Bu kadarla da kalmayacağı üzerine rahatlıkla bahse girebilirsiniz.
Aslında 15 Temmuz darbe girişiminden sonra yalnızca askeriyenin değil, yargıdan eğitime bütün sistemin elden geçirilmesi şart.
Ancak bugün konumuz ordu. Çünkü hem bir askeri darbe girişimi yeni bastırıldı, hem bugün Yüksek Askeri Şura (YAŞ) başlıyor, hem de bu YAŞ toplantıları siyaset kulisindeki iddiaya göre, darbe girişiminin asli gerekçelerinden.
Bu iddiaya göre, neredeyse 30 yıldır ordu içinde kendilerini gizleyerek, diğerlerini saf dışı bırakıp yerlerine geçerek adım adım yükselen Fethullah Gülen izleyicileri iki nedenden dolayı ayaklanma zamanı geldiğini düşündüler. Hem bu YAŞ’ta artık hükümet ve üst kademe tarafından tasfiye edilecekleri endişesine kapılmışlardı, hem de zaten Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) yeterince kilit noktayı kontrol edebilecek doygunluğa eriştiklerini hesapladılar iktidarı ele geçirmek için.
İsrail’le normale dönmek üzere anlaştığımızın açıklandığı 26 Haziran'dan bir gün sonraydı.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Devlet Başkanı Vladimir Putin’e mektup yazmış, 24 Kasım 2015’te Rus savaş uçağının Suriye sınırını ihlal ettiği için düşürülmesinden dolayı (üzüntüden fazla, özürden az bir ifade olan) “kusura bakmayın” demiş ve krizden çıkış yoluna girilmişti.
Dün Erdoğan’ın 9 Ağustos’ta Putin’le görüşmek üzere St Petersburg’a gideceği açıklandı.
Bu yalnızca Suriye/uçak krizi sonrasında Erdoğan’ın Rusya’ya ilk gidişi olmakla kalmayacak.
Neden mi? Şöyle anlatayım.
Ünlü casusiye yazarı John Le Carré’nin en iyi romanlarından biri, “Panama Terzisi”dir. Kendisi de İngiliz istihbaratının eski bir elemanı olan yazar, Panama’da başkanın terziliğini yapan bir ajanın nasıl merkeze yıllarca ülkedeki baskı rejimine karşı yükselen ve dışarıdan destekli bir itme halinde sessiz çoğunluğun nasıl onu alaşağı edebileceğini anlatan raporlar göndermesi üzerine kurar öyküsünü. Onu denetlemeye giden ajan da bu tezgâha ortak olur. Netice tam bir fiyaskodur, ajanlar için de, istihbarat servisi için de, ajanların Panama’da kullandığı bağlantılar için de, ülke için de. Halkın çoğu da daha önce şikâyetçi oldukları lider etrafında dış kaynaklı müdahaleye karşı bir araya gelmeye zorunlu hissetmiştir kendisini.
15 Temmuz darbe girişimi öncesinde, sırasında ve sonrasında Ankara ve İstanbul’daki “terzilerin” merkezlerine Türkiye hakkında ne rapor verdiklerini bilemem. Ama tahminim doğru olmadığı yönünde. Önerim o yüzden bu terzilerin işine son vermeleridir, çünkü müttefikleri Türkiye’yi doğru okumuyorlar; bu gidişle daha da yanıltacaklar.
Mitingin başlamasından bir kaç saat önce Cumhurbaşkanlığından bir açıklama yapıldı.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, AK Parti, CHP ve MHP genel başkanlarıyla bugün saat 14'te bir toplantı yapacaktı.
Erdoğan bu görüşmeyi 22 Temmuz'da MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve dün CHP mitingi esnasında Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ile yaptığı görüşmelerin sonrasına planlamıştı.
Dün çok sayıda mesaj geldi 'Neden HDP çağırılmadı?' diye soran. Neticede onlar da darbeye karşı çıkmıştı ama herhalde PKK sorunu engel oluyordu hala.
“Kimin borcu var?” diye sordum.
“Cumhurbaşkanının, hükümetin, devletimin” dedi; “Ben bugün onların söylediklerini zamanında söylediğim için hapse atıldım, yargılandım. Bunun arkasında hep bu Cemaatin olduğunu bile anlatamadım, kimse duymak istemiyordu. Şimdi hepsi, daha fazlası doğru çıkıyor. O yüzden bir özür beklemek hakkım diye düşünüyorum.”
Bu sözlerin sahibi eski YÖK Başkanı Prof Dr Kemal Gürüz.
Sonra bir süre de bugün bulundukları etkili görevlerden alınan, soruşturulan kişilerin hep 1990’ların ortalarından itibaren son 10-15 yılda Milli Eğitim Bakanlığı bursuyla yurt dışına, en çok da ABD’ye gönderilenlerden oluştuğunu söyledi, telefonu kapattık.
Olağanüstü hal, adı üzerinde hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasını akla getirir; olağan yönetimle sıkıyönetim arasında bir geçiş rejimi sayılır hep.
Türkiye olağanüstü hal idarelerinden 2002 sonunda kurtulmuşken, 14 yıl sonra yine mecbur kaldı.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 20 Temmuz’da önce MGK, ardından Bakanlar Kurulu’nu toplamasını takiben 21 Temmuz’dan itibaren ülkede olağanüstü hal ilan edilmeseydi, yaşadığımız hale olağan mı diyebiliyor muyduk?
Evet, bu ülkenin geçmişinde olağanüstü hal sıkıyönetimle, sıkıyönetim de askeri yönetimle aynı zincirin halkaları olagelmiştir.
Edilmeseydi de zaten Türkiye günlerdir diken üzerinde olağanüstü zamanlar yaşıyor.
15 Temmuz darbe girişiminin ilk sonucu bu oldu.
Türkiye 12 Eylül kalıntısı OHAL'den 30 Kasım 2002'de kurtulmuştu; Doğu ve Güneydoğu'da kalmıştı sadece.
AK Parti iktidarının ilk günleriydi.
Zaten önceki akşam CNN Türk’te Hande Fırat başta olmak üzere pek çok meslektaşımız, muhtemelen benzeri kaynaklara dayanarak benzeri bilgileri vermeye başlamışlardı.
Dün Abdülkadir Selvi de yazdı, başka ayrıntıları da ekleyerek kısaca hatırlatalım ki, sonra soracağımız sorular havada kalmasın.
Güvenlik kaynaklarıyla konuşmalarımdan edindiğim tablo şöyle:
MİT 15 Temmuz saat 15 sularında Ankara, Güvercinlik’teki Kara Havacılık Okulu’nda “olağandışı faaliyet” duyumu almıştı.