Paylaş
Bu sözün sahibi Avrupa Birliği (AB) Konseyi Başkanı Donald Tusk.
Tusk, 23 Nisan’da diğer AB yetkilileri ve Almanya Başbakanı Angela Merkel ile Gaziantep’te Suriyeli mültecilerin kaldığı kampları ziyareti ardından söyledi bunları.
Daha önce kampları gelip gezen BM Kalkınma Programı Başkanı Helen Clark da benzeri şeyleri söylemişti.
***
Diğer yanda, Gaziantep’in iki adım ötesinde Kilis her gün IŞİD ateşi altında.
Bakmayın bomba düştü sözlerine, IŞİD düpedüz ateş açıyor, havadan roket yağmıyor yani.
Haftalardır böyle, Türk topçusu cecvap veriyor ama, Kilis’te insanlar ölüyor; hem Türk vatandaşları, hem de sayıları artık Kilis’in yerli ahalisini aşan Suriyeli mülteciler.
Türkiye-Suriye sınırı ısınıyor.
Merkel Gaziantep’te konuşurken Kilis’teki durumu, sınırın giderek ısındığını, Halep’ten yeni bir göç dalgası gelme ihtimalini biliyor.
***
Merkel zaten Türkiye ile AB arasındaki mülteci akınını durdurma karşılığında ilişkileri canlandırma anlaşmasını Ekim 2015’te başlatan kişi.
Türkiye’nin (çoğu Suriyeli) 3 milyona yakın mülteciye ev sahipliğini sürekli övüyor, Türkiye’nin anlaşmadan vaz geçmemesi için, vizesiz seyahat dahil AB içinde lobi yapıyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu kızdıracak bir şey yapmamaya, onların duymak istediği şeyleri söylemeye çalışıyor.
Gaziantep’te de Türkiye’nin öteden beri savunduğu, mülteciler için Suriye sınırlarında güvenli bir alan oluşturmanın ne kadar iyi olacağından söz etii.
***
Oysa Merkel, Suriye sınırları içinde, Suriye’deki iç savaştan kaçan insanların uluslararası askeri koruma olmadan barındırılmasının imkansız olduğunu pek ala biliyor.
Bu koruma iki şekilde olabilir. Birincisi, Birleşmiş Milletler. Ama BM Güvenlik Konseyi’nin iki daimi üyesi, Rusya ve onun destekçisi Çin, Beşar Esad rejiminin yanında.
Türkiye ile Rusya arasında uçak düşürme olayı ardınan yaşanan gerilimi saymasak dahi o BM seçeneği masada değil.
Geriye kalıyor ya NATO, ya da ABD öncülüğünde bir uluslararası güç.
***
ABD zaten vuruyor diyeceksiniz, ama ABD Suriye’de sadece havadan IŞİD ve El Nusra hedeflerini vuruyor.
Zaten kara desteğinde Türkiye ile yaşadığı bir PYD anlaşmazlığı var.
Dolayısıyla ya ABD olur demenden olmayacak bir NATO kararı, ya da ABD girişimiyle yeni bir askeri güç oluşturulması, şöyle diyelim, Rusya’ya rağmen oluşturulması gerekiyor.
Peki, bu mümkün mü?
***
O da mümkün görünmüyor.
ABD’nin Suriye’ye kara birliği göndermek istemediği zaten biliniyordu.
Ama ABD Başkanı Barack Obama 23 Nisan’da BBC’ye verdiği mülakatta ilk defa bu kadar açık olarak, baştan itibaren Suriye rejimini devirmeye yönelik olarak askeri müdahaleye karşı olduğunu açıkladı.
Geriye dönüp bakıldığında Obama’nın Libya’da Gadhafi’nin devrilmesi için askeri müdahaleden pişman olduğu ve bu yüzden Suriye’de aynı maceraya karışmak istemediği ortaya çıkıyor.
***
İnsanın aklına bir kaç soru geliyor.
Birincisi, Obama baştan itibaren, yani 2011’den bu yana “Esad’a karşı müdahale etmem” dediyse, bunu dönemin başbakanı olan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’ya da söylediyse Türkiye acaba uluslararası gücün kurulmayacağını bile bile mi ısrarlı oldu?
Yoksa Obama içeride başka, dışarıda başka mı konuşuyordu?
Çünkü ABD Başkanının iç savaş patlayıp, mülteciler Türkiye’ye yığılmaya başladıktan bir küsur sene sonra, 20 Ağustos 2012’de verdiği bir ültümatom var.
O meşhur “Kimyasal silah kullanılması kırmızı çizgimizdir” ültimatomu.
“Esad mutlaka gitmeli” demeçlerini saymıyoruz bile.
***
O uyarının ardından Suriye ordusu kimyasal silah kullandı ve bu da BM raporlarında belirlendi.
Obama’nın kırmızı çizgisi, bizde de başka konularda görüldüğü üzere önce pembeye, sonra mora döndü, silindi gitti.
O arada Mısır’da Müslüman Kardeşlerin işbaşına gelişi ve darbeyle devrilişi ve IŞİD diye bir kanlı örgütün ortaya çıkışı da var şüphesiz, ama Obama’nın söylediğinden döndüğü de ortada.
Şimdi soru: Acaba hükümet Suriye politikasını Obama’nın bir şey yapmayacağı belli olduktan sonra da, neye dayanarak uluslararası güçle askeri müdahale seçeneğini, Suriye’de güvenli bölge oluşturma seçeneğini ön planda tuttu?
Obama mı kandırdı, ya da biz neye inanmak istiyorduk da inandık?
Paylaş