Paylaş
İnsan duygusal bağı olduğu yerlere karşı bazen daha acımasız olabiliyor, daha eleştirel bir gözle bakıyor. Gelibolu’nun bakımsızlığından, mimari özelliğini kaybetmesinden, geçmiş değerlerine sahip çıkamamasından hep şikâyet ederdim.
Ancak bu kez beni canlı, kendine güveni gelmeye başlamış, üstünden kasaba rehavetini atmış dinamik bir Gelibolu karşıladı. Yerel yönetim başarılı projelere imza atıyor. Yeni yeni oteller, pansiyonlar açılıyor.
Gelibolu tam hayal ettiğim gibi “sakin, kişilikli, altyapı sorunlarını çözmüş bir sahil kasabası” olma yolunda hızla ilerliyor.
Bu değişimde 2009’dan bu yana görev yapan mimar Belediye Başkanı Mustafa Özacar’ın payı büyük. Yeni tamamlanan araç trafiğine kapalı sahil yolu çok başarılı bir yürüyüş ve bisiklet rotası oldu.
Gelibolu’yu ilk kez bu kadar kalabalık gördüm. Bir zamanlar çok kültürlü yapısı, deniz ticareti ve balıkçılığıyla ünlü kasaba umarım geçmişi aratmayacak bir geleceğe doğru yol alır.
Sadece bayramlarda değil, her zaman doğa ve tarihle iç içe huzurlu bir yaşam sürmek, kaliteli bir tatil geçirmek isteyenlerin buluşma noktası olur...
Gelibolu mutfağı
Yüzyıllar boyunca Rum, Ermeni, Türk, Musevi gibi farklı kültürlerin bir arada yaşadığı Gelibolu’nun mutfağı aslında çok zengin. Ancak bu zenginlik sadece evlerde yaşıyor.
Dışarıda yemek kültürü de birçok yer gibi sadece ızgara ve meze üzerine kurulduğu için dışarıdan gelen birinin bu zenginliği anlaması çok zor.
Kayık, süt tarhanası pilavı, soğanlı yanıç, Gelibolu mantısı, akıtma, lokma, tarak pilavı, midye salma, balık çorbası ve asma yaprağına sarılı sardalyeyi hiçbir restoranda göremezsiniz. Hatta evlerde yapanların sayısı bile yok denecek kadar az.
Neyse ki hiçbir yerdekine benzemez peynir helvası, çirozu, tuzlu balığını ve mevsim balıklarını tatma şansı var hâlâ. Dileğim bu geleneksel yemekleri yapan yerlerin bir an önce açılması.
Kaybolmaya yüz tutmuş el emeği sardalye tuzlu balık üretimi ise Aygül Kemerli gibi aile geleneğini özveriyle sahiplenen çalışan isimler tarafından sürdürülüyor.
Umarız yakın gelecekte coğrafi işaret alır ve hak ettiği değer ve destek verilir. Ve bu gastronomik değer yaşamaya devam eder...
Nerede yiyelim?
Gelibolu’da iç limanın çevresini sarmış birçok balık lokantası var. İçlerinde en eskisi artık bir Gelibolu klasiği olanı İlhan Restoran. İlhan Akgül 51 yıldır, yani çocukluğundan bu yana işinin başında. İyi malzeme kullanıyor, mezeler ve balıklar taze. Bu kez denediğim beğendili ahtapot, bebek kalamar yahni ve mezgit tava muhteşem lezzetteydi.
Yine aynı bölgede yer alan Sirena Cafe de kasabanın popüler buluşma noktalarından biri. Türkiye’nin en iyi peynir helvasını yapan Zafer Pastanesi, Roma Dondurmacısı, esnaf lokantaları Osmanlı Mutfağı ile Valide Sultan da listenizde mutlaka olmalı...
Nerede konaklayalım?
Hamzaköy Sahil’deki Hilton Hampton, Taş Konak, 8 Rooms, Liman Meydanı’ndaki Oya Otel ve Butik Otel Gelibolu, Hotel Milestone 1915, Blue Park, Halil Tuna Otel önerebileceğim seçenekler arasında.
Paslı Çatal
Kısa bir süre önce İstanbul yeme-içme sahnesine “Rusty Fork” adlı yeni bir restoran daha katıldı. Mekanın adının anlamı “paslı çatal”. Aslında biraz anlamsız olmasını istemişler. Latin dokunuşları da olan, Louisiana ve Texas ağırlıklı Amerikan mutfağından örnekler sunan Rusty Fork’un danışmanlığını Türkiye’nin en önemli şeflerinden biri olduğunu düşündüğüm Murat Bozok üstlenmiş.
Bozok, Mimolett’i kapattığından bu yana yurtiçinde ve dışında birçok başarılı projeye imza attı. Restoranların konsept danışmanlığını yapıyor, menülerini hazırlıyor ve ekiplerini kuruyor.
Patates kızartması, aioli ve bourbon BBQ sos eşliğinde cajun baharatlarla panelenmiş karides, ana yemeklerden kızarmış bebek patates ve salata yanında aromatik tereyağıyla lezzetlendirilmiş dry-aged dana pirzola, ballı, hardallı patates püresi eşliğinde tütsülenmiş dana sosis, milföy kaplı, kremalı sotelenmiş tavuk ve sebzeler ve tütsülenmiş dana kaburga başta olmak üzere tattığım yemeklerin hemen hepsi çok başarılıydı.
Sosis ve dana kaburga ise son zamanlarda yediğim en iyiler arasındaydı. Et ve bu tarz yemek severler için Rusty Fork tam bir cennet.
Etiler girişinde iki katlı bir villada hizmet veren Rusty Fork’un ahşap ağırlıklı dekorasyonu ve arka bahçesi çok hoş. İlginç objeler ve detaylar var. Mekana özel çizimler Birim Erol’a aitmiş. Üst kat ise özel etkinlikler, toplu yemekler için düzenlenmiş.
Doğunun kraliçesi
Türkiye’de yeter artık demediğim, her gidişimden ayrı bir haz aldığım kentlerin başında Antakya geliyor. Hatırlamadığım çocukluğumu geçirdiğim yer olması mı beni buraya çeken bilemiyorum.
Bu kez 82 yıllık takı markası Atasay’ın genç CEO’su, dördüncü kuşak Atasay Kamer ile beraber ve Saffet Emre Tonguç rehberliğinde “Myras Mozaikler Şehri Antakya” koleksiyonunun tanıtımı için kentteydik.
“Myras Mozaikler Şehri Antakya” koleksiyonunda geleneksel Antakya evlerinin kapı kulplarına işlenen ve yaşamın sonsuzluğu anlamına gelen hayat ağacı figürleri, Anadolu’da hüznü sembolize eden ters lale motifleri, Antakya’nın kent simgesi zambak çiçeği ve kem göz mozaiği yer alıyor.
Dünyanın ikinci büyük mozaik müzesi Hatay Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen, MS
3. yüzyılda yapılmış, kötülüğü uzak tutma amacıyla hazırlanan nazar konusunun işlendiği mozaikte, mızrakla delinen ve etrafı hayvanlarla sarılan bir göz resmediliyor.
Ve üzerinde Yunancada “Size de” anlamına gelen “Kaicy” yazıyor. Atasay’ın Kaicy kolyesi bu mozaikten esinlenerek tasarlanmış.
Seri, arkeolog tasarımcı Nezih Başgelen ve konsept danışmanı ünlü modacı Özlem Süer’in ortak araştırmaları ve çalışmaları sonucunda ortaya çıkmış.
Markanın Süer’le işbirliği 2005 yılında New York Metropolitan Müzesi’nde gerçekleşen “Yaşayan Anadolu Takıları” defilesinden bu yana sürüyormuş...
Paylaş