım.
Kendisine bürünmüştü tamamen.
İki taşı birbirine sürtüp ateşini yakıyordu.
Bir kenardan izledim onu. Nil’imi. Canımın içini.
Çocukluğumuzdaki ismimiz, matruşkanın en içindeki en küçük halimiz.
O, boy boy büyüyen hallerimizin kalbi.
En dışarıdaki en dev halimiz bile, nefesi oradan alıyor. Kalp onda atıyor.
Halini hatırını sormak, istediği nedir bilmek, kafasını koklayıp seni seviyorum demek lazım ona ara ara.
Karanlıklarda unutulmadığını, büyük büyük hallerimizle yutulmadığını bilsin.
Yaşlanınca insan nasıl bir ses için telefonun başında bekliyorsa, o küçük de hep bir nefes için bekliyor.
Serbest kalmak, tasmasız koşturmak istiyor.
İçimizdeki çocuk demeden bitirdim yazıyı ama biliyorsunuz değil mi kim olduğunu?
Bu hafta bir çaya uğrayıp halini hatırını soralım bu vesileyle.
Kulaklarını çok çınlattık.
Paylaş