Rivayete göre ismindeki zeytin sözcüğünü Kudüslü din adamlarının bölgede yaşadığı dönemde kıyı şeridinde yetiştirilen zeytin ağaçlarından almış.
Burun ise Yedikule-Bakırköy arasında yer alan küçük burundan geliyormuş. Zeytinli burun zamanla Zeytinburnu’na dönüşmüş.
Zeytinburnu’nda sur dışı ilk yerleşim yeri Kazlıçeşme, Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulmuş.
Bu yüzden de bölgede dini yapı, hastane ve sanayi tesisi gibi bir bölümü geçmişten günümüze kalan birçok tarihi yapı var.
500 yıl bölgede varlığını sürdüren deri imalathanelerinin yanı sıra, 19. yüzyıldaki ilk sanayi kompleksi Fabrika-i Hümayun bu bölgede inşa edilmiş.
Tarihi binaların bir kısmı zaman içinde yenilemelerle günümüze dek ulaşabilmiş.
Alaçatı merkezde hayat akşamüstleri başlar.
Gündüzleri herkes farklı koylardaki plajlara gider ya da havuz başlarında vakit geçirir ama yine de yüksek sezonda biraz daha dolu olmasını bekliyordum. Şimdilik sadece hafta sonları restoranların ve otellerin doluluk oranı artıyormuş.
2000’li yıllardan itibaren dönüşüm geçirmeye başlayan, kontrollü büyüyen Alaçatı, 150-200 yıllık restore edilmiş taş evlerden oluşan bir köyde sakin yaşamak ya da tatil yapmak isteyenlerin buluştuğu bir yerdi.
Ama son birkaç yıldır biraz plansız programsız ve amaçsız etkinlikler, biraz da eğlencenin gürültüye dönüşmesiyle, kalabalıklarla boğuşulan bir yere dönüşünce cazibesini yitirmeye başladı.
Ancak fiyatların dengesizliği ve ekonomik zorluklar da bu boşluğun nedeni olabilir.
Özellikle restoranların sürekliliği ve sürdürülebilirliği yok.
Geçtiğimiz cuma her koltuğu dolu devasa THY Dalaman uçağında yerli-yabancı tüm turistlerin tatilden, gittikleri yerlerden beklentileri ne olur diye düşündüğümde aklıma ilk gelenler bunlar oldu.
Çünkü bölgedeki hangi koya, köye, kasabaya giderseniz gidin bunları karşılayan yerler var.
Bazıları diğerlerinden tabii ki daha iyi, en müşkülpesent beklentiye bile hitap edebilecek özelliklere sahip.
Tıpkı bu kez Hisarönü ve Göcek’te konakladığım iki tesiste olduğu gibi...
Nöbetçi kulübesi
Geçen yıl, 1935 yılından bu yana St. Barth ve Cannes’ın en ünlü restoran-plaj kulüplerinden olan La Guérite’in D Maris’teki açılışı öncesi, şefi Yiannis Kioroglou ile İstanbul’da buluşup sohbet etmiştik. Otelin Datça koyuna bakan terasından restoranı için ayrılan mekânı gördüğünde aşık olduğunu söylemişti.
“İhtiyacımız olan A plus turist gelirse, Türkiye kaybettiği turisti geri kazanırsa hedeflere ulaşabiliriz” diyor. Ona göre dünya standartlarında hizmet veren tesislerimizin sayısı azımsanacak gibi değil. Dünyanın en önemli ve en eski uygarlıklarının kurulduğu bir açık müze gibi olan bu toprakların dünyada eşdeğeri gerçekten de yok...
MARKA OLMAK KOLAY DEĞİL
Ben Milliyet Sanat’la büyüyenlerdenim.
Milliyet Sanat’ın her biri birbirinden değerli genel yayın yönetmenleri oldu.
Son 11 yıldır da başında kültür sanatla iç içe bir isim, gazeteci ve yazar Filiz Aygündüz var. Milliyet Sanat bu kez de farklı bir projeye imza attı. “Heykelde Yeni Keşifler” adlı bir yarışma düzenlediler.
Amaç galerilerle çalışma olanağı olmayan sanatçılara yeni yol açmak, fark edilmelerini sağlamak.
Yarışmaya Türkiye’nin dört bir yanından sanatçılar ve heykel bölümü öğrencileri yapıtlarını yollamış.
Temmuz 2017’de yanına Erkan Ünal, Osman Baydar ve Çağın Keskin’i alarak Ortaköy’de bir zamanların en ünlü mekanı Anjelique’in yerinde aynı konseptte Ruby’yi açtı. Ünal’ın yaşananları unutması, travmayı atlatması kolay değil. Ama işine dört elle sarılmış, günün ez az 12 saatini mekanda geçiriyor.
Ruby; restoran, bar ve yemek sonrası kulüp olarak hizmet veriyor, büyüleyici Ortaköy ve Boğaz manzarasıyla. Bir zamanlar manzara, müzik ve eğlencenin ağır bastığı mekanlarda yemeğe gereken önem verilmezdi. Ancak artık bu anlayış değişti. Ali Ünal da yılların birikimiyle sektördeki değişimleri en iyi okuyan isimlerden biri.
Dekorasyonu kadar mutfağına da önem vermiş. Ünal, en iyi üreticilere ulaştıklarını iyi bir tedarik zinciri oluşturduklarını söylüyor. Zaten yemeklerin lezzetinden ürünün kalitesi, tazeliği fark ediliyor.
Akdeniz ağırlıklı bir menü hazırlamışlar ama özellikle gelenlerin yüzde 70’ini oluşturan yabancı konuklar için geleneksel Türk mutfağından örnekler de var. Giriş katındaki barda müdavimlerin ısrarıyla, Uzak Doğu mutfağının önde gelen temsilcilerinden Itsumi’nin hazırladığı suşileri servis etmeye başlamışlar.
Menü geniş ama çok dengeli kurgulanmış. Et ve balık severler için eşit şans verilmiş. Vejetaryenler için de seçenek bol. Hatta önerim üstüne yakında veganlar için de menüde yer alan tabule, Hatay usulü soslu salata gibi başlangıçların yanı sıra birkaç sıcak tabak da hazırlanacak.
İnsan duygusal bağı olduğu yerlere karşı bazen daha acımasız olabiliyor, daha eleştirel bir gözle bakıyor. Gelibolu’nun bakımsızlığından, mimari özelliğini kaybetmesinden, geçmiş değerlerine sahip çıkamamasından hep şikâyet ederdim.
Ancak bu kez beni canlı, kendine güveni gelmeye başlamış, üstünden kasaba rehavetini atmış dinamik bir Gelibolu karşıladı. Yerel yönetim başarılı projelere imza atıyor. Yeni yeni oteller, pansiyonlar açılıyor.
Gelibolu tam hayal ettiğim gibi “sakin, kişilikli, altyapı sorunlarını çözmüş bir sahil kasabası” olma yolunda hızla ilerliyor.
Bu değişimde 2009’dan bu yana görev yapan mimar Belediye Başkanı Mustafa Özacar’ın payı büyük. Yeni tamamlanan araç trafiğine kapalı sahil yolu çok başarılı bir yürüyüş ve bisiklet rotası oldu.
Gelibolu’yu ilk kez bu kadar kalabalık gördüm. Bir zamanlar çok kültürlü yapısı, deniz ticareti ve balıkçılığıyla ünlü kasaba umarım geçmişi aratmayacak bir geleceğe doğru yol alır.
Sadece bayramlarda değil, her zaman doğa ve tarihle iç içe huzurlu bir yaşam sürmek, kaliteli bir tatil geçirmek isteyenlerin buluşma noktası olur...
İlk yerli bitkisel süt markası
Her şeyin bir ilki vardır. Türkiye’nin de ilk bitkisel süt markası ‘Fomilk’ oldu. Projenin ardında iki genç girişimci var.
30 yılı aşkın süredir kuruyemiş ticaretiyle uğraşan ve Türkiye’nin en modern fındık işleme tesislerinden birine sahip bir ailenin oğlu Cem Telvi ile uzun yıllardır süt ve süt ürünleri üreten bir ailenin dördüncü kuşağı Yusuf Romano.
İki yakın arkadaş, “Fındık ve badem ülkesiyiz, dünya fındık üretiminin yüzde 70’e yakını Türkiye’den temin ediliyor, biz fındık sütünü ithal ediyoruz. Biz neden bu alanın ilk üreticisi olmayalım? Altyapı da hazır, elimizde ailelere ait tesisler de var” diyerek yola koyulurlar. Kısa bir süre sonra fındık sütü ile üretime başlarlar. Ardından badem, soya ve hindistancevizi sütü gelir.
Vegan, laktozsuz ve glütensiz olan Fomilk’ler ‘orijinal’ ve ‘şekersiz’ olmak üzere iki ayrı şekilde içine yapay aroma, renklendirici ve koruyucu koymadan üretiliyor. Ürünlerinin kıvamlı olmasını içine az miktarda ilave edilen bitkisel bazlı sakız ‘gellan’ sağlıyor. Soya sütünde de GDO’suz soya proteini kullanılıyor ve dokusu zeytinyağı kullanılarak elde ediliyor.
Günümüzde sağlıklı beslenmek isteyenler de bitkisel bazlı sütleri kullanmayı tercih ediyor. Ancak vegan, vejetaryen, glüten ve laktoz alerjisi olanlar için sütün yerine kullanılabilen, inek sütüne alternatif bu ürünler çok değerli.
Birkaç yıldır zincir marketlerin raflarında ithal ürünler görüyorduk. Doğal bazlı yerli Fomilk, Türkiye genelinde önde gelen market zincirlerinde satılıyor.