Özellikle bazı siyasetçiler ve gazeteciler peşine taktıkları bilgisiz kitleleri uyutmak için “2002’de terör sıfırlanmıştı, PKK terörü bitmişti” cümlelerini kullanırlar.
Bugün, “2002’de terör olayları ve PKK terör örgütü gerçekten bitmiş miydi?” ona açıklık getirelim.
15 Ağustos 1984 tarihinde Şemdinli ve Eruh baskını ile devlete karşı ilk kurşunu sıkan PKK terör örgütünün saldırıları tam 40 yıldır hiç aralık vermeden devam etti. Saldırılarına ara verdiği iki dönem oldu. Birincisi elebaşı Öcalan’ın 1999’da Kenya’ya yakalanıp Türkiye’ye getirilmesi, diğeri ise 2013-2015 arasındaki “Açılım” süreciydi.
1999’DA PKK ELEBAŞININ YAKALANMASI
2000’li yılların başında PKK terör örgütünün saldırılarını azaltmasının ana sebebi elebaşı Öcalan’ın 15 Şubat 1999’da Kenya’da yakalanarak Türkiye’ye getirilmesiydi. Örgütün çaresizliği ve paniği; Öcalan yakalandığında ağzından dökülen “Annem de Türk’tür, bir görev verilirse yardıma hazırım” sözlerinde gizliydi. 31 Mayıs 1999’da yargılaması başlanan Öcalan’ın davası 29 Haziran 1999’da tamamlandı. PKK terör örgütü elebaşı, bölücülük ve vatana ihanet suçlarından oybirliği ile idama mahkûm edildi. PKK terör örgütü tam bu arada 1999 yılı Eylül ayında tek taraflı sözde ateşkes ilan etti. Öcalan hakkındaki karar, 25 Kasım 1999’da Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından onandı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi süreci devam ederken cezası infaz edilmedi. Öcalan’ın yakalanıp yargılanması ve idama mahkûm edilmesi PKK içinde karışıklığa sebep olurken, elebaşını ölüm korkusu sarmıştı.
PKK OLDU KADEK
AİHM sürecinin başlamasıyla birlikte PKK, 2002 yılı nisan ayında yeniden yapılanmaya giderek Öcalan’ın idamını önlemek amacıyla sözde kendisini feshederek KADEK yani “Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Kongresi” adını aldı. Sözde ateşkes yanında imaj değişikliğine giden örgütün adında artık “demokrasi” ve “özgürlük” kelimeleri vardı. Bu tutumları rakamlara yansıdı; 1999 yılında olay sayısı 2 bin 253 iken, 2000’de 1.031’e, 2001’de 565’e, 2002’de ise 164’e kadar düştü. 3 Ağustos 2002’de idam cezasının TBMM’de kaldırılmasıyla hem Öcalan hem de terör örgütü yönetimi rahatladı. Bu durum olay sayısı gibi şehit sayılarına da yansıdı. 1999’de 236 olan asker, polis ve korucu şehit sayısı 236 iken, 2000’de 29’a, 2001’de 20’ye, 2002’de 7’ye kadar indi.
2011 seçimlerinde CHP milletvekili olarak TBMM’ye giren Tanju Özcan, 2012’de kendisinin de katıldığı bir yemekte genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu amacını; “CHP’yi PKK/BDP çizgisine oturtmak” olarak açıklamış.
Kılıçdaroğlu, “CHP’yi, PKK/HDP çizgisine oturtacağını” söylediği o yemekte birçok milletvekili varmış. CHP tarihi yazacakların ibretle yer vermeleri gereken o konuşmanın detayını CHP’li Tanju Özcan’dan aktarayım:
“24’üncü Yasama dönemiydi, ‘Yeni CHP’ diye bir tanım vardı. Sayın Kılıçdaroğlu geldiğinde bunu kullanıyordu. Genç milletvekilleri olarak da 15 günde bir yemek düzenliyorduk. Yemekte Aykut Bey vardı, Tokat Milletvekili Orhan Bey vardı, Hüseyin Aygün vardı, değişik değişik görüşler insanlar vardı.
Sayın Kılıçdaroğlu da bizim yemeklerimize ara sıra katılıyordu. Bir gün geldiğinde Tokat milletvekilimiz Orhan Düzgün ‘Efendim şu yeni CHP’den ne anlamalıyız?’ diye sordu. Kılıçdaroğlu uzun uzun anlatmaya başladı.
Orhan Bey dedi ki; ‘Efendim ortaokul çocuğuna anlatır gibi anlatın iki cümleyle biz halka anlatalım’. Kılıçdaroğlu da dedi ki; ‘Sayın Baykal partiyi MHP’ye yakın bir çizgiye oturtmuş, ben de BDP’ye yakın bir çizgiye oturtmaya çalışıyorum’. O zaman HDP değil BDP vardı.”
KILIÇDAROĞLU’NUN AMAÇ BİRLİĞİ
Kılıçdaroğlu dediğini yaptı, sadece partiyi değil seçmen kitlesini de adım adım PKK/BDP-HDP çizgisine yakınlaştırdı. Siyasi iktidara karşı ürettiği nefret, PKK terör örgütü ve onun siyasi ayağı HDP’ye duyulanın çok üzerine çıktı. Hatta, PKK’nın sözcüsü olduğunu bildikleri ve bir zamanlar karşı oldukları Selahattin Demirtaş’ı savunacak hale düştüler.
Bu, sadece seçimlerde işbirliğine yönelik taktik bir adım değil, stratejik hatta politik amaç birliğinin yansımasıydı. Kılıçdaroğlu’nun PKK/HDP ile amaç birliği seçim ittifaklarını zorunlu kılan “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” hayata geçmeden yıllar öncesine dayanıyor. Genel başkan olduktan hemen sonra 23 Mayıs 2011’de Hakkari’de “Yerel yönetimler özerklik şartını tanıyacağız” diyerek bunu gösterdi. Aynı konuşmasında PKK/KCK’ye yönelik operasyonları da eleştirmişti.
Evler yanında hastaneler, camiiler, kiliseler vuruluyor. Dünya kamuoyu ayağa kalkmış; ABD, Almanya, İngiltere, Fransa dahil Avrupa ülkelerinin yardım ve desteği ile gerçekleşen soykırıma sessiz kalan Papa Francis ise ancak iki buçuk ay sonra “Bu bir terördür” diyebildi.
Arap ülkelerinin tepkisizliğine karşı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çabaları İslam dünyasındaki derin sessizliği yırtarak bir çığlık haline dönüşüyor. “Türkiye” adnı kullananlar dahil bir çok meslek örgütü olan bitene sesini çıkarmazken İstanbul 2 Nolu Barosu sadece Türkiye’nin değil insanlığın yüzünü ağartan bir girişimle, Gazze’de soykırım suçu işleyen İsrail yöneticileri hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) suç duyurusunda bulundu. Sadece bu değil Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’ne de dilekçe vererek soykırımcı İsrail yöneticilerinin yargılanması için uluslararası girişimlerin zeminini oluşturdu.
Bugüne kadar UCM’ye beş ülke İsrail aleyhinde suç duyurusunda bulundu, bunların arasında en detaylı, delilleri sağlam ve etkili başvuruyu İstanbul 2 Nolu Barosu yaptı.
İstanbul 2 Nolu Barosu Başkanı avukat Yasin Şamlı ve Baro yöneticileri, UCM’ye verdikleri dilekçenin kapsamı ile ilgili dün bir basın toplantısı düzenledi.
DELİLLER 5 GRUPTA
Dilekçe, “Maddi olayın izahı”, “Teorik değerlendirme” ve “Deliller” kısmından oluşyor. Elbette en ilgilendiğim bölüm “Deliller” kısmıydı. Deliller beş gruptan oluşuyor;
- Birinci grup deliller, Gazze’de yaşanan soykırımı görüntüleyen gazeteci ve televizyoncuların çektiği fotoğraf ve video görüntülerinden oluşuyor. Bu konuda Anadolu Ajansı’nın Gazze’de İsrail’in işlediği savaş suçlarını ve soykırımı tarihe mal ettiği fotoğraflarına vurgu yapmak gerekiyor. AA bu fotoğrafları “Kanıt” adı altında da basılı yayın haline getirildi.
- İkinci grup deliller, Gazze’den Türkiye’ye getirilen yaralıların noter huzurunda ve görüntülü olarak alınan ifadeleri.
(1) adet Doçka uçaksavar, (550) adet Doçka uçaksavar mühimmatı, (1) adet savunma tipi el bombası, (112) adet battaniye, (5) adet akü, (50) çift Mekap ayakkabı, (7) jelikan mazot, (8) adet hilti ucu, (1) adet fırın, (1) adet mutfak ocağı, (6) adet güç kaynağı, (2) adet Tol EYP anahtar sistemi, çok sayıda mutfak malzemesi, örgütsel doküman, elektrik malzemesi ve kadın hijyen malzemesi ele geçirilmiştir.”
Sadece Hakkâri değil Siirt, Mardin, Bitlis, Muş, Tunceli gibi illerde terör örgütüne yapılan operasyonlarda ele geçen malzemeler arasında silah ve mühimmat yanında hep bir markaya yer verildiğini görebilirsiniz; o marka Mekap ayakkabı.
ARAÇLARI TAŞLANDI
Çocukluğumuzdan beri sağlam spor ayakkabı markası olan Mekap, 40 yıllık PKK ile mücadele tarihinde hep karşımıza çıktı. PKK’lı teröristlerin sağlamlığı nedeniyle giydiği ayakkabı açılım sürecinde de dillerden düşmedi.
O süreçte PKK’lı teröristlerin Türkiye’yi terk etmesi için örgütün sözcüsü Selahatttin Demirtaş, “Sınır dışına çıkışın yöntemi konusunda ise şu an için bildiğimiz tek yöntem ‘Mekap’ yöntemi, yürüyerek çıkarlar sanırım” demişti.
Mekap’la PKK’lı teröristler öylesine özdeşleşti ki; özellikle Batı’daki illerde üzerinde Mekap yazan şirketin dağıtım araçları vatandaşların tepkisine neden oldu. Mekap yazan araçların taşlandığı bile oldu.
Ben de geçen hafta, vatan haini Şeyh Sait ile ilgili bir yazımda Mekap adını kullandım. Şeyh Sait ile PKK elebaşı Öcalan’ı karşılaştırdığım yazıya “
Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde Kemal Kılıçdaroğlu için FETÖ ilgili politika ve PKK/HDP ile ilişkisi için “tehlikeli” ama Ekrem İmamoğlu için “daha tehlikeli” diyordum. Araya CHP Kurultayı ve Özgür Özel girdi. Bundan sonra sıralamayı şöyle yaptım: Kılıçdaroğlu izlediği siyasetle “tehlikeli”, Özgür Özel aynı siyaseti ilkesizce yaptığı için “daha tehlikeli” ama “en tehlikelisi” Ekrem İmamoğlu”...
Çünkü Ekrem İmamoğlu tehlikeli ve ilkesiz siyaset yanında paranın gücünü bilen bir siyasetçi. İlkesiz ve paranın gücünü bilen tehlikeli siyasetiyle ne zaman patlayacağı belli olmayan bomba gibi, sadece kendisine değil etrafına da büyük zarar veriyor.
CHP’DE KILIÇDAROĞLU’NUN ALTINI BOŞALTTI
Paranın gücünü iyi bilen, ekonomi diliyle söylemek gerekirse ‘satın alma gücü en yüksek siyasetçi’ İmamoğlu’nun, Kılıçdaroğlu ve Özgür Özel’den farkını şöyle anlatayım:
-Kimi satın alabileceğini
-Nasıl satın alabileceğini
-Kaça satın alabileceğini biliyor.
Ekrem İmamoğlu
Özellikle, Netanyahu’nun oğlu Yair Netanyahu’nun, “Free Kurdistan” mesajı yanında bayrak görseli paylaşması sonrası, Irak’taki Barzaniciler ile Türkiye’deki uzantıları ve terör örgütü PKK unsurları harekete geçmiş görünüyor. İkisinin de ortak noktası ise bir zamanlar üzerinde pek anlaşamadıkları, devlete karşı ayaklandığı için 1925 yılında idam edilen vatan haini Şeyh Said.
PKK ELEBAŞI: ŞEYH SAİD’İ KULLANDILAR
Emperyalist ABD’nin maşası bölücü PKK terör örgütü elebaşı Öcalan, 2009’daki avukat görüşmesinde, 1925 yılında İngilizlerin maşası olarak bölücülük yapmaya kalkışan Şeyh Said için şunları söylemişti: “Mustafa Kemal, İngiliz oyunlarını kısmen de olsa çözmüştü. İngilizler kendi politikaları için Türkiye’de Kürtleri devletin önüne attılar. Bunlar hep böyle yaptılar. Şeyh Said’i kullandılar. Şeyh Said’i kullanarak Musul ve Kerkük’ü aldılar, bu şekilde Mustafa Kemal’e de Kürtlere yönelme yolunu açtılar. İngiltere bu şekilde Şeyh Said üzerinden politika geliştirdi.” (28.08.2009 ANF)
Güldüğünüzü biliyorum; bunu ABD’nin kullandığı terörist PKK’nın elebaşı bir başka bölücü olan Şeyh Said için söyledi.
İlginçtir, bugün ABD’nin maşası olan PKK terör örgütü ve TBMM’deki temsilcisi YSP/HEDEP/DEM temsilcileri 100 yıl önce İngilizlerin işbirlikçisi olarak ayaklanan Şeyh Said’e sahip çıkıyor. Aralarındaki farklara rağmen ikisinin iki ortak özelliği var; Birinin “bölücü”, diğerinin “emperyalistlerin maşası” olması...
Bugün, daha çok Irak ve Suriye’de faaliyet gösteren PKK terör örgütünün ABD’nin paralı uşağı olduğunu, ABD’nin emperyalist amaçları için kullandığı bir maşa olduğunu herkes görüyor.
TORUNU: HEDEFİ KÜRT-İSLAM DEVLETİYDİ
Peki 13 Şubat 1925’te isyana kalkışan
Bir gün sonra 8 Ocak günü Ankara’da İsrail Büyükelçisi kendisini davet ederek, konu üzerine sohbet ettikten sonra “Öldürülmekten kokmuyor musunuz?” diye sordu.
Eşi Güldal Mumcu, öldürülmeden önce eşinin ulaştığı gerçekleri şöyle anlatıyordu: “Uğur, Türkiye’de yaşanan terör olaylarını, Kürt isyanlarının karmaşık arka planını araştırdıkça, tahmin edilemeyecek birçok ilişkiye, ilginç bağlantılara; CIA, MOSSAD ve MİT ile Emniyet ve askeri istihbarat dahil birçok ülkenin istihbarat örgütünün varlığına ve bu arada Barzani’nin MOSSAD ve CIA ile ilişkilerini ortaya koyan yayınlara ulaşıyordu.”
Ulaştıkça, tehditler çoğalıyordu; PKK yöneticilerinden Yaşar Kaya, örgütün yayın organı Özgür Gündem’de Mumcu’nun infaz emrini yazmıştı adeta. Uğur Mumcu, PKK’lı Yaşar Kaya’nın yazısını gösterip: “Güldal bunlar beni öldürecek” dediğinde, “Nereden çıkarıyorsun?” diye soran eşine, “Uğur Mumcu’nun Kürtler için istediği bir şey var mı? Herkes maskesini çıkarsın!... Yoksa yüzlerindeki maskeyi biz yırtacağız. Biz yırtmazsak bile Kürt halkının dinamiği yırtacak” satırlarını göstererek, “Bundan daha açık söylemezler!” cevabını verdi.
İKİ HAFTA SONRA SUİKAST
Kayyum atanan 48 il ve ilçede altyapı çalışmaları hızla devam ederken Diyarbakır Belediyesi ne olduğunu anlamadan kendisini sert bir tartışmanın ortasında buldu. Sosyal medya hesabından “Şehrimizin trafik akışını büyük ölçüde rahatlatacak yeni çevre yolumuzla Diyarbakır’ımıza değer katıyoruz Silvan yolunu Elazığ yoluna bağlayacak, 12 kilometre uzunluğunda ve 50 metre genişliğindeki Şeyh Sait Bulvarı’nın yapım çalışmalarına başladık” diye yaptığı paylaşım üzerine kayyum yönetimince Şeyh Sait Bulvarı inşa edildiği düşünüldü.
‘AÇILIM’DA VERİLEN İSİM
Şu ana kadar resmi bir açıklama yapılmadı ama durum şu; 2013-2015 dönemindeki açılım sürecinin tam ortasında, 2014’te Diyarbakır Belediyesi’nin Adalet ve Kalkınma Partili ve terör örgütü PKK’nın siyasi kolu DBP’li meclis üyelerinin oylarıyla Şeyh Sait’in adı, İstiklal Mahkemesi kararıyla 1925’te idam edildiği Darkapı Meydanı ile Silvan-Elazığ karayolunu birbirine bağlayacak 12 kilometre uzunluğunda ve 50 metre genişliğinde olan Yenişehir İlçesi sınırlarındaki bulvara verildi.
Hatta şehrin değişik noktalarına “Şeyh Sait Meydanı”nı gösteren trafik tabelaları bile asıldı.
MEYDANA VERİLEN İSİM KALDIRILDI
2019 yılında ise kayyum atanması sonrası “Şeyh Sait Meydanı” ismi yeniden Darkapı Meydanı olarak değiştirildi. Bulvara verilen isim ise aynı kaldı. Öğrendiğime göre ne Diyarbakır Belediyesi’nde ne de Valilik’te isim değişikliği konusunda bir çalışma yok, bu konuda isim inisiyatifi İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’ya bırakılmış durumda.
İsim değişikliği kolay ama Şeyh Sait’i “Din adamı”, “İslamcı”, “Hilafetçi” gibi saçma sapan gerekçelerle savunanların halini gördükçe, zihni değişimin ne kadar zor olduğunu anlıyorsunuz.
‘ŞEYH SAİT İSYANI