Darbe girişiminin üzerinden dört buçuk yıl geçti ve 55 ilde gerçekleşen kalkışma ile ilgili 289 darbe davası açıldı. Bunlardan 287’si tamamlandı. Geriye yalnızca 145 sanığın yargılandığı iki dava kaldı.
Darbe davalarından en önemlisi önceki gün Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tamamlandı. Fetullahçı Terör Örgütü mensuplarının 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sırasında TRT’de zorla darbe bildirisi okutulmasını içeren Muhafız Alayı davasında, mahkeme heyeti 497 sanık hakkındaki hükmünü açıkladı.
Böylece Ankara’da görülen 56’ıncı ve son darbe davası da karara bağlanmış oldu. Darbe girişimi davalarının 56’sı Ankara’da, 56’sı İstanbul’da, 177’si ise diğer illerde açılmıştı.
FETÖ’CÜLERDEN TEHDİTLER!
Davalar, son derece şeffaf, açık ve evrensel hukuk kurallarına uygun yürütüldü.
Öyle ki, FETÖ’cü sanıklar savunmalarını istedikleri gibi yaptı, karar sonrası mahkeme heyetlerini, şehit yakınlarını ve gazileri tehdit etti. Buna karşın darbe girişiminden doğrudan mağdur olanlar ve mahkemeler hukuk kurallarından ayrılmadı.
Bunu, davalarda çıkan kararlardan da görmek mümkün. Belki bazılarına itiraz edebiliriz ama mahkeme heyetleri, önüne gelen sanıklara toptancı yaklaşmadı.
İşte bunun somut örneği:
Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecine yönelik e-muhtıra bizzat dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt tarafından kaleme alınmıştı (iki yıl sonra kendisinin yazdığını söyledi).
‘EMEKLİ’NİN ‘E’Sİ
4 Nisan gecesinden beri de bir “E-muhtıra” ile karşı karşıyayız. Fark ettiniz sanırım bu kez “e” harfi büyük! Ama bu “Elektronik” değil “Emekli” kelimesinin “E”si...
Evet bu da internet sitesinden yayınlandı ama onun için değil, emekli amiraller tarafından yazıldığı ve imzalandığı için buna ben “Emekli-muhtırası” adını veriyorum, kısaltmasını da E-muhtıra olarak yapıyorum. Çünkü karşımızda Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’ndan emekli olmuş, eski rütbesinin ve isminin önünde “E” harfi koyan kimi 104 amiralin 4 Nisan gece yarısı yayınladıkları bir “Bildiri” var.
SAVCILIĞIN DERİN SORUŞTURMASI
Bildiriyi yazanların, imzalayanların ve gece yarısı internetten yayınlayanların amaçlarının ne olduğu kısa süre sonra anlaşılacaktır ancak 5 Nisan sabah güneş doğmadan nasıl bir hata yaptıklarını anladıklarını düşünüyorum. Belki de yanılıyorumdur!
Nitekim, ertesi güne Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nın şu basın açıklamasıyla uyanmak, konunun ciddiyetinin anlaşılması bakımından önemliydi: “04/04/2021 tarihinde bazı internet sitelerinde ve sosyal medya mecralarında paylaşılan ‘103 amiralden Montrö bildirisi’ başlığı altında yayımlandığı belirtilen bildiri hakkında Cumhuriyet Başsavcılığımızca 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 316/1 maddesinde yazılı ‘Devletin Güvenliğine ve Anayasal Düzene Karşı Suç İşlemek için Anlaşma’ suçundan re’sen soruşturma başlatılmıştır.”
Soruşturma sonunda suç olup olmayacağı ortaya çıkacaktır. Çünkü, bildiriyi hazırlayanların Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki diğer kuvvetlerde görev yapan personeliyle ilişkileri olup olmadığı, yurtdışı bağlantılarının bulunup bulunmadığı devletin tüm imkânlarıyla araştırılıyor.
YAZILI VE SÖZLÜ TALEPLERİMİZ OLDU
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile babanızın ölüm yıldönümünde bir görüşme gerçekleştirdiniz. Sanırım ilk kez görüşme oldu. Neden ve nasıl gerçekleşti?
Biliyorsunuz, 12 yıllık bir suikast sürecimiz var. Yargıda kapıları aşındırdığımız bir adalet arayışımız var. Ben de bu yolların birçoğunu tükettiğimizi düşünerek 12 yıl sonra Cumhurbaşkanımızla bir görüşme gerçekleştirmek istedim. Bu görüşmemizde sözlü ve yazılı taleplerimiz oldu. Somut delillere dayanarak 12 yıllık süreci bir özet olarak anlattım. Bu bilgilendirme ışığında da taleplerimizi sıraladım.
Hukuki konulara gireceğim ama önce Cumhurbaşkanı Erdoğan, Muhsin Yazıcıoğlu ile ilgili özel bir anısını paylaştı mı?
Muhsin başkanla olan muhabbetinden söz etti, başsağlığı dileklerini iletti. Ama ben suikast konusunun dışına çıkmamaya gayret ettim. Görüşme zaten genellikle beni dinlemeye yönelikti.
DOSYANIN HER YERİNDEN FETÖ ÇIKIYOR
En çok hangi konu üzerinde durdunuz görüşmede?
SİLİVRİ’YE MEKTUP GÖNDERDİ
2011 yılında tutuklandığımda Silivri’ye faks yoluyla mesaj gönderenlerden birisi de Şeniz Dervişoğlu isimli organize suç örgütü lideriydi.
2010 yılında kaleme aldığım, “Kırmızı Cuma - Doğan Kitap” kitabımda; Trabzon merkezli faaliyet gösteren Dervişoğlu grubunun, FETÖ’cü istihbaratçıların gözetiminde 5 Şubat 2006 tarihinde işlenen Rahip Santoro cinayetiyle, 19 Ocak 2007 günü işlenen Hrant Dink cinayeti arasındaki en önemli bağlantı olduğunu delilleriyle yazmıştım.
Dervişoğlu da tutuklu olduğu cezaevinden bana gönderdiği faksta, kitabımda kendisini suçladığımı ama bugün benim terör örgütü üyesi olarak tutuklandığımı hatırlatarak aklı sıra kinaye yapıyordu.
“Dink cinayeti ve İstihbarat Yalanları” kitabını yazalı 13 yıl, “Kırmızı Cuma” kitabını yazalı 11 yıl geçti. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, 26 Mart günü, benim yıllar önce yazdığım gibi Dink cinayeti arkasında devletin en üst düzeyinde görev yapan istihbaratçılar ve diğer devlet görevlileri ile FETÖ’cü gazeteciler olduğunu karara bağladı. FETÖ üyesi istihbaratçılar; Dink cinayetine, örgütün amaç ve hedefleri doğrultusunda yön vermişlerdi. O amaç ise Hrant Dink öldürüldükten altı ay sonra başlatacakları Ergenekon kumpasıydı.
SANTORO’NIN ÖLDÜRÜLMESİ, DİNK CİNAYETİNİN PROVASIDIR
2010 yılında kaleme aldığım
Aradan geçen yıllar içinde bunlara ek olarak TSK içinde 22 bin 386 subay ve astsubay tespit edilerek ihraç edildi.
Yani darbe girişimine katılanların dört katı daha ortaya çıkarılarak haklarında hukuki işlem yapıldı ve tamamına yakını ihraç edildi. Peki TSK içindeki bu kadar büyük FETÖ’cü nasıl tespit edildi? Cevabı herkes biliyor; ”Ankesörlü hat” olarak bilinen sabit hat incelemeleriyle.
YÜZDE 40’I İTİRAFÇI OLDU
Haklarında işlem yapılanların yaklaşık yüzde 40’ı da FETÖ ile ilişkisini itiraf ederek etkin pişmanlıktan yararlandı.
Oluşturulan nefret iklimini, 2006 yılından itibaren İstihbarat Dairesi Başkanlığı içinde kurdukları “C5” isimli illegal büroda takip eden FETÖ üyesi istihbaratçılar; öldürülmesinden 6 ay sonra 12 Haziran 2007’de başlatacakları “Ergenekon kumpası” için Hrant Dink’i av olarak kullandı.
Trabzon’da, tıpkı Rahip Santoro cinayetindeki gibi, 18 yaşından küçük katile işletilecek cinayet en ince detayına göre planlanmıştı. Rahip Santoro cinayeti, Malatya Zirve Yayınevi katliamı, Danıştay cinayeti gibi Dink cinayeti de FETÖ’cü istihbaratçıların gözü önünde işlenmiş, hepsi de kumpas için kullanılmıştı. Bunlar içinde dünyada en fazla tepki gösterileni Dink cinayeti olmuştu. Bu cinayetle kumpasın alt yapısı artık hazırdı.
Planı da Trabzon Emniyet’ine yardımcı istihbarat elemanı olarak kaydedilen Erhan Tuncel aracılığıyla yürüttüler. Tuncel, Yasin Hayal ve katil Ogün Samast’ı yönlendiriyor, tüm bunlar FETÖ’cü istihbaratçıların gözü önünde gerçekleşiyordu.
BAŞINDA BERE, CEBİNDE TABANCA VE TÜRK BAYRAĞIKatilin Trabzon’dan yola çıkışından bile haberdardılar. Başında, cinayeti işlerken bile çıkarmadığı beyaz beresi vardı, cebine tabanca ve bir de Türk bayrağı konmuştu.
Plana göre, cinayetten sonra kaçmayacak, olay yerinde Türk bayrağını açıp, slogan atacaktı.
“Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve lâik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasa’ya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”
Yargıtay Başsavcılığı tarafından Anayasa Mahkemesi’ne kapatılması için başvuru yapılan HDP milletvekillerinin bir gün olsun “namus ve şeref” üzerine ettikleri yemine sadık kaldıklarını gördünüz mü?
Ya da bu yemine uymayan milletvekillerini uyardıklarını duydunuz mu?
Terör örgütü PKK elebaşı Öcalan’a “sayın” deyip övdüler, terör örgütüne maddi yardımda bulundular, eleman temin ettiler, belediye araçlarını verdiler, silah taşıdılar, terörist cenazesine gidip heykellerini diktiler, bir gün olsun PKK’ya terörist diyemediler, katliamlarını kınayamadılar, özerklik diyerek ülkeyi bölmeye kalktılar ama bir gün olsun, namus ve şerefleri üzerine ettikleri yemine bağlı kalmadılar.
“O yemini zorla, göstermelik etmek zorundalardı” diyenlere cevabım: Ya ettiğin yemini tut ya da inanmadığın şey için yemin etme.
Bir insan namus ve şerefi üzerine yemini sadece milletvekili olmak için bir prosedürden ibaret görüyorsa, ona ne milletvekili ne de şerefli bir insan denir.
Kendi şerefini çiğneyen birisi kanunu çiğnemez mi?
HDP yönetiminin 53 kişinin katledildiği Kobani olaylarındaki rolü yanında, HDP milletvekillerinin ve belediye başkanlarının, meclis üyelerinin, parti yöneticilerinin işledikleri suçlar tek tek anlatılmış. Buna karşın kimileri, HDP’nin kapatılmasına karşı çıkarken, bunu demokrasi ve hukuk kavramlarıyla savunuyor. “HDP siyasi parti, suçu ne?” diye soruyorlar. Onlar için iddianamede 600 ile 603’üncü sayfada sıralanan suçları özetledim. Buyurun okuyun:
1) HDP milletvekilleri Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının, birliğinin, bütünlüğünün sembolü olan TBMM’de bölücübaşı ve PKK lehine slogan attılar, sözde gerilla marşını okudular.
2) Yasa dışı gösteri ve terör örgütü propagandası yapan şahısların gözaltına alınmalarını engellemek için araya girip polislerle tartışarak şüphelinin kaçmasına olanak sağladılar.
3) Terör örgütü üyelerinin yakalanmasını önlemek amacıyla operasyon bölgelerinde toplanıp canlı kalkan oldular, operasyonları engelleyerek teröristlerin kaçmasını sağladılar.
4) Terör örgütünün dağ kadrosunda yer alanlar oldu.
5) PKK–KCK silahlı terör örgütlerine yakın duran ailelerden veya şahıslardan terör örgütü adına para temin ettiler, toplanan paralar ile terör örgütü adına faaliyet yürüten mensupların aileleri ile terör suçlarından tutuklu-hükümlü örgüt üyelerinin ailelerine yardım edip, mahkeme masraflarını karşıladılar.
6) Parti üyelerinin yerel ve genel seçimler öncesi bölge halkı üzerinde HDP’ye oy vermeleri yönünde baskı oluşturdular, yapılan baskılara direnen vatandaşları kırsalda faaliyet gösteren terör örgütü mensuplarına şikâyet ettiler, bazı vatandaşlar kırsalda kurulan sözde adalet komisyonu adlı mahkemede cezalandırılmaları için götürüldüler.
7) Belediye başkan adayları PKK/KCK terör örgütü tarafından belirlendi. Seçildikten sonra iş ve işlemleri terör örgütü mensuplarınca yönetildi ve denetlendi.