Paylaş
Alaçatı merkezde hayat akşamüstleri başlar.
Gündüzleri herkes farklı koylardaki plajlara gider ya da havuz başlarında vakit geçirir ama yine de yüksek sezonda biraz daha dolu olmasını bekliyordum. Şimdilik sadece hafta sonları restoranların ve otellerin doluluk oranı artıyormuş.
2000’li yıllardan itibaren dönüşüm geçirmeye başlayan, kontrollü büyüyen Alaçatı, 150-200 yıllık restore edilmiş taş evlerden oluşan bir köyde sakin yaşamak ya da tatil yapmak isteyenlerin buluştuğu bir yerdi.
Ama son birkaç yıldır biraz plansız programsız ve amaçsız etkinlikler, biraz da eğlencenin gürültüye dönüşmesiyle, kalabalıklarla boğuşulan bir yere dönüşünce cazibesini yitirmeye başladı.
Ancak fiyatların dengesizliği ve ekonomik zorluklar da bu boşluğun nedeni olabilir.
Özellikle restoranların sürekliliği ve sürdürülebilirliği yok.
Her yaz onlarca yeni yer açılıp kapanıyor.
Oysa Alaçatı biraz plan ve programla en az 6 ay turizme hizmet veren bir yer olabilir.
Sahip olduklarıyla bunu fazlasıyla hak ediyor...
Alaçatı’nın en yenisi: Murano’s Kitchen
İki yıl önce Ege Perla’nın içinde açılan ve kısa sürede İzmirlilerin buluşma noktalarından birine dönüşen İtalyan restoranı Murano’s Kitchen, Alaçatı’da bir şube açtı.
Adını Venedik yakınlarındaki cam işçiliğiyle ünlü Murano adasından alan restoran projesinin ardında bir dönem gıda pazarlama alanında çalışan Fulya Perçin Yonuk, eşi Hasan Yonuk ve şef Gökçen Yıldırım var.
Haziran ayında kapılarını açan Murano’s Kitchen’ın yerinde daha önce de yine bir İtalyan restoranı vardı. Geçen yıl kapanan Limonaia şimdi sadece butik otel olarak hizmet veriyor.
Fulya Perçin Yonuk ve şef Gökçen Yıldırım günümüz modern İtalyan mutfağından örnekler sunan dengeli bir menü hazırlamışlar.
Şarküteri ve peynir tabaklarında kaliteli ürünler kullanılmış. Makarnaları kendileri yapıyor. Kavlarında İtalyan şarapları da var ama ağırlık yerli şaraplara verilmiş.
Menüden deneyimlediğim şampanya soslu deniz tarağı, porçini mantarlı tortellini, taze kuşkonmazlı linguini, Milano usulü ağır ateşte pişmiş dana incik yanında safranlı risotto ve geleneksel tarifli tiramisu olmak üzere tüm tabaklar hem lezzeti hem de sunumuyla çok başarılıydı. Fiyat-kalite dengesi de öyle...
İstanbul’da caz vakti
Bugüne dek dünyaca ünlü birçok sanatçıyı İstanbul’da dinlememizi mümkün kılan, genç kuşaklara cazı sevdiren İKSV’nin düzenlediği Caz Festivali 25 yılı geride bıraktı.
Son haftasına giren festival bu yıl da birbirinden iyi isimlerle cazseverleri buluşturdu.
3 Temmuz Çarşamba akşamı Swissotel’in arka bahçesindeki Jose James konseri de Uniq Açık Hava Sahnesi’ndeki caz, blues ve soul melodilerini ustalıkla bir araya getiren Belçikalı caz şarkıcısı, söz yazarı, besteci ve multi-enstrümantalist Mélanie de Biasio performansı da, 11 Temmuz Perşembe akşamı Volkswagen Arena’daki Joss Stone konseri de çok iyiydi.
Bugün de Feriye’de çocuklar için tasarlanmış konserler, atölyeler ve performansların olduğu bir dizi
etkinlik var.
“Çocukça Bir Gün” saat 14.00’te başlıyor.
Bir festival klasiğine dönüşen “Caz Vapuru” ise 14 Temmuz Pazar saat 11.00’de Kabataş İskelesi’nden kalkıyor.
Anadolu Kavağı’na uzanan Boğaz turuna Talking Horns, Busquitos ile Brassist konuk oluyor.
18 Temmuz’da Açık Hava sahnesinde arka arkaya sahne alacak Jacob
Collier ile Makaya McCraven konserlerini de sakın kaçırmayın derim...
Ali’nin Yeri
İnsanın her gittiği yer bir şeyiyle aklında kalır. Ildırı’daki Ali’nin Yeri de büyüleyici gün batımı manzarasıyla unutulmazlar arasına girdi. Tabii evlilik yıldönümümüze denk geldiği için gününü de unutmamız mümkün değil!
Denizin üzerinde tahta masalarıyla şirin, salaş bir balık lokantası Ali’nin Yeri. Ortaya peynir-kavun, tam istediğim gibi ılık servis edilen söğüş karides, sıcak ot kavurma, ardından da pullarıyla ızgara edilmiş sinarit istiyoruz.
Yemekler basit ama her biri son derece lezzetli. Çeşme ya da Alaçatı’ya yolunuz düşerse aklınızda bulunsun...
Nazar mı değdi?
Göcek seyahatimin üstünden iki hafta bile geçmeden Dalaman’da başlayan ve Göcek’e sıçrayan yangın felaketi haberini okuyunca “nazar mı değdirdim” diye düşünmeden edemedim.
Her şey o kadar güzeldi ki... Yeşilin ve mavinin her tonunun iç içe geçtiği, anlatmaya sözcüklerin yetmediği o muhteşem doğayı yok olurken görmek gerçekten insanın içini acıtıyor. Yangın kontrol altına alındı ama giden gitti.
Ağaçlarıyla, bitki örtüsüyle içinde yaşayan tüm canlılarıyla o dengelerin yeniden kurulması hiç kolay değil. Kim bilir kaç yıl alacak eski halini bulması. Umarım en kısa sürede ağaçlandırma çalışmaları başlar.
Yaz Okumaları
Bugünlerde başladığım ve ruh halime göre elime aldığım üç kitap var başucumda.
İlki uzun yıllar TRT’de yapımcılık yaptıktan sonra yazmaya başlayan Demet Altınyeleklioğlu’nun “Sustum Anne” adlı romanı.
Kadın hareketinin öncü isimlerinden şair yazar Şukufe Nihal’in yaşam öyküsünü ve o dönemin edebiyat ortamını akıcı bir dille anlatıyor (Kırmızı Kedi Yayınları).
İkincisi de hem boyutuyla hem de sayfa sayısıyla bir saat içinde okunacak mini bir kitap. Robert Musil’in “Ahmaklık Üzerine” denemesi.
Daha doğrusu bir toplantıda yaptığı konuşma metni. Ahmaklığın ne olup ne olmadığı üzerine 82 yıl önce söyledikleri ilginç ve düşündürücü (Kırmızı Kedi Yayınları).
Üçüncüsü ise Avrupalı yazarların en yetkin isimlerinden biri kabul edilen Javier Marias’ın “Berta Isla” adlı romanı.
Evlilik, ilişkiler ve yaşamın gerçekleri üzerine hem biçim hem de içeriğiyle çok farklı bir roman (Yapı Kredi Yayınları).
Paylaş