29 Ağustos 2008
SABAHIN erken saatinde önünüze bırakılan telefon faturası canınızı sıkmıştır. İki gün önce gelen elektrik faturası da yabana atılır gibi değildi. Aslında birkaç gün sonra açılacak okulların getireceği masraf da yavaştan kendini hissettirmeye başladı. Kira, taksitler, ufak tefek sıkıntılar ve daha nice baş ağrıtıcı teferruat.
Hayat böyle geçip gidiyor; bazen sıkıcı, bazen renkli. Bazen hüzün, bazen sevinç dolu. Bazen sessiz, bazen gürültülü. Aslında çoğumuz hayatımızı bu rutin olaylara teslim ediyoruz. Belirleyici olamıyoruz.
Bu gidişatın savunmasını da hazırlamışız kendimizce: "Kader böyle, ne yapayım." Böyle deriz. Ama kader böyle değil aslında, kaderi çizen insanların kendisidir, insanların tercihidir.
* * *
Kaderi yazan Yüce Rab, kulları kendi iradeleriyle yapacaklarını bildiği için öyle yazmıştır. Yoksa O, yazdığı için biz öyle yapıyor değiliz. Yani kul seçiyor, Allah yaratıyor.
Bundan dolayı da yaptıklarımızdan, kaderimizden, eylemlerimizden sorumlu oluyoruz zaten. Yoksa Allah kaderimize yazdı diye günah işleyecek olsaydık -kaderi böyle yanlış anlayacaksak- o zaman günahlarımızdan sorumlu tutulmazdık ki!
Hem yüce Allah bizi zorlayacak hem de sorumlu tutacak? Böyle bir şey mümkün değildir elbette.
Birkaç gün sonra "kaderimizi" güzelliklerle dolduracak bir fırsat dönemine giriyoruz. Ramazan ayı bütün bereketi, güzelliği, rahmeti, affı ve güler yüzüyle evlerimize konuk olacak.
Havalar sıcak, yazın son günlerinden tam sıyrılamadan ramazanla yüzleşeceğiz. Zor olacak belki. Özellikle de yoğun şekilde çalışacaklar için. Ama büyük nimetler ve rahmetler zorluktan sonra nasip oluyor değil mi?
Sınanacağız. Belki bir kısmınız iyi başlayacak ama iyi götüremeyecek. Belki zaman zaman sinirlerimiz gerilecek. Her ne kadar bu ayda şeytanlar zincirlenip kontrol altında tutulsa da varlıklarını hissedebileceğiz.
Bu mübarek mevsimde sıhhati yerinde olanlar oruç tutmaya gayret etmeliler. Namazlarını aksatmamalılar. İftarda imkán elverdiğince fakirleri, yoksulları, çocukları, yaşlıları sofralarına konuk etmeliler.
Teravih namazları bu ayın en güzel ibadetlerindendir. Farz veya vacip olmamasına rağmen Müslümanların ibadet hayatında önemli bir yer tutmaktadır teravih namazı. Camiler teravihle, salat ve selamlarla daha da güzelleşecek.
Sahurlara kalkmaya çalışmalıyız. Gecenin bereketi sahurla tamamlanır. Sahur vakti, sabaha en yakın andır ki, meleklerin amin demek için fırsat kolladıkları dakikalardır seher vakitleri.
Bu anda Kuran’la ahdimizi, yakınlığımızı yineleyelim. Kutsal vahyi meal ve tefsirinden okuyalım. Rabbimizin bizden ne istediğini daha iyi anlayalım.
* * *
Ramazan boyunca daha nazik olalım. Patronumuzdan fabrikatörümüze, politikacımızdan gazetecimize, işçimizden memurumuza kadar herkes birbirine daha da iyi ve anlayışlı olmalı bu ayda. Daha sevecen olmalı.
İmkánı olan işverenler işçisine, çalışanına ramazan hediyesi olarak biraz daha fazla yardım edebilse keşke. Lüks otellerde değil, yoksulların yanında iftarımızı açabilsek keşke. Birbirimizi gördüğümüzde gülümseyebilsek keşke.
Göreceksiniz, ramazanda her şey daha da güzel olacak. İnanıyorum ki, suçlar daha da azalacak. Birbirimizin hata ve günahını daha az göreceğiz. Birbirimize daha da merhametli olacağız. Unutmayalım ki, yaratılanlar birbirlerine merhametle muamele ederlerse Allah da onlara merhamet eder.
NOT: Sevgili okuyucularım. Ramazan ayı boyunca "iftar" ve "sahur" programlarında "Star TV’de" olacağım. Her akşam iftar için saat 17.30’da, sahur için ise 03.00-05.00 arasında sizlerle birlikte olacağız.
SORALIM ÖĞRENELİM
Nişanı bozmanın dinen sakıncası var mı?
Leyla ŞİMŞEK MARDİN
Nişan, söz anlamındadır. İki tarafın ileride evleneceklerini etrafa ilan etmeleri demektir. Çok önemli bir gerekçe olmadan nişanı bozmak sakıncalıdır. Zira nişanın bozulmasından iki taraf da mağdur olur. Özellikle kız çocuğunun mağduriyeti daha da çok olmaktadır.
Ramazan ayı geliyor. Altı aylık hamileyim. Zorlanacağım. Oruç tutmak zorunda mıyım?
Zeliha YURT/MANİSA
Hamile olan hanımlar doktorlarıyla görüşmeliler. Doktor oruç tutmayı sakıncalı görüyorsa daha sonra kaza etmek koşuluyla oruç tutmayabilirler. Doktorun yanı sıra siz de kendi durumunuzu bilebilirsiniz. Gücünüz yetmeyecekse orucu erteleyiniz.
TV’den hatim dinleyince kabul olur mu?
Salih DOĞAN SAMSUN
TV veya radyodan hatim dinleyince dinleme sevabı alırsınız. Ama siz de içinizden tekrar ederseniz okunanı, okuma sevabı da alırsınız.
Yazının Devamını Oku 22 Ağustos 2008
HZ. Peygamber’in (SAV) dönemi. Medine’ye yakın olan "Kuba" mescidinin imamı her rekátta Fatiha’dan sonra İhlas Suresi’ni okuyor.
Namaza bu sure ile başlıyor ve namazı bu sure ile bitiriyor. Her namazda durum bu. İhlas Suresi’nin ardından başka bir sure eklemeyi de unutmuyordu. Cemaat tarafından da çok sevilen bir imam. İmamın bu tavrı, cemaat ile imam arasında sıkıntıya yol açıyor. Cemaatin, "Her rekátta İhlas’ı okuma veya İhlas’ı okuduğunda başka sure ekleme" demesine rağmen imam bildiğini yapmaya devam ediyor. Aradaki anlaşmazlık, imamın, isterseniz imamlığı bırakayım noktasına kadar tırmanıyor.
Nihayet olay Peygamberimize (SAV) iletiliyor. Efendimiz (SAV) adamı çağırtıp bu ısrarının sebebini soruyor: "Neden arkadaşlarını dinlemedin, neden her rekátta İhlas Suresi’ni okumaya devam ediyorsun?" Adam, "Ey Allah’ın resulü, ben bu sureyi çok seviyorum" cevabını veriyor. Bunun üzerine Peygamberimiz (SAV), "Şüphesiz bu sureye olan sevgin seni cennete koyacaktır" buyuruyor.
* * *
Aslında bu olay o dönemde görülen tek örnek değildir. Benzeri bir olayda İhlas Suresi’nde ısrar eden imam, "Çünkü bu surede Rabbim kendini tanıtıyor" cevabını verince Peygamberimiz (SAV), "Ona söyleyin Allah da onu seviyor" buyurur.
Yazının Devamını Oku 15 Ağustos 2008
RAMAZANDAN önceki son kandil olan Berat Kandili’ni yarın gece karşılayacağız. Üç aylardan ikincisi olan şaban ayının ortasındaki bu gece; bağışlanma, affedilme anlamına gelen Berat ismini almıştır. Bu geceden on beş gün sonra zamanların en şereflisi olan ramazan ayına kavuşmuş olacağız. Öncelikle, "Bu gece neler oldu, neden bu geceye bu kadar önem verildi" gibi soruların cevabını verelim. Denilir ki Kuran-ı Kerim’in tümü bu gece dünya semasına (göğüne) indi. Daha sonra da Peygamberimize (SAV) ramazan ayında inmeye başladı. Yine Duhan Suresi’nin 2, 3 ve 4. ayetlerinin işaret ettiği rızık, zenginlik, fakirlik, doğum ve ölüm gibi önemli olayların bilgilerinin meleklere bu gecede verildiği söylenmiştir.
* * *
Melekler bir yıllık bilgileri, talimatları ve yapacakları işlerin ayrıntılarını bu gece edinirler. Aslında içinde bulunduğumuz eski deyimiyle şaban ayında Hz. Peygamber (SAV) çokça oruç tutardı. Öylesine oruç tutardı ki sanki hiç oruçsuz gün geçirmezdi. Hz. Ayşe (RA) bir ara bunun sebebini Peygamberimize (SAV) sordular.
Hz. Peygamber (SAV) gerekçesini şöyle açıkladı: "Ayşe, ölüm meleği ölecekler listesini alıp adımı gördüğünde oruçlu olmuş olmayı dilerim." Bütün bunlardan bu gece önemli işlerin şifrelerinin meleklere verildiğini anlıyoruz. Şam bölgesinin büyük tabiin (yani Peygamberimizi olmasa da dostlarını görmüş) alimleri bu geceye büyük önem vermişlerdir.
Peygamberimizin (SAV) bir gece sabaha doğru evinden çıkıp Medine’deki mezarlığa (Baki Mezarlığı) gittiğini söyleyen Hz. Ayşe (RA) olayın devamını şöyle nakleder:
Hz. Peygamber (SAV) uzun müddet secde halinde dua etti. Sonra başını kaldırdı ve müjde vererek şöyle buyurdu: "Ayşe, Allah bu gece dünya semasına iner (rahmetini indirir) ve Beni Kelb kabilesi (hayvancılıkla geçimini temin eden ve hayvanlarının sayısı çok olan bir kabile) koyunlarının tüyleri sayısınca insanı cehennemden kurtarır." (Tirmizi, Sünen, hd. 739; İbni Mace, Sünen, I/444; Ahmed Müsned, VI, 238, hd. 26060; Heysemi, Mecme, 8/65).
Bu hadisenin de Berat gecesinde gerçekleştiğini alimler nakleder.
Bu gece bir yıllık hesabımızı çıkarmamızda fayda vardır. Nerede hata yaptık, manevi karnemizde kırık notlarımız var mıdır? Kimin kalbini kırdık, kimin gıybetini yaptık, hangi komşumuzu incittik, kime haksızlık yaptık, kime zarar verdik, hak ettiğimiz yerde miyiz? Hangi iyiliklere engel olduk, ibadetlerimizi yapabiliyor muyuz? Hayatın hakkını verebiliyor muyuz? Hayat sadece yaşamak mıdır; yoksa iman etmek, samimiyet, Allah’a yakınlık, benlikten sıyrılma, erdemi yakalamak, benlik ve mahviyet -kendini yok sayacak bir kişiliğe ulaşmak- gibi güzellikleri içinde taşımak değil midir?
Ağlayan bir çocuğu kendi çocuğumuzla aynı karede görebiliyor muyuz? Daha dün dini ve ırkı bizden çok farklı da olsa Osetya’da veya Gürcistan’da halkın başına düşen bir bombayı yakınımızın evine atılmış gibi daralarak karşılayabiliyor muyuz? Yoksa iki farklı din mensubu birbirini yiyor bana ne mi diyoruz? Tabii ki insan eksenli olan dinimiz, çırpınan bir kuşun ıstırabını paylaşmamızı emrederken bu kadar bencil ve duyarsız olamayız. Olmadık da!
Bu geceye "Tövbe Gecesi" de denilmiştir. Peygamberimiz (SAV) bu konuda da bizlere ışık olmuştur.
O (SAV) şöyle buyuruyor: Şaban ayının ortasında (Berat Gecesi) geceyi ibadetle, gündüzü ise oruçla geçiriniz. O gece Yüce Allah güneşin batmasıyla beraber tecelli eder, tan yeri ağarıncaya kadar şöyle buyurur: "Yok mu benden af dileyen affedeyim. Rızık isteyeni rızıklandırayım, musibete uğrayana afiyet vereyim! Yok mu şunu şunu isteyen, vereyim." (İbni Mace İkame, 191)
* * *
Kapı açık. Arada perde yok. Perdeleyen de yok. Bütün günaha ve isyana rağmen affetmeye hazır bir Rab var. Peki tereddüt niye? Ötelemek, geciktirmek, ümitsizliğe koşmak niye? Kapanmayan kapıyı kilitlemek niye? Kim Allah’tan daha zengin olabilir, sizin sahibinizden, yaratıcınızdan daha zengin ve merhametli bir Rab var mı ki!
O zaman ramazan öncesi bu son istasyonda biraz durup durulanalım, temizlenelim, ahitleşelim. Karar verelim, ümitlenelim, koşuya başlayalım. Kötü maziyi ve sayfaları çok uzakta bırakıp güzele ve güzelliğe doğru koşalım.
Dudaklarımızda Peygamberimizin bu gece okuduğu özel dua olsun: "Allah’ım! Azabından affına, gazabından rızana, senden yine sana sığınırım. Sana gereği gibi hamdetmekten acizim. Sen kendini övdüğün gibi yücesin."
Not: Yarın gece saat 20.30’dan itibaren Star TV’de kandil özel programım olacak. Kandil duamızda amin diyeceğiz. Sizleri o saatte Star TV’yi izlemeye davet ediyorum. Saygılarımla.
SORALIM ÖĞRENELİM
Bazen aramızda şaka yapıyoruz. Fıkralar anlatıyoruz. Bunun dini bir sakıncası var mı?
Aziz TURAN/MANİSA
Peygamberimiz (SAV) zaman zaman şaka yapmıştır. Hatta, Allah’ım kederden, üzüntüden sana sığınırım, buyurmuştur. Ama şaka ve mizahın yalan içerikli olmaması, başkasını yaralamaması ve insan onuruna uygun olması gerekir. Güldürmek için yalan söylemek hoş karşılanmamıştır. İnsanın şeref ve namusu da fıkra ve mizah konusu olmamalıdır.
Hayvanları (horoz ve develeri) dövüştürüyorlar. Bu dinimizce nasıl görülüyor?
Satı KUMLU/KOCAELİ
Hayvanlara eziyet ve zulüm sayılacak her türlü eğlence dinen yasaktır. İster üzerine bahis olsun ya da olmasın hayvanları dövüştürmek kabul edilemez. Ülkemizdeki horoz ve deve kavgalarını da, İspanya’daki boğa cinayetlerini de kabul edemeyiz.
Ben Hıristiyan bir kadınla evlenebilir miyim? Onu Müslüman olmaya zorlamalı mıyım?
Cemal YURT/İSTANBUL
Ehli kitap diye adlandırılan Yahudi veya Hıristiyan bir kadınla evlenmenizde dinen bir sakınca yoktur. Gayrimüslim olan eşinizin ahlakınıza, görüşlerinize bakıp Müslümanlığı seçmesi çok güzel bir şeydir. Ancak dine girmesi için zorlamanız doğru değildir.
Yazının Devamını Oku 8 Ağustos 2008
BİZİM doğru bildiğimiz yanlışlarımızdan birisi de insanlarla ilgili değerlendirmelerimizdir. Önyargılıyız çoğu kez. Bir tavrına bakıp insanları kategorize ederiz. Tanımak için fırsat tanımayız. Güvendiğimiz birisi "iyidir" derse o bizce de iyidir, "kötüdür" derse o bizce de kötüdür artık.
Birini karalamışsak, artık o ağzıyla kuş tutsa önemli değildir. Dedikoduya, fırsatçıların değerlendirmelerine kapımızı hep açık tutmuşuzdur. İnsanlara mesai harcamak yerine, bir tanıdığımızın tanıklığıyla yetiniriz. Belki de böylece farkında olmadan, bir yalancının yalanına ortak oluruz.
* * *
Birine kötü denmişse, ateş olmayan yerden duman çıkmaz, vardı bir yanlışı deriz. Bir yanlışı olmuşsa adamın, "Hay seni sahtekár" diye damgayı vururuz. Anlamaya çalışmayız. Hele dinlemeye hiç vakit ayırmayız.
Bu yazımızda işte bu değerlendirmeleri kırmış olan bir şahsiyetten, Hz. Ömer’den iki örnek sunmak istiyorum.
İslam tarihinin en sert insanı olarak bilinen ve "Ben kınından çıkmış bir kılıçtım. Hz. Muhammed (SAV) beni kınıma soktu" sözüyle de bunu itiraf eden Hz. Ömer’in şaşırtan iki tavrını konu edeceğim.
Birinci olay şudur: Bir adam Hz. Ömer’in yanına geldi. Bir problemim var, çözemedim, bana yardım eder misin, dedi. Hz. Ömer anlat deyince de anlatmaya başladı: "Benim bir kızım vardı. Onu cahiliye döneminde diri diri gömmek için toprağa koydum. Sonra da ölmeden çıkardım. Daha sonraki yıllarda önemli bir yanlışlık yaptı, zinaya düştü. Yaptığı bu yanlışlık onu o kadar sıkıntıya düşürdü ki, intihar etmeye yeltendi. Damarlarını kesti. Onu zor kurtardık. Kızım bu hadiseden sonra tövbe etti. İyi bir yönelişle Allah’a yöneldi. Şimdi ise kızıma bir talip çıktı. Onu evlendireceğim. Kızıma talip olanlar ise bu olaydan -zinadan- haberdar değiller. Şimdi sana soruyorum ey müminlerin emiri! Ben ne yapayım? Damat olacak kişiye, kızımın bu olayını anlatayım mı yoksa susayım mı?"
Kızın babasını büyük bir dikkat ve sabırla dinleyen Hz. Ömer, kızın yaptıklarını deşip hiddetleneceğine adama şöyle seslendi: "Adam! Allah’ın örttüğünü, ortaya saçmadığını sen mi deşifre edeceksin? Allah’a yemin ederim ki, böyle bir şey yaparsan yani kızının açığını yayarsan seni bu ülkenin insanlarına rezil ederim. Git ve kızını başından hiçbir olay geçmemiş namuslu bir kadın gibi evlendir." (İbnül Cevzi, Menakıbı Ömer, s. 169)
Hz. Ömer’in bu içtihadında günahlara karşı "settar-örtücü" olan İslam’ın derin izleri görülebiliyor. Çünkü yapısı gereği hesap soran, hiddetlenen ve dini koruma noktasında en toleranssız olan büyük bir şahsiyeti bu geniş yelpazeye çeviren Hz. Muhammed’den (SAV) başkası değildir. Bu satırlar gayrimeşru bir ilişkiyi meşru görmek değil, kulu Allah’la muhatap etmeye bir çağrıdır. Bu teraziyi Hz. Ömer’den daha iyi kuracak insan zor bulunur herhalde.
İkinci olay ise şudur: Şam’da oturan tanınmış bir adam. Hz. Ömer de onu tanır. Bir ara bir sohbet meclisinde bu adamdan bahsedilir. Hz. Ömer, adamın neler yaptığını sorar. Derler ki, ey müminlerin lideri, bu adam tam bir içki tiryakisi oldu. İçkiye vuruldu. Durumu sabah-akşam böyle.
Hz. Ömer üzülür ve kátibinden ona mektup yazmasını ister. Mektup çok kısa ve nettir: "Ömer’den filanca adama... Selam sana. Kendisinden başka ilah olamayan Allah’a hamd ederim. ’Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla. Ha, mim. Bu kitabın indirilmesi, mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen, günahı bağışlayan, tövbeyi kabul eden, azabı ağır olan, lütuf sahibi Allah tarafındandır. O’ndan başka ilah yoktur. Dönüş ancak O’nadır." (Mümin 40/1-3) Mektup burada son bulur. Hz. Ömer mektubu götürene "Adama ayıkken ver" diye de ekler. Sonra yanındakilere döner ve bu kardeşinize dua edin der.
Mektup Şam’daki adama ulaşır. Okur, anlar ve ağlar. "Rabbim demek ki kulunu terk etmiyor, demek ki hem müjdeliyor hem de uyarıyor. Ya Rabbi artık tövbe" der ve tam bir tövbeyle Allah’a yönelir.
* * *
Olay Hz. Ömer’e ulaşınca hamd eder ve şöyle der: "Ayağı kayanı gördüğünüzde ona dua ediniz. Onun aleyhinde konuşarak şeytana yardımcı olamayın." (Kurtubi, Tefsir, 15/256)
Biz Hz. Ömer gibi bir mektupla veya telefonla dostumuzu doğru çizgiye çekmeye mi çalışıyoruz? Yoksa dedikodusunu yapmakla mı yetiniyoruz?
Çekilmiş bir kılıçtım diyen Hz. Ömer ile günümüz Müslüman’ını kıyaslayalım, hatta dünya insanını. On dört asır öncesindeki bu büyük şahsiyetin sergilediği tolerans, hoşgörü, olayı takip, sorumluluk duygusu, İslam’ın mesajını kavrayıştaki ustalık ile günümüz insanı arasında ne kadar büyük bir uçurum var değil mi?
SORALIM ÖĞRENELİM
Balık tutmayı seviyorum. Kafama takılıyor, günahı var mı?
Rafet BAŞAL/ANKARA
Deniz ürünleri bizlere helal kılınmıştır. Balığın avlanması da helaldir. Yalnız balık avlanırken, balıkların yumurtalarına zarar verecek dinamit veya kimyasal ilaçlar gibi yöntemler kullanmak kabul edilemez. Ama bu konudaki hassasiyetiniz de yadırganmamalıdır, bana göre güzel bir hassasiyettir.
Bazen içimden kötü duygular geçiyor. Bundan sorumlu olur muyum?
Leman ÇANLI/SAMSUN
Kötü şeyleri düşünmek insanın kalbinde manevi siyah lekeler oluşturur. Bir müddet sonra da insanın içindeki sakınma duygularını yok edebilir. Bu nedenle de kötü duyguları bastırmak en doğru çözümdür. Kendinizi hayırlı ve güzel işlerle meşgul ediniz. Ancak sadece düşünmekle, düşüncenizi eyleme geçirmedikçe günaha girmezsiniz. Ama zıddını yaparsanız, yani iyi işler yapmayı diler de yapamazsanız sevaba girersiniz. Sadece düşünmekle bile sevap kazanırsınız.
Eşim sürekli kirli dolaşıyor. Hiç boy abdesti almıyor. 20 yıldır böyle. Üstelik iyi bir işi var. Ne yapabilirim?
K.S./ANTALYA
İsminizi özellikle yazmadım. Sıkıntı duymayasınız diye. Allah’a ve Peygamberine iman eden bir Müslüman’ın yıkanmayı gerektirecek bir hal olunca hemen yıkanması, hatta su bulamaz veya kullanamazsa en azından teyemmüm etmesi farzdır. Dini bir gereksinimdir. Fırsat bulur bulmaz mutlaka boy abdesti alıp temizlenmelidir. Zira imkánı olmasına rağmen bu halde dolaşan bir kişiden dolaştığı her yer rahatsız olur. Eşinize şunu sorun; o bu haldeyken Allah’ın huzuruna varmaktan hayá etmez mi? Kendine bunu yakıştırır mı? Yüce Allah hepimize merhamet etsin.
Yazının Devamını Oku 1 Ağustos 2008
BUNDAN on yıl önceydi. Ankara’daki yerel bir radyoda her hafta yaptığım programdaydım. Programın sonunda -canlı yayında- biraz karşılıklı sohbet biraz da soru-cevap içerikli telefonlar alıyordum. Gelen birçok telefonun içinde bir telefon dikkatimi çekti. Sesinden hayli yaşlı olduğu anlaşılan bir hanımefendiydi benimle konuşan. Bu dinleyicim sitem edercesine konuştu: "Yavrucuğum niye bana gelmiyorsun, ziyaretime gelsene, Ayşe Teyze’nin elini öpsene, duasını alsana" dedi. Duraksadım. Kumanda masasındaki arkadaşlarımla göz göze geldik. Gülümsedim. Zaman zaman maddi ihtiyacı olan dinleyicilerimiz arar bizler de imkánlar nispetince yardımcı olmaya çalışırdık. Teyzenin de ihtiyacı olabilir diye; Teyze bir ihtiyacın var mı, yapabileceğim bir şey olabilir mi diye sordum. Hayır dedi, benim parayla-pulla işim yok, ihtiyacım da yok. Sen bana uğra, sana ihtiyacım var, dedi. Peki dedim ve adresini aldım.
Birkaç gün sonra da yanıma eşimi alıp Ayşe Teyze’yi ziyarete gittik. Evi, Ankara’daki Keçiören ilçesindeydi. Giriş katında oturuyordu Ayşe Teyze. Tek başına. Yaşı 90 civarındaydı. Eşini birkaç yıl önce kaybetmiş. Nurlu, ağzı dualı, tok sözlü, tok gözlü, tertemiz bir hacı teyze. Sohbet ettik. Güzel şeyler anlatıyordu. Hayata dair güzel öğütler veriyordu. Dünyayı da ahireti de iyi biliyordu Ayşe Teyze.
Etrafında aynı apartmanda oturan komşu kadınlar vardı. Bu hanımefendiler Ayşe Teyze’ye nöbetleşe bakıyorlarmış. Yemeğini yapıyor aynı zamanda duasını alıyorlarmış.
Sanıyorum on yıl süresince 2 veya 3 defa daha uğradım. Zira sürekli arıyor ve: "Teyzeni niye ihmal ediyorsun?" diyordu.
Son iki yılda Ayşe Teyze yatağa düştü. Zaten zayıftı ama iyice zayıflamıştı. Pek yemek yemiyordu. Sürekli Kuran okuyor, Allah’ı zikrediyor ve ziyaretine gelen komşularına iyi öğütlerde buluyordu.
Sözleri iyice seçkinleşmiş ve daha da şiirleşmişti. Son ziyaretimde normal sözlerle değil, şiirle konuştuğunu gördüm. Zorlama olmadan, kendi kendine bir araya gelen anlamlı ve hikmetli sözlerle konuşuyordu. İlginçti, sanırım kalp temizliği dedikleri şey buydu. Lüzumsuz sözü yok gibiydi. İstismar, art niyet ve yapmacıklık hiç yoktu.
Evini fakirlere bırakacağını söyledi bana. Çünkü çocuğu hiç olmamıştı. Sen doğrusunu bilirsin, dedim.
Bundan bir ay önce telefonla aradı. Yaşı artık yüze yaklaşmıştı. "Seninle mutlaka görüşmem lazım, vasiyetimi yapacağım, sana söyleyeceğim iki önemli şey var," dedi. "Böyle evlatlık olur mu, neden daha çok uğramıyorsun" diye de sitemini belirtti. Daha sonra, "Bak gelirsin beni bulamazsın" cümlesini de ihmal etmedi. Tamam, gelirim hacı teyze dedim. Ama yoğunluğumdan ötürü gidemedim. Zaman zaman eşime hacı teyzeyi ihmal ettik, gitseydik keşke dememe rağmen bir türlü fırsat bulamadık. Bir daha da görüşemedik hacı teyzeyle.
Geçen hafta sonu hacı teyzenin evini aradım. Ziyaretine gidecektim. Telefona çıkan ve ta uzaktaki bir semtten gelip Ayşe Teyze’ye hizmet eden hanımefendi sesimi duyar duymaz; "Hocam çok geç kaldın, Ayşe Teyze’yi dün gömdük" dedi. Donakaldım. Bir şey diyemedim. İçimin acıdığını hissettim. Sadece ’Allah’ım senden geldik sana döneceğiz’ diyebildiğimi hatırlıyorum. Telefonu kapattım. Müthiş bir pişmanlık duydum. "Hacı teyze Allah’ın sana ve bize acısın" diyebildim sadece.
Evine gittim. Artık yoktu. Uzandığı sediri bomboştu. Komşuları evini doldurmuşlardı. Taziyeyi orada kız kardeşi (80 yaşlarında) ve komşuları kabul ediyorlardı. Son günlerde sürekli adımı sayıklamış. Ona çok önemli iki şey diyecektim diyemedim, diye söyleniyormuş. O evde değil, ama kendisine hizmet eden ve haylice fakir olan bir iyiliksever kadının evinde vefat etmiş. Ölümü çok sade ve rahat olmuş. Son günlerde sadece süt içiyormuş. Sürekli Kuran okuyormuş, Yüce Allah’ın adını anıyormuş. Yemek yemiyorsun teyze diyen iyiliksever ev sahibesine "Kuzum bana dünyadaki işin bitti artık diyorlar, benim iştahım kesildi" diyormuş. Ölüme böyle hazırlanmış Ayşe Teyze. Ölümü böyle görmüş, belki böyle yenmiş. Ölmeden evvel ölmek bu olsa gerek.
Bilmiyorum, belki sizin de mahallenizde, etrafınızda mutlaka böyle bir hacı teyze vardır. Modern çağın Rabiatü’l Adeviyye’sidir bu insanlar. Kimse farkında değildir onların. Kimse önemsemez onları. Bayramlarda tek başlarınadırlar çoğu kez. Kimse ziyaretlerine de gitmez onların. Ama belki onların duası hürmetine manen ayakta durabiliyoruzdur. Belki onların duası bizlere kalkan oluyordur. Bizleri koruyordur. Ben işte böyle gönlü tertemiz bir teyzemi ihmal ettim. Bari siz onları ihmal etmeyin. Onlara uğrayın, ellerini öpün, dualarını alın. Benim gibi geç kalmayın.
SORALIM ÖĞRENELİM
Borsada hisse senedi karşılığında param var. Buna zekát düşer mi?
Fatih SOYLU/NEVŞEHİR
Borsada işlem gören paranın nisap miktarını aşması ve üzerinden bir yıl geçmesi halinde zekátının verilmesi gerekir.
Hocam anason üretiyoruz. Sakıncalı olduğu söylendi. Doğru mudur?
Adil CANLI/İSTANBUL
Anason ilaç ve kimya sanayiinde kullanılmak amacıyla üretiliyorsa herhangi bir sakınca taşımaz.
Hocam, dini açıdan yeni gün gece yarısından sonra mı başlar. Yoksa güneş doğunca mı?
İldem SEMRİ/İZMİR
İslam’a göre yeni gün güneşin batmasıyla başlar.
Namazların üç vakit olduğunu söyleyenler varmış. Bu doğru mudur?
Selahattin KAYRI DİYARBAKIR
Cebrail (as) Peygamberimize (sav) gelerek namazı bir defa ilk, bir defa da son vakitlerinde kıldırarak namazın vakitlerini göstermiştir. (Müslim, Salat, 138) Peygamberimiz de (sav) sahabesine iletmiştir. (Müslim, Mesacid, Mevadius-salát, 138) Asrısaadetten bu yana 5 vakit olarak kılınmıştır. Bunun zıddını söyleyen kimse yoktur. Ayetlerde de bu vakitlere ismen veya işareten değinilmiştir.
Yazının Devamını Oku 25 Temmuz 2008
MEKKE’deyiz. Sımsıcak kumlardan yükselen buhar uzaktan bakanlara deniz dalgalarını hatırlatıyor. Gölgede bile yakan bir sıcaklık. Her esinti cehennem lavlarını hatırlatan bir azap gibi ta saçların dibindeki deriyi kabartıyor. Kábe’nin avlusunda yalnız başına bir zat. Düşünceli daralıyor. Anlayışsız insanlardan, sevgiye kapalı kalplerden, insan bilmez vicdanlardan, imana kapılarını sımsıkı kapatmış beyinlerden iyice bunalmış halde. Bir çıkış kapısı arıyor. Mekke’nin zalim, şımarık ve despot yöneticileri yolları kesmişler. Peygamberin baş olduğu bütün yoları kapatmışlar. Hem kendilerine hem insanlara. Ebu cehil, Ebu lehep, Şeybe gibi ’Mekke’nin patronları’ senin getirdiğin dine burada hayat hakkı yok ültimatomunu vermişler bile.
Hz. Peygamber hayattaki bütün maddi dayanaklarını birbiri ardınca kaybetmiş, korumasız ve yorgun. Müslümanlar ise ya sindirilmiş veya Mekke’den uzaklara hicret etmişler.
İşte tam bu ortamda Hz. Peygamber bir gece evindeyken -veya Kábe’deyken- Cebrail tarafından alınıp önce Kudüs’e -Mescid-i Aksa’ya- götürülecek, oradan da göğe yükseltilecektir. Gökte tabaka tabaka yükselecek, peygamberlerle görüşecek ve en sonunda Sidre denilen özel bir makama varacak. Orada yüce Allah’ın birçok ayeti-mucizesi ile karşılaşacak ve sonra sabah olmadan yeniden Mekke’ye döndürülecektir. Mekkeliler bunu duyduklarında inkar edecek, sonra tozu dumana katacaklardı. Sonra Peygamberimizin daha önce görmediği Kudüs’ü ve yolları nokta nokta tarifi üzerine perişan olacaklardır. İşte bizler bu muhteşem yolculuğa İsra-Miraç yolculuğu deriz. Bu yolculuğu hatıraların tazelendiği geceye de Miraç kandili deriz.
Kuran-ı Kerim’deki Necm ve İsra sureleri bu büyük olaydan bahsederler. Miraç hadisesi hakkında elimizde birçok sahih hadis bulunmaktadır. İsra suresinde göğe yükselen Hz.Peygamber’den (abd=kul) diye bahsedilmesi dikkat çekicidir. Kul anlam itibarıyla eti ve kemiğiyle insan demektir. Buradan Peygamberimizin vücuduyla yükseldiği anlamı çıkarılmıştır. Diğer yandan en yüceye mertebeye yükselen peygambere kul sıfatının verilmesi; insanın ne kadar yücelirse yücelsin insan olarak kalacağına Rabbin ise hep Rab olduğuna en açık delildir. Burada biri insanı Allah’la eşitleyen (insanı ilahlaştıran), diğeri ise Allah’ı insan mertebesine indiren (Tanrı’yı kullaştıran) iki dine ciddi uyarı vardır. İslam ise kulu kul olarak bırakmış, Allah’ın yüceliğini ise o yüce makamda her daim öyle kabul etmiştir.
Miraç yolculuğunun Mekke’den Kudüs’e kadar olan bölümüne İsra (gece yürüyüşü), Kudüs’ten göğe yükselişine ise Miraç deriz. Hz. Peygamber o gece Mekke-Kudüs-Sema (gök) üçgenini aşarak tüm peygamberlerin kendinde topladığını ilan etmiştir. İlahi irade peygamberine yüklediği bu misyonu yerdekilere Sevgili Peygamberimiz tüm peygamberlere imamlık yaparak son peygamber olduğunu, mahşer gününde şefaatçisi olduğunu deklare etmiştir.
Göğün tabakalarında peygamberlerle görüşmüştür, sonra da Sidretül Münteha denilen ve yaratılmışların çıkabileceği ve kaderi yazan kalemlerin sesinin duyulacağı noktaya gelmiş, orada kendisini nurların ve ilahi yansımalarının içinde bulmuştur. Bu noktada neler olduğunu söyleyebilmek çok zordur, belki imkansızdır. Peygamberimizin; ’Ben orada Cebrail’in yere kapaklandığını görünce benden daha çok şey bildiğini anladım’ sözü her şeyi özetliyor. Orada Peygamberimize cennet ve cehennemin halinden kesitler sunulmuştur.
Miracın şüphesiz en büyük hediyesi ise beş vakit namaz olmuştur. O yüzden Peygamberimiz ’Namaz müminin miracıdır’ buyurur. Tabii ki namaz kişiyi olgunlaştırır ve kötülüklerden korursa gerçek namaz olur ve insanı miracın ufkuna taşıyabilir. Yerden göğe yükselen, orada daha da yücelen ve sonra yere inip insanlar içinde yaşamaya devam eden miracın nebisine sonsuz selam olsun...
SORALIM ÖĞRENELİM
Dayımın kızıyla evlenmem sakıncalı mı?
Sait Canlı-İZMİR
Dini yönden; dayı, amca, hala, teyze, kızlarıyla evlenmek caizdir. Ama bilim adamlarımız akraba evliliği öncesinde ciddi testlerin yapılmasını tavsiye ediyorlar, bunu da göz önünde tutunuz.
Hayvanların (sivrisineklerin yakılarak) öldürülmesi sakıncalı mı? Bizim lokantada böyle yapıyoruz.
Emel Tunç
Sivrisinek veya diğer bir hayvanın yakılarak öldürülmesi (baş edilemeyecek çok ciddi ve yaygın hastalık gibi bir felaket olmadıkça) sakıncalıdır. Özellikle sivrisineklerin ateşe benzer yakıcı ışınlarla öldürülmesi doğru değildir, başka türlü yöntemlerle etkisiz hale getirilmelidirler.
Hocam, İhlas suresinin çok faziletli olduğu söyleniyor, doğru mudur?
Necla Şimşek-MARDİN
Kuran-ı Kerim’deki her sure ve ayet tabii ki faziletlidir. Ancak İhlas suresinin faziletine ait birçok rivayet vardır. Bu sure İslam’ın ’Allah’-tevhid-anlayışını tanımlar. Bu sure Kuran-ı Kerim’in üçte birine denk görülmüştür. Peygamberimiz bir imamın her namazda ihlas suresini okuduğunu duyar. Daha doğrusu şikayet edilir. Peygamberimiz bu kişiye neden bunu yapıyorsun diye sorar. İmam, çünkü ben bu sureyi seviyorum, orada Rabbim kendini anlatıyor, der. Peygamberimiz sevinir ve senin bu sureye olan sevgin seni cennete koyar, buyurur.
Peygamberimizin uyumadan önce vücudunu okuyup sıvazladığını duydum. Acaba ne okurdu?
Cevat Özaydın-Malatya
Peygamberimiz uyumadan önce Kuran-ı Kerim’den birçok sure okurdu. Ama sizin kastettiğiniz olay şudur: O, uyumadan evvel ihlas, felak ve nas surelerini okur, ellerine üfler ve vücudunu sıvazlardı.
NOT: 29-30 TEMMUZ SALI AKŞAMI SAAT 20.30’DAN SONRA MİRAÇ KANDİLİ PROGRAMIMIZI STAR TV’DEN İZLEYEBİLİRSİNİZ. TÜMÜNÜZÜN KANDİLİNİ KUTLARIM.
Yazının Devamını Oku 18 Temmuz 2008
BAZEN dünyaya çok kaptırıyoruz kendimizi. Hayatın alışkanlıkları bizleri kendine mahkûm ediyor. Sabah aynı, akşam aynı. Her şey rutinleşiyor, bir müddet sonra da sıkmaya başlıyor. Belki de psikolojik rahatsızlıkların çoğu bu çembere sıkışmaktan kaynaklanıyordu. Cinnetlerin, cinayetlerin, isyanların, inançsızlıkların birçoğunun görünmeyen yüzünde bu hayat tarzının etkisi şüphesiz çoktur. Bugünlerde de benzeri bir çembere sıkışmış gibiyiz. Cadde, sokak, ev, mahalle velhasıl her şey üstümüze geliyor gibi. Direncimizi kaybediyor, metanetimizi yitiriyoruz. Karanlıkta bir mum yakıp önümüzü görmeye çalışacağımıza, hazır ortalık kararmışken derin bir uykuya dalalım diyoruz. Öyle ya uyku, kaçmanın en kestirme yoludur. Çünkü uykudayken günah ve suç işleyemeyiz, sorumluluk da almayız.
* *Ê *
Gelin bugün uykuyu değil, öteki yolu seçelim. Kararmış, rutinleşmiş, bıktırmış, yaşamı zorlaştırmış hayatımıza Hz. Peygamber’in tavsiyeleriyle anlam kazandırmaya çalışalım. Bir anlamda Efendimiz (SAV) ile ahdimizi, sözümüzü yenileyelim ve onu dinleyelim.
Şöyle buyuruyor: "Birbirinize lanet etmeyin."
Hz. Ömer’in oğlu Abdullah der ki; Peygamberimiz (SAV) "Mümin başkasına lanet etmez" buyurdu.
Şöyle buyururdu: "Öfkelenmeyin."
Ebu Hureyre (RA) aktarıyor. Bir kişi Peygamberimize (SAV) geldi ve bana kısa ve özlü bir şey söyle ki tutabileyim, dedi. Resulullah (SAV) "kızma" buyurdu. O kimse bu sorusunu birkaç kez tekrarladı. Resulullah (SAV) da her defasında "kızma" buyurdu. Ne kadar da hayati bir öğüt. Birçok felaket, cinayet ve hata bir anlık öfkeden kaynaklanmıyor mu?
Şöyle buyurdu: "Büyüklere saygılı davranın."
Hz. Enes bin Malik’ten (RA) aktarıldığına göre Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurmuştur: "Bir genç, bir ihtiyara yaşlı olmasından dolayı ikramda bulunursa; yaşlandığı zaman kendisine ikramda bulunacak bir kimseyi kendisine hazırlar."
Şöyle buyururdu: "En hayırsız kişi ikiyüzlü olandır."
Ebu Hureyre (RA) bildiriyor. Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurdu: "Kıyamet günü en kötü konumda olacak kişi, ikiyüzlü olup insanlara çifte standart uygulayan kişidir."
Şöyle buyururdu: "Zalim kıyamette karanlıkta olacaktır."
İbn Ömer (RA) aktarıyor: Efendimiz (SAV) şöyle buyurdu: "Zalim, haksız ve yaradılışı bozan, ahirette karanlıklar içinde olacaktır."
Şöyle buyururdu: "Ara bozup söz taşıyan cennete giremez."
Bir adam Hz. Huzeyfe’nin yanından geçti. Huzeyfe’ye, "Bu adam devlet adamlarına, insanların aleyhine söz taşıyor" dediler. Hz. Huzeyfe şöyle dedi: Peygamberimizden işittim, şöyle buyuruyordu: "Koğucu, arabozucu ve söz taşıyan cennete giremez."
Şöyle buyururdu: "Müslüman’ın (kardeşinizin) ayıbını araştırmayın."
İbn Ömer’in (RA) aktardığına göre Peygamberimiz (SAV) minbere çıktı ve hayli yüksek bir sesle şöyle buyurdu: "Müslümanları üzmeyin, onları ayıplamayın, onların kusurlarını araştırmayın. Her kim Müslüman kardeşinin ayıbını araştırırsa Allah onun ayıbını ortaya çıkarır. Allah her kimin ayıbını ortaya çıkarırsa, onu evinde bile rezil eder."
Şöyle buyururdu: "Ahrette bana en yakın olanınız, güzel ahlaklı olanınızdır."
Hz. Cabir (RA) aktarıyor. Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurdu: "Kıyamet günü bana en sevgili ve en yakın olanınız, ahlakı en güzel olanınızdır. Kıyamet günü bana en uzak ve sevimsiz olanlar, saçmalayıp boşboğazlık eden, ululuk taslayıp kibirli davrananlardır."
* *Ê *
Şöyle buyururdu: "Küs olanlar cennete giremez."
Ebu Hureyre (RA) aktarıyor. Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurdu: "Cennetin kapıları pazartesi ve perşembe günleri açılır. Bu iki günde Allah’a şirk koşmayan herkesin günahları bağışlanır. Ancak birbirine dargın olan iki kişi bu affın dışında tutulur. Bu iki kişi barışıncaya kadar cennete koymayın denir."
Şöyle buyururdu: "Alçak gönüllülük kişiyi yüceltir."
Ebu Hureyre (RA) aktarıyor. Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurdu: "Sadaka, malı eksiltmez. Allah için alçak gönüllülük gösteren kimsenin derecesini (dünya ve ahrette) Allah yüceltir."
Bütün bunlar Peygamberimizin (SAV) hayat ilkelerinden bir demetti sadece. Ama hayatın karanlığına ışık tutacak hayati dokunuşlar bunlar. Belki, bütün bunları biliyoruz diyeceğiz, o zaman sorarım ben de: Neden uygulamıyoruz öyleyse! Uygulasaydık, yaşasaydık böyle olur muyduk acaba?..
SORALIM ÖĞRENELİM
Evvabin namazı kaç rekát kılınabilir?Seyit GÖÇMEN/ÇORUM
Önce bu namazın ne olduğunu açıklayalım bilmeyenler için. Çokça tövbe edenlerin namazı demektir. Akşam namazından sonra kılınır. Sünnet olan ve tavsiye edilen bir namazdır. Altı rekát olarak kılınması uygun olur. İkişer rekát halinde kılınabilir.
Yüzüğümüzü hangi parmağımıza takabiliriz?İsmail TURAN/ARDAHAN
Yüzük sağ veya sol ele takılabilir. Peygamberimiz (SAV) küçük parmağını tercih etmişlerdir. Sünnet olan budur. Ama diğer parmaklara takılmasını engelleyen bir emir yoktur.
Kolyemde ve yüzüğümde "Allah" ismi yazılı. Bununla tuvalete girmem doğru mu?Yeter AKAY/SİVAS
Yüzüğünüzün taşı üzerinde Yüce Allah’ın veya Peygamberimizin (SAV) adı yazılıysa bununla tuvalete girmeniz doğru olmaz. Çıkarmanız gerekir. Veya görünen kısmını avucunuzun içine çevirirsiniz. Kolyenizi ise görünmeyecek şekilde elbisenizin içine sarkıtırsanız problem ortadan kalkar.
Yıldıznameye bakılıp geleceği okuyan bir komşumuz var. Parayla yapıyor bu işleri; verdiği bilgiler doğru mudur?Adil YAVUZ/İSTANBUL
Yıldızlardan geleceğe ait bilgi okumak anlamındaki (yıldızname, astroloji) aslı esası olmayan bir kandırmacadır. Káinatın insandan, insanın da káinattan etkilenmesi (Marifetname adlı eserde bolca örneklendiği gibi) mümkündür. İşin bilimsel yanı yani káinatın, gecenin, gündüzün, iklimin karaktere etkisini konu alan bilgiler kabul görebilir veya en azından tartışılabilir. Ama fal açıp, yıldızlara bakıp, hele Kuran-ı Kerim’in sayfalarını açıp insanların gelecekleri hakkında bilgi vermek sahtekárlıktır. Bundan kazanılan para da meşru değildir.
Yazının Devamını Oku 11 Temmuz 2008
Meşhur sözdür, ’Kırkından sonra azanı teneşir paklar’ diye. Önce bu sözü açalım. Yani 40 yaş artık olgunluk yaşı olmalıdır. Tecrübe ve yılların birikimi kırktan sonra dengeli olmayı gerektirir. Kırk yaşına kadar olan hataları anlarız da (!) ama kırktan sonra olanlara iyi gözle bakmayız.
Peki, kırkından sonra hata yapanı, yanlışlara düşeni ne yapalım? Yapacak bir şey yok artık. O adamın günahla doluşmuş vücudunu ancak teneşir tahtası (ölünün üzerinde yıkandığı sedir) temizler. Sözün özü bu.
Yukarıdaki ifadelere katılıyor muyum? Çoğuna hayır. Niye ve nereye katılmadığımı yazımın sonunda yazacağım ama bu sözün bir anlamda gerçekliğini kabul ediyorum.
* * *
Kırklı yaşlar yalnızlığa doğru giden yıllardır. Çoğumuz bu yaşları geçmişizdir. Bu yaşlarda özellikle 50’li yaşlar sonrasında neler olur? Olan şudur:
1- Bir kısmımız çocuklarını evlendirmiş, eşiyle yalnız kalmıştır. Hele çocuklar uzaklara göçmüşse, torunlarından da mahrumsa iyice yalnızlığa itilir, artık kapıyı çalacak bir misafir beklemeye başlar. Zor yıllardır bu yıllar. Kalabalık bir hayattan yalnızlığa alışmak kolay değildir. Yıllar ilerledikçe bu psikolojik kaos iyice koyulaşır.
2- Bir kısmımız bu yaşlarda değişik hobiler edinir. Bazı alışkanlıklarını devam ettirir veya yenilerini edinir. Kitap okumak, gezmek, dolaşmak, konferanslara katılmak, dost sohbetleri, koleksiyon edinme gibi. Bu da yalnızlığa karşı direncini artırır kişinin. Ona bazı zorlukları aşma yollarını gösterir.
3- Maddi durumu daha da iyi olan bir kısmımız, kendisine güzel bir yazlık yapıp, villasında bahçesiyle meşgul olur. Bu bir anlamda inzivaya çekilme, bir anlamda iç álemiyle yoğunlaşma diğer bir anlamda da hareketli bir hayattan sonra sükûnete koşmaktır. Belki imkán bulsa dünya turuna çıkar, denizlere açılır.
4- Bir kısmımız bu yıllarında hacca ve umreye yönelir. Belki birikimleri ancak o zaman fırsat vermiştir kendisine. Çocuklarını evlendirmiş, emekli maaşını almış ancak bir çıkış kapısı bulmuştur. Veya belki de bu yaşlar daha da manen olgunlaştırmıştır onu. Çünkü artık her şeyin bir sonunun olduğunun farkındadır, hayatı güzel bir ziyaretle anlamlandırmadır.
5- Bir kısmımız ise daha şanslıdır. Çocukları, torunları ve çevresi içinde yukarıda yazdığım her şeyi dengeli, ölçülü, tertemiz bir olgunluk dönemi yaşar. Danışılan, iz bırakan ve ne yaptığının farkında olan bir hayat sürer.
Tabii ki ’bir kısmımız’ diye maddeleştirdiğim hayatlar bunlardan ibaret değildir. Bu maddeleri daha da çoğaltabiliriz. Ama herhalde neyi anlatmaya çalıştığımız anlaşılmıştır. Aslında bu maddelerle, yazının başına aldığım ’kırkından sonra azanı teneşir (tahtası) paklar’ atasözünü kurcalamayı hedefledim.
Doğrudur. Kırkından sonra azmak kötüdür. Doğrudur, hoş değildir. Doğrudur, yakışık kalmaz. Doğrudur, güzel yaşayan gençlere bakılıp ibret alınmalıdır. Doğrudur, bu yaşlar güzel ibret bırakma yaşıdır. İbretlik olma yaşı değildir.
* * *
Bütün bunlar doğrudur da, boşluğa düşmüş, günaha savrulmuş, elleriyle kıyıya tutunamadan dalgalara kapılmış, nefsinin esiri olmuş, şeytanın aldatıcı gülümsemesine aldanıp ona uymuş, ’önünde daha uzun bir ömür var, Allah bağışlar, bir gün tövbe edersin’ diyerek Allah’la aldatmış olan şeytanın tezgáhına gelerek yığınla hata işlemiş kişiye ne yapalım.
Seni ancak gusülhanedeki tahtada hocamızın dökeceği su temizler, yani ölmekle álem senden, sen álemden kurtulursun mu diyeceğiz.
Bunu söylemeye hakkımız var mı? Allah’ın kapatmadığı kapıyı biz kapatabilir miyiz? Bunu yapmakla tövbeye engel koymuş olmaz mıyız? Bence bunu söylememeliyiz. Peki, o zaman ne diyelim. Ne yapalım, olur böyle şeyler mi diyelim.
Aslında biz şunu demek isteriz; kırkından önce de sonra da azılmamalı, yanlış şeyler yapılmamalıdır. Ama ya azılmışsa o zaman bu deyimin bütün anlamlarını anlamakla beraber derim ki: ’Kırkından sonra azanı tövbe temizler, teneşir tahtası değil.’
SORALIM ÖĞRENELİM
Miraç ruhla mı olmuştur. Yoksa rüya mıdır?
Ali Osman KÜRKÇÜ/ORDU
İslam álimlerinin hemen hemen tümüne göre (bazı istisnalar olsa da) miraç olayı ruh ve bedenle olmuştur. Yani Hz. Peygamberimizin (sav) göğe yükselmesi fiziksel olmuştur. Aksi takdirde mucizenin bir anlamı kalmazdı. Mucize olmazdı. Çünkü herkes rüyada miraca çıktığını görebilir. Ruhen miracın da bir anlamı olmaz.
Sevgili hocam. Beş aylık hamileyim. Umre veya hacca gidebilir miyim?
Satı SULTAN/ MANİSA
Hamilelik hac veya umreye engel değildir. Ancak sizin doktorlarla görüşmeniz uygun olur. Doktorlarınız umreye gitmenizi sizin veya doğacak çocuğunuz açısından sakıncalı görüyorlarsa dini anlamda gitmeniz sakıncalı hale gelir. Çünkü bu boyut, daha çok doktorları ilgilendirir.
Umreden gelenlerin avuçlarının içi öpülüyor. Bu doğru mu?
Selahattin UÇAR/ÇANAKKALE
Dinimizde böyle bir emir yoktur. Bu işlem belli bölgelerde görülen bir gelenek olsa gerek. Muhtemelen avuçların içi Hacer-i Esved’e dokunduğu için bu gelenek geliştirilmiştir. Ama alışkın olunan elin içinin değil (saygı amacıyla) arkasının öpülmesidir.
Hocam, çevreyi kirletmek günah değil mi? Mesela bazı resmi dairelerin arabaları motor yağı yakıyor?
Mahir BELCİ/İSTANBUL
Maalesef dediğiniz doğru. Genellikle büyük arabalarda bazen de küçük arabalarda bakımsızlıktan kaynaklanan motor yağı yakma hadiselerine ben de rastlıyorum. Çevre kirlenince kul hakkı çiğnenmiş olur. Çünkü çevreyi temiz tutmak da dini bir gerekliliktir. Káinatı kirletmek, dengeyi bozmak, zulümle haksızca mal almakla aynıdır.
Sperm bankacılığı sakıncalı mı?
Demet CANSIZ/ARTVİN
Aralarında evlilik bağı olan (yani karı-koca) eşler arasında tüp bebek için döllendirme caizdir. Ancak nikáh bağı olmayan herhangi bir kişiden sperm transferi caiz değildir. Bu nedenle de bazı ülkelerde görülen ’sperm bankacılığı’ dinen meşru değildir.
Yazının Devamını Oku