Bunlar ülke gündemine zaten kurşun gibi çöken sorunlar
Ama Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun aklını geniş planda meşgul eden üç önemli eşik, adeta üç zor sınav var
Hem de önümüzdeki iki aya, Mayıs ve Haziran’a yığılmış vaziyette.
***
Ertuğrul Kürkçü nasıl solcuların “Ertuğrul abisi” ise, o da İslamcıların “İsmail abisi”.
O dönem İstanbul Hukuk Fakültesinde okuyanlar Deniz Gezmiş’i nasıl devrimci öğrenci hareketinin başlarından görüyorsa, İsmail Kahramanı da İslamcı hareketin başlarında görüyordu, en ateşli konuşmacılardan, eylemcilerden birisi olarak.
Pandora’nın kutusunun kapağını açmak Kahraman’a düştü yıllar sonra.
Milli Görüş hareketinin abilerinden Kahraman’ı, yokluğunda kendisine vekâlet edecek Meclis Başkanı olarak görmek isterken Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bir gün bu öneriyle çıkış yapacağını tahmin ediyor muydu acaba?
Devam ediyor: “Türkiye’yle sadece bu anlaşma için değil, her konuda işbirliğini, yakınlaşmayı amaçlıyoruz; buna ekonomik ilişkiler, yatırımlar dâhil.
Tabii daha çok yatırımın gelmesi için, mali politikalar başta yapısal reformlar, yargı reformu ve basın özgürlüğü de yüksek öneme sahip.
Yatırım istikrar, önünü görebilmek ve güvenlik ister; bu nedenle reformlardan söz ettiğimiz zaman bunun bağımsız yargı ve basın özgürlüğünü de içerdiğini söylüyoruz. Bunu görüştüğüm iki bakanınıza da söyledim.”
Bu sözün sahibi Avrupa Birliği (AB) Konseyi Başkanı Donald Tusk.
Tusk, 23 Nisan’da diğer AB yetkilileri ve Almanya Başbakanı Angela Merkel ile Gaziantep’te Suriyeli mültecilerin kaldığı kampları ziyareti ardından söyledi bunları.
Daha önce kampları gelip gezen BM Kalkınma Programı Başkanı Helen Clark da benzeri şeyleri söylemişti.
***
23 Nisan Cumartesi’ye geldiği için ve onların da Cumartesi hafta sonu sabah haberleri olmadığı için,
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını bir gün önceden kutladılar.
Unutturmamak lazım, tebrik etmek lazım…
***
Nasıl mı?
Ergenekon davasının nasıl başladığına ve nereye geldiğine bakmak yeterli olabilir.
Hayır, ayrıntılara girmeyeceğim. Mesela Ergenekon iddianamesine konu edilen, Tuncay Güney tarafından verildiği öne sürülen o MİT disketinin neden bir yıl, bir hafta bekletildikten sonra dönemin hükümetinin dikkatine getirilmiş olduğunu filan sorgulamaya ayrı bir yazı, belki bir dizi lazım.
Ama sadece genel resme bakmak dahi Ankara’da siyaset-asker-yargı güç denkleminin nasıl değiştiğini göstermeye yetiyor.
Daha geçen hafta Türkiye’nin hak ve özgürlükler karnesini kırıklarla dolduran, demokrasi kalitesinin gerilediğini söyleyen Avrupa Parlamentosu raporundan çok farklıydı; Türkiye övülüyordu.
Övülmesinin nedeni, AB’ye yasadışı göçmen akınının önlenmesinde gösterdiği işbirliği ve başarıydı.
Basın toplantısında konuşan AB yetkilisi Yunan diplomat Dimitris Avramopulos, Türkiye gereklerini yerine getirirse, 4 Mayıs’ta vize muafiyeti sürecine başlayabiliriz dedi.
Ondan birkaç saat önce, Strasburg’da Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı konuşmadan Türkiye’ye dönen Başbakan Ahmet Davutoğlu ise uçaktaki gazetecilere çok daha iyimser, çok daha kendinden emin bir havada konuşuyordu.
Ankara’daki kaynaklarıma göre bunun başlıca beş nedeni bulunuyor.
Bu beş engel ortadan kalkmadıkça, hükümetin yeniden MİT, ya da bir başka kanalla yasadışı PKK lideri Abdullah Öcalan ile benzeri bir diyalog kurmasına pek ihtimal verilmiyor.
Bu beş unsur şöyle özetlenebilir:
1- Çatışmasızlık ortamını bozup, sürecin bittiğini ilan eden Temmuz 2015’te PKK oldu. Eylemler Eylül 2015’ten itibaren Doğu ve Güneydoğu’da bazı ilçelerde silah zoruyla özyönetim ilanı yoluyla neredeyse bir ayaklanmaya dönüştü. Sadece o ilçelerde hendekler kazılıp, barikatlar yükseltilip, görünürdeki her eşya bombalarla tuzaklanıp güvenlik görevlileri keskin nişancılarca şehit edilmedi. Aynı zamanda intihar bombacıları Ankara gibi büyük şehirlerde ayrım gözetmeden katliama başladı. Dolayısıyla Ankara’da herhangi bir diyalog ortamının ön şartı olarak PKK’nın eylemlerine son vermesi görülüyor.