16 Eylül 2008
HZ. Ebu Bekir bir gün Peygamber Aleyhisselam’a şöyle bir istekte bulundu:
Ey Allah’ın Resulü, şu annem, kendi anne babasına ve çocuklarına iyiliklidir. Sen mübareksin, onun için Allah’a dua etsen ve kendisini İslamiyet’e davet etsen, belki Allah senin sayende onu cehennem ateşinden korur. O iyi bir kadındır.
Bunun üzerine Peygamber Aleyhisselam, biricik dostu, mağara arkadaşı, sırdaşı, yoldaşı Ebu Bekir’in annesi için Allah’a dilekte bulundu ve gidip onu Allah’a imana davet etti. Ümmü’l Hayr da bu davet üzere Müslüman oldu ve Muhammed ümmetinin kıymetli validelerinin kafilesine katıldı.
Anneyi gözetmek, anne için gözyaşı dökmek. Belki de dünyada ayağı öpülecek tek varlık annedir; annesini razı edemeyen, onu üzenlere ne diyebiliriz ki, hasta kalplerinin şifa bulmasından başka.
Mekke’nin fethi günü, Peygamber Aleyhisselam, Kábe’nin yakınındaki küçük istiharatgáhına iki kişinin geldiğini gördü. Biri bembeyaz saçlı bir ihtiyardı ki, yürümekte zorlanıyor, yanındakinin koluna girmekle kalmıyor, yorgun bedenini onun bedenine yaslayarak ancak ayakta durabiliyordu.
Yazının Devamını Oku 15 Eylül 2008
Zekátın kelime anlamı "arıtma ve berekettir". "Doğruluk" anlamındaki "Sıdk" ile zekát sadaka aynı kökenden gelir. Fıkıh dilimizde zekát belirli yerlerde harcamak üzere, dini ölçülere göre zengin sayılan kişilerin mallarından alınan belli payı kasteder. Kuran-ı Kerim’de zekát kelimesi iki yerde (Kehf 18/81, Meryem 19/51) geçer. Ama sözlük anlamı toplam otuz ayette geçer.
Hicretin 2. yılı ramazan öncesi veya sonrası zekát emredilmiştir. Bazı hadislere göre zekátın emredilmesinden önce fıtır sadakası verilmesi emredilmiştir. Ama daha sonra zekátla ilgili emirler gelince peygamberimiz, fıtır sadakası için ayrıca bir açıklama da bulunmadı. Ancak Müslümanlar bu fıtır sadakasını vermeye davam etti.(Buhari, zekat, 76)
Kuran-ı Kerim’de ve hadislerde zekát ve namaz beraber anılır. Bu da, iki ibadetin birbirini tamamladığı anlamına gelir. Biri maddi dünyamızı, öteki ise manevi hayatımızı temizler.
Peygamberimiz malların zekátla korunduğunu hatırlatır (Et- Tergip, C.1, S.520). Zekát bir anlamda malın temizlenmesidir. Malın kefaretidir. Fakirlerle sermaye yoluyla diyaloga çağrıdır. Alın terimizi tanımadığımız insanlarla paylaşmaktır. Zekátın gerekliliği için kişinin zengin olası gerekir. Zenginlik ise; borçlar ve bir yıllık zaruri ihtiyaçlar hariç belli bir miktar paraya veya ticaret malına sahip kişilere farzdır. Ayrıca hayvanların ve mahsullerin de zekátını çıkarmak gerekir.
Nisab denilen zekát sınırı genellikle 80.18 gram altının parasal karşılığıdır. Bu sınırı aştıktan sonra artık paranın tümünün kırkta birini zekát olarak vermek gerekir. Zekát şu sınıf insanlara verilebilir. Fakirler, yoksullar (hiçbir şeyi olmayanlar), borçlular, yolcular (yolda kalmış kişiler), Allah yolundakiler.
Peki kimlere zekát verilemez:
Anne baba, büyük ana ve babalara. Oğluna, kızına ve bunların çocuklarına (torunlarına), zenginlere, gayrimüslimlere ve karı koca birbirine veremez. Bazı fıkıhçılara göre zengin kadın kocasına zekat verebilir.
Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık, birbirinizi tanımanız için büyük ve küçük topluluklara ayırdık. Şunu bilin ki Allah katında en değerliniz, sorumluluk duygusu içinde O’na karşı en çok saygılı olanınızdır.
Şüphesiz ki Allah hakkıyla bilen, her şeyin iç yüzünden haberdar olandır. (Hucurat 49/13)
Ebu Hureyre (r.a.) Peygamberimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Sevdiğin kimseyi ölçülü sev. Bir gün gelir, düşmanın olabilir. Düşmanlık yaptığın kimseye de aşırı kin besleme. Bir gün gelir oda dostun olabilir. (Tirmizi Birr 60)
Cennetkapısını açan dua
Ya Allah, sen benim Rabbimsin. Senden gayrı hiçbir ilah yoktur. Ben senin kulunum, gücüm yettikçe senin ahdin ve vaadin üzerindeyim. İşlediğim şeylerin şerrinden sana sığınıyorum. Bana olan nimetlerini de, günahlarımı da itiraf ediyorum. Artık beni yarlığayıver (hesaba çek). Şu bir gerçektir ki: günahları senden başka yarlığayacak yoktur. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bu duayla ilgili şu müjdeyi vermiştir:
"Bir kimse bu istiğfarı gece okur sabah olmadan önce vefat ederse veya sabah okuyup akşamdan önce ölecek olursa ona cennet vacip olur."
Yazının Devamını Oku 14 Eylül 2008
EBU Hureyre (RA) Müslümanlara kurulan en acı tuzaklardan biri olan reci olayını şöyle anlatıyor: Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem, on kişilik bir kafileyi, İslamiyet’i anlatmak ve haber toplamakla görevlendirdi. Başlarına da Medineli Asım ibni Sabit’i kumanda tayin etti. Kafile Usfán ile Mekke arasında bulunan Hed’et’e varmıştı. Onları takip eden müşrikler, Hûzeyi kabilesinin bir kolu olan Lihyán oğullarına haber vermişlerdi. Lihyán oğulları yüz kadar okçuyla onların peşine düştü ve sonra Müslümanları buldular. Asım ve arkadaşları onları görünce, kendilerini savunabilecekleri yüksekçe bir yere sığındılar; ama düşman da onların çevresini sardı ve "Aşağı inin; elinizdeki silahları bırakıp teslim olun. Söz veriyoruz hiçbirinizi öldürmeyeceğiz" dediler. Bunun üzerine birliğin kumandanı Asım ibni Sábit, "Arkadaşlar! Ben, bir káfirin sözüne güvenerek aşağı inmem" dedi. Sonra da "Allahım, durumumuzu Peygamberine bildir" diye dua etti. Bunun üzerine düşmanlar, Asım ile birlikte yedi kişiyi oka tutup şehit ettiler. Ama Hubeyb ibni Adi, Zeyd ibni Desine ve bir kişi daha káfirlerin sözüne güvendiler; aşağı inip teslim oldular. Müşrikler bu üç kişiyi ele geçirince, yay tellerini çıkarıp onları kıskıvrak bağlamaya kalktılar. Bunu gören üçüncü Müslüman, "Bu bize yapılan ilk kalleşliktir. Vallahi size teslim olmayacağım. Şu şehitler bana güzel bir örnektir" diye direndi. Onu sürükleyerek götürmek istediler; şiddete karşı koyunca şehit ettiler. Hubeyb ibni Adi ile Zeyd ibni Desine’yi alıp götürdüler ve onları Mekke’de sattılar. Hubeyb’i, Bedir Gazvesi’nde öldürdüğü Háris ibni Amir’in oğulları satın aldı. Hubeyb, kendisini öldürmeye karar verdikleri güne kadar onların elinde esir olarak kaldı. Öldürüleceğini öğrenince, mahrem yerlerini temizlemeyi arzu etti. Bedir’de öldürdüğü Háris’in kızından bir ustura istedi, o da verdi. Bir ara kadının gafletinden yararlanan küçük oğlu, Hubeyb’in yanına sokuldu. Çocuğun, elinde ustura bulunan Hubeyb’in dizine oturduğunu gören kadın son derece telaşlandı. Onun telaşının sebebini anlayan Hubeyb, "Çocuğunu öldüreceğim diye mi korkuyorsun? Ben böyle bir şey yapmam!" dedi. Daha sonraları bu olayı anlatırken kadın şunları söyledi: "Vallahi ben hayatımda Hubeyb’den daha iyi bir esir görmedim. Zincire bağlı olduğu günlerden birinde onun taze üzüm yediğini gördüm. Halbuki o günlerde Mekke’de hiçbir meyve yoktu. Belli ki bu, Allah’ın ona lütfettiği bir rızıktı." Háris’in oğulları onu öldürmek için Harem bölgesinin dışına götürdüler. O zaman Hubeyb: "Bana izin verin de iki rekát namaz kılayım" dedi. Hubeyb iki rekát namaz kıldıktan sonra, "Ölümden korktuğumu düşünmeyeceğinizi bilseydim vallahi namazımı daha uzun kılardım" dedi. Ardından da, "Allahım! Bunların her birini tek tek mahvet, dağıt onları, hiçbirini sağ bırakma!" diye dua etti. Daha sonra şu anlamdaki beyitleri okudu:
"Müslüman olarak öldükten sonra,
Nasıl öldüğümü hiç dert etmem.
Bunların hepsi elbette Allah uğrunda;
Eğer O dilerse, pek kolaydır,
Parçalanmış vücudumla rahmete ermem!"
Böylece Hubeyb, idam edilecek her Müslüman’ın iki rekát namaz kılması ádetini başlatmış oldu.
O on kişilik kafilenin düşman tarafından kuşatıldıkları gün olup bitenleri Resul-i Ekrem Efendimiz ashabına anında bildirmişti.
Mekkelilerin önde gelen bazı adamları, Asım ibni Sábit’in şehit edildiğini duyunca, onun gerçekten ölüp ölmediğini anlamak istediler. Onu tanımaya yarayacak bir organını getirmek üzere adamlar yolladılar. Onun kafatasında şarap içeceklerdi. Allahü Teala ise Asım’ı korumak için bir arı sürüsü gönderdi. Bu arılar bulut gibi gelip Asım’ı korumak cesedini kapladı. Geceyi bekleyelim dediler. Geceleyin geçen bir sel Asım’ın cesedini alıp götürdü. Mekkeliler onun naaşından hiçbir şey koparamadılar.
Gerçekten biz insanoğlunu bedeni ve ruhi açıdan üstün ve şerefli kıldık.(İsra 17/70)
Ebu Hureyre (RA) Peygamberimizin (SAV) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
"Müminin Rabbine karşı hüsnü zanda bulunması, ibadetinin güzelliğindendir." (Ebu Davud Edep 81, Tirmizi Daavát 115)
Uyumak istediğinde şöyle buyururdu:
Okunuşu: "Bi’s-mike rabbi vede’tu cenbi. Ve bike erfeuhu. İn esmekte nefsi fe’r-hamha ve in erselteha fe’h fezha bima tehfezu bihi ibadeke’s salihin."
Anlamı: Rabbim senin isminle vücudumu yatağa bırakıyor ve kaldırıyorum. Şayet uykuda ruhumu alırsan oan merhamet et. Eğer kalkmamı lütfedersen sen beni koru. Salih olan kullarını nasıl koruyorsan.
Yazının Devamını Oku 13 Eylül 2008
PEYGAMBERİMİZİN dönemi. Medine’de sahabe toplanmış, derin bir huzur ve mutluluk içinde Allah Resulü’nü dinliyorlardı.
Fahr-i Káinat Efendimiz ise, Ál-i İmran Suresi’nden şu ayet-i kerimeyi okuyordu:
"Muhtaçlara ve fakirlere yardım ederken malınızın kötüsünü değil de iyisini vermedikçe, olgun bir imana kavuşamazsınız. İmanda en yüksek mertebeye çıkmak istiyorsanız, yoksullara malınızın en hoşunuza gidenini bağışlayınız." (Ál-i İmran, 92)
Ayet-i kerimeyi büyük bir dikkat ve hassasiyetle dinleyenlerin içinde Ebu Talha da bulunuyordu. Ebu Talha’nın Medine’de Peygamberimizin mescidine yakın bir yerde, içinde altı yüz hurma ağacı bulunan pek kıymetli bir bahçesi vardı. Sık sık davet ettiği Resulullah’a burada ikramda bulunurdu.
Bu zat derin bir coşku içinde ayet-i kerimeyi dinledikten sonra ayağa kalkarak şöyle dedi:
Yazının Devamını Oku 12 Eylül 2008
Hz. Peygamber anlatıyor:Üç kişi yolda giderken sağanak yağmura yakalanıp, bir dağın mağarasına sığındılar.
Sığındıkları mağaranın önüne, dağın üzerinden bir kaya düşüverdi ve mağaranın ağzını kapattı. Bunun üzerine içlerinden biri şöyle dedi:
"Allah için işlediğimiz bir iş varsa, hatırlayalım ve onu vesile ederek Allah’a dua edelim, belki bizi bu beladan kurtarır."
Bundan sonra içlerinden biri:
"Ey Rabbim! Benim pek yaşlı anam babam vardı ve bir de küçücük çocuklarım. Onlara ben bakardım. Otlaktan koyunlarımla döndüğümde, koyunları sağar ve yavrularımdan önce ana babama süt içirir, onları beslerdim. Bir gün geç kaldım, karanlık bastıktan sonra gelebildim ve ana babamı uyumuş olarak buldum. Yine her zamanki gibi, koyunlarımı sağdım çocuklarım açlıktan ağladıkları halde, ana babamdan önce onları beslemeyi, onlara süt içirmeyi uygun bulmadım. Ana babamı uyandırmaya kıyamadığım için, sabaha kadar başuçlarında bekledim. Yarabbi eğer bu amelim senin yanında kabul olunup, rızanı kazanmışsa, göğü görecek kadar olsun, önümüzü açıver" dedi.
Yazının Devamını Oku 11 Eylül 2008
Ümmü Ma’bed, akıllı, iffetli ve güçlü bir köylü kadınıydı. Kuraklık ve kıtlık yıllarında Kubeyd mevkiindeki çadırının önünde oturur, gelen geçen yolcuların su ve yiyecek ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırdı.
Peygamber Aleyhisselam ile Ebû Bekir, Amir b. Füheyre ve Abdullah b. Uraykıt, hicret yolculuğu sırasında onun çadırına uğradılar. Ondan hurma ya da et satın almak istediler. Fakat Ümmü Ma’bed’in yanında, bunlardan hiçbiri yoktu. Çünkü azığı tükenen veya kıtlığa uğrayan herkes onda bulduklarını satın alıp tüketmişlerdi.
Ümmü Ma’bed: Peygamberimize,
"Vallahi, yanımda bir şey bulunsaydı, sizin ihtiyacınızı gidermek için ikram ederdim!" dedi.
Peygamber Aleyhisselam:
Yazının Devamını Oku 10 Eylül 2008
Peygamber Aleyhisselam, devesinin terkisinde Hz. Ebû Bekir olduğu halde, Medine’ye yaklaşıyordu. Allah’ın Resûlü, Hz. Ebû Bekir’e göre genç görünüyor ve insanlar tarafından tanınmıyordu.
Hz. Ebû Bekir ise hem yaşlı görünüyor, hem de eskiden beri yapmış olduğu ticaret sebebiyle, Medine halkı tarafından iyi tanınıyordu. Bunun için de, yolda karşılaştıkları insanlar yanlarına yaklaşır ve ona: " Ey Ebû Bekir, yanındaki zát kimdir?" diye sorarlardı. Hz. Ebû Bekir’de onlara: "Bu, bana doğru yolu gösteren záttır," diye cevap verirdi. Bazıları bu cevap üzerine "Peygamber Aleyhisselam’ı bir yol kılavuzu zannederlerdi. Hálbuki Hz. Ebû Bekir, "Bana doğru yolu gösteren Peygamber" demeyi kastederdi.
Hz. Ebû Bekir yolculuk sırasında bir ara, geriye dönüp baktığında, bir atlının hızla kendilerine doğru gelmekte olduğunu gördü. Bu kişi Süreka idi. Bunun üzerine dedi ki: Ey Allah’ın Resûlü, bir atlı bize doğru yaklaşıyor." Peygamber Aleyhisselam, geriye dönüp baktı ve "Ey Rabbim onu atında düşür," diye dua etti.
Atlı, hemen atından düştü. Peygamberimize yaklaşınca atı kuma battı, bir süre sonra kalkıp; korku içinde mırıldanmaya başladı ve: "Ey Allah’ın Resûlü, dilediğini emret" dedi. Peygamber Aleyhisselam da "Olduğun yerde dur ve kimsenin bize ulaşmasına fırsat verme!" buyurdu. Böylece sabahleyin Peygamberimizi öldürmek niyetinde bulunan bu atlı, gün bitiminde, Allah elçisinin silahlı muhafızı oldu.
Peygamber Aleyhisselam, yoluna devam etti ve Hare denilen yere vardı. Medine’de kendisini bekleyen Ensar’a haber gönderdi. Ensar gelip, Peygamber Efendimiz ile Hz. Ebû Bekir’i burada karşıladı. İkisine de:
Yazının Devamını Oku 9 Eylül 2008
Hz. Ömer’in halifelik yıllarında bir adam çocuğunu alıp Hz. Ömer’e gelir.
Adamın yüz hatlarından, tavırlarından çocuğa gönül koyduğu bellidir. Nitekim konuşmaya başlayınca evladını şikáyet eder. Der ki, ey müminlerin emiri ben şu oğlumdan şikáyetçiyim. İsyankár olan, bizi dinlemeyen bir çocuğumuz var. Bir türlü yola gelmiyor, bana bir yol gösterir misin?
Hz. Ömer, delikanlıya döner ve bu hál nedir genç, bana anlatır mısın? Bilmez misin ki baba ve anneye isyan etmek en büyük günahlardandır. Babanın hakkını bilmez misin? Genç delikanlı son derece sakin bir şekilde şöyle der. Ben bütün bunları biliyorum. Ama beni de dinleyiniz. Çocukların baba ve anne üzerinde hiç mi hakkı yok? Hz. Ömer bu itiraz üzerine, tabii ki çocuğun da hakkı var. Baba, oğluna hayırlı olacak bir eş arayışına girmeli, çocuğuna iyi bir isim vermeli, Allah’ın kitabını öğretmelidir. Hz. Ömer’i dinleyen genç şöyle der: Ey Müslümanların Lideri! Babam bunların hiçbirini yapmadı. Annemi köle pazarından satın aldı. Ben hiçbir haysiyeti olmayan bir anneden doğdum, bir şey öğrenemedim, bana iyi bir isim koymadı, benim adım "Cual" bildiğiniz gibi cual, yerdeki küçük böceklere verilen isimdir. Bana Kur’an’dan da tek ayet öğretmedi. Benden ne bekler!
Hz. Ömer babaya döner. Duyuyor musun çocuğun dediklerini, bence o sana değil sen ona isyan etmişsin. Hakkını yemişsin. Haydi kalk ve git... Düşünmeye değer değil mi?
Yazının Devamını Oku