Naci Cem Öncel

Basının zaferi

30 Ağustos 2023
BİR düşünün... Ortada internet, sosyal medya, televizyon, radyo falan yok... Yegâne haber kaynağınız, gazeteler. Ne var ki gazeteler kâğıt, kalıp ve mürekkep yokluğu içinde. “Günlük” gazete olsalar da pek çoğu imkânsızlık nedeniyle her gün yayınlanamıyor. Yayınlanabilenler de sadece birkaç sayfadan ibaret... Yetmezmiş gibi tirajlar çok düşük... Ulaşım olanakları çok kısıtlı olduğu için gazeteler ancak basıldıkları şehirlerde dağıtılabiliyor... Eleman yokluğu had safhada olduğu için en önemli “gazete dağıtıcıları” çocuklar!

*

İşte, 1919-1922 yılları arasında, Anadolu’nun düşman işgaline direnişini savunan, Milli Mücadele taraftarı basının genel durumu böyleydi. Hemen her sahada olduğu gibi burada da olağanüstü koşullar altında, varoluş ve ayakta kalma gayreti vardı.

PROPAGANDA SAVAŞI

Milli Mücadele’yi destekleyen basın ayrıca kurtuluş çabalarına karşı çıkan Türkçe gazetelerle de mücadele etmek durumundaydı. Hem de Milli Mücadele karşıtı gazeteler, işgal kuvvetlerinden himaye görüp devlete ait bazı yerel matbaalar onların kullanımına verilmişken.

*

Elbette mesele tiraj rekabetinin çok ötesindeydi. Milli Mücadele karşıtı köşeyazarları, İşgal Kuvvetleri ile savaşmanın akılsızlık olduğunu, bu mücadelenin kazanılamayacağını, “isyancıların” ancak felaket getireceğini iddia ediyorlardı. Diğer bir deyişle, bağımsızlığı boş bir hayal gibi gösterip halka ümitsizlik aşılıyorlardı. Bu propagandanın asıl gayesi, Anadolu insanını Kurtuluş Savaşı’ndan vazgeçirmekti. İşte Milli Mücadele basını, bu savlara karşı çıkıp bağımsızlık inancını diri tutmaya gayret ediyordu. Örneğin “Yeni Yozgat” gazetesine göre “Kendi kuvvetine istinâd (dayanmayan) etmeyen millet daima aldanmıştır”. Tüm bu çabalar, kurtuluş yolculuğunda halkın birliğini sağlamak adına hayati önemdeydi.

‘TAKTİK’ HABERLER

Gazetelerin işgal altındaki bölgelere gönderilmesiyse halkın moralini ve direncini yükseltmek adına çok mühimdi ve özel emek gerektiriyordu. Bununla birlikte Milli Mücadele basınının rolü, halka haber ve moral vermekten ibaret değildi. Özellikle Ankara gazeteleri, tüm dünyaya hükümetin mesajlarını iletme işlevini üstlenmişti. Tabii bir de işin “

Yazının Devamını Oku

Ulusal hafıza merkezi kurulmalı

23 Ağustos 2023
“İşgal kuvvetleri her yeri çok sıkı denetim altına almış, adeta kuş uçurtmuyorlarmış"

"Bu durum karşısında Nazilli ve İzmir bölgesine haber göndermek ve ayrıca toplanan yardımı ulaştırmak için ninem devreye girmiş. O sırada yedi sekiz yaşında olan halamı yanına alarak Nazilli’ye ‘kızının gözünü tedavi ettirmek için doktora götürme bahanesiyle’ yola çıkmış. Yunan askerlerine görünmemek için gizlice yayla ve dağ yollarından Nazilli’ye giderek, Kuvayımilliye’ye mensup kardeşlerine ulaşmış. Gizli muhaberat, atının nalı altında saklıymış. Aynı şekilde dönüşte de gizli mesaj, at nalı altında saklanarak ninem tarafından getirilmiş.


Kurtuluş Savaşı Müzesi (I. TBMM Binası), Ankara

SON TANIKLAR

Yukarıdakine benzer bir hatıra, pekâlâ sizin büyük ninenize de ait olabilir. Çünkü Türkiye’nin dört bir yanında on binlerce ailenin geçmişinde Milli Mücadele anıları vardır. Ancak bunları bizzat yaşayıp anlatan kadın-erkek “isimsiz kahramanlar” çoktan aramızdan göçüp gittiler. Kurtuluş Savaşı’na veya 101 yıl önceki Büyük Taarruz’a bizzat tanık olan kaç kişi vardır ki bugün hayatta? Üstelik pek azının hatıraları, deneyimleri kayıt altına alındı. Dolayısıyla yaşanan onca olay, sadece “Babam şöyle mücadele etmiş, ninem böyle sıkıntılar çekmiş” diyen çocuklarının, torunlarının sohbetlerinde kaldı. Ne var ki artık bu ikincil tanıkları da birer ikişer yitiriyoruz. Eğer harekete geçilmezse, onların yaşayanlardan, tanıklardan dinleyip öğrendiği Milli Mücadele hatıraları, unutulup gidecekler.

KÜÇÜK İNSANLAR, BÜYÜK ADAMLAR

Şurası çok net: Hatıralarını yazmaya, kaydetmeye meraklı bir toplum değiliz. Bunun nedenlerinden biri, tarihin “

Yazının Devamını Oku

Derdimiz taksimetre

16 Ağustos 2023
Taksiciler isyanda, yönetim dertli...

İstanbul halkı sıkıntı içinde. Üstelik bu öyle “taksiye binebilen zenginlerin” meselesi değil sadece. İstanbul gibi bol yokuşlu, dev bir metropolde taksisiz, “arabasız” hayat çok zor. Örneğin, hastaneden taburcu olan yaşlı birinin evine gidebilmesi için taksiye ihtiyacı var. Keza elinde yükü olanların; toplu taşımaya uzak kalanların; işe, toplantıya, uçağa yetişeceklerin... Kısacası hemen herkesin... Ama ortada sizi “kabul edecek” bir taksi yok.

TURİSTLER İÇİN

Bugün İstanbullular taksilerin sadece turistleri taşımasından haklı olarak yakınıyorlar. Ama işin ilginci İstanbul’da 1920’lerden itibaren yaygınlaşmaya başlayan ilk “taksicilerin” en önemli varlık nedeni de turistlerdi. Cumhuriyet’in ilanıyla başkent olma ayrıcalığını kaybeden İstanbul’un bir turizm şehrine dönüştürülmesi ancak ziyaretçilere gerekli olanakların sunulmasıyla mümkündü. Dolayısıyla şehiriçi ulaşım araçları, turistler için önemli bir ihtiyaçtı. Bu doğrultuda sürücülerin eğitilmesi yanında fahiş fiyatlandırmanın önüne geçilmesi gerekiyordu. Belediye (Şehremaneti), 1924’ten itibaren bu amaçla bazı kurallar getirmeye başladı. Taksimetre de bunlardan biriydi.


Bir zamanlar İstanbul’da turistler ve taksiler.

TAKSİCİLERİN İSYANI

Ne var ki taksimetre zorunluluğu “

Yazının Devamını Oku

Görüntü Atatürkçülüğü

9 Ağustos 2023
GEÇEN hafta Türkiye’de en fazla ses getiren olaylardan biri, “Atatürk dizisi” oldu.

İddialara göre ABD merkezli bir küresel yayın kuruluşu, çektirdiği Atatürk dizisini “diaspora” lobisinin baskısıyla dijital platformunda yayınlamaktan vazgeçmiş. Bildiğiniz üzere, bu karar Türkiye’de hemen her kesimin tepkisini çekti. Öyle ki neredeyse hiçbir konuda uzlaşamayan zıt kutuplar, aynı noktada buluşup benzer tepkiler verdiler. Pek çok kişi bu kararı protesto etmek için aboneliklerini iptal etti.

BENZERSİZ BİR SEVGİ

Geçmişe sahip çıkmak, hayatını milletine adamış isimlere vefa göstermek, bir ülke için ne kadar kıymetlidir. Bu anlamda, Türkiye’de Atatürk’e gösterilen minnettarlığın ve sevginin benzerini modern tarihte bulmak zordur. Onun fotoğrafları, kamusal alan bir yana, holding binalarından küçücük dükkânlara kadar hemen her yerde karşımıza çıkar. Hatta kimi evlerde aile büyüklerinin resimlerinin yanında çerçeveli bir Atatürk fotoğrafı yer alır. Üstelik bu, zorunlu değil gönüllü bir tercihtir. Bu sevginin en görünür olduğu mecralardan biri de tabii ki sosyal medya... 23 Nisan’dan 29 Ekim’e her bayramda ve her 10 Kasım’da “post”lar, “hikâyeler”, mesajlar Atatürk görselleriyle doluyor.

KİTLESEL SAHİPLENME

Peki ama Atatürk’e gösterilen bu “görsel vefa”, onun temel ilkelerine de sadakat anlamına geliyor mu? Atatürk’e yönelik haksız ithamlara tepkide birleştiğimiz gibi onun miras bıraktığı değerler etrafında birleşebiliyor muyuz acaba? Cevabı çok basit: Tabii ki hayır! Aklınıza hemen “yeminli Atatürk düşmanları” gelmesin. Bu uç ve dar kesimden bahsetmiyorum. Tam tersine... Son olayda olduğu gibi Atatürk’ün manevi kişiliğine sahip çıkan kalabalık kitlelerden -adeta hepimizden- söz ediyorum.

EŞİTLİK SAĞLANDI MI

Örneğin Atatürk’ün ilkokul çağında öğrendiğimiz “

Yazının Devamını Oku

Kadınlara küfür yetmedi mi

2 Ağustos 2023
*

SENE, 1980... Aylardan, nisan... Hayatımda ilk kez bir futbol maçını stadyumda izleyeceğim. Çok heyecanlıyım... İçeride bizi, binlerce kişinin tezahüratları karşılıyor. Bu dev koroyu dinleyip de etkilenmemek ne mümkün! Ne var ki tribünlerden anlayamadığım bir slogan atılıyor. Az sonra çözüyorum: Dönemin federasyon başkanına, daha doğrusu federasyon başkanının annesine küfrediliyor! Neredeyse tüm stat, hep bir ağızdan, avazı çıktığı kadar... Bıkmadan, usanmadan; tekrar, tekrar.

*

Yıl, 2023... Aylardan, temmuz... Yeni sezonun ilk resmi karşılaşması. Yeğenim de hayatında ilk defa stadyumda maç izleyecek. Üç kuşak birlikte geldiğimiz için heyecanlıyım... İsmimize ait elektronik biletlerimizle içeri giriyor, numaralı koltuklarımıza oturuyoruz. Ancak aradan 45 yıl geçmiş olsa da o tezahürat yine başlıyor: Futbol federasyonu başkanına, daha doğrusu federasyon başkanının annesine küfrediliyor. Sanki yıllar öncesini yaşar gibi... 1970’lerde, 80’lerde, 90’larda, 2000’lerde, 2010’larda olduğu gibi...

KİMİN GARANTİSİ VAR

Toplumsal konulardaki yüksek duyarlılığıyla bilinen Beşiktaş.... BM’nin “HeForShe” isimli cinsiyet eşitliği hareketine destek veren Fenerbahçe... Türkiye’de ilerlemenin öncüsü olmakla övünen Galatasaray... Anadolu’nun yıldızlısı Trabzonspor, Adana Demirspor ve tüm diğer kulüpler... Hangisi bir futbol maçında hakemin anasına, rakip takımın “sülalesine” küfredilmeyeceğinin garantisini verebilir ki?

ASLA DEĞİŞMİYOR

Hiç şüphesiz, bu sorun yeni değil ve defalarca dile getirildi. Örneğin eski bir futbolcu ve hakem olan

Yazının Devamını Oku

Yangına yağmur yağdırmak

26 Temmuz 2023
Kavurucu sıcakların ormanları küle çevirdiği şu sıkıntılı günlerde, yağmur yağdırabilme imkânımız olsa ne güzel olurdu değil mi?

Elimizdeki cihazla yağmur yağdırır, devasa orman yangınlarını hızla söndürür, ayrıca kuraklık tehlikesini kolayca bertaraf ederdik.

*

Tarihi kaynaklara inanacak olursak eskiden Türklerin böyle bir marifeti zaten varmış! “Yada” (veya “Yat”) adı verilen bir taşı/taşları kullanarak yağmur, kar yağdırıp rüzgârı yönlendirmeyi başarırlarmış. Kaşgarlı Mahmud, Dîvânü Lugâti’t-Türk’te böyle bir taşın marifetini bizzat gördüğünü anlatır: “[Yada Taşı], Türkler arasında tanınmış bir şeydir. Ben bunu Yağma ülkesinde (Tarım, Doğu Türkistan) gözümle gördüm. Orada bir yangın olmuştu, mevsim yaz idi; bu suretle kar yağdırıldı ve Ulu Tanrı’nın izniyle yangın söndürüldü.

EN SICAK GÜNLERDE BİLE

Şaban-ı Şifai’ye (ö. 1705) atfedilen bir metne göre Türk halkları taşla yağmur yağdırmayı, güneş Aslan burcundayken (23 Temmuz–23 Ağustos), yani yılın en sıcak günlerinde bile başarıyordu: “Cumhur-ı Türkân (Türk halkları)... isterlerse yazın güneş Esed (Aslan) burcunda iken yağmur ve kar yağmak; çok şiddetli yel esmek gibi acayip eserleri o taşların kullanımıyla zuhura getirirler (ortaya çıkarırlar).” Demek ki marifet sadece taşta değil, aynı zamanda onu doğru kullanmasını bilenlerdedir. Kimi kayıtlara göre iklim olayı iki Yada Taşı’nın birbirine çarptırılması ardından gerçekleşiyordu.

İKLİM SİLAHI

Yazının Devamını Oku

Yapay zekâ insana karşı

19 Temmuz 2023
ABD’deki senaryo yazarlarının greve gittiğini okumuşsunuzdur.

Üstelik greve Hollywood aktörlerinin yanı sıra İngiltere’deki senaristler de destek veriyorlar. Peki ama bize ne dünyanın öbür ucundaki elâlemin grevinden?

KİMİN SENARYOSU, KİMİN SESİ

Hollywood grevinin öncelikli nedeni ücret artışı talebi gibi görünüyor. Ancak ortada bir de “yapay zekâ” sorunu var. Senaristler, yapay zekânın senaryo yazımında kullanımına karşı çıkarak film şirketlerinden güvence istiyorlar. Çünkü yapay zekâya senaryo yazdırmak hem çok daha hesaplı, daha dertsiz, hem de çok daha hızlı.

*

Aktörlere gelince... Sokakta, stadyumlarda, savaş sahnelerinde rol alan figüranlar, rollerini “sanal-dijital” kalabalıklara çoktan kaptırdı. Aynı şekilde kostüm üreticileri de. “Esas” oyuncuların derdiyse yüzlerinin ve vücutlarının 3 boyutlu modellerde çoğaltılması, seslerinin yapay zekâ aracılığıyla kopyalanması, türetilmesi. Zira bir oyuncunun yüzünde, sesinde yapacağınız bir miktar dijital değişiklik, tüm telif haklarını saf dışı bırakıyor. Oyuncular da bununla ilgili daha katı düzenlemeler talep ediyorlar.

*

Yani bu grev, Hollywood’a ait özel bir durum gibi görünse de konu aslında tüm dünyada çalışanları ilgilendiriyor:

Yazının Devamını Oku

Ukrayna’dan gelen İsveçli

12 Temmuz 2023
"Özi Kalesi’nin karşı yakasında Aksu kenarına gelip feryada başladılar: El-aman bize sefâin (gemi) gönderin, ol canibe (tarafa) geçirin.

Zirâ düşmanımız takip etti. Bir ocağız, sönmemizi revâ görmeyin. Devlet-i aliyye sayesine (gölgesine) sığındık, kuşça canımızı halas etmeğe (kurtarmaya) ve ol ulu devletin ab-ı hayatını içmeye sebep olun.

*

Silahdar Fındıklılı Mehmet Ağa’nın (ö.1726) “Nusretname” adlı eserine göre bu yakarış, bir grup İsveçliye aittir. Peki ama, bu askerler neden kaçıyorlardı ve Osmanlı toprağı olan Özi Kalesi kapısında neden sığınma talep ediyorlardı?

BÜYÜK KUZEY SAVAŞI

1700’lerin başında, Avrupa’nın kuzeydoğusunda “Büyük Kuzey Savaşı” vardı. Mücadele esasen İsveç Krallığı ile Polonya-Litvanya Birliği arasındaydı. (Polonya-Litvanya, Belarus ve Ukrayna topraklarının da hâkimi olduğu için Osmanlı’nın kuzey komşusuydu). İsveç, Polonya-Litvanya’ya 1706’da boyun eğdirmiş gibiydi. Ancak Doğu Avrupa’yı İsveçlilere kaptırmaya hiç niyeti olmayan Rus çarı Petro, İsveç ordusunu 1709’da Poltava’da (günümüzde Ukrayna’da) perişan etti. Yaralanan İsveç kralı XII. Karl (Şarl), canını zor kurtardı. İşte yanındaki üç yüz kadar askerle birlikte Özi Kalesi (günümüzde Ukrayna’da) önlerinde Osmanlı’dan sığınma talep eden aslında İsveç kralıydı!

Yazının Devamını Oku